Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2011 Pazar

Nerelerdesin








Nerelerdesin diye merak mı ediyorsun?..
İşte; öylesine alıp başımı gidiyorum...
Biraz senden; Biraz da,kendimden kaçıyorum...
Kalabalıklara karışıp,çeresiz kalışımı unutmak için,biraz sen...
Biraz ben oluyorum bazen...
Kendimden kaçtıkca sana daha çok yaklaşıyorum bilsen...
EGE`yle, MARMARA öğle yakın oluyorki...
Bir kıyıda sen...Bir kıyıda ben...

Sanıyorum bağırsam duyacaksın....Sussam yürek sesim avaz,avaz....
Yürek çarpıntılarım sende atıyor sanıyorum...
Neden bu kadar yakınsın san ki..

Kaçtıkca sana bulanıyorum...
Bugün erkenden geçtim üsküdara adaklar adadım,dualar ettim camiler de...

Özgürlüğümü istedim yaradandan...
Şimdi deniz kenarında bir çay bahçesinde sana yazıyorum...

Ya dualarım tutarda yüreğimden silinirse sevgin,bom boş kimsesiz öksüz gibi kalırmıyım?..
Yaşayan bir ölüye dönüşürmü bedenim...
Oysa seninle nefes alırken sensizliğe dayanabilir mi bu yürek..
Susuz kalmış gül gibi bükülürmü başım,solarmı yüzüm...
Garsonun getirdiği sıcak çayı içtikce daha çok üşüdüm...

Oysa dediğin gibi elimdeki telefonun bir tuşu yeterdi seni bana bağlamak sesini duymak, hayatım,demeni duyarak bir martı kadar mutlu olmak için...
Sakın sorma,nerlerdeydin diye olurmu? 

Senden kaçtıkca daha çok sen olduğumu sakın duyma...

SAKIN BİLME DİYECEĞİM AMA,BİLİYORSUN MARTI OLUP SANA GELMEYİ NE ÇOK İSTEDİĞİMİ...
Ben; ne kadar yalancı oluyorum,sen söz konusu olduğunda...
Peş, peşe sıralıyorum yalanları...

Bir tek kendimi kandırıyorum aslın da, kanmıyorum ki;Sadece kanmış gibi yapıyorum...

Boğaza köprü yapıyorlar da neden EGE VE MARMARA yı bağlayan köprü yapmıyorlar? 

Sabah yürüyüşlerim sana olsun....
Ben SİMİTle...Sen GEVREK le buluşsak tam köprünün orta yerinde...
SEN VE BEN; MASAL GİBİ...RÜYA GİBİ...


Ege...

Ege blogspot-17 Ocak 2011 Pazartesi- (nerelerdesin)



(a)


18 Ocak 2011 Salı

''HER İNSAN ÖLECEK YAŞTADIR''






Öyleyse... 

Güzel bir şey yap kardeşim.Dünyaya kırk kerre gelinmez.Madem yaşıyorsun,sıhhatli nefesler alıyorsun...Bir şey yap.
Bir şey yap ki...Güzel olsun. 
Çok mu zor? 
O vakit güzel bir şey söyle. 
Dilin mi dönmüyor? 
Güzel bir şey gör.
Veya: 
Güzel bir şey yaz. 
Beceremez misin?
Öyleyse, güzel bir şeye başla. 
Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı.O gayretten uzak

duramayız.Vakit geçiyor.Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu

gösterir,unutma...
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTADIR"

Buyurun,biraz da sizler sarsılın.
Döküldüm.
Demek öyle ha? 
Her insan ölecek yaşta... 
Bir de kalkar savaşırız.Kavgalaşır,kuyular kazarız. 
Az sonra ölecek olan bizler...Ne kadar da cahiliz.

Bu cümleyi gördükten sonra içimde "Büyük Patlama"yı duydum.Edecek iki çift sözüm olmalıydı.İnsanlara,insanlığa bir şeyler demeliydim.Sonunda ard arda ve şimşek hızıyla bağırdım.Beynimden yüreğime doğru bir haykırıştı bu.Yüreğimden dalga dalga cevaplar yetişti: 
Bir şey yap. 
Zor ise: 
Bir şey söyle. 
Beceremiyorsan: 
Bir şeyler gör. 
Bir şeyler yaz. 
O da mı güç?*
Bir şeylere başla.
Ama hep güzel şeyler olsun. 
Çünkü: 
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA"

Geç kalmayasın! 
Koca Mimar Sinan...yapmış da gitmiş. 
Yunus Emre’m...söylemiş de gitmiş. 
Şeyh Edebalı...görmüş de gitmiş. 
Fuzulî,Nedim, yazmış da gitmiş. 

Kimse kimseden eksikli değil. 
Büyük değil,küçük değil,farklı hiç değil.Düşünebilen kişinin,üstesinden

geleceği görevler mutlaka vardır.
Tekrarlıyorum: 
Güzel bir şey yap,
Güzel bir şey söyle, 
Güzel bir şey gör, 
Güzel bir şey yaz veya 
Güzel bir şeye başla. 
HADİ DAHA NE DURUYORSUN DAHA...
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA"

(a)



7 Ocak 2011 Cuma

İnince Yağmur Şehrin Kalbine...





Bir yağmur damlası olmaya niyet etsem... Öyle kırgın öyle nazik insem ellerine... İncitmesem! Değsem gözlerine... Bir ahla düşsem leblerinden... Yağsam iplik iplik... Tutunsam kirpiklerine. Sahi ağlar mısın benim için bir kerecik?...


Karanlığın kalbine indirdiğim gizli bir ‘ahla yaktın içimi... Gözlerim dolaştı boşlukta... Takıldı bir güle, nasılda güzeldi karanlığın koynunda... Sokuldum kuytusuna baktım açmış kollarını yağmura. Dedim, yağmura tutulmuş güzelliğini görse bülbül gülünün, kanatlarının altına alır göstermezdi kimselere. Nemnâk sokaklardan kıskanırdı, esen yelden. Nasıl göster sindi bülbül didarını gülünün? Bakmaya kıyamazdı rahmetin güzelleştirdiği sevdiğine. Yağmur değmiş incecik bedenini sakınmak isterdi gülünün de batardı dikenleri bedenine. Feryat etmesin mi bülbül ağlamasın mı gülüne?... Yağmura tutulmuş güzelliğine... Sahi benim gözyaşlarımda yakışır mıydı çehreme?.. Ya benim bülbülüm? Benim bülbülüm nerede?...


Yağmur ince ince düşerken ellerime bir kez daha ağladım bir kez daha yandım kendime... Düşsem bari adım attığın yere. Ağlar mıydın acaba?... Ayağının altında toprağa karışan bir damla olacaktım da sen beni bilecektin! Gözlerinin önünde bir gül olsam yine de görmezdin!... Ve bilmezdin iç çekişlerimi...


Ağlarken şehir benimle baktım ümitlerim eksilmemiş duruyor yerlerinde! Bu nemnâk sokaklar nasılda üzülüyordu kim bilir halime? Kuytusuna sokulduğum gül belki de ağladı benimle... Bülbülüne söyler miydi böyle yanmışlığımı, benim için de bir ah bırakır mıydı bülbül, sahi bana da ağlar mıydı?...


Baktım güle nasılda güzeldi, yağmur inmiş kalbine. Can-feza gül... Canıma can kattı güzelliğiyle... Ben niyaz kar halimle sığındım Rabbin merhametine... Gülün bağrındaki damlalar çırağ oldu karanlığıma. Muhayyilem beni bir yağmur yaptı düşürdü ellerine... Gezindim parmaklarında öyle sessiz öyle ince... Ne vakit sürgün edildim kendime o vakit yittim kendi şehrimde...


Yağmurun sesiyle irkilip fısıldadım sırrımı güle... Açtı bağrını da aldı sırrımı içine... Dedi “Yitme kederinde! Bak rengime ümide gebe!” Bülbül onu nasıl sevmesin di?... Nasıl yanmasın dı seherlerde?... Gül... Ruh feza ömre...


Ruhum yıkandı yağmurla, hasret içimde büyüdü ve çoğaldı. Bir kez daha baktım kalbime yerin sağlamdı! Nevbahardın! Yeşerdin yağmurla, bir gül olup kök saldın. Acıyordu her yanım lakin bir yanım yenileniyordu seninle... Büyüyordu sanki sevgimde hasretinle...


Bir buseyle veda edipte güle... İndirdim hasretinle bir “âh”ı akşamın rahmetle yıkanmış kalbine... Ve yürüdüm kendi kuytularıma bin bir ümitle...



(a)





7 Aralık 2010 Salı

Sevgi ve aşkı karıştırmayın!..




İnsanın içini aydınlatan en güzel duygudur sevgi ve aşk duygusu...
Kırgınlıkları sona erdiren, öfke ve kızgınlığı bitiren, anlaşmazlıkları çözen bir duygudur sevgi..

Yaşamın çözümüdür… Tüm kapıları açan elimizdeki tek anahtardır sevgi..

Aşk için ise bazı insanlar der ki sevginin edebileşmiş hali ya da son dönem bilim adamlarının söylediği gibi.. Aşk kalp ile ilgili değildir… Beyindir onu harekete geçiren..

Ha beyin bu güzel duyguyu vermiş ha kalp ne fark eder ki?
Aşk insanın gözlerini parlaklaştırmaz mı.. Aşık olunca mutlu olunmaz mı, kalp onu düşünerek atmaz mı?.. Sabahlara kadar uyumadan tekrar aynı enerjiyle güne başlanmaz mı, insanı nasıl güzelleştirir, canlandırır.. Neşe ve enerji verir… İçiniz kıpır kıpır olur.. Sorunlarınız sorun olmaktan çıkar... Her şey farklı gözükür insana... Aşkı yaşıyorsanız tadını çıkarın.. Bedeninize bu şekilde hizmet ettiği için, bedeninizi yenilediği için teşekkür edin bu yüce duyguya..

Hangi duygu size kendinizi bu kadar iyi hissettirir? Hangi duygu size bu kadar güzel bir enerji verir? Âşıksanız ve seviyorsanız, yaşayabiliyorsanız şükran duyun…

Peki, yaşamımızda neden birisine ihtiyaç duyar, sonrada sorunlar yaşarız?

Bize çocukken nasıl seveceğimiz, sevgiyi nasıl alıp vereceğimiz, aslında önce kendimizi sevmemiz gerektiği hiç öğretilmedi.. Bu yüzden ailemizden ve çevremizden öğrendiğimiz kadar sevebiliriz ya da gelen sevgiyi kabul edebiliriz..

Hep yaşamımızda bir sevgilimiz olsun yada eşimiz olsun isteriz..aslında tek istediğimiz sevilmektir.. Yaşamımızda birisinin olması, sevilmeye değer bir insan olduğumuzun kanıtınıdır yani onaylanma ihtiyacı.. "Karşı cinsten birisi beni sever ve isterse ben sevilebilecek değerde bir insanım" diye düşünürüz… İşte en büyük yanılgı budur… Hâlbuki kendimizi çok sevsek sevilme ihtiyacımız ortadan kalkacak ya da şöyle söyleyeyim sevilmek ihtiyaç olmaktan çıkarak sevme ve sevilme sadece paylaşım olacak… Ama biz bunu bilmiyoruz... bu yüzden yaşamımızda bir sevgilimiz olduğunda, "ben seviliyorum onaylanıyorum" diye düşünür bu gelen sevgiyi kaybetmemek içinde bütün hayat akışımızı bu kişiye odaklar, bizi seven çevremizdeki diğer insanları görmezden geliriz çoğu kez..

Ben seni seviyorum, sende beni, "benim seni sevdiğim kadar sev" deriz… Yaşamımızdaki kişiye çünkü hayatımızın merkezine almışızdır karşımızdakini…. İşte sorun burada başlar…

Yaşamımıza giren sevgiyi bu gözle görürüz… Onun için yaşamaya başlar... Bütün programlarımızı ona göre yaparız.. Kalbimizin yolunu bir tek ona açmışızdır… Kapamışızdır tüm çevremize kendimizi... Tek odak noktamız odur… Artık hiçbir şeyin önemi yoktur… Bu yüzden ilk başta güzel başlayan aşklar ve sevgiler daha sonra kavgalara, ayrılıklara döner… Suçlamalar başlar senin için tüm programlarımı iptal ettim sadece seninle olmak için, ailemle, arkadaşlarımla bile görüşmedim gibi…Kendi yaptığımızın sorumluğunu almayıp karşımızdakini suçlarız... Kimse bizden bunu yapmamızı istemedi… Sevginin yolu bu değildir.. Hayatınızdaki tek kişi sizi ne kadar severse sevsin içinizdeki o sevgi tüpünü tek başına dolduramaz..

Hâlbuki açsak ya kalbimizi iki elimizi açar gibi kocaman…
Önce kendimizi çok sevsek ve ne kadar değerli olduğumuzun bir farkına varsak, verdiğimiz sevginin nasıl yayıldığını bilsek.
Alsak ya herkesten gelen bütün o sevgileri, karşımızdaki insanı kendi sevgiyi tanımlama biçimiyle bizi sevmesine izin versek ve özgür bırakabilsek ya ailemden gelen sevgiyi alsam, arkadaşlarımdan gelen sevgiyi alsam, komşularımdan çevremdeki insanlardan, işyerimdeki çalışma arkadaşlarımdan alsam ya gelen sevgiyi…

Doldursam sevgi tüpümü.. Boş olmasa bu tüp… Hayatıma giren insanı da olduğu gibi kabul ederek onun verebildiği kadar alabilsem sevgisini… Onu suçlamadan, ona kızmadan… Sen beni sevmiyorsun, bana çok az sevgi veriyorsun, benim gibi sevmiyorsun demeden…

O zaman benim sevgi tüpüm hep dolu dolu olsa ve öyle yaşasam .. Ne güzel olurdu değil mi? Böylece sevilme ihtiyacım olduğu için değil de sadece sevgiyi paylaşmak üzere alsam hayatıma karşı cinsi.. Sevgiliyi, eşi ve hayatımdaki her insanla paylaşsam bu yüce duyguyu..

Lütfen bu sevgililer gününde ilişkim var veya yok diye düşünmeyin..

Açın kalbinizi… Tıpkı iki kolunuzu açar gibi… Alın yaşamınızdaki insanlardan, kedinizden, köpeğinizden, o en yüce duygu olan sevgiyi… Kucaklayın onları… Onlar beni nasıl olsa sever diye düşünmeyin… Teşekkür edin onlara sizi sevdikleri için… Geleni alın ki daha çok verebilin… Verdikçe daha da çoğaldığını göreceksiniz. Nasıl büyüdüğünü.. Kendinizi sevmenin büyüklüğünü..

Sevgi tüpünüzü doldurması için tek bir insana bu görevi vermeyin… Çok zordur onu tek başına doldurmak.. Paylaşın sevginizi… Hem aldığınızı hem verdiğinizi…

Ama en önemlisi kendinizi çok sevin ki yaşamınızda yaydığınız enerji hep sevgi olsun… Yaşamınızda hep sevgi dolu insanlar olsun… Siz sevgi olun..

Yaşamınızda sevgiyi paylaştığınız sizi seven veya sevdiğiniz bu kişilere ve tanrıya teşekkür edin sevgi duygusunu size hatırlattıkları için...hatta minnettar olun… İçinizdeki bu yüce duyguyu yaşadığınız ve yaşatabildiğiniz için…

Sevgi ve aşk insanlara armağan edilmiş en güzel duygu… En büyük hakkınız… Beklenti içinde olmadan, korkulara kapılmadan olanı kabul ederek ve her anın keyfini çıkararak, bir sonraki an ne olacak diye düşünmeden aşkı ve sevgiyi doyasıya yaşayın, paylaşın… hep aşk dolu hep sevgi dolu olun, mutlu olun..

Toplum ne kadar sevgililer günü ile ilgili ticari amaçlı dese de bence Şubat ayını sevgiyi hatırlatan bir ay olduğu için daha çok sevmeliyiz… Daha büyük kutlamalar yapmalıyız..

Düşünsenize tüm dünya aynı anda sevgiye odaklanıyor… Ne harika bir duygu…Bir tek 14 şubatta dünyaya sevgi yayabiliyoruz… Keşke her gün bu duygu ve coşkuyla geçse..

Hangi ay çevremizde bu kadar kalp resimleri, sevgi sembolleri görüyoruz ve sevgi ile ilgili sözler duyuyoruz ki… Sevginin her şeyi çözebileceğini düşünürken, Şubat dışında hangi ay sevgi hatırlanıyor ki? Yaşamımızdaki insanları sevdiğimizi söylemek ne zaman aklımıza geliyor?

Sevgiyi daha çok konuşun… Daha çok sevdiğinizi söyleyin, paylaşın..

Bu dünyadan, yaşamından, aldığın her nefesten keyif almak istiyorsan, sağlıklı olmak istiyorsan, mutlu olmak istiyorsan, yaşam kaliteni arttırmak istiyorsan SEV KENDİNİ, sev herkesi, bırak kırgınlığı, kızgınlığı…. Sevgi gözleriyle gör her şeyi... Sevgiyle bak hayata zihninden geçen her düşünce sevgi dolu olsun, sana verilen, sunulan her sevgiyi büyük bir coşkuyla al kabul et hayatına… ÂŞIK OL KENDİNE… Âşık ol hayatına… Âşık ol işine… Âşık ol aşkına… Âşık ol yaşamına ve bu güzel dünyaya…

SEV VE AŞK DOLU OLKİ İÇİNDEKİ COŞKU VE NEŞE YAYILSIN TÜM DÜNYAYA…




(a)


14 Kasım 2010 Pazar

Kurban bayramı kutlama msj...




 

Her bayram biraz sevinç birazda huzurdur,aslında özlemdir,hatırlanmak isteğidir,zaman direniştir,umut tadında mutlu bir bayram dileğiyle...

 







 



9 Kasım 2010 Salı

Kendi dünyanda yaşamak...



Çok güzel bir deyim var İngilizce’de.

Aslında çok güzel değil ama ben çok seviyorum: "To live in his/her own world!"
(Birisinin kendi dünyasında yaşaması). Basit şeyleri ve cümleleri çok sevdiğimden,
uzun uzun düşündüm. Bunu yapan, çok az insan olduğunu gördüm.
Çoğu insan,bir başkasının dünyasında yaşadı, yaşıyor ve yaşayacak.
Öldü, ölüyor ve ölecek. Dikkat etmek gerek.

Tanımadığımız insanları düşünerek, içimizden gelen nelere dur dedik.
Onları hesaba katarak, ne zararlar ettik. Ya da istediğimiz bir şeyi,
sırf yanımızdakinin ülkesindeki kanunlara uymuyor diye, yapmadık.
Kendi dünyamız, ’içimizdeki çocuk’ lafı kadar şiirsel kaldı.
Kafiyeli ve romantik kaldı.
Biz devrildik,başkalarının cümlelerinde.

Söylemesi kolay, yapması zor bir şeydi galiba.
Bir kere,kimsenin kendi dünyasında oturma izni yoktu.
Ne tuhaf,hâlbuki doğduğumuz toprak.
Bir şekilde göçmüş,reddetmiş,kültürünü,folklorünü,dilini,coğrafyasını beğenmemişiz.
Çoğumuz,ait olduğumuz toprağa hiç ayak basmamış,hep firar istemişiz.

Firar konusu kolay. Herkes birbirine firarda. O barda, bu barda, zararda.
Bakıyorum...
İçki şişelerine,sigaralara,gece geç saatlere bakıyorum.Kadınlarla adamların birbirine,
"Sen bu yalnızlığımı bana unutturur musun?Kulağıma bir dünyamın olmadığını,
hepimizin bir çukura düşmüş olduğunu söyler misin?" der gibi bakmalarına bakıyorum.
Ben orada ne arıyorum?... Ben kayboldum. Yan yollara sapıyorum, çıkıyorum.
Tam anlamıyla kaybolmayacak kadar da, biliyorum kendi haritamı.
El yordamı. Ben aslında kaybolmazdım, biri beni yanlışlıkla kaybetmiş olmalı.
İnsan her zaman kaybolmaz, bazen kaybedilir.
Ama konumuz bu değil.

Yanlı anlamayın hemen, gece değil, gündüzüm.
Duvarları taştan bir odada, sakinim.
Sivrisinek yok, çünkü tel var. Beyaz çarşaflar serili altımda.
Pikem var. Mevsim yaz.
Deniz tuzu var saçımda. Uzun uykularım, kumlu kitaplarım ve saçlarım var.
Akşamüstü uykum bile olur istesem...
Asla kimsesiz değilim. Beni merak edenler var.
Yüzümün gülmesini isteyenler...
Yüzüm gülmezse, gülmeyenler bile olur istesem.
Ama istemem. Herkesin, kendi dünyasına taşınmasını istiyorum şimdi.
Herkesin orada kalmasını istiyorum hep. Bu konuda tez vakit bir kanun çıksın.

Bu böyle değilmiş gibi davranmayalım. Dürüst olsak ölmeyiz.
Başkasında yaşayan, baş kalaşır. Baş kalaşan, sıkıcılaşır. Sıkıcılaşan, en başta kendinden sıkılır ve bu onu gitgide kurutur.
Yaş kalalım, gerçek kalalım, ayık olalım.
Bakın yaz ne güzel, kuruyan sadece denizyıldızları olsun, güneş altında.





17 yaş ve geçmiş zaman.






Sağda solda heryerde onu görürsün,duvarın her bir karesine adı kazınmış,resmi asılmıştır sanki.
Sadece onlar seyredebilir,aşk için dökülen göz yaşını.Her bir pürüzü,göz yaşı damlalarını ifade eder,senden başkasıda göremez zaten pürüz yada resim.Kapısı yoktur o duvarın,istediğin yöne koş aşkın karşındadır,elini uzatsan elinden tutacaksındır adeta.

Öyle çok seversin ki onu,kapı aramaya gerek kalmaz artık,yanındadır işte baş başbaşasındır,yalnızlığın ve sen.
Yere boylu boyunca uzanıp hayalinde yaşarsın onu.Hiç bitmesin istersin bu hayal,hiç uyanmamak istersin rüyadan.
Uykuya dalmış olmanda bir şey değiştirmez.Artık duvarların yerini göz kapakların alır o saniye.
Çevresinde yine onun ismi,resmi vardır.

Bu sefer ne görüyorsun?
Yine nerdesiniz onunla başbaşa?
En sevdiği sahilin kayalıklarındamı oturuyorsunuz?
Yoksa mis kokulu çiçeklerin yanı başındaki ağacın altında aşk mı yaşıyorsunuz?
Belkide beyazlar giymiştir bu sefer,şahitler huzurunda nikah memuruna evet diye bağırıp,dudağına yapışıyordur.

Olamazmı?
Olur elbet,neden olmasın.Sonra rüya biter gerçeğe uyanırsın.Gerçek rüyalardaki kadar mükemmel değildir.
Peki hiç mi mükemmel olmayacaktır?
Hiç mi aşkını yaşayamayacaksın gönlünce?
Senin onu sevmen sanki umrunda değildir.Tek bir kelimenle çocuk muamelesi görebilirsin,duygularınla rahatça oynayabilir. Seni sen yapan değerleri hiçe sayar adeta.İşte bu aşkın ikinci yüzüdür.
Sonra ayrılırsınız, yıkılırsın birden,anılardan kurtulmak,acısını unutmak gibi bir lüksün hiç olmayacaktır artık.
İşte bu zamanlarını dört duvar arasında yani odanda geçirmek istersin,sırdaşın duvarlara anlatırsın olanları,onu yine onsuz yaşarsın hayaliyle.

Peki o ne mi yapar?
Kim bilir belki seni çoktan unutmuştur,Belkide yeni aşklara yelken açmıştır bile,yoksa kahkaha maskesinin altına saklanıp o da içten içe yiyip bitiriyormudur kendini?

Evet yaşım 17 belki henüz gözünüzde çocuk sayılırım.
Önümde uzun yıllar olabilir.Ben her gülü koparıp koklamaktansa,ilk dokunduğum gülle ihtiyarlamak istiyorum.
Aşk öyle güzel bir duygudur ki,hiç ümidin kalmadığı anda hayata bağlar insanı.
İşte örnek,hayatımda hiç kimse için güzel sözler yazmamış olan ben,gece yarısı 01,28 de elimde kalem defterimi dolduruyorum.

Nerdemiyim ?
Tabiki dört duvar arasında odamdayım.
Peki az sonra ne mi yapacağım ?
Rüyalarımda onu bir kez daha yaşayacağım.


(a)



02. Ekim. 2008 -16:46:29 tarihinde windowslive spaces de ki Köşe yazılarımdan...

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/17 yaş ve geçmiş zaman.

22 Ekim 2010 Cuma

Sevgi Damlası...




 

http://omersabrikursun.blogcu.com Tülay Mutlu

October 22, 2010 at 12:19am

Dünya üzerinde var olmuş,her güzel şeyin temelinde,sevgi ve paylaşım vardır bence...o güç öylesine mucizeler yaratır ki adeta buna şahit olduğunuzda, yaşadığınızda,inanmakta zorlanırsınız.

ilçemizde sit alanı ilan edilen,tabakhane adlı bir bölgede taş evlerden müteşekkil iki sokak vardır,çoğu yıkılmaya yüz tutmuş bu evler her ne kadar koruma altına alınmış olsa da...sokak çocuklarımız ve bağımlı çocuklarımız bütün yasakları delerek orada yaşamlarını sürdürme çabası içinde..gruplar oluşturmuşlardı...

Yetkili mercilerin bütün hassasiyetine rağmen...önlenemeyen bu durum toplumumuzun kangren olmuş yarası idi...mahalleliye korkulu dakikalarda yaşatan bu çocuklar... adeta dehşet saçıyor olaysız,gün geçmiyordu adeta...her şeye rağmen onlar bizlerin çocuklarımızdı...geçen kış çok soğuk bir günde...arkadaşlarımın bütün ikaz ve uyarılarına rağmen,bastıramadığım annece bir içgüdü ile o çocuklarla iletişim , kurmaya çalıştım,dikkatimi çeken...İçlerinden biri oldu diğerleri öyle böyle konuşurken o sarı kara rengiyle...

Ve hüzünle çaresizlikle bakan derin gözler ana yüreğimi titretti...

Kendinde değildi...

Ve belli ki çöpe atılmış yırtık ve çok kirli yatakta buz gibi havada yerde boylu boyunca yatıyordu...

Açlardı üşümüşlerdi ve bu sefaletin adeta farkında değillerdi...

Poşetler içindeki kokladıkları maddeler onların dünyasını değiştirmişti belli ki...

Sevgi emek ister...

Yılmadan, günlerce diyalog kurma çabasından sonra bir ekmeği paylaşarak onlarla yemem, onlara uzattığım zeytin dalıydı aslında...

Günler sonra karşılığını almaya başladım evet sohbete başlamışlardı...her birinin hayatı başka bir dramdı...ve hepsinin altında sevgisizlik yatıyordu...birisi üvey anneden müşteki...diğeri dayak atan babadan parçalanmış aile çocukları...çok uzun çabalardan sonra nihayet güvenlerini kazanmıştım...Yerde cansız gibi yatan çocuğumuz un adı Murattı ve ailesinden kaçıp bu arkadaş grubuna katılmıştı...bir müddet sonra aileyi Kuşadası’na getirdik müşterek gayretlerimiz ile Emniyet güçlerimizin de yardımıyla iki çocuğumuzu tedaviye ikna ettik bir diğeri Söke’ye ailesinin yanına gönderildi.Murat’a gelince...yalnızca annesinin küçük kardeşini çok sevdiğini zannettiği annesinin onun için göz yaşı dökmesi...defalarca sarılıp bağrına basması...ve ailecek adaya yerleşmeleri Murat’ı şaşırtmakla beraber gerçekten sevindirmişti,hareketleri değişmeye başladı...bana da Tülay anne demeye başladı...neticede ne oldu biliyor musunuz?

Askere gitmeye ikna ettik...Askerlik Şubemiz ile de konuşarak işlemleri bitirdiğimizde mutluyduk zira bu dönemde tedavisi de yapılacaktı...

Uğurladık...

Kısa bir zaman sonra askerliğini yaptığı şehirden ilk asker mektubunu yazmıştı... çok iyi olduğunu...tedavilerine başlandığını...Teşekkürlerini yazıyordu ve diyordu ki...

BEN ŞİMDİ ASKERİM...CANIM VATANIMA FEDA OLSUN.

İşte bu mektup beni ağlatmıştı...

O bizim denizyıldızımızdı… ailesinin sıcacık sevgisi(geç kalınsa bile)bağırlarına basmaları... bizlerin sevgiyle yaklaşımımız...

AH SEVGİ SEN NELERE KADİRSİN...ne olur sevdiklerimizi sevgimizden yoksun bırakmayalım...



 

(a)



Tülay Mutlu'nun Facebook sayfasında ki yazısının orijinali gör...

 



8 Ekim 2010 Cuma

Su gibi olasın!..








Su gibi olasın! Su gibi berrak, su gibi akıcı, su gibi duru.

Su gibi olasın! Su gibi güçlü, su gibi sabırlı, su gibi coşkulu.

Su gibi olasın! Su gibi zarif, su gibi esnek, su gibi değişebilir.

Su gibi olasın! Su gibi can veren, su gibi acı dindiren, su gibi ferahlatan.

Su gibi olasın! Su gibi sakinleştiren, su gibi heyecanlandıran, su gibi alıp, başka diyarlara götüren.

Su gibi olasın! Su gibi yaşamın hem başlangıcında, hem ortasında, hem ta içinde.

Uzun sözün kısası su gibi aziz olasın!

Kendime ve tüm sevdiklerime söyledim bu sözleri, su gibi olabileyim, su gibi kalabileyim diye. Ve onlar... O yüreğimin derinleri, tüm yüzleri, başlangıçları, bitişleri olan sevgili dostlarıma söyledim bu sözlerimi, zaten hep oldukları gibi kalabilsinler diye.

Su gibi berrak, şeffaf olabilmeliyiz. Yanımıza gelen biri kendini güvende hissetmeli. Şüpheler sarmamalı beynini, "Acaba"lar öğütmemeli yüreğini.

Akmalı, gitmeli bizden sevgiler, aynı bizim akıcılığımız gibi.

Yanı başımızdayken zamanın nasıl akıp gittiği anlaşılmamalı.
Yazların o yasemin kokulu esintileri gibi, bir yerlerden geldiğimiz, bir yerlere gidiyor olduğumuz belli olmalı. Ama öylesine duru, öylesine doğal yapmalıyız ki bunu, akıllarda bir esintinin izi gibi hep derin, ama abartısız kalabilmeliyiz. Bizden akıp giden sevgiler, insan insanları, can yürekleri bir araya getirmeli.

Bir sıkımlık kurşun gibi olmamalıyız. Oya işler gibi ince ince işlemeliyiz. Değişimlerin bir anda oluvermediğini, cesaret kadar sabır da gerektirdiğini bilmeliyiz. Herşeyden önce kendimize, yapabilirliğimize inanmalıyız. "Yaparsın, başarırsın" sesi gelmeli içlerimizden.

Coşkumuzu öylesine net yansıtabilmeliyiz ki tüm evrenin kıpırdandığını hissetmeliyiz. Coşku, güç ve sabrımız kol kola gitmeli, bizi "Olmaz"lara ulaştırmalı. "Zora sevdalıyım. İmkânsız ise sadece biraz zamanımı alır" diyebilmeliyiz.

Sabitlikten ne kadar uzak duruyorsak sabit fikirlilikten de aynı derecede uzak durmalı her yanımız. Omurgasız değil, ancak gelişmeye açık olmalı benliğimiz. Ortam da değişse, koşullar da, biz her durumda varlığımızı sürdürmeyi, üstelik yaşanan her deneyimden bilgilenerek çıkmayı başarmalıyız.

Ve üstelik tüm bu gelişim süreçlerinde güçlü olmanın zarafeti engellemediğini ispatlamalıyız. Su gibi yumuşak dokunuşlarla değişimleri sağlamalıyız.

Nasıl ki yaşam suda doğdu, suyla can buldu, derman buldu pek çok kişi,biz de yaşama yaşam katmalıyız. "Ne fark eder”lerle değil, uzanan bir el bile olsa çok şey fark ettireceğinin bilinciyle yaşamalıyız. Belki gün gelip, sadece dinlemenin bile yeteceğini bilerek, gün gelip bir fısıltı gibi olsa da sesimiz, sakin, huzur veren bir duruşu sahiplenip, bize akıtılanları ketum, taşıyabilmeliyiz.

Yanı başında bir dostun, sevecen, huzur dolu, "Ben hep yanındayım. Merak etme sen" diyerek durabilmeliyiz. Nasıl ki suyun sesini dinlemek, onu izlemek bile dinginleştirirse bizi, biz de dinginleştirebilmeliyiz fırtınalarını dostlarımızın. Durmasına, yaşamına "pause" düğmesine basılmış gibi ara vermesine de izin vermemeliyiz. Yüreklendirmeliyiz onu. Heyecanını körüklemeli, biz de onunla birlikte coşabilmeli, onun sevinçlerine ortak olabilmeliyiz. Mekan, sınır tanımadan başarabilmeliyiz hem de bunu. Yaşamın suyuna karışırken, dünyanın tüm mekânlarına da uzanabilmeliyiz gezgin ruhumuzla.

Su gibi olabilmek, hiç de kolay değil. Sık sık karşılaştığım soru ise :
"Ya su kirlenirse?" 
Hepimizin suyunun birbirine bu kadar karıştığı dünyamızda, suyumuzu temiz tutmak biraz da toplumumuzun suyunu temiz tutmaktan geçiyor. Ama ben de toplumun suyuna sızan ince bir akıntıysam eğer,toplumun suyunun arılığı biraz da benden geçer!



(a)


4 Ekim 2010 Pazartesi

Hadi git harf harf tümcemden...Kalma bende...





Yalnızlığımı demliyorum sensizlikte.
Sesimin yamaçlarına ağıtlar yaslanıyor.Yoksun desem de hep varsın bende.Kalemden ve kelamdan çıkan sözler sana.Yeteri kadar yaktın bendeki ‘od’u.
Hadi git harf harf tümcemden, kalma satırlarımda. Kayıplığımız tüm cümlelerimi süpürüp gitsin.
Bende “ben” den başka “sen” olmasın.
‘Lâl’liği armağan edeyim kalemime.
Hadi git harf harf… Kalma bende…
Sen de böyle cayardın demek ki çıktığın yoldan.
Oysa aynı giyotin altında,aynı ritimde soluklayacaktık ölümü. Aynı başlangıca uyanıp aynı sona göz yumacaktık.Şimdi ise;

Yok(oluyor)sun… Yok(oluyor)um… Yok(oluyor)uz…

Tüm notaları yarım bıraktık kulaklarımızda.Yarım sözler,yarım şarkılar,yarım şiirler… Başlığı sana teslim edilmiş olan bir yazı bendeki,sonunu ayrılığın imzaladığı.
Şimdi hangi yaşam içine sığdırabilir ki beni, sensiz?
Sensiz askıda kalmaz mı soluklar?

Kara kalemimden damlayan kara,senmişsin meğer.Ben hep seni çizmek için uğraşmışım yıllarca ve o çizemediğim hem de silmeye kıyamadığım eksik yüz seninkiymiş.Ben senle sevdim aslında beyazıma sadece siyahı çizmeyi.Tüm renklerimi kayıplığımızda demli bir çay gibi yuttum.

Yüzümde git gide derinleşen hüzün çizgileriyleydi kavgam.Her savaşta yenik düşmüşlüğüm onlaraydı.Tüm gülücüklerim sende asılı kaldı.Ceplerime doldurduğum hasretle yürüyorum şimdi yolları.Ayağım iflah olmaz yalnızlıklara takılıyor.Bizi bulmak adına kendimden vazgeçtim sanırken,dönüp baktığımda ardımda kalan ben değil hayat oluyor.Acı mayasıyla yoğrulmuş dünler, çalıntı yarınlar ve tam yüreğinden kurşunlanan bir ömrün portresi kara kalem satırlar…

Günün gecesine çeyrek var.Kalemiminse; günaydınlığına “bir” var.Tüm satırlarım hala uyanmamışken,hadi git harf harf tümcemden.

Pimi çekilmiş bir başkaldırıda yıkıldı umuttan yaptığım kaleler Ateşten bir gömlek giydim; yıldızlar yağdı üstüme.Duvarıma astığım saniyeler düşüyor ellerime.Özgürlük beyaz güvercinlerin bile payına düşmüyor şimdilerde.
Yazıyorum.Her mısra bir ölüme teslim bundan böyle… “Az gittim, uz gittim…” masallarına kanmayacak kadar yürüdüm hayat yolunda.Harabe kentleri buldu hep duraklarım. Darağacına astım feryatlarımı.Neye hüküm giymişse zaman,geçit vermiyor anılara. Kurduğum tüm teselli cümlelerini gözyaşlarıma sunuyorum.Düşlerim çınlıyor.

Söylesene bana sevmek hangi düşten artakalan bir ıstırap?
Bir çift ağıtla gidebilir miyim yarınlara?
Adım adım içine yürümeye çalıştığım sevda neden açmadı ki mührünü bana?

Şimdi gün için gece, kalem için sabah.Hala gerçeğimde yok; ama satırlarımda gizli ismin. Sana yol almaktan yorulmuş son nidamı savuruyorum göğüme;


HADİ GİT HARF HARF TÜMCEMDEN… KALMA BENDE…




(a)

14 Eylül 2010 Salı

SEN DAYAN "GÖNLÜM"..







Söylenmeyen sözlerin ağırlığı, demir balyalar gibi çöktü
yüreğime...Bir yanardağ misali gönül dağım! Hani bazen diyorum ki
patlasa bu yanardağ!... Dökse içindeki her şeyi dışarı!... Boşalsa!...
Rahatlasa artık!...

Sonra duruyorum... Sonra susuyorum... İçimden çıkan lavların etrafı
yangın yerine çevireceğini düşününce kilit vuruyorum dilime....
"Yan!" diyorum içime!... "Sadece sen yan!" Ve
"Dayan!" diyorum gönlüme!...
"Herkes mutlu olsun!Sen dayan!.."

Sonra duruyorum...Sonra susuyorum...İçimden çıkan lavların etrafı yangın yerine çevireceğini düşününce kilit vuruyorum dilime...."Yan!" diyorum içime!..."Sadece sen yan!" Ve "Dayan!" diyorum gönlüme!...
"Herkes mutlu olsun!Sen dayan!.."

Dayan be gönlüm!...Dayan ki , elbet birgün görecektir sevgili arşa yükselen alevlerini...Dayan ki , elbet bir gün sende açan alev kırmızısı güllerin kokusu yâre ulaşacaktır...Dayan ki bir gün alevlerin, sevgilinin gözyaşıyla buluşacaktır...Dayan gönlüm!... Seni de elbet bir anlayan olacaktır!...

Dayan be gönlüm!..İçine akıttığın gözyaşınla bile sitem etme sevgiliye!...Derdini başına tac et "Sevgiliden geldi." diye...Ve dayan , sorma "İçime bu yangını salıp da nereye gitti?" diye!...Sen sevgine sadık ol, o seni sevmese bile!...

Dayan be gönlüm!...Bîçâre değilsin Yaradan sana yâr...Kimsesiz değilsin, yanında "Kimsesizler kimsesi" var!...Biliyorum! Sığmazsın hiç bir yere bu sevdayla, dünya sana dar!...Ama dayan gönlüm!..Dayan ki her gecenin mutlaka bir sabahı var!...

Dayan be gönlüm!...İçindeki aleve attığın tohumları gözyaşınla yeşert!Dayan ki her şey bitecek bir gün, kalmayacak ne gam ne dert!...Alev kırmızısı güllerden der demet demet...Bil ki!...Bil ki bir gün mutlaka bitecek bu hasret!...




(a)

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Gözler yalan söyler mi?



O "gözüne baktım mı, anlarım" tarzındaki çok bilmiş güven duygusu da ayrı bir acıklı hikâyedir! Hep dikkatimi çekmiştir; kendine böyle güvenenler ortalıkta kol gezen sosyopat yalancılarca ne çok kandırılırlar da, yine de uslanmazlar!Çünkü yalanla yaşamak ağırımıza gider.İnsan yalanı bilmek, tanımak, daha doğrusu biraz da hafiyece bir tat alarak "yakalamak" ister!

***

Gözlerimiz hep doğruyu mu söyler?Araştırmalar gözlere de pek güvenilmemesi gerektiğini; yalancının mumunun yatsı vakti gelinceye kadar gözlerde de yanmaya devam ettiğini gösteriyor.Evet! Acı, keder, hüzün gibi duygular pek saklanamıyor. Yüz ne kadar gülerse gülsün, kederli birinin gözlerinden o kederi silmek mümkün değil.Ama inşa edilmiş, üzerinde çalışılmış, hatta bizzat söyleyen tarafından bile sonunda inanılmış yalan bambaşka bir şey!İlle de bir mimik, bir jest ele veriyorsa eğer yalanı, o da gülümseyişlerimizmiş...İyi de...Küçücük çocukların bile tv haber sunucularının yapay gülümsemelerini taklit ettiği bir çağda bu bilgi işimize yarar mı? Hiç sanmam!Birbirimizin yalanını saptayıp anlamak yerine...Yalanı hayatımızdan kovsak... diyorum.Zor! Bakın bu çok doğru!

 

Haşmet Babaoğlu



(a)


1 Ağustos 2010 Pazar

Sen zaten yokmuşsun...




Sana hiçbir şey söylemek istemiyorum.Bütün sözcükler yetersiz...
Hiçbir şey yazmak istemiyorum.Engin denizlerde kulaç attığım,üstüme gökkuşağını kuşandığım bu aşk yalanmış.
Şimdi karanlık sularda boğuluyorum.Gökyüzü kurşun gibi ağır.Ne yana dönsem yalan. Gülüşler yalan,vaatler yalan...İnsanlar yalan.
Ben seni mi sevdim...Senin gözlerinle mi baktım dünyaya...senin ellerinle mi çiçek derledim...sevinçti, aşktı göğsüme bastım.

Kocaman bir yalanı seninle mi yaşadım? 
Gözlerine baktığım zaman cennet bahçesine geçerdim...Bir aldatmacaymış,kötü bir rüya...


Kötülüğün bile bir yüzü vardır,bir görünüşü...ama en beteri buymuş...bu aldatmaca.

Bir masal olsaydın razıydım,bir şiir olsaydın,alır saklardım.Güzel bir yüz kalırdı senden geriye,hoş bir anı...Kimsenin dokunamayacağı bir tarih.Ama hiçbir şey kalmadı...

Bir yokluğu varsaymışım.Bir HİÇ’e sarılmışım.Çölde serap bile değilsin.Serabın gizli ışığı vardır.Sen ışığı yutan karanlık..bir kör kuyu...Ben kör kuyularda kaynak suyu aramışım. Nasıl olsa biterdi bu aşk.Ama unutulmaz bir hatıra, gençliğin en güzel anısı olarak kalsaydı... Sen hiçbir şeyin değerini bilmedin. 
Kökün çürük,yaprağın kül,meyven zehirmiş.Ben seni aşkın yerine koymuş aldanmışım. Kabahat sende değil,ben insan tanımamışım.Sana karşı öfke duymuyorum,kırgın değilim, kızgın değilim... 

Çünkü sen zaten yokmuşsun.Asıl kızılacak kişi benim...Küçücük bir toz tanesini bir mücevher sanmışım.Senin ihanetin bana koymadı...Beni kahreden,beni yok eden,beni bin pişman eden tek şey...bir aşk yaratmış tek başına yaşamışım. 
Sen zaten yokmuşsun ki... 
Senin neyine yanayım?



26 Temmuz 2010 Pazartesi

Kol saatleri /







Bir adam, bilmem kaç bin dolarlık saatini denize atmayı, aşk gösterisi sayıyorsa.
Topluma, böyle adamları bir kaşık suda boğma hakkı doğuyordur.
Bir kadın, bilmem kaç bin dolarlık saatini denize atan adamı, adam sayıyorsa.
Topluma, böyle kadınlara yumurta atma hakkı da, kendiliğinden doğuyordur.
***


İyilik yapıp denize atmayan bir adam, saatini denize atarak, kaç paralık bir gösteriye soyunmuştur acaba?
Gerçek aşk adına, bir gülün dikenini bile hak etmeyen bir kadın, kendisi için denize atılan saatle tatmin olmuş mudur acaba?
***


Yerdeki ekmek kırıntılarını bile toplayan öğretmenler ülkesinde, adamın biri pahalı saatini denize atarak, aşkını mı göstermiştir?
Yoksa bu topraklarda bedavadan zengin olmanın getirdiği züppeliği mi?
***


Şimdi, bu gösteriyi yeterli bulmayan kadın, yarından sonra ne isteyecektir adamdan?
Denizin dibinde demirden evler mi, yalılar mı?
Kolay para kazanmanın kitabını yazan adam, nasıl karşılık verecektir kadına?
Tektaşla mı, pırlantayla mı?
Çünkü magazin aleminde bir beraberliğin varolması, erkeğin cömert olmasıyla mümkündür.
Sudan para kazanan erkeklerin cömertliğiyle...
***


Düzeyli ilişki denen, soysuz bir tabiri vardır, magazine meraklı televizyon kanallarının.
Bunun adı düzeysiz ilişkidir.
Bunun adı; altına kaçırmış düşüncelerin, üzerine çıkıp tepinmektir.
***


Bir lokantanın önünde, saatini satan bir adam hatırlıyorum.
Bir lokma bir şey yiyebilmek için.
Onların denizi yoktur, onların çorak patikaları vardır.
Onların kollarındaki satılık saat, sefaletlerine delildir.
***


Pahalı saatlerin denize atıldığı böyle ucuz gösteriler, yağmacı zenginlerin ve zavallı kadınların hoşuna gidiyor olabilir ama...
İnsan olanın gücüne gidiyor.


(a) -Hakkı Yalçın-


(a)

17 Ocak 2010 Pazar

Bir Kaçışın Öyküsü...


Yüreğin, kendinden kaçışına şahit oldunuz mu hiç? Ardı arkası kesilmeyen,ön/arka yüzü olmayan,aralıklı mesafelerle koşulan bir yolculuk özeti gibi.Uzunluğun gölgesinde büyüyen bir kısalıkta… Kendinizden de içeri olan bir benlikte, savrulan güz yapraklarının kuruluğunda hışırdayan bir tınıyla başlayan bu senfoni,ivme kazandırır oracıkta tulu eden yüksek akıma. Nasıl bir akımdır bilinmez ama,ateşiyle kasıp kavuran,yaşlarıyla bir damlayı yağmurlara boğan, rüzgarıyla küçük bir ateş kıvılcımını alevlendiren, toprağıyla bağrının ortasına düşmüş savunmasız tohumu devşiren verimlilikte ve derinlikte olan bir şey sanki. Taşkınlıklarıyla yüreğe husumet verse de sevgi ırmağı,meczup oluşuna kani olur kalbin üst geçit noktası. Kilit değmiş sürgün kapılar,anahtarın izini sürer olur bu inanılmaz kaçışta. Yüreğin başka bir aşktan kaçışı normal görünebilir,ama ya kendi içinden kaçışı nasıl izah edilebilir ki? İç taraf dışarıya hükümlü; dışarıysa içeri hükmeden durumda.Gerisin geriye gitse de yüreğin kaçış planları,önünü alamaz gitmenin bozgun oyununa.Halbuki her şey güllük gülistandır o meskende.Her parça kendi bütününde saklıdır ve her özne kendi yükleminden sorumludur burada.

Peki ya bir yok oluş, bir başka varışa duyulan amansız özlem, bu kavramların yerini ters-yüz etmez mi acaba? Fırtınanın haysiyetine dokunulmuşçasına gazaplanan bir kavruluşa esir metruk evler misali, o munis hanede de yıkılmaz mı eşyalar yerinden bir bir.Her uzvun orantılı ve tutarlı olduğu bu çehreye,hangi tutsak el değdi ki yoğruluverdi sancı hamuru.

Bu kaçış nereye ve ne zamana dek sürecek? Hangi hesaba göre çetelesi tutulacak ve kaçıncı boyuta göre ordinatları kurulacak? Kaçınılmaz bir kaçışın sonunun ne olacağı bir meçhulden ibaret. Ve açılımların ve içe vurumların yazgılandırıldığı bu hemgamede, uzlaşının nasıl sağlanacağı da tam bir muamma. Ötede kendi sonunu hazırlayan bir hayat; beride ise sonun başlangıcını getiren üç nokta yani sonsuz harflerin suskunsuzluğa tekabül ettiği bir dünya.İki taraf da keskin bir bıçak sırtında durmakta. Çok ince ve hassas…

Öyle bir ikilemin eşiğinde beslenen bir aşk neye işaret edbilir ki?Kimin varlığından dem vurabilir ki?Hangi sert taşa başını çarpmış durumuna düşebilir ki?Giriftleşmiş bu sebep-sonuç ilişkisinin sonunda aşkın, yanan mı yoksa yakan mı olduğu ayan olacaksa da,bu bir diri küllenişe engel olamayacak.Aşkın kendisi yanmakta,tutuşmakta iken; aşığın maşukuna olan aşkının yakıcılığı o kadar müteessir olmasa gerek.Çünkü her ikisi de yanmaya amade,her ikisi de yakmaya müsait. Ve ikisinin de sırrı,kor bir ateşin külünde yanıklı. Ağıtların ardından gelen bu sükunette,feryatlar yükselse de yüceliğe doğru;asıl kazanımların kaybedişlere gebe olduğu asla unutulmamalıdır. Yürek,kendi iç sesini dinledi ve kayıpların tam orta yerinde yitirdiği sevdasını buldu. Eğer kaybetmeseydi, aramayı bilemeyecekti yürek ve eğer yok olmasaydı bu sevgide, varlığın tahakkümünü anlayamayacaktı. Bilinmezlikler diyarında yitirilip,kaybedecekti kendi bilinirliğini.

Mevcut bir yürek acısını dindirmeye hangi bir reçete derman olabilir ki? Teskin edebilir mi acaba yüreğin canhıraş bağırışlarını; dokunabilir mi közlenmiş, kavrulmuş dokusuna; giderebilir mi ezeli-ebedi hakikatlerden aldığı sonsuz doyumdaki açlığını; silebilir mi duvarlarına çizilen o sevgiliye ram olmuş resimleri, örtülü desenleri; koparabilir mi içinden, birbirine kördüğüm olmuş sevgi bağlarını; üzerini örtebilir mi hal lisaniyle döktürdüğü aşk tadında sözcükleri; okuyabilir mi boşluğa yazılan kelimelerin anlamını boğan ateşten bir gömlek giyen nesnel karşıtı manaları ve durdurabilir mi her vurgun sonrası açılmış yaradan akan kanın hızını. Çare olabilecek mi tüm bu dertlere, bir hekimce sunulan kimyevi dozlu reçete.Bu, sadece sathi bir çözüm getirir aykırı düşünceler niteliğinde olan karmaşık manzumeye. Bir imla klavuzundan yaralanılıp, düzeltilebilen bir cümle öğesinden bahsetmiyorum ya da bozuk anlatımsal bir konuşmayı doğru ifalendirme biçiminden. Benim aradığım nokta,özden yoksun olmayan bir tutum içinde bulunmaktan geçiyor galiba. Kalıcı ve bir o kadar da geçişlerle dolu bir helezon,kıvrımlı ama bir o kadar elif olmaya açık bir vav olma hali. Suni sancılardan soyutlanmış,gerçek dönüşümlere doğru açılan bir kıvranıştan bahsediyorum. Dokunulmamış bir bekarette akıtılan kara lekelerin değdiği yerlerdeki kirlenişi vurguluyorum.Açık yüreklilikte olmayan kapalı, ketum hislerin izini sürüyorum. Aydınlığın odağına gark olan siyahlığın sır perdesini aralıyorum.

Kavuşmakların önündeki görünmez engelleri dışlanmaya hazır değerler haline getirmek istiyorum ve tehlikeli, saldırgan dalgaları sakin,durgun denizlere şikayet etmeyi diliyorum.Kaf dağının ardındaki gizleri ifşa ediyorum yeryüzüne,örülü yüksek duvarların bütün ses geçirmezliğine ve yıkılmazlığına inat. Tüm hayal ürünü gerçekleri hakikatin tevhidine teslim ediyorum, yalancı şahitlerin nezdinde. Kısa boylu düşünceleri, uzun metrajlı filmlere konuk olarak sunuyorum bir boy uzatma egzersizi mahiyetinde. Soğuk hisleri, koyu bir kızıllıkta olan ateşe sürüklüyorum, yüreğin derin kasesine boşaltıyorum onları ki, dem tutsunlar aşkın alacalı merkezinde. Ve yüreğin kaçış öyküsü bitmeden,heyecanların amuda kalktığı en can alıcı yerde -son- yazısını dillendirmek istiyorum, okuyucuların meraklı bekleyişleri çok beklesin diye…



(a)

1 Ocak 2010 Cuma

Yeni Yıl Yeni Hayatlar, Geçen yıllar ömürdendir..



Yeni bir yılda “Merhaba”canlar...


“Her gün yeni bir yere konup göçmek gerek.
Akarsu gibi durmadan akmak gerek.
Dün geçti gitti.
Dün gibi, dünün sözü de geçti,
Bugün,yepyeni bir söz söylemek gerek.” (Mevlana)

Eski bir yılı geride bırakıp, yepyeni bir yıla başlangıç yaptık.
Eski yıl almış sırtına torbasını, doldurmuş içine yaşadıklarımızı gidiyor. Biz ardından sadece bakıyoruz.Ne bırak şu birkaç anıyı,ne dur biraz daha kal bir şeyler konuşsaydık diyebiliyoruz.Öylece bütün sözlerimiz söylenmeden kalıyor dilimizde.

“Bir yıl daha göz açıp kapayıncaya kadar geçti, gitti”
Sözü miras kalıp dilimize yapışıyor.Biz insanoğlu,her yıl böyle şaşar kalırız,zamanın hızına.Fakat her yeni yıl başlangıcında da “geçer mi ki” diye hayıflanırız. Oysa unuturuz,en hızlı geçen şey zamandır.Ve zaman, ömürdür.Ömür ise bir nefes kadar kısadır.
Ocak ayının içinden bakınca,Aralık ayı ne kadar uzak görünse de:“Her gelecek yakındır.” düsturuyla bu yılda bitecek,yaşlarımız adedince geçirdiğimiz eski ve yeni yıllara bir tanesi daha eklenecek.Ancak “Geçen yılı,sonraki yılına eşit olan zarardadır.” diyerek başlamalı bu yeni dediğimiz zamana.

YENİ yıla bunca insan ne kadar da coşkuyla koşar? Neden? Bir yıl daha yaşlanmaya bu acele niçin?
Savaşları,kıyımları,depremleri arkada mı bırakacaksınız? Yeni yıl bütün insanlık suçlarını arıtacak mı?

Bugün gazetelerde,dergilerde çoğunlukla,yeni yıla nasıl girdiler,diye bir bölüm bulunacaktır.Genellikle de güler yüzlü kısık gözlü bir takım görüntüler yer alacaktır bu sayfalarda.

Eski yılın son gecesi ile yeni yılın ilk gecesi arasındaki bağlantı/bağlantısızlık nedir?
İnanın ki hiç düşünmedim.
Gene de,insanoğlunun direncini bileyen umuttan da yoksun kalmayın,derim.
Geçen yıl yapamadıklarınızı düşünürseniz,yeni yılda yapacaklarınızın gerçekleşme hızı artar mı?
Bilge bir şair,'Eski arzular Yeni Yıl'da canlanır'diyor.

Yeni yılda bir gün sıkıntılarımızla,acılarımızla,kavgalarımızla,özlemlerimizle mütareke yapabilsek?
Ya tutkularımız...Yok, ona ara veremem.Hırsın,insanı yaşatan en önemli unsur olduğu kanısındayım.
Gelecek günün sevinciyle geçen günün bütün karamsar felsefesini unuturuz.
Zaralı Halil Söyler'in sözlerini yazdığı türkü, bugünün sevincine biraz hüzün katar. Oysa bu güzel türkü,bazen ruhuma çok sevdiğim yeni yılla özdeşleşen bir Viyana valsinden daha çok işler:

"Bu dağlar kömürdendir,
Geçen gün ömürdendir
Feleğin bir kuşu var
Çırnağı demirdendir"

Ve insan en iyi bildiğini en zor yaşar…
“Çok bilen çok yanılır.” denir ve insan gelen her yılın sormadan,haber vermeden, fark ettirmeden gideceğini bildiği halde aynı hataya düşer.
“Zaman bize verilen sürenin tamamıdır.Zaman ne başka bir şeyle değiştirilebilir, ne tasarruf edilebilir,ne ödünç alınabilir,ne durdurulabilir,ne saklanabilir,ne geriye doğru işletilebilir.”

İnsanoğlunun bir türlü önüne geçemediği şeylerden biri "Ölüm" diğeri ise "Zaman!"
Zaman her zamanki gibi hızla akıp gidiyor.
Giderken bizlerden çok şeyler götürdüğü ise su götürmez bir gerçek.
Peki,zamanı engellemeniz elinizde olsaydı neler yapardınız?

Gözlerinizi bir saniyeliğine kapatıp geçmişi düşünün.Her birinizin aklından neler geçti değil mi?Daha dün ne yapıyordunuz?erdeydiniz? Hangi durumdaydınız?Kuşkusuz bu sorulara verdiğiniz cevaplar içerik olarak farklı olsa da değişmeyen tek gerçek var; geçip gitmiş olması.Ama bundan daha da önemli bir gerçek daha var ki; bu satırları okurken bile hala geçip gittiği.Ve engel olamadığınız.

Hayatından şu ya da bu şekilde memnun olmayanların bir nevi sığınak noktası oluyor yeni yıl. Ama şunu hesaba katmıyorlar nedense.
Her geçen yılda bir önceki yıla göre yeniydi.Her geçen yıldan sonra yeni yıla bu beklentilerle girmiştiniz.
Peki, ne değişti? Ya da ne değişmedi?

Değişen;Takvimde ki yılların sayısı.Değişmeyen ise;Sizsiniz! Düşünceleriniz.

Her yeni yıla yeni beklentiler içerisinde giren ama düşüncelerini ve hayata bakış açısını değiştirmediği için çok geçmeden yeni yılı da eskiten siz.

İnsan belli yaşlarda geçen yılı uğurlarken pür neşe oluyor.Yeni yıl geldi diye öyle bir seviniyor ki sormayın gitsin.
Benim yaşımda ise söylenebilen söz " Bir yıl daha geçti"
Yine de ne iyi ki;sağlıkla geçti.
Her ne ise; Gidenin arkasından konuşmaktansa,yeni gelenden bir şeyler dilemek daha akılcı.
2010 hepimize sağlık ve mutluluk getirsin.
2010 yaşanmakta olan son kriz yılı olsun.
İşlerimiz iyi olsun,evlerimiz neşe dolsun.
Ve 2010 hepimize,tüm Türkiye'mize kutlu olsun.

Usuldendir veya insanın doğasında var:Her takvim değişiminde insanlar bu değişimle umuda kapılırlar,yeni yılın olumlu gelişmeler getirmesini beklerler.Bu bence de insani ve güzel bir duygu.Umutsuzluk kimseye yaramaz,yaşamın anlamı kalmaz.Tüm olumsuzluklara karşın olumlu düşünmekten vazgeçmek doğru değil. Kötümserliğin inanın kimseye yararı yok.Fakat ülkemizde ve dünyada olan bitene bakınca doğrusu çok da iyimser olma nedeni bulamıyor insan.Yani iyimser olmak için hiçbir nedeni olmayanlar da var.

“Bu yıldan beklentilerin nedir?”sorusu da bildik sorular arasındadır.
Oysa yeni dediğimiz, eskinin bir gün sonrası.Bir gün içinde ne değişebilir ki? Sanki sabah güneş doğunca bambaşka bir şehirde,bambaşka bir yaşamın içinde gözlerimizi açacağız gibi,bir inançla uğurlanır eski yıl.Ancak ertesi gün yine aynı evde,aynı hayata uyanırız.Değişen hiçbir şey yoktur senenin adı dışında.
Tabi bütün kötü anılarımızı unutmak adına, umutlarımızı yenilemek adına,güzellikleri yâd edip daha iyilerini yaşamaya niyet etmek adına,beklentilerimizi bu yıla ertelemeliyiz.Ancak bir şartla ki; bunları yeni bir yılın değil,yine bizim yapacak olmamızı bilerek olmalı bu erteleme.Yoksa mutlu olmak,değişmek ve yenilenmek için dışarıdan bir şey beklemek ahmaklıktır.

Türk halkının yeni yıldan öncelikli beklentisi ülkemizi ve insanlarımızı yasa ve üzüntüye boğan terörün artık sona ermesi ve vatan evlatlarının kanının dökülmemesi. Ülkemizde son dönemde giderek artan siyasi gerilimin de yerini daha ılımlı tartışmalara bırakması herhalde halkımızın çok da umutlu olmamakla birlikte öncelikli beklentilerinden biri.Son günlerde neredeyse her kurum bir başka kurumla kavgalı hale geldi.Hele bir de yargı kısır tartışmaların içine girdiği için toplum olarak maneviyatımızın bozulması kaçınılmaz oldu.Yeni yılda umarım bu sıkıntılı ortamdan çıkarız.

Halkımızın yaşadığı ekonomik sıkıntıları unutturmaya dönük çeşitli senaryolarla yaratılan yapay gündemler,sağduyulu halkımız ve kamuoyunu yanıltamayacaktır. Gerçekleri örtmeye dönük hiç bir girişim başarıya ulaşamayacaktır.Cumhuriyete bağlı,ülkesine sahip çıkan vatanseverler,oynanmak istenen tüm oyunları boşa çıkaracaktır.Geçmişte tüm sorunlarını inanç ve kararlılıkla aşan Ulusumuzun Cumhuriyet felsefesine,kendisini var eden değerlere,çağdaşlaşma ve aydınlanma hedefine bağlı kalarak,mutlu yarınlara ulaşacağından kuşku duymuyorum.

Hayatım boyunca cevap vermeye zorluk çektiğim bir numaralı soru “Yeni yıldan beklentilerin nelerdir” sorusu oldu.Anında sus pus olurum.Düşünmeye başlarım sonra yahu neden bu soruya bir cevap veremiyorum.“Bu yıl yeni yıl dedikleri eskisinin bir gün sonrası bu arada ne değişecek ki acaba” diye.
Eskiden yeni yılı,eşiğinden geçince yaşanmış tüm mutluluklarımızı koruyan kötü anılarımızı unutturan bir gökkuşağı sanırdım.Sonra büyüyünce yeni yılın hiç de hayal ettiğim gibi olmadığını anladım.İlk büyük hayal kırıklığım bu olmuştu sanırım.O gündür bugündür yeni yıla küçük bir çocuk gibi küsüm.

Gene de her yeni yıla girerken küçük bir umut baloncuğu havalanır içimde acaba derim acaba?
Büyümenin en üzücü yanlarından birisi gerçeğe hep yakın yürümek ve bir sonraki adımı ona göre atmak zorunda kalmak sanırım.Bu yüzden hayallerimiz beklentilerimiz kuru renksiz kalıyor.
E hayatta hiç mi güzel şeyler olmuyor? Oluyor tabii ki.Elimizi tutan,yüreğimizi ısıtan,bakışlarımızı karşılıksız bırakmayan birileri varsa şanslıyız demektir.En azından onların belki de onların ayaklarımızı yerden kesecek hayalleri vardır.
Sakın hayalsiz kalmayın.
Dünya istediğiniz gibi dönsün.

Kendim için şunu söyleyebilirim;2009 benim için bu zamana kadar yaşadığım birçok seneden daha zor geçti.Ama bu sayede birçok şey öğrendim.Yaşam işçisi gibi çalışmak gerektiğini öğrendim.Kör oldum,uyudum ve büyüdüm.Sevildiğimi sandığım noktada başka gerçeklerden tokat yedim.En önemlisi ben bu sene,sevgilerin ve mutlulukların yanı sıra mutsuzlukların ve diğer kötü duygularımın da hakkını vermeyi öğrendim.Bütün duygularımla kucaklaştım.Hepsiyle iyi anlaştım.Hatalar yaptım. Üzdüm, üzüldüm.Pişman oldum.Sadece nefret edemedim.Bunun için çok haklı nedenlerim olmasına rağmen içimi bu pis duyguyla kirletmek istemedim.Nefret etmenin yerine gülebilirmiş insan,bunu öğrendim.Güldükçe canı yanmaktan vazgeçmezmiş,ama içi temiz kalabilirmiş insanın...
Nefret çare değil, tercihmiş.Nefret etmedim,edemedim...Güzel de oldu...

Öğrenmeye çalıştığım ama bir türlü anlayamadığım şeyler de oldu.Seviyorum diyerek ağlayan bir insanın arkasını dönüp gitmesine hiç bir anlam veremedim mesela… Sevgilerin dostlukların neden sınanması gerektiğini de anlayamadım.Ayrıca insanların sevmeye başlamak için ya şöyle olursa ya böyle olursa diye uzun uzun konuşmaya neden gerek duyduklarını da anlayamadım.Sevgi geldi mi tutamazsın ki zaten. Susamak gibi bir şeydir sevgi.Kendini ondan mahrum ettikçe dilin damağın kurur.

Şimdi siz düşünün bakalım...2009 size ne öğretti? Herkesin dilinde “2009 dokuz doğurttu,2010 on numara geçecek” cümlesi var.Umarım öyle olur. Hepinize sevgiden asla vazgeçmeyeceğiniz bir yıl dilerim.

Bu sene için son bir öneri: 2009 artık bitti.Dokuz doğurmamıza neden olan şeyleri de bu seneye hapsedip kapıları kilitleme zamanı şimdi.Yepyeni fırsatlar,mutluluklar ve on numara bir sene bizi bekliyor! Tabi mutsuzlukları da unutmayalım...Onlar olmadan,olmaz...

Ömürden akıp giden her yılın sonunda en olması gereken,kendimizi içsel duygularımızın yoğunluğuyla muhasebeye tabi tutmak.Bir yıl büyümüş olan yaşın içinde daha temkinli, daha olgun,daha akıllıca hareket etmek adına kararlar almak.
Zira büyümenin en güzel yanlarından biridir: gerçeğe hep yakın yürümek ve bir sonraki adımı ona göre atmak.
Keşke imkânımız olsa da alsak üç yüz altmış beş günü karşımıza, oturup bir çay bahçesinde,yıllardan demlenmiş bir çay söylesek ve dertleşsek her günü saniyesi saniyesine...

Hesaplaşsak,en güçlü savunmamızı hazırlasak bütün boş vermişliklerimize.“Geçmişe karşı sorumluluklarım var.” deyip aklanmak için,mücadele etsek kıran kırana.
Kim haklı! Kim haksız çıkar bilinmez ama.Birileri keşkelerle kalkacaksa masadan,bu biz oluruz mutlaka.
Bilmem bu yıl yaptınız mı muhasebenizi? Karşı karşıya olmasa da; hafızanızı temize çektiniz mi? Çıkardınız mı kârınızı zararınızı.Nerelerde hata yaptığınızı buldunuz mu? Sonra sözler verdiniz mi bir daha olmayacak diye kendinize? Eksik gördüklerinizi tamamlamak için girişimleriniz var mı?
Eğer bu soruların cevabı “hayır” ise o zaman hiç üzülmeyin senelerin geçip gitmesine... Zira senelerle işiniz yok sizin,isimlerinin değişmesi dışında...
Umut etmenizi,silkinmenizi engelleyen yaşanmışlıklarınız beyninizi kemirebilir.Ancak bütün olumsuzluklarla inat,içimizde bir umut baloncuğu olmalı her yılda havaya uçurduğumuz.Ne kadar karamsar olsak da; “Ya tutarsa?” misali,hayal kurmaktan vazgeçmemeliyiz.Eskiye veda ederken,eskitmeye başlamamalıyız yeni gelen günleri. Kararlarımız olmalı uygulamaya koyduğumuz,umutlarımız olmalı yenilediğimiz ve mutluluklarımız olmalı her sabah tazelediğimiz.

Unutulmamalıdır ki: “Dün gitmiş, onun yerini bugün almıştır.Bugün ise yarın,bir daha dönmemek üzere gitmiş olacaktır.”
Gelen gideni aratır denir ancak,aratmaması gereken bir yıl yaşamak olmalı duamız. Zira bu bizim elimizde.Giden yılın ardından her birimiz farklı yaşanmışlıklar takarız zamanın şeridine.Her birimizin bıraktığı anısı farklı farklıdır.Ancak bilinen en büyük gerçek şudur ki:Giden her gün ömrümüzden eksilip de gitmiştir.Ve bu yeni yılda ölüme bir yıl daha yaklaşmışızdır.Zaman saçlarımızı ağartıp,yaşlarımızı büyütüp, sevdiklerimizi elimizden alırken,yeni gelen yılda kim bilir belki bizi alıp gidecektir. Eskitirken yenilenmek olmalı mücadelemiz.
Güzel bakabilmek,güzel görebilmek, güzel duyabilmek,güzel yaşamak senelerin değil, bizim elimizde…

Her yeni yıl yeni umutlara gebedir bir önceki yıldan güzel olması dilenir her zaman…
Geçen yıl kimilerimiz için hayallerinin gerçekleştiği,kimilerimizinse hayallerine veda ettiği zamanlardır,yaşanılan…

Yinede yeni bir yıl herkes için aynı şekilde ayrı bir heyecan, anlam taşır...Yeni yıl yeni umutlar demektir...Bıkmadan istenir...Geçen yıl olmadı...Belki...Belki bu yıl benim yılım olacak kim bilir...İnsan vazgeçmez umudundan hayallerinden...Ve her yeni yılda yeni dileklerle başlar yılına...Kimi gerçekleşebilir,kimiyse olmayacak duadır...Bilir...Yinede dilemekten vazgeçmeden...Kimi aşk kimi iş kimi sağlık kimi piyango...v.s...insanoğlunun dilekleri umutları biter mi...her birini isterken nasılda umutludur bu yıl belki belki derken...
Benim dileğimse bu yıl güzelliklerin yılı olsun her baktığımız yerde dostluk kardeşlik sevgi görelim hissedelim...2010 dostluk kardeşlik ülkemiz ve dünyamız için barış sevgi güzellikler yılı olsun diliyorum...Her güzellik sevgiyle oluşur her kötü ise sevgisizlikten doğar...Sevgiyle kötülüklerin yok olmasıdır umut dolu yüreğimdeki dileğim...

Öncelikle şuna karar vermelisiniz; Yeni yıl yeni hayat getirir mi? Yoksa yeni bir hayatı yeni yılda siz mi kurarsınız?

Eğer yeni bir hayata kararlıysanız bu içinizden gelmeli ve sonuçlarına katlanarak sonuca gitmek için çalışmalısınız.Sonuçta kimse sizin için yeni bir hayat kurmayacaktır.
Yeni yılda yaşamak istediğiniz hayatla eski ‘’yeni’’ yıllarınızdaki yaşadığınız hayat arasında büyük uçurumlar varsa bunu daha çok düşünmelisiniz.
Bu farkı nasıl kapatabilirsiniz?Kapatmak için neler yapmanız gerekiyor?Eğer sizde içinde bulunduğu hayattan memnun olmayan kesimdeyseniz ve yeni yıldan büyük beklentileriniz varsa bir an önce karar vermelisiniz.

Karar vermek için cevaplamanız gereken bazı kritik sorular var;

‘’İçinde bulunduğum durumdan memnun muyum?Değilsem bunun sebepleri ne olabilir? Şuan bulunduğum yer hayatta istediğim yer mi?Yoksa dalgalarda sürüklenen bir çalı parçası gibi hayatta karşılaştığım fırtınalar beni buraya mı savurdu?

Hak ettiğim bir hayatı mı yaşıyorum?Yoksa hayatın bana sunduklarıyla mı yetiniyorum?Peki,yetinmek zorunda mıyım?Hak ettiğim hayatı yaşamak için neler yapabilirim? ‘’

Neler yapabileceğinizin farkında mısınız?Kendinizi tanıyor musunuz?

Kendinizi hiç sorguladınız mı?Kimsiniz?Nesiniz?Hayattaki amacınız ne?Çevrenizdeki insanlar sizi nasıl tanıyor?Çevrenizdeki insanları mutlu etmek için onlara ne veriyorsunuz?Hayatta değer verdiğiniz evrensel değerleriniz var mı?Varsa bu değerler neler?Para?Kariyer?İyi bir iş?Güzel bir aile?Ya da daha fazlası?

Peki,bu soruları sorarken şunları hiç düşündünüz mü?Dünyada şuan milyonlarca aç insan var.Bırakın dünyayı yanı başımızda sokaklarda yatan çöplerden ekmek toplayan hatta yemeden evdeki günlerdir aç bekleyen çocuklarına götüren anneler var!

Kışın şu soğuk günlerinde başını sokacak bir barakası bile olmayan bizim bile dışarıya baktığımızda içimiz ürperirken dışarılarda sabahlamaya çalışan insanlarımız var. Çocuklarımız var!

Ne oldu?Bir anda hayata bakış açınız ve sizin için olmazsa olmaz değerleriniz yerini bambaşka duygulara bıraktı değil mi?

O halde aslında hayatta çokta şikâyet edilecek bir durumda olmadığınızı da anlamışsınızdır.
Maddi durumunuz çok iyi olmayabilir.İşinizde ya da gündelik hayatta aşmanız gereken sorunlar da olabilir.Ama her ne olursa olsun bu sizin kendi gerçeğinizi değiştirmemeli.
Hayatınızı ve hayata bakış açınızı değiştirmek için yeni yılı beklemeyin.Hemen karar verin ve harekete geçin.Yarın sizin için yeni bir hayata başlangıç olsun.

Ve öyle bir başlangıç yapın ki; Her yeni güne başlarken içinde bulunduğunuz duruma ve elinizdekilere şükrederek!

Dün gece başınızı kaldırıp ve gökyüzüne baktınız mı?Baktı iseniz görmüşsünüzdür. Dolunay,bu seneyle birlikte tamamlandı...Yani 2010 yılına “Yeni ay” ile başlıyoruz. Bu taptaze yepyeni bir başlangıç demektir.Bu fırsatı kaçırmayın.Doğanın size verdiği mesajları es geçmeyin diyerek yazımı noktalıyorum.Yeni yılınız kutlu olsun,iyi seneler, mutlu yıllar,sevdiklerinizle,sevenlerinizle.

Sevgiler...Saygılar...





28 Aralık 2009 Pazartesi

Eski Yıla güle güle,yeni bir Yıla merhaba derken..





Yılın son zamanları geldi işte.Ben bu anlarda daha bir hüzünlü olurum.Belki ömrümden bir yıl daha gitti diye.Belki de bir yıl daha yaşlandım diye.
Nasıl geçti koskoca bir yıl?
Nasıl geçiyor yıllar?
Bazen çok uzun, bazen de çok kısa.

Hayattan bir yıl daha gönderiyoruz geri dönmezliğe, sonsuzluğun o büyük ambarına atıyoruz bir yılı.Zamanın akışına dur demek hiçbirimizin başarabileceği bir durum değil, ama zamanı yaşamak elimizde.Zaten geçmiş geri gelmiyor,gelecek belirsiz, sadece an var,ne geçmiş,ne gelecek.

Geriye dönüp baktığım zaman ya yaşadığım büyük mutsuzluklar ya da yaşadığım en keyifli zamanlar aklıma geliyor.Arada kalanlar ise unutulmaya mahkûm gibi.

Ne çok şeyi öğretti bana geçen yıllar.

Birçok şeyi yanlış, eksik, hatalı yaparak en çetin kışları yaşarken bile bana baharların küsmediğini öğrendim.Bu nedenle de her üzüntünün arkasından sevincin geldiğini bilerek beklemenin,sabretmenin kıymetini öğrendim.
Gün geldi kendi kabuğuma çekildim.Çevremden uzaklaşarak kendime ayna tutmaya çalıştım. Bu serüveni yaşarken yalnız kaldım.Böylece yalnızlığın değerini ve çeşitlerini öğrendim.

Sevdiklerime sıkı sıkıya bağlı kalamadım çoğu zaman.Bağlı olmak,bağımlı olmaktan daha sağlıklı diye düşündüm.Çevremde sevilme ihtiyacıyla yanıp tutuşan gönüllere köprü olamadım.Sevilmenin değil belki ama sevebilmenin gücünü öğrendim.

En önemlisi de;
Ben geçen her yıla teşekkür etmeyi öğrendim.
Öğrenecek daha çok şeyim olduğunu hissettirdiği için,umutlarımı da yanıma katarak, var gücümle yeni yıla Hoş geldin,İyi ki geldin diyebilmeyi öğrendim.

21. yüzyılın ilk on yılı bitmek üzere,on yıl o kadar önemli ki,hem insan hem de toplum yaşamında.

Bugüne döndüğümüzde,hızla ve kaydıraktan kayar gibi geçen zamanın neler sakladığını,yok ettiğini görünce ürperiyorum.Günlük hayatımız içerisinde on yıl önce, cep telefonları bu kadar yaygın olarak yoktu,ADSL yoktu,kablolu TV yoktu,ama bugün bunlarla doğduğumuzdan beri hayatımızın içerisindeymiş gibi yaşıyoruz. Ömrünün sadece beşte birinde cep telefonu kullanan bizler,benim yaşımdakiler,“cep telefonu yokken ne yapıyor muşuz” muhabbetlerine giriyorlar. Ki bizler evlere telefon bağlatmak için en az on sene beklenilmesine tanık olmuş bir nesiliz.

Kitap okuma yazmasından, bilgi sayar okuma yazmasına geçiliyor yavaş yavaş.Belki yirmi yıl sonra dünyada kâğıt kullanımı iyice azalacak,sıfıra bile inebilir.Öğrenme ve iletişim hızından yoksun geri kalmış ülkelerde, insanlar arasındaki farklar daha da açılacak.Bunların şimdiden düşünülüp ülkelerin orta ve uzun vadeli planlarını teknolojik gelişimin hızına göre yapmaları gerekmektedir.

Aksi takdirde ulus içi farklar kadar,uluslar arası farklar da kapanmaz hale gelebilir.
1900 lü yılların başında,dünyada 20 devlet varken,1900 lü yılların sonunda bu sayı iki yüzün üzerine çıkıyor ve söylenen bu yüz yılın sonunda devlet sayısının 2000 olacağı.Bu konuşulmaya başlanmışsa,hiç kimsenin kafasını kuma gömmemesi ve geleceği planlaması lazımdır.

Biz ülkemizin bu yüzyılın ve gelecek diğer yüzyılların sonunda da bu sınırlar içerisinde yekpare kalmasını isteyenlerdeniz.Tarihi önümüze sürekli övünme vesilesi olarak getirenlerin geçmişi iyi okuması ve geleceği çok iyi planlaması gerekir.

Zaman hem insanlar,hem de toplumlar için hızla akıp gidiyor,geç kalınmışlıklar, yapılamayanların ya da yapılanların pişmanlıkları fayda etmiyor.İnancınız ne olursa olsun,hayatın insan uğruna ve insanlık uğruna harcanmayan kısımları yaşanmamış kısımlarıdır.

Ve tarihin yazıldığı altı bin yıldan bu yana, insanlığın ve insanların davranışlarında, temelde,çok büyük değişiklikler olmadığını görüyoruz.Eğer bu değişiklikler olsaydı, psikoloji deneysel,bir bilim olmaktan çıkardı,demek ki insanlar hep aynı ki,Pavlov’un deneyleri,terörizasyon manipülasyon her zaman mümkün olabiliyor.

2009 yılı da bitiyor,dünya ve insanlık daha nice binlerce yılın geçtiğini görecektir, siz ister miydiniz bilmiyorum,ama ben geleceği de görmeyi çok isterdim,dünyanın sonuna kadar ne olacağını izlemek isterdim,fiziğin meçhul olan, paralel evrenler,ışık hızına yakın seyahatler,quarklar aleminin keşfedildiği günleri görmek isterdim.Bu kadar kısa bir yaşam aralığına hapis olup,sonra bizim güneş sistemimizin Samanyolu gökadasında bir nokta olduğunu,Samanyolu gökadasının da evrende bir zerre kadar olduğunu bilerek,var oluşu düşünmek ne kadar yetersiz geliyor insana.Bana ve düşünen herkese.

Henüz insanlık,evrenin sebebini bilmeden,evrenin sunduğu yasaların keşfi aşamasında, daha çok ama çok başındayız işin.Açıklanacak o kadar çok şey var ki.

Yeni yılda, evreni uzayı bırakıp,yaşadığımız dünyaya baktığımızda,Afrika’nın büyük bir kısmının aç olduğunu,Irak’ta binlerce insanın öldüğünü,ülkemde işsizliğin alabildiğine arttığını,görmek çok acı,bir yandan alabildiğine gelişmiş teknolojiler,bir yanda teknolojilerin ulaşıp derdine çare bulamadığı insanlar.

Oysa yeni yılda herkes bir umudun sevincini sıcaklığını yaşamak ister,bu nedenle eski yılın kötülükleri alıp götüreceğine ve yeni yılın iyilikleri getireceğine inanmak ister. Bu inançla eski yılı uğurlayıp yeni yıla girerken eğlenmek ister. Bu eğlenceye limon suyu sıkmamak lazım,dünya hallerini öne sürüp,hatta adetlerin gâvur âdeti falan olduğunu söyleyip.

Bakın ne güzel yılbaşı ağaçları süslüyor halkımız, neydi o bazı belediyelerin yılbaşlarını sabote etmeleri.Bırakın,vatandaş keyif yapmak istiyorsa yapsın.Bazı gereksiz gerekçelerle insanları kasmamak lazım.

2010 yılında yine hep beraber olalım.Mutlu olun,sağlıklı olun,sevdiklerinizle olun. Karşıya geçerken,geçemeyen birinin elinden tutun.

Şu birkaç dize ve son satırlarla gönül denizimizdeki fırtınalardan,sahile vuran sevda kırıntılarından,mısra mısra dökülen satırlarımla 2009 yılının bu son yazısını noktalayayım…ve 2010 yılında yeniden buluşmak,yazışmak dileğiyle diyeyim…

Zaman sürükleniyor
Zaman mı sürüklüyor
Ardında bunca yaşanmamışlıkları
Ve yaşanılmış sanılmışlıkları
Gölgemiz mi zaman
Kendimiz mi?
Yoksa hiçbir şey mi?
Bir yanılsama
Bir ağdalı muhabbet gecesinde tükettiğimiz kadehler mi uyandığımızda pişman olduğumuz, kör olası baş ağrılarında lanet yağdırdığımız sigara dumanı mı, ciğerlerimizde zeybek oynayan

Zaman
O yanımızda doya doya durmasını istediğimiz
O cilveli oynak sevgilimiz
Bize yar olmayan
Herkesle fingir fingir
O cinsiyetsiz, travesti, lezbiyen
O bir zampara erkek, kadınları tüketen
Ve bir güzel fahişe, saçlarımızı ağartan
Koynumuzda sahip olamadığımız
Her yılbaşında ayakları dibine binlerce şampanya patlattığımız

Zaman sürükleniyor
Zaman mı sürüklüyor
Boynumuza geçirdiği bir iple,ya da bir fotoğraf resminde iç geçirerek seyrettiğimiz anların özlemiyle yakarak yüreklerimizi yaşanmış akşamlarda, alay edercesine gülümserken arkamızdan.

Merhaba yeni yıl
Senin de söyleyeceklerin vardır göreceğiz bakalım
Neler koyacaksın soframıza göreceğiz
Ve ne koyacaksan belli ki onu yiyeceğiz

Hoş geldin Yeni Yıl;
Türkiye için umutlu,bereketli,2009’de yaşanan tüm olumsuzlukların tersinin yaşanacağı bir yıl olmasını,sevgi bestesinin tınılarını tüm insanların yüreğinde hissedeceği,hüzünlerinizin dostluklarla silineceği, ümitlerinizin hiç bitmeyeceği, sağlık, mutluluk ve başarı dolu bir yılı sevdiklerinizle birlikte geçirmeniz dileğiyle.2010 yılı size sağlık,mutluluk,başarı ve bol kazanç getirsin! Neşe dolu bir yıl geçirin!
Nice Yıllara…

Dostlarıma,arkadaşlarıma,akrabalarıma,büyülerime,küçüklerime,sevdiklerime, sevenlerime…
Selam ve sevgilerimle…





Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN