Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2009 Cuma

Mısırın gizemli kadını-Gizli aşkıma...




http://omersabrikursun1.spaces.live.com/Image Hosted by ImageShack.us
http://omersabrikursun1.spaces.live.com/Image Hosted by ImageShack.us
http://omersabrikursun1.spaces.live.com/Image Hosted by ImageShack.us
Son şarabı o gün yudumlamıştı belliki geçmişi anlatıyordu aşk..
Mısır'ın gizemli çöllerini,nil'in büyüleyici güzelligini,savrulan duyguları anlatıyordu orası.
Orası yüregin sırlı kapısı, orası tılsımlı serap dünyası..
Hafif bir esintiyle toz dumana karışır. geceyi anlatmak imkansızlaşır, nutku durur insanın unutur dilini..
Ansızın çöker karanlık, o diyara, hızla ilerlerken kum saati hasrete sarılmayi ögrenir duygular
ve gün dogarken yeniden bir dahaki umutlara koşar insanlar..
Çöldeki kum tanelerine gizlenmiştir sırlar, yüregi burkan derin bir yaradır gizli aşklar, güneşin ardında saklanan
o efsunlu bakışlar nakıs gibi işlenmiştir yürege, acıya alışmıştır beden..
Bir ömrü verir..
Çöldeki hayali gözlere yinede susmaz ruhtaki ten...
Ve tırnaklarıyla parcalar umutsuzlugu, içini bunaltan karanlıkları döker göz yaşıyla haykırır,tüm gücüyle,en acı sesiyle........
Mazi tazelenirken günden güne..
Bazen gelecek gün insanı hasret bırakır geçmişine, bazende susarsın prangalanmıs duygular misali.
Geçmiş gelecegi aratsada bogulur kelimelerin,çaresiz kısılır sesin....
Gölgeden farksız..
Hafif bir çöl rüzgarı gibi gizlerinirsin sihirli kelimeler ardına tek farkı;
çöl rüzgarı kavurur teni, dudakları yakar hüznüyle sayfaları gölge ise iz sürer çaresiz bir köle gibi gece yarıları......
Geçmişin kaybolan perdesini bulamam belki.
Ama ikinci sırra imza atar yüregim,yılda iki kez birde benim için dogar güneş piramitlere,
kimbilir çölde hayal meyal ismim yazılır belki...
Çöl ve ben..
Rüya gibi iki isim çözülmeden gizli gizli..
Bırak bende sır kalayım piramitler gibi..
Gezinir ruhum karanlık çökünce mısır'a, karların kızı yasarmı o diyarda.
Kimbilir belki aşkı icin sevdigini bir defa görmek adına, efsane olmayı tercih eder...
Kimbilir ya yok olur yada kaybolur, çöldeki bir kum taneside beni anlatır ozaman ..
Ve kardelen..
Geçmişin perdesini usulca aralar o an işte,o dakika gök yüzünde gün batar ben sayfalarda kaybolurum,çölde yanar.....














17 Ağustos 2009 Pazartesi

MUTLULUK



Herkes bir arayış içinde,ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.
Sanıyoruz ki çok paramız,sürekli yükselen bir kariyerimiz,bahçeli bir evimiz,spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.

Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi?
Çevremiz de kaç kişinin aşk hayati iyi gidiyor?
Eminim parmakla sayılacak kadar azdır.Ve eminim hiç kimse yanlısın nerede olduğunu da bulamıyordur. Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım.Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki?

Evet,önce göz görür fakat ancak ruh sever.Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir sansımız olmadığına da eminim...

İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...

Gerçekte hız çağında yaşıyoruz.Her şey o kadar hızlı gediyor ki,ne işe,ne arkadaşlarımıza,ne ailemize,ne çocuğumuza,ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor.Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz.Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük.Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.

Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz.Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık,çayımızı kahvemizi makineler yapıyor.İşlerimizi bir telefon,bir faksla hallediyoruz.Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor.Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında.Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.

Milan Kundera 'yavaşlık' adli kitabında; 'yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur'diyor.

Telefon hızlılık mesela,konuşulanları, söylenenleri unutturur.Mektupsa yavaşlık,hep vardır ve hep hatırlatır.Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok.Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.

Aceleye ne gerek var?

Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer.İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş... Her şey bizim elimizde, sevgi de,aşk da, başarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...

Can DÜNDAR




15 Ağustos 2009 Cumartesi

AİLE...


“Görüyor musun?” diye sordu.
Güneşin dokunduğu kirpiklerinin gölgesi göz kıvrımlarına doluyor,seçilemeyecek kadar silikleştiriyordu derin çizgilerini. Servilerin sık dallarından seken kızıl ışık hüzmeleri her vurduğunda,burnunun ucuna serpili lekeler ay tozu gibi parlayıp sönüyor ve kora dönüyordu yanağının üst tümseği.Hüzmelerin her çekilişindeyse,ızdırabın ak yüzü çıkıyordu yeniden açığa; soluk ten,yerçekimi kuvvetince uzamış gözenekler,köprücük kemiğinin oluşturduğu çukurda birkaç tabak yığılmış deri ve o deriyi seyrek dokulu bir kadife gibi örten incecik,şeffaf tüyler…Kırklarının ortalarındaydı o zamanlar.Ama yaşanmamış daha pek çok yılın usturası dolaşıp geçmişti sanki bedeninden,hastalığının o son dönemlerinde.
Gülüşü çilek kokardı eskiden.Artık kesif bir zencefil esintisi vardı zoraki kıvrılan dudaklarında.Mutsuzdu.Saklayabildiğini sanırdı,ancak suya değen bir yağ damlası kadar.Yine de ağlamazdı,söylenmezdi.Gecenin şakaklarında birkaç damla terdi gözyaşları.Hüznünün önüne koyduğu bentleri özenle kaldırır,yol verirdi sayılı gözyaşlarına,pencere önündeki ahşap kollu koltukta.Cıva olur kalırdı o yaşlar, sabaha dek.Gün doğumuna yakın süpürürdüm gece dökülen cıva toplarını; pencere önünden, ahşap kollu koltuktan, sömürülmüş izmaritlerden ve kalan son damlayı da içten bir öpücükle göz çukurundan,o henüz uykudayken.Bilmediğimi sanırdı,hiç iz bırakmadığını…O yüzden derin ve uzun bir uykudan uyanmış gibi taze gülümseme yerleştirmeye çalışırdı bakışlarına.Bilmiyormuşum gibi… Anlamıyormuşum gibi…
“Görüyor musun?” diye soruyordu,pürüzsüz taşı okşayarak yükselen gül ağacının yaprağındaki bir öbek teri işaret ederek.
Görüyordum tabii,görüyordum görmesine ama yine katıksız gerçeklerin oya gibi işlenerek,katlanılabilir görünmesini sağlayan konuşmanın başlamasını istemiyordum.
“Neyi?”
Bakışlarındaki parlaklığın söndüğünü fark edebilmiştim, başını sık ağaçların ıssızlaştırdığı aralıktan kalabalık dünyaya doğru çevirirken.Birkaç metre ötedeki sınır duvarının hemen bitişiğinde yanıp sönen ışıklara bakıyorduk birlikte;yeşil,sarı, kırmızı…Sabırsız kornalara insan sesleri karışıyordu.Yolun karşısındaki dükkânlardan birinden çekiç sesi çalınıyordu kulağıma.İki genç kız tiz sesleriyle gülüşüp,heyecan paylaşıyorlardı.Ağır ağır seyreden bir kamyonetin megafonundan,metalik bir ses yankılanıyordu;“Halı, kilim saçaklarına,yolluklara overlok yapılır…”
Bunlardı yaşamın gerçekleri.Gül yaprağındaki su damlacıkları,taze sürgün vermiş bir çiçeğin kokusu, toprağın yağmurla,buğdayla,ateşle soframıza ak bir ekmek olarak gelişi içinde aranacak anlamlarda değildi gerçek benim için o yıllarda. Onun, salt gerçeklere hayatın kanıksanmış mucizeleri kılıfını giydirmeye çalışması ve ‘bize’ şu sınır duvarı dışında yaşananları incecik bir tülle örterek gösterme çabasıydı gerçek olan.En yalın gerçek ise, yakın bir zaman sonra beni terk edeceğiydi.
Düşünüyordu.Az önce başlamaya çalıştığı konuşmayı,anlamazlıktan gelen sorumla kesmiştim.Anlamamış olma ihtimalimin olmadığını biliyordu.Çünkü benzer şekilde başlayan konuşmalar, neredeyse iki yıla yakın süredir aramızda geçiyordu. Ölümün ‘sevimli’ yüzüne dair öğrenmem gereken konuları içeren, katlanılmaz ders yılları içindeydik.Ölüm her canlı için kaçınılmazdı.Ama bu bir son değil,başlangıç anlamını taşırdı ona göre.Bedeni ölümle çoğalacaktı;topraktan suya, çiçekten meyveye dağılacaktı tüm hücreleri.Ölümü bu dünya için kayıp değil,bir kazanç olacaktı. Bedenî ölümünden sonra,bulunmaktan en mutluluk duyduğu yerde,doğada,erinçle yaşadığı düşüncesiyle mutlu olacaktım ben de.Doğanın dengesine her baktığımda ondan bir detay görebilecektim. Kendimi yalnız hissetmemeli,yaşamdan fikrî olarak olabildiğince kazanç elde etmeye bakmalıydım.Bana o bir öbek yaprak terini işaret ederken, yine aynı öykünün başlayacağını anlamış ve soruya soruyla karşılık vererek teklifi geri çevirmiştim.
Düşünüyordu.
“Niye yalnızız?” diye sordum sessizliği fırsat bilip,“Niye yalnızız anne?”
Henüz on beşimdeydim, annemin ölmeden önceki son baharında, sonbaharımızda.Defalarca geldiğimiz o mezarlıktaydık yine.Ve her seferinde olduğu gibi yine bambaşka bir mezar taşı gerisinde duruyorduk; tanımadığımız,bilmediğimiz bir isme ait,bir avuç toprağın başucunda.Uzun yıllardır giderdik mezarlıklara.Sanki özel birini arar gibi…Çoğunlukla annemin yılgın arayışları tanımadığımız birinin mezarı başında edilen dua ve mutlaka elinde taşıdığı tek dal çiçeği mezarlığa bırakmasıyla son bulurdu. Kimi, neyi aradığımızı defalarca sormuş,her seferinde aynı açıklamaya inanmaya mecbur bırakılmıştım; soyağacımızda kuruyan yapraklar bu mezarlıklara serpiliydi. Kimin, hangi cilalı taşın altında yattığını bilmemizin bir anlamı yoktu.Sonuçta ölüm herkesi eşit kılardı.Ve tüm yitirdiklerimizin anısına gidiyorduk mezarlıklara.Ölümün bile herkesi eşit kılmadığını,saray gibi süslenmiş,gösterişli mezarlar gördüğüm zaman anlayabiliyordum.Tıpkı gerisinde durup, anlamsızca hüzünlendiğimiz o mezarda olduğu gibi.
“Anne? Niye yalnızız? Şu dünyada kan bağımız olup da yaşayan hiçbir kimsemiz yok mu?Hepsi mi toprak altında?” Suskunluğu sorularımı alevlendiriyordu. Yıllardır sormaktan men edildiğim bir soru dilimden kayıp saçılmıştı ortalığa, “Neden babamın ailesini bulmuyoruz anne?”
Tanımadığım, bilmediğim bir babam vardı benim. Kimliğimde dahi adı geçmeyen bir babam…Sadece ‘ölü’ olarak tanıtılmış ve hakkında konuşulmayan biyolojik bir babam vardı.Annemin kocası olamamış bir babaydı bu. Bizi yasal bir kuruma ulaştıramadan bedenini terk etmiş bir babaydı yıllardır kısacık cümlelerle anlatılan.
Sorumu duymamış olduğunu sandım.Çünkü her zamankinin tersine yüzünde kırılgan bir gülümseme vardı annemin bu kez.Başını yana yatırmış bakıyordu mezar taşına.Bir süre ışığı gölgelenmiş kızıl saçlarında,tüm yorgunluğuna inat dimdik yükselen gür kirpiklerinde bakışlarımı dolaştırdıktan sonra,ılık ılık gülümsediği mezar taşına çevirdim ben de gözlerimi. Boş gözlerle süzdüğüm sıradan mezar taşının bir köşesine,küçücük harflerle bir dörtlük kazındığını fark etmiştim bir süre sonra.

Cam yeşili bir kız çok kirpikli
Saçları nasıl karanlık bir kızıl
Örtülü bir güzellik benzeri olamaz
Dudaklarındaki kan etkiliyor asıl
Duyarlığı alıngan gönlü ikircikli
Ne yazsam ona tutsak Adı Şehnaz (*)


Şehnaz! Bu annemin adıydı. Kızıl saçlar, gür kirpikler… Annemi anlatıyor olmalıydı bu dörtlük. Çok heyecanlanmıştım. Ama dilim çözülemiyordu bir türlü. Yanlış kelimelerle başlayacağım konuşmanın, çok yaklaştığım bir gerçeği yine cevapsız bırakabileceği endişesi içindeydim.Bu kez annem benim suskunluğumu fırsat bilip söze girdi:“Çünkü oğlum, aile kralların bile giremediği bir kaledir.** Biz, sen ve ben o kaleye vaktiyle giremedik.Bundan sonra,benim ölümümden sonra da seni kabul edeceklerini hiç sanmıyorum.”
İlk kez baştan savma cevaplarla susturulmamıştım.İlk kez kontrol altında tutmaya çalıştığı kızgınlığına hedef olmamıştım.İlk kez, bu soruyu ona sorduğum için pişmanlık duymamıştım.Sanki bu sözleri,ölümünün ardından benim gelecek yaşamımı kontrol etmek amacıyla söylemiş gibiydi.Bir vasiyetti sanki.
“Yalnız kalacağım, tamamen yalnız! Bunun senin için bir anlamı yok mu? Küçük bir aileden geldiğini söylüyorsun ve tümünü yitirdiğini. Ama en azından babamın ailesinden birileri mutlaka yaşıyordur.Belki bir dedem, babaannem,halam,amcam,kuzenlerim falan vardır,bilmek istiyorum bunları.Arkamda birilerinin olduğunu hissetmek istiyorum.Henüz on beş yaşımdayım anne.Hastalığın seni çok yakında benden ayıracak ve bu dünyada yalnız kalacağım.Ne zorluklar çekebileceğimi hiç düşünmüyor musun?Bunun için bile o kaleye bir daha girmeye çalışmaya değmez mi?”Hedefsizce çıkıyordu sözler ağzımdan, ağlıyordum.Dahası, korkuyordum!
“Bunu başarabilecek güçtesin,emin ol.Evet vardır,birileri mutlaka hayattadır.Ama babanın ailesini tanımış olmanın sana hiçbir yararı olmayacaktır. Bana güven lütfen. Hatta bu, yarardan çok zarar getirecektir.Baban öldü.Çok yıllar önce.Düşün ki kimsesi olmayan biriydi.O zaman da bu soruları soracak mıydın? Sonuç değişecek miydi?Yine benden sonra yalnız kalacaktın. Lütfen oğlum, lütfen! Çok yorgunum.Gitmek istiyorum.Eğer izin verirsen bu konuyu kapamış olduğumuzu varsayıyorum.Sana hiçbir şey kazandırmayacak bir aileyi tanımak için bundan sonra çaba harcamayacağını umuyorum.”
Kim olduklarını bilmemin bana hiçbir şey kazandırmayacağı bir aile…Soyadını alamadığım bir baba…
Birkaç gün sonrasında annem,pencere önündeki ahşap kollu koltukta bırakıp gitmişti bedenini.Ne bir yaprak kokusu, ne toprağın nimetleri,ne ateş,ne su…Ölüm,-yıllardır aldığım derslere inat- o günden sonra doğanın dengesiyle değil,yalnızca soğuk ve tek başınalık haliyle kazınmıştı belleğime.


“Görüyor musun?”diye soruyordu şimdi karım,bir mezar taşını işaret ederek.Yıllar önce kaybettiği babasına mutlu haberi vermek için gitmiştik oraya.Bir bebeğimiz olacaktı.Mutluyduk.Yani her şey sıradan bir mutlu son öyküsündeki gibiydi.Birkaç yıl öncesinde tanıdığım bu çilek kokulu gülüşü olan kadın, bana kocaman bir ailenin kapısını açmıştı.Birçok kişinin dâhil olmak isteyeceği, kalabalık, mutlu, güçlü ve ziyadesiyle varlıklı,geniş çevrelerce tanınıp,bilinen bir aile…Yıllardır sahip olabilme arzusuyla yanıp tutuştuğum ve ödül olarak en sonunda karşıma çıkan bir aile…Dayılar,teyzeler,halalar,kuzenler,kardeşler ve yeniden bir anne sahibi olmuştum bu ailede.Ve tabii harika bir eş…Mükemmel bir kadın…Doğacak çocuğumun müstakbel annesi…Ama ‘baba’ diyebileceğim kişinin varlığı eksikti bu ailede de.Hatta hiç kadar az geçerdi sohbeti aralarında.Hissettirilmemeye çalışılsa da,sanki onlarda da tabuydu baba kişisi hakkında sohbet edilmesi.Alışık olduğumdandı belki,üstelememiştim ben de.Sahip olduğum değerler gölgeliyordu merakımı.
Bugün, bugün aralanıyordu ‘baba’yla ilgili üstünde durmağım gizem kapısı. Karımın işaret ettiği mezar taşında susuyordu belleğim.Kırılıyordu içimde yükselen kocaman huzur ağacının dalları.
“Hiç unutmuyorum, söz verdirmişti bana,” diye anlatmaya başlamıştı karım,“ölümünden bir gün önce, yalnız kaldığımız o dakikalarda.‘Kızın olursa bir gün,Şehnaz adını da ekle adları arasına,’demişti.Küçücük bir çocuktum Ayhan.Nedenini bilemiyordum ama söz vermiştim.Vasiyetinin ilk maddesi bu mezar taşında yazılı dörtlüktü.Defalarca sesinden dinlemiştim bu şiirin mısralarını. Biliyor musun,ailemden hiç kimse babamdan bana iletilen bu vasiyeti dikkate almamıştı. Neden böyle büyük bir öfkeleri vardı hiç bilmiyordum.Ama onları ikna edebilmek için,o çocuk yaşımda açlıkla dikilmiştim karşılarına.Yemedim,içmedim bir süre.İkna oldular en sonunda…”
Yıllar önce annemle son mezarlık ziyaretimizde bir mezar taşı üzerinde okuduğum o dörtlüğe bakıyordum yeniden.Şairin dizelerinde adı geçen Şehnaz…Karanlık kızıl saçlı…Çok kirpikli…

Ah anne, burada mısın şimdi? Şu gül ağacının yaprağındaki bir öbek damlada mı gizlisin? Yoksa şu topraktan taze sürgün vermiş yaprakta mı?İzliyor musun olanları?“Kim olduklarını bilmemin bana hiçbir şey kazandırmayacağı bir aile,”diyordun hep.Hâlâ aynı şeyi söyleyebilir misin?
Benim gücüm şu noktada tükendi,acaba sen karıma gidip kardeşinin çocuğunu taşıdığını söyleyebilir misin?


(*) Atilla İlhan – Saklı Sevda adlı şiirinden.
(**) Emerson

9 Nisan 2009 Perşembe

Can YÜCEL/Boşver be yaşı başı

Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?
..şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna,ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini,aç kapılarını,gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama,gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.

Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,bırak aksın yollarına.Yağ geç,yık geç,kimse inanmazsa inanmasın.Sen inan yüreğine,hem ona geçmezse kime geçer sözün?..

Büyü büyü... bak ellerin ayakların kocaman.Aklın da maaşallah yerinde,e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.Akıllı ol,yüreğin gelir peşinden,boşver yaşı başı,aşk var mı aşk,sen ondan haber ver?
Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir,kış günü,öl gitsin...

Parayı pulu savurup,bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,savrul gitsin...

Boş ver be yaşı başı,kim tutar seni kim,kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,ister bir duvara,ister bir od aya,ister kıra
bayıra vur da git.Dert etme ellerini,onlar da gelir seninle bırakmadıkça
birine.

O biri de gelir gerçekten istediğin oysa, seveceksen ve öleceksen uğruna...
Yaşa be, yaşa da öyle git,gireceksen toprağa...
Yaş 70'e(burası herkese göre değişir)gelse bile,hayat daha bitmemiş.
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?

Can Yücel


CAN YÜCEL'den/Yaşamın en tatsız tarafı.



Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir...
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı?
Cami'de uyanıyorsunuz.
Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua
ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette tabuttan doğruluyorsunuz,
yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatl ar, çocuklar torunlar hepsi
hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı
alıyorsunuz.
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin
hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübelibir insan
olarak ise başlıyorsunuz.
Herkes karsınızda el pençe diva n...
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....aman ne güzel günler
başlıyor... derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsendaha iy i
olur diyor.
Bu arada babanız ortaya çıkmış, 'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işi
bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun...'
Keyfe bakar mısınız?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem
başlıyor.
Partiler, diskotekler, k
ızların sayısı artı
yor.
Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlı yor, araba kullanma
derdi de yok artık....
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak,
oyuncaklarınla oyna' diyorlar.
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta
bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvaletkullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli
dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.
Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için
a
ğzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacı
k,
yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Veeeeee....
En güzeli de......
Günün birinde müthiş keyifli bir geceyle hayatiniz bitiyor...

CAN YÜCEL

27 Mart 2009 Cuma

Hayat Bizim Çabamızla Güzeldir



http://kursunsabriomer.blogspot.com/
Her şey zıddı ile bilinir…

Acı olmazsa tatlı,

Kötü olmazsa iyi,

Çirkin olmazsa güzel,

Ölüm olmazsa yaşam,

Yokluk olmazsa varlık,

Hastalık olmazsa sağlık,

Çileler ve hüzünler olmazsa mutluluk,

Nasıl bilinebilir!



Çoğu zaman herkesin hayattan nefret ettiği anlar olmuştur.

Bazen ölsem de kurtulsam dediğimiz anlar…

İşte böyle bir anda Azrail kapımızı çalsa ve ruhunu almaya geldim dese,

Kaçımız buyur içeri deriz.

Biraz önce bıktım artık yaşamak istemiyorum diyorduk, ama Azrail’e de kapıyı açmak istemiyoruz. Demek ki her şeye rağmen yaşamak istiyoruz…

Hayat standardı bizlerden daha zor olanları düşüneceğiz, bizlerden iyileri değil. İsyan etmek, bağırıp çağırmak, birilerinin hayatına bakıp sürekli imrenmek veya kıskançlık krizlerine girmek çözüm değil!

Hayatın renklerini biz aramalıyız.

Hayat hep siyah-beyaz renklerden oluşuyor ve başka renk göremiyorsak,

Siyah ve beyazında bir renk olduğunu kabul edip bu iki renkle mutlu olmaya çalışmalıyız.

Güzel görme, güzellikler bulma adına çabalarımız olmalı! Değiştiremediğimiz şeyler içinde üzülmemeli ve ruhumuza eziyet etmemeliyiz.

Kader defterinde bizim için uygun görülen hayatı;

Kabul ederek,

Küsmeden, Onunla barışık yaşayarak,

Geçmişe hayıflanmadan,

Yapamadıklarımızı ve keşkelerimizi bir yana bırakarak,

Umudunuzu kaybetmeden,

Mevcut hayattan mutluluğu nasıl sağabilirimin hesabının yaparak,

Hayat yolunun bundan sonraki kısmında güzellikler de, engellerde olabileceğini düşünerek,

Neden ve niçin’lerle boğuşmadan,

Hayattan çok şey beklemeden, beklentilerimizi abartmadan,

Hayatın ellerini bırakmadan (nasıl olsa o bizi bir gün bırakacak acele etme)

Bir kere dünyaya geldiğimizin, bir defa yaşama hakkımızın olduğunun, başka şans tanınmayacağının bilinci ile:

Kabulleneceğiz!

Yaşayacağız!

Güzelleştireceğiz!

Seveceğiz!



25 Mart 2009 Çarşamba

SEVGİYE VE MERHAMETE AÇ KALMAYIN



SICAK BİR AİLE GİBİSİ VAR MI?

ARKADAŞ DEMEK NE DEMEKTİR BİLİRMİSİNİZ

ARKADAŞSIZLIĞIN

VE YALNIZLIĞIN NE DEMEK OLDUĞUNU

BİR BAŞINIZA KALINCA ANLARSINIZ

HERKES İÇİN HER HANGİ BİRİSİNİZ

BU SİZİ ÜZMESİN SAKIN

BİRİLERİ İÇİN DÜNYALARA DEĞERSİNİZ

O BİRİ SİZİN İÇİN ÖLECEK BİRİDİR

YALNIZLIĞINIZA SON VERİN

KUSURLARI ARAŞTIRIP DOSTSUZ KALMAK MI GÜZEL

İNSAN OL, MERHAMETLİ OL,DOST OL..

CAN OL, CANAN OL, YÂR OL, YÂREN OL..




24 Mart 2009 Salı

HAYATTAN ÖĞRENİLECEK 20 ÖNEMLİ DERS



http://omersabrikursun.blogspot.comSöylediğiniz veya düşündüğünüz şeyler eninde sonunda gerçekleşir. Başarısız olacağınızı söylerseniz başarısız olursunuz.[Andrew Galasetti imzasıyla internette yayınlanan bu yazı “Keşke bunları önceden bilseydim” diyeceğiniz konularda önerilerde bulunuyor]
Kimbilir kaç defa duymuşsunuzdur,insan en sağlam dersleri yaşarken alır.Hayat tecrübesi en sağlam öğretmendir.Geçen yıl bir arkadaşım yazdığı makalesinde “Keşke bunları daha önceden bilseydim” başlığı altında uzunca bir liste yayınladı. Ben de düşündüm ki gerçekten de hayatta en çok işe yarayacak bilgileri kitaplardan veya internetteki bloglardan değil bizzat hayatın kendisinden alırsınız.Elbette bir takım internet sitelerinden veya gazete köşelerinden bir takım bilgi kırıntıları da toplamak mümkün.Ama o kırıntıları kullanıp da yararlı işler yapmak tamamen bize kalıyor.Eğer önemli bir bilgiyi elde etmek için önce başarısızlığa uğramak lazımsa, ne yapalım öyle olsun.Kendi tecrübelerimle öğrendiğim ve samimiyetle inandığım 20 şeyi aşağıda yazdım.Sizin listenizdeki 20 madde belki tamamen farklıdır veya belki sizin listenizde sadece 5 madde vardır, önemli değil.Asıl önemli olan şudur ki sizin bilgileriniz de sizin kendi hayatınızdan, kendi hatalarınızdan ve kendi başarısızlıklarınızdan geliyor.O bilgileri ihmal edecek olursanız,hayatın dikenli yollarında çekecek daha çok çileniz var demektir.

1. Fırsatları siz yaratmalı ve kovalamalısınız:Fırsatlar çok nadiren kendisini aramayan birilerinin kapısını çalar. Fırsatları siz yaratmalı ve kendiniz aramalısınız.İnisiyatifi ele alıp işleri sizin yürütmeniz ve kapıları sizin açtırmanız gerekecektir.

2. Olumsuz düşünce size sadece daha fazla olumsuzluk getirir:Olumsuz düşüncelere odaklandığınızda bütün görüp göreceğiniz nimet olumsuzluğun kendisi olacaktır. Hayatta olumlu şeyleri aramazsanız,olumlu şeyler başınıza gelse bile siz onun sadece olumsuz yanlarını görebiliyor olabilirsiniz.

3. Bulunduğunuz konum, sizin neler yapabileceğinizi belirlemez:Evsiz biri de olsanız,konaklarda da yaşasanız,zengin veya fakir de olsanız veya hatta üniversiteden tam notla mezun da olsanız veya sınıfta kalmış olsanız bile; bunların gelecekte bir etkisi yoktur.Bu görüş açısını destekleyecek çok fazla sayıda başarı öyküsü vardır.Eğer azminiz ve yeteniğiniz varsa ulaşamayacağınız nokta yoktur.Kendi sınırlarınızı ve ufkunuzu siz kendiniz tayin edersiniz.

4. Başkalarına yardımcı olamıyorsanız,kendinize de faydanız yoktur:Sadece başkaları için kapıyı tutmak veya buna benzer basit bir jest bile olsa sizin hayatınızda mucizeler yaratır.Hem kendinizi harika hissedecek hem de yaptığınız iyilik hayat yolunda bir şekilde size geri dönecektir,siz farketseniz de farketmeseniz de… Başkalarına yardım etmiyorsanız,onlar da size yardım etmeyeceklerdir ve aslında yardım etmeleri de gerekmiyor demektir.

5. Kişisel tutkunuzu takip edin, para da sizi takip edecektir:Tutkunuz varsa ve işinizi yaparken keyif alıyorsanız ben buna “iş” demem.O işte yeni bir şeyler yaratmak için odaklanın ve daha fazla tutkuyla davranırsanız eninde sonunda para size gelecektir.Eğer sadece paraya odaklanırsanız,para size gelmeyecektir çünkü siz sadece miktara odaklanmışsınız demektir,kaliteye değil.

6. Kendinizden keyif alın:Mümkün olduğunca hoşça vakit geçirin, herşeyi ciddiye almayın.Endişelerinizi kenara itin ve keyifli şeyleri yakınınıza çekin.

7. Eğer kolay olsaydı herkes yapardı:
İşte bu yüzden “çabucak zengin olma” reçetelerinin hiçbiri işe yaramaz. Eğer bu kadar kolayu ve çabuk yoldan zengin olmam mümkün olsa o zaman herkes milyoner olurdu.Para kazanmak ve size verilen görevi başarmak sıkı çalışmayı gerektirir ama harcadığınız çabaların karşılığını en sonunda alırsınız.

8. Planlı olmak iyidir ama spontan olmak da iyidir:
İş hayatında ve özel hayatta geleceği planlamak önemlidir ama bu planı çabucak değiştirebilecek durumda olmak da önemlidir.Bazen çeşitli insanlar ve olaylar planlarınızla sizin aranıza girecektir,işte o yüzden yeri gelince planlarınızı değiştirmeniz veya iptal etmeniz gerekecektir.Arada bir spontan olun, o zaman hayat çok daha ilginçleşecektir.

9. Pek çok yeteneğiniz var:Yetenekli bir atlet veya müzisyen olabilirsiniz ama belki de sizin bilmediğiniz on tane daha yeteneiğiniz olabilir.İnsanlar iyi yapabildikleri bir şey bulunca genellikle ona odaklanırlar ve daha başka hangi alanlarda yetenekleri olabileceğini düşünmezler.

10. Ödül almaksızın sıkı çalışmayın:Eğer hayat yolunda kendinize iyi davranmıyorsanız, rüyalarınız gerçekleştirmek için sıkı çalışmanın anlamı nedir? Büyük veya küçük başardığınız her zorluğun uygun bir ödlü olmalıdır,bir günlük tatil veya bir dilim kek gibi…

11. Para mutluluk getirmez:Dediğim gibi, peşinde koştuğunuz asıl amaç para olmamalı ama para kazandığınız zaman bir şeyleri başarmış olduğunuzu bilirsiniz. Bunu bilmek de güzel bir histir ve size mutluluk verir çünkü kendi istediklerinizi yapacak daha fazla zaman ve özgürlük kazandığınızı da bilirsiniz.

12. Başka birinin başına her zaman daha kötüsü gelmiştir:Bazen kötü bir gün geçirmişsinizdir ama kötümserliğe kapılmadan önce durun ve düşünün, her gün sizden daha kötü bir gün geçirmiş milyonlarca insan var şu dünyada.

13. Başkalarına ihtiyacınız var:Elinizden geldiğince dost kazanın, arkadaş edinin. Ve asla köprüleri yakmayın. Başarı için başka insanlara ihtiyacınız olacaktır.

14. Açık fikirli olmak,daha fazla bilgi edinmenin anahtarıdır:Dünya hakkında daha fazla şey öğrenmek için açık fikirli olmanız gerekir.Herşeye bir şans verin.

15. Başarısızlık çok iyidir:Başarıya giden en önemli adım değilse bile en önemli adımlardan biri başarısızlıktır. En azından bir kere başarısızlığa uğramanız şarttır ama bir kaç defa başarısızlığa uğrarsanız daha iyidir.Başka türlü öğrenmeniz mümkün olmayan bir sürü şeyi başarısızlıklarınızdan öğrenirsiniz.Ve bir gün nihayet başarıya ulaştığınızda bunun değerini daha iyi anlayacaksınız.

16. Pek çok insan gerçekten iyidir:Bu gerçeği çok yakınlarda farkettim. Pek çok insan iyidir ama bunu yabancılara pek göstermezler.Siz onları tanıdıkça ve onlar da sizi tanıdıkça muhtemelen ne kadar iyi insanlar olduklarını göreceksiniz.

17. Sözler ve düşünceler herşeyi kontrol eder:Söylediğiniz veya düşündüğünüz şeyler eninde sonunda gerçekleşir.Başarısız olacağınızı söylerseniz başarısız olursunuz çünkü bunun gerçekleşmesi için nasıl olsa bir yol bulacaksınız demektir. Başarılı olacağınızı söylerseniz de aynı şey olur,bunu gerçekleştirmek için nasıl olsa bir yol bulursunuz.

18. Bakış açınızı gerçekliğin ta kendisidir:Bir olayı veya durumu nasıl görüyorsanız, o da öyle var olur. Bir şeyi trajik veya olumsuz olarak görüyorsanız, onun sizin için anlamı odur.Eğer bir şeyi heyecan verici ve olumlu olarak görüyorsanız,o zaman onun sizin için anlamı da öyle olacaktır.

19. İlham ve motivasyon her yerdedir:Nerede olduğunuzun hiç önemi yok, orada mutlaka size ilham vercek veya sizi motive edecek bir şeyler vardır.Çok uzaktaki bir ülkede savaşa girmiş ve kendidinizi korkunç şartlar bulmuş olabilirsiniz ama gene de orada sizi hayatta tutacak ve daha iyi bir şeyler için çabalamanızı sağlayacak bir şeyler olacaktır.Size düşense o sebebi görüp tanımak ve asla kaybetmemektir.

20. Dünyayı değiştirebilirsiniz:
Her bir insanın doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı değiştirebilme gücü vardır. Kendi hayatınızı değiştirdiğinizde doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı da değiştirmiş olursunuz. Kendi hayatınızı veya etrafınızdaki insanların hayatını değiştirdiğinizde dünyayı değiştirmişsiniz demektir. Yaptığınız küçük şeylerin dünyada büyük etkileri olabilir


Güzel Dilekler



ALLAH SANA
Gününü aydınlatacak ARZUhttp://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.comArzularını güçlendirecek KUVVET

Kuvvetini yaratacak PARAhttp://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.comParayı kazanacak FIRSAT

Fırsatları değerlendirecek AKILhttp://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.comAklı koruyacak SAĞLIK

Sağlığını sürdürecek MUTLULUKhttp://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.comMutluluğu getirecek SEVGİ


versin.


Amiiiiinnnnn !!!

Haydi şimdi sen de bana ve en az bir kişiye daha dua et.




Telafi edilemeyecek 4 şey.



http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http:/ /kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com
http://kursunsabriomer.blogspot.com

Herşeyin kıymetini elindeyken,
yanındayken bil ki sapasağlam tut ki
sen yorulduğunda o seni bırakmasın
elinden kaydığında belkide çok üzülürsün
ama iş işten geçmiş olur.



Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN