Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Eski Yıla güle güle,yeni bir Yıla merhaba derken..





Yılın son zamanları geldi işte.Ben bu anlarda daha bir hüzünlü olurum.Belki ömrümden bir yıl daha gitti diye.Belki de bir yıl daha yaşlandım diye.
Nasıl geçti koskoca bir yıl?
Nasıl geçiyor yıllar?
Bazen çok uzun, bazen de çok kısa.

Hayattan bir yıl daha gönderiyoruz geri dönmezliğe, sonsuzluğun o büyük ambarına atıyoruz bir yılı.Zamanın akışına dur demek hiçbirimizin başarabileceği bir durum değil, ama zamanı yaşamak elimizde.Zaten geçmiş geri gelmiyor,gelecek belirsiz, sadece an var,ne geçmiş,ne gelecek.

Geriye dönüp baktığım zaman ya yaşadığım büyük mutsuzluklar ya da yaşadığım en keyifli zamanlar aklıma geliyor.Arada kalanlar ise unutulmaya mahkûm gibi.

Ne çok şeyi öğretti bana geçen yıllar.

Birçok şeyi yanlış, eksik, hatalı yaparak en çetin kışları yaşarken bile bana baharların küsmediğini öğrendim.Bu nedenle de her üzüntünün arkasından sevincin geldiğini bilerek beklemenin,sabretmenin kıymetini öğrendim.
Gün geldi kendi kabuğuma çekildim.Çevremden uzaklaşarak kendime ayna tutmaya çalıştım. Bu serüveni yaşarken yalnız kaldım.Böylece yalnızlığın değerini ve çeşitlerini öğrendim.

Sevdiklerime sıkı sıkıya bağlı kalamadım çoğu zaman.Bağlı olmak,bağımlı olmaktan daha sağlıklı diye düşündüm.Çevremde sevilme ihtiyacıyla yanıp tutuşan gönüllere köprü olamadım.Sevilmenin değil belki ama sevebilmenin gücünü öğrendim.

En önemlisi de;
Ben geçen her yıla teşekkür etmeyi öğrendim.
Öğrenecek daha çok şeyim olduğunu hissettirdiği için,umutlarımı da yanıma katarak, var gücümle yeni yıla Hoş geldin,İyi ki geldin diyebilmeyi öğrendim.

21. yüzyılın ilk on yılı bitmek üzere,on yıl o kadar önemli ki,hem insan hem de toplum yaşamında.

Bugüne döndüğümüzde,hızla ve kaydıraktan kayar gibi geçen zamanın neler sakladığını,yok ettiğini görünce ürperiyorum.Günlük hayatımız içerisinde on yıl önce, cep telefonları bu kadar yaygın olarak yoktu,ADSL yoktu,kablolu TV yoktu,ama bugün bunlarla doğduğumuzdan beri hayatımızın içerisindeymiş gibi yaşıyoruz. Ömrünün sadece beşte birinde cep telefonu kullanan bizler,benim yaşımdakiler,“cep telefonu yokken ne yapıyor muşuz” muhabbetlerine giriyorlar. Ki bizler evlere telefon bağlatmak için en az on sene beklenilmesine tanık olmuş bir nesiliz.

Kitap okuma yazmasından, bilgi sayar okuma yazmasına geçiliyor yavaş yavaş.Belki yirmi yıl sonra dünyada kâğıt kullanımı iyice azalacak,sıfıra bile inebilir.Öğrenme ve iletişim hızından yoksun geri kalmış ülkelerde, insanlar arasındaki farklar daha da açılacak.Bunların şimdiden düşünülüp ülkelerin orta ve uzun vadeli planlarını teknolojik gelişimin hızına göre yapmaları gerekmektedir.

Aksi takdirde ulus içi farklar kadar,uluslar arası farklar da kapanmaz hale gelebilir.
1900 lü yılların başında,dünyada 20 devlet varken,1900 lü yılların sonunda bu sayı iki yüzün üzerine çıkıyor ve söylenen bu yüz yılın sonunda devlet sayısının 2000 olacağı.Bu konuşulmaya başlanmışsa,hiç kimsenin kafasını kuma gömmemesi ve geleceği planlaması lazımdır.

Biz ülkemizin bu yüzyılın ve gelecek diğer yüzyılların sonunda da bu sınırlar içerisinde yekpare kalmasını isteyenlerdeniz.Tarihi önümüze sürekli övünme vesilesi olarak getirenlerin geçmişi iyi okuması ve geleceği çok iyi planlaması gerekir.

Zaman hem insanlar,hem de toplumlar için hızla akıp gidiyor,geç kalınmışlıklar, yapılamayanların ya da yapılanların pişmanlıkları fayda etmiyor.İnancınız ne olursa olsun,hayatın insan uğruna ve insanlık uğruna harcanmayan kısımları yaşanmamış kısımlarıdır.

Ve tarihin yazıldığı altı bin yıldan bu yana, insanlığın ve insanların davranışlarında, temelde,çok büyük değişiklikler olmadığını görüyoruz.Eğer bu değişiklikler olsaydı, psikoloji deneysel,bir bilim olmaktan çıkardı,demek ki insanlar hep aynı ki,Pavlov’un deneyleri,terörizasyon manipülasyon her zaman mümkün olabiliyor.

2009 yılı da bitiyor,dünya ve insanlık daha nice binlerce yılın geçtiğini görecektir, siz ister miydiniz bilmiyorum,ama ben geleceği de görmeyi çok isterdim,dünyanın sonuna kadar ne olacağını izlemek isterdim,fiziğin meçhul olan, paralel evrenler,ışık hızına yakın seyahatler,quarklar aleminin keşfedildiği günleri görmek isterdim.Bu kadar kısa bir yaşam aralığına hapis olup,sonra bizim güneş sistemimizin Samanyolu gökadasında bir nokta olduğunu,Samanyolu gökadasının da evrende bir zerre kadar olduğunu bilerek,var oluşu düşünmek ne kadar yetersiz geliyor insana.Bana ve düşünen herkese.

Henüz insanlık,evrenin sebebini bilmeden,evrenin sunduğu yasaların keşfi aşamasında, daha çok ama çok başındayız işin.Açıklanacak o kadar çok şey var ki.

Yeni yılda, evreni uzayı bırakıp,yaşadığımız dünyaya baktığımızda,Afrika’nın büyük bir kısmının aç olduğunu,Irak’ta binlerce insanın öldüğünü,ülkemde işsizliğin alabildiğine arttığını,görmek çok acı,bir yandan alabildiğine gelişmiş teknolojiler,bir yanda teknolojilerin ulaşıp derdine çare bulamadığı insanlar.

Oysa yeni yılda herkes bir umudun sevincini sıcaklığını yaşamak ister,bu nedenle eski yılın kötülükleri alıp götüreceğine ve yeni yılın iyilikleri getireceğine inanmak ister. Bu inançla eski yılı uğurlayıp yeni yıla girerken eğlenmek ister. Bu eğlenceye limon suyu sıkmamak lazım,dünya hallerini öne sürüp,hatta adetlerin gâvur âdeti falan olduğunu söyleyip.

Bakın ne güzel yılbaşı ağaçları süslüyor halkımız, neydi o bazı belediyelerin yılbaşlarını sabote etmeleri.Bırakın,vatandaş keyif yapmak istiyorsa yapsın.Bazı gereksiz gerekçelerle insanları kasmamak lazım.

2010 yılında yine hep beraber olalım.Mutlu olun,sağlıklı olun,sevdiklerinizle olun. Karşıya geçerken,geçemeyen birinin elinden tutun.

Şu birkaç dize ve son satırlarla gönül denizimizdeki fırtınalardan,sahile vuran sevda kırıntılarından,mısra mısra dökülen satırlarımla 2009 yılının bu son yazısını noktalayayım…ve 2010 yılında yeniden buluşmak,yazışmak dileğiyle diyeyim…

Zaman sürükleniyor
Zaman mı sürüklüyor
Ardında bunca yaşanmamışlıkları
Ve yaşanılmış sanılmışlıkları
Gölgemiz mi zaman
Kendimiz mi?
Yoksa hiçbir şey mi?
Bir yanılsama
Bir ağdalı muhabbet gecesinde tükettiğimiz kadehler mi uyandığımızda pişman olduğumuz, kör olası baş ağrılarında lanet yağdırdığımız sigara dumanı mı, ciğerlerimizde zeybek oynayan

Zaman
O yanımızda doya doya durmasını istediğimiz
O cilveli oynak sevgilimiz
Bize yar olmayan
Herkesle fingir fingir
O cinsiyetsiz, travesti, lezbiyen
O bir zampara erkek, kadınları tüketen
Ve bir güzel fahişe, saçlarımızı ağartan
Koynumuzda sahip olamadığımız
Her yılbaşında ayakları dibine binlerce şampanya patlattığımız

Zaman sürükleniyor
Zaman mı sürüklüyor
Boynumuza geçirdiği bir iple,ya da bir fotoğraf resminde iç geçirerek seyrettiğimiz anların özlemiyle yakarak yüreklerimizi yaşanmış akşamlarda, alay edercesine gülümserken arkamızdan.

Merhaba yeni yıl
Senin de söyleyeceklerin vardır göreceğiz bakalım
Neler koyacaksın soframıza göreceğiz
Ve ne koyacaksan belli ki onu yiyeceğiz

Hoş geldin Yeni Yıl;
Türkiye için umutlu,bereketli,2009’de yaşanan tüm olumsuzlukların tersinin yaşanacağı bir yıl olmasını,sevgi bestesinin tınılarını tüm insanların yüreğinde hissedeceği,hüzünlerinizin dostluklarla silineceği, ümitlerinizin hiç bitmeyeceği, sağlık, mutluluk ve başarı dolu bir yılı sevdiklerinizle birlikte geçirmeniz dileğiyle.2010 yılı size sağlık,mutluluk,başarı ve bol kazanç getirsin! Neşe dolu bir yıl geçirin!
Nice Yıllara…

Dostlarıma,arkadaşlarıma,akrabalarıma,büyülerime,küçüklerime,sevdiklerime, sevenlerime…
Selam ve sevgilerimle…





26 Aralık 2009 Cumartesi

Mavi mavi sevdim seni...



Bir tek seyi unutma
seni sevdim ben
kalbim simdi bir sokak çocuğu
kelebekleri göç etti gönlümün
ıssızlaştı hayat sanki
sanki sabahı eksik şiirlerimin
sanki gecesi hep kanayan bir yara
ve sanki artik hep kanayacak
ağlanacak bir askın kıyısına vurduysa gözlerim
çare yok ağlayacak

Bir tek şeyi unutma
seni sevdim ben
kapıları kendime ben açamadım
ya da yanlış saatlerde bekledim gelmeni
ter içinde takvimler
istasyon öksüzlüğünde gözyaşım
düsünüyorumda sen gideli ne çok yalnızım
sarmaşık askın sarısında kaldım, sarılamadım
savunamadım seni kimselere
anlatamadım seni kimselere
kimsesiz kaldım
en çok da sensin

Bir tek şeyi unutma
seni sevdim ben
sana uyumak
sana uyanmaktı hayat
sıratını geçtim yasarken, korkmadan
korkumu geçtim cesarete ihanetle
berduş bir, yalan masumiyeti öptüm bile bile
tek sen gitme diye
sonbahar oldum, yaprak yaprak
ağaç oldum köklerimi unutarak
tesellisiz bir geceye fırlatıldım
kalbimi dar bi kafese kapatarak
içimde bir kanarya
hiç susmadan ağlayacak

Bir tek şeyi unutma
seni sevdim ben
yakamozlarında yıkadım sevdamı çırılçıplak
seni sevdiğimi bağırdım mehtabına
beyazında aklandım bulutunun
mavi mavi sevdim seni
içim kan ağlayarak

Bir tek şeyi unutma
seni sevdim ben
anlattıkça kış vuruyor satırlarıma
anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim
bu gün sardunyalarım da açmadı
belki de küskün renklere
ellerimde ibadet gibi yasadıklarım
ellerimde günah gibi yasayamadıklarım
sensiz soluyorum anlayacağın
mavi mavi ölüyorum
duyuyor musun?
orda mısın
varmısın
yokmusun?
Bir tek şeyi unutma
seni sevdim ben
yanarak
yıkılarak
aklıma her geldiğinde AGLAYARAK...




12.10.2007
Ö.S.KURŞUN


20 Aralık 2009 Pazar

Bir heves değildi ki,..




http://kursunsabriomer.blogspot.com/

Bir heves değildi ki,
Seni çok sevmiştim can! ..
Yokluğunda her gece,sarılırken isyanlarıma..
Örterken yorgan misali,
Üzerime hasreti..

Yüreğim üşürken ayazda kalmış gibi..
Seslenememek sana,sarılamamak..
Gel diyememek tüketti be can! ..

Kıskanıyorum artık tüm kavuşmaları..
Hele dalgalar vurunca sahile hırçın,coşkulu..
Çakıl taşlarının çığlık çığlığa sarılmaları yok mu?
Ay ışığının denizin üzerine serilişini..
Nazlı kıpırtılarını yakamozların

Gecenin güne kavuşmasını bekliyorum..
Aynada göremediğim cismimin,
Hiç olmazsa gölgesini göreyim diye

Güneş tepemde arıyorum..
Gölgem bile sen...

Hele şu hastalık yok mu?
Ağrılarım sanki daha acımasız sensiz..
Onlar yaksa da canımı,
Bir iğne ile nefes alırım iki günlüğüne..
Ya yokluğun?

Söyle! ..
Seninle olmanın, bana gelmenin
Eder'i ne?
Ya çaresi?
Eğer bir ömürse seninle bir günlüğüne,
Veririm be can! ..
Gözümü kırpmadan..

Sensiz yaşamak niye?





18 Aralık 2009 Cuma

Sen gitmiştin bir daha dönmeyecektin...




http://kursunsabriomer.blogspot.com/Uykusuz gecelerin sarhoşluğu ile yürürken bomboş sokaklarda;
Yine sessizliğin çığlıkları sardı dört tarafımı..
Ve sensizliğin kuytu köşelerinde dalarken hayallere;
yalnızlığının tenhasında içtim son sigaramı...
Bu kaçıncı ayıydı gidişini,bu kaçıncı yılıydı dönmeyişinin..
Ve şafak hüzünle sökerken yeni güne,
bu kaçıncı sabahıydı uykusuz uyanışımın..

Sensizlik nedir bilirmisin sen...
Uçurumlardan düşen bir insanın haykırışı;
mızrak yemiş bir aslanın feryatları anlatamaz sensizliğin acılarını..
Öfkem yine yenik düşmüştü duygulara;
ve beni terk edişine duyduğum nefret tükenmişti damla damla.
Ama sen hala dönmemiştin.


Hala gözlerim yollardaydı;
uzaklara dalıyordu hüzünle, gördüğü her karartıda seni arıyordu yaşlı gözler.
Ve yaralı kalbim çarptığı sürece yeryüzünde,
yalnız seni sevip senin için çarpacağına ant içmişti bir kere.
Umutlar bir bir tükenirken yorgun bedenimde,
gönül kabul etmiyordu aklın kabul ettiği şeyi;
SEN GİTMİŞTİN ve BİRDAHA DÖNMEYECEKTİN..http://kursunsabriomer.blogspot.com/




12 Aralık 2009 Cumartesi

Bir " Umut " Yalnızlığı Sadece...







“ Cümleleri yine sana yordum…Kabul eyle..”

Ağlama sakın / Yıkılırım…

Sakın bir damla gözyaşı dökme kirpiklerinden. Yıkılır ölüme kurduğum barikatlar. Bağlanır dilim. Sakın akmasın yüreğin ayakuçlarına. Sarılır dudaklarım senden önce saklambaç oynadığım gecelere. Susuzluğuma bakıp da sakın nehirleri giyinme üzerine... Tel tel kızarmasın gözbebeklerin. Sancılanır yine umutla sardığın yamalarım… Kapanır kepenkler. Nice aynalar kırılır yüreğimin sahnelerinde… Ağlama diyorum sana. Bulutlara özenip sağanak halinde yağma üzerime... Bıçağın en keskin yüzü ol da saplan böğrüme. Ama kızarmasın gönül bahçem. Ellerimizle ektiğimiz ve gülüşlerimizle yeşerttiğimiz “ umut “ sahifesi ıslanmasın… Yetim kalan serçeler üşümesin ıslak kirpiklerinde. Gülümsemene alışmış gökyüzü yine kara bulutlara rehin düşmesin… Ağlama… Düşerim… Yalpalarım ağlayışların sessiz çığlıklarında. Biliyorum hayata rehin bir mültecisin kendi yüreğinde. Yangınlara verdin tüm defterleri. Elinde sadece birkaç umut yaprağı ve de yorgunluktan muzdarip ben… Aldırma sen… Her şeye inat bana dik durmayı sen öğretmiştin. Şimdi sıra sende… Bu zamana kadar akıttığın her gözyaşına bir gülü feda ettim. Sakın ağlama ne olur. Sen ağladıkça yüreğimden bir parçayı koparıyorum… Kopardıkça kaybediyorum. Kaybettikçe ölüyorum. Sorma neden diye. Sen sicim sicim yağdıkça üzerime… Ben yavaş yavaş ölüyorum…

Korkma sakın / Yanında ben varım…

Ben seni bir kelebeğin en narin dalında büyüttüm. Dünya’ya gözlerini yeni açmış bir bebeğin narinliğinde sakladım seni… Biliyorum dönsen karanlığın ayak dibi, yürüsen bir adım sonrası uçurum. Kal öylece... Çıkar kendini kuyulardan. Yetmedi mi kendinle savaşın? Yetmedi mi kendine zalimce saldırışın? Korkularınla savaşmaktansa ölmek çare ise vur kendini. Ama önce beni çiğnemelisin… Yılgın olabilirsin hayatın isimsiz ihtilallerinde… Her buluttan bir hüzün çalmış olabilirsin… Bu kadar çaresiz, bu kadar dirayetsiz olamazsın. Eğer benim sevdiğim isen bu kadar pes edemezsin. Bırak üzerine yürüsün hayat. Bırak üstüne çullansın acılar… Sığın bir nefeslik Cennetime. Sokul bir umut türküsüne..Korkun ölüm ise; dudaklarımda saklı son nefesin. Korkma kendinden. Korkma bizden… Biliyorum uçsuz bucaksız düşüncelerdesin. Diptesin. En derinde… Yetmedi mi kendini ipsiz uçurumlara saldığın? Yetmedi mi korkularına inat kendini “ kendi “ yüreğine astığın? Kendime yarım cümlelik adam dediğimde bana delice kızan “ sen “şimdi korkulara yenik düşen yüreğine çift sözün yok mu? Bırak korkular çerçevelesin etrafını. Eğme başını diyorum eğme. Bitâp düşsen de gece yarısı korkularından gözlerimde yeşeren hayatla umutlan sen..Sokul çatısı olmayan evimizin sıcaklığına..Yoksa sen korktukça tükenirim. Tüketirim bendeki beni...Bir serçeye özenirim yüzüm..Bir namlunun sıcaklığına kanar çocukluğum. Kaybolurum… Yok olurum… Tutuklu kalırım kalemin sızlayan dibinde. Akmaz sözlerim dilimin ucundan..Düşerim. Düştüğüm yer senin korkuların olmasın sakın…Gözlerini kapama sakın…Korkularında bir martı can verir...Bir de ben..Sabırsızımdır bilirim. Ya ben senden önce korkularına yenik düşersem… Ya ben ölümü mavzere hediye eylersem... Sığınacak bir yer olarak karanlığı belleme. Diren ve savaş. Kendin için savaşacak takat bulamıyorsan bari “ umut “ için savaş... Hadi bu gece uykusuzluğu sil at gözlerinden... Korkularına inat sen sevmeye devam et… Yoksa… Yoksa… Gözlerimdeki gökkuşaklarını bir bir sererim sabırsız toprağa…

Susma sakın / Her cümlende ben nefes alırım…

Göremezsen de gözlerimdeki kanatsız kelebekleri, sen cümleler kur bana dair. Yorgunluğuma, uykulardan arındırılmamış sevdama aldırmadan sen anlat beni. Bırak beni anlatmaya çalışırken katili ol alfabesin. Titresin dudakların adımı anınca. Ama sakın susma. Susarsan kefen olur nefesin. Bilmediğim okyanuslar çatlamış dudaklarıma el sürer. Sen sustukça kirlenirim çelimsiz duraklarda. Ve bilirsin suskunluğun kirini ancak ölüm paklar… Biliyorum mevsimlerden sonbahardasın… Dalların solmakta yine. Yine acılar yüreğinde başrolde. Gel etme. Diline kepenkler vurulsa da sen giyme susuzluğu… Bizim, benim sana ihtiyacımız var… Susarsan tek bir kum tanesi akmaz zaman zulasından. Dibe vurur köklerim… Bilirsin ben yüzme bilmem… Boğulurum sessizliğin kör derinliğinde… Eririm. Çözülürüm yavaş yavaş. Esirgeme beni dudaklarından… Olur, olmadık an ismimi. Her bir cümlene katmasan da her gülüşünde sayıkla bendeki “ seni “. Susma, karanfiller örtmesin üzerimi… Kıyısız kalmasın bendeki öznelerin. Susma, içimdeki dilenci kanamasın. Rehin düşmesin mürekkebim bozkır toprağına. Susma ne olur. Kopmasın sende saklı kıyametim..Biliyorum attığın her adım sonrası yangın yeri…Köşe başları tutulmuş..Eller tetikte. Her kelimende bir ölüm saklı... Ama sen konuş beni. Bedeli ne olursa olsun sen sadeliğimi kelimelerinle zenginleştir. Yeni anlamlar yükle sevdamın yalınlığına. Dudaklarındaki en değerli hazine olan nefesine kat. Öznesizliğim yeniden kanamasın… Sakın susma…

Etrafta bir yalnızlık kokusu…
Kuyularda Yusuf susturulmuş…
Köşe başları ise tutulmuş…
Korkular revaçta.
Başrollerde ise ölüm…
Ve mevsim sonbahar…
Ve gözlerden akan,
Bir “ umut “ yalnızlığı…
Hem de sicim sicim…

Doğrul eğildiğin yerden..
Kopar at serçe ıslaklığı kirpiklerinden…
Adının sadeliğinde yaşa sadece.
Sana reva görülen acıya inat,
Sen şükret Eyyubvari…
Bu kadar kolay olmamalı pes etmek?
Bu kadar zor olmamalı direnmek?
Alnının ortasına dayansa namluyu hayat,
Bu kadar suskun olmamalı ölmek?


Pes ediyorsan,
Namlu hazır…

Yenilgiyi kabul ediyorsan,
Mezar hazır…

Hayatı değil de,
Uykusuzluğu istiyorsan
Ölüm hazır…

Ama tek bir şartla…
Önce beni öldür…


“ Kazandığım her şeyi senden bildim ben…
Varsın ölüm sen diye gelsin kapıma…”




8 Aralık 2009 Salı

Seni Seviyorum dedim-Senin için Değersiz dediler



07 Aralık 2009
Ömer Sabri Kurşun
(çınar)



hüzünlerime geri dönüyorum ...






Ben,hüzünlerime geri dönüyorum ...

Yine mi dönüyorum hüzünlü saatlere?
Oysa geceye beş kala çağırışlarını duymuştum.
Belki sensindir diye bir umut kapladı içimi.
Nafile, sana uzanan bütün yollar kapalı...
öğrendim, evet geç de olsa öğrendim bunu.
Çok geç olsa da...
Uzaklardan bir ses olmak istedi bir dostum,
uzaklardan bir el...Üşüme diye.
Olamadı,olamazdı,yokluğun her şeyden daha soğuktu.Yokluğun soğuk, yokluğun buz gibi...
Hani; öyle üşürsün ki,artık hiç bir şey hissetmez uzuvların,uyuşur kalır da manâsız bir donukluğun çizgileri oluşur,ardından bir kabuk içindeki parçalanmayı döker,
ezip de geçer tüm bedenini,acısı en derinden gelir de yakar her yerini...
İşte ben de öyle üşüdüm gece yarısını beş geçe...Manâsız buluyorum sanki artık her şeyi.
Sevgi deseler sadece bir iç çekebilirim,sonra gülüp geçerim gibi geliyor.
Aşkı sorsalar,aynı dili mi konuşuyoruz diye anlamsızca bakabilirim gözlerine...
Anlatın derim durmayın,bırakın tüm şiirleri,şarkıları,masalları...
Dokunabilir miyim AŞK'a,dokunabilir miyim ellerimle diye sorarım,
geçer mi üşümesi yüreğimin,geçer mi üşümesi içimin... ??
Aşk dediğiniz şey gelince ansızın,anlar mı beni aşkla gelen, beni ben olduğum için mi, kendi var ettigi için mi ister...!!
Varolanlara,benden kalanlara hoş geldin mi der,
yoksa bir iki zaman sonra herkes gibi o da mı çekip gider...
Bakışlarım dondu sanki,yüreğim donunca.
Nasıl da manasız bakıyorum etrafa.
Görmesin istiyorum hiç kimse gözlerimi,görmesin hiç kimse hüzün tanelerimi...
Susuyorum artık derin derin.Nasıl da konuşmak istiyorum oysa.
Saatlerce susmadan konuşmak istiyorum.
Tüm biriktirdiklerimi en başından başlayıp sonuna kadar anlatmak istiyorum.
Anlatmak yetmez biliyorum,anlaşılmak da istiyorum...
Bir el istiyorum başımda...Saçlarıma dokunsun istiyorum,
tüm bedenimden söküp alsın yalnızlığımı tılsımıyla...
Bir el istiyorum dokunsun saçlarıma yumuşacık ...
ve alsın tüm donuklukları usulca.
Bir göz istiyorum gözlerimde...
Anlamsız bakan gözlerimin içini görsün,hâlâ arkalarda kalmış ışık huzmelerinin içine dalsın,çıkarsın tüm umutlarımı eski sandığın içinden,
açsın da ışığı ile umut olsun yollarıma,yolum olsun yordamım olsun istiyorum...
Bir omuz istiyorum...Başımı yaslayıp uzun uzun ağlayabileceğim.
Yıllardır biriktirdiğim hüzün tanelerini tek tek dökebileceğim bir omuz istiyorum.
Ona yaslanınca her şeyi unutmak istiyorum, sıcacık olmak...
İçimi huzur kaplasın istiyorum,hiç konuşmadan saatlerce orada kalmak,
hiç konuşmadan anlaşılabilmek istiyorum...

Biliyorum, ne de çok şey istiyorum...
Bunların sadece puslu bir hayal olduğunu da biliyorum.Seni bende var edişimi,aslında sadece bende olduğunu,aslında sadece bir hayal olduğunu çok iyi biliyorum.
Ama yine de seni çok özlüyorum,yine de çok üşüyorum,
ve yine de seni istiyorum...

Ben, hüzünlerime geri dönüyorum...



4 Aralık 2009 Cuma

Hüznümün rüzgârlı yanı...





Kırgın durduğuma bakma, aslında bende her şey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor.

"Hiç değişmeyeceksin" diyor bir dostum.
Bu söz, tarifi imkânsız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgâr müsait.Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulunamıyor. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir damla oluyor nefesimde.Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden.

Ben aslında rüzgâr olsam,hep doğudan eserim.
Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına eminim.
Ben aslında,hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım.

Ben aslında anladım,cami avlusuna terk edilen kundaklı bir çocuktan bir farkım olmadığını.
Ben aslında anladım,hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu.
Ben aslında, cürmü kadar yer yakardım.

'Neyse' deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı anlamalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildir artık.
Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktur. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim sıkca tutmalıydım bana uzanan elleri.

Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı…

Yine değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kar etmez. Kim bilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı'nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum.
Belki de oturup ağlayarak başlayalım değişmeye…
Oturup ağlayalım halime.

Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terk eder beni böylece, kim bilir…

Hüzün...

Ardımda yangın sonrası bir şehir var
Yıkıntılarının üstünde hala dumanların tüttüğü
Köşe başlarında gönlü yaralı insanların dalıp dalıp gittiği
Sokak aralarında kedilerin dolaştığı
Yangın yeri bir şehir...
Dönüp bakmıyorum
Sırtımda alevlerin sıcaklığı hâlâ
Gözyaşı kaynağım kurumuş
Gözyaşı... Yollarımda sararmış otlar
Gözlerim ufukta
Kaçıp giden rüzgârı, Yangını büyüten rüzgârı
Ve geciken yağmuru arıyorum...
Hüzün...
Acının çiçeği.


Hüzün uzakların çağrısıdır.
Her gün yüzlerce binlerce defa uzaklara düşer de düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kurtulamazsınız.
Hüzün uzakların çağrısıdır, gidemezsiniz.

Hüzün kaçıp giden trenin ardından bakakalmaktır,
Gece yarıları garlarda...

Hüzün üşümektir...
Gece yarıları sizi almak için çırpınan,
Karanlık dalgalara ve şehir ışıklarıyla oynaşan yakamozlara cevapsız kalırken...

Hüzün ağlayamamaktır.
Ağlamak için çırpınırken ağlayamamak...

Hüzün aşk satmaktır duvarlara.
Hüzün aşk da boğulmaktır.
Ve kimsenin anlamamasıdır feryadınızı...

Hüzün içten içe yanarken,
üşümek ve ürpermektir...
Hüzün yalnızlıktır.
Yalnızlıksa soylu bir duygudur,
kristal kadehte size sunulmuş ve alışkanlık yapar...

Hüzün uzaklara ait olup,
Yakınlara hapsolmaktır...
Hüznün rengi sarı mevsimi Eylül...

Her şeyin bir zamanı vardı, hüznün bile… Aşklar ilkbaharla doğardı, aşkını papatyalar ve güllerle anlatabilmesi için sevgilinin. Sancısına inat doğanın kıpırdanışı, rahmet pınarları yağmurların toprağın diriliş suyunu verdiği, yeşilin hâkimiyetini ilan ettiği, coşkunun ayları; ilkbahar ayları değil miydi? Gönül de tabiatın bu sesine karşı çıkamaz, coşmaya, hissetmeye, hazzetmeye başlardı, üstündeki ölü toprağını atar, mazideki aşk duygusunu hatırlamaya başlardı.

Ne zaman ki ışık dik geliyordu yeryüzüne, aşk da dikleniyordu hüzne, kovuyordu yeryüzünden. Gönül gözünü yalnız aşk için açıyor, hüznü gördüğü yerde görmezlikten geliyordu. Aşkın acısı kaybolurdu yaz ile, gönlünde aşk hissi vardı yalnızın bile... Tutkunun, aşkın ateşini yükselten yazdı ve tarih en büyük aşkları bu aylarda yazdı. Ama yazın bile bir sonu vardı, aşkın sonunun olduğu gibi. Ne büyük rastlantıydı ki, aşkın ateşi, güneşin ateşi ile birlikte sönmeye başlardı.

Esmeye başlardı rüzgâr, bir yandan dökülen yaprakları kovarken yerden, bir yandan aşkın ateşini söndürüp kovmaya başlardı gönülden. Sanki kırmızının sarıya dönme, aşkın hüzne dönme vakti gelmişti. Acıyı hissetmeyen gönül, hüznün ızdırabına hazırlanıyor, aşk yanığının üzerine hüzün kremini sürerken acı hissedeceğini tahmin bile edemiyordu. Derman dediği şeyin dert olduğunu bilse, hüzne hoşgeldin der miydi? Ama adettendir yeni gelene yer açmak ve buyur etmek; yeni gelen her sene aynı şeyi getirse de devir teslimi geciktirmenin bir alemi yoktur ve her yeni gelenin getirdiği umuttur. Hüzündür ve sonbahardır belki umudu en son hatırlatan ve gelen gideni aratır. Hüzün artık sarıdır, sarı artık hüzündür, sarı sonbahardır, sonbahar sarıdır, eylüldür… Eylül ayrılıktır, eylül buluşma vaktidir ancak sevgilinin beklediği ve sevgilinin bir türlü gelmediği aydır. Kaç Eylül geçerse geçsin, sevgilinin geleceği tren umut ve kavuşma istasyonundan geçmeyecektir. Çünkü o hüzün istasyonunda sonbaharın geçmesini bekleyecektir. Yazın yağmamakta inat eder yağmur, zira sevgilinin gözyaşı ile Eylül’de inecektir yeryüzüne. Beklenen rahmet gökten, dökülürdü sevgilinin gözünden. Belki aşina değildi göz buna, unutmuştu yaz boyunca yaşlar akıtmaya; ama sırası geldiğinde unutulan davranışlar, unutulan aşklar gibi hatırlanırdı. Acıyla akan yaşlar, sancıyla bitten aşkları hatırlatırdı ve hüznü onlardan daha iyi anlatan olmazdı.

Sonbaharsın, sarısın, Eylülsün,
Aşkın ateşini sen söndürürsün
Sevgiliye hediyen midir?
Ayrılık, özlem ve hüzün…

1 Aralık 2009 Salı

Bir Bayramın ardından...





http://kursunsabriomer.blogspot.com
Bütün anlamlı sözcüklerin iyi niyetle geleceğe dair güzel temennilere dönüştüğü ancak gerçekte birçoğunun anlamından uzaklaşarak yerini yine hüzünlere bıraktığı bir bayramı daha geride bıraktık. Milli ve dini olarak önemli sayılan gün veya günlerin sevinç ve neşe içinde kutlanmasına bayram denilmektedir. Gerek değişik anlamlar yüklenmesi ve gerekse de kutlanma şekli bakımından birbirinden farklı görünse de bayramlarda verilen mesajlar ve temenniler büyük benzerlik gösterir. Bayramların huzur, mutluluk ve sevinç kaynağı olarak algılandığı toplumda; saygı, sevgi, barış, kardeşlik, hoşgörü, yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma gibi birçok kavramın “ortak” paydada buluşması ve toplumun her kesimi tarafından benimsenmesi istenir.

Dünyanın birçok yerinde değişik şekillerde kutlanan çok sayıda bayram bulunmaktadır. Sosyal, kültürel, dinsel, tarihsel, psikolojik, ekonomik ve çevresel vs. gibi bir veya birden fazla faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkan bayramların birçoğu bugün gelenekselleşerek kutlanmaktadır.

Bir bekleyiştir bayramlar. O günden ziyade, o günün beklentileridir heyecan veren. Çoğu anlamını içinde hissetmez ama bir semboldür, adı konulmamış bir sembol… Ya da dillerden dillere uzanan yıllanmış deyimlerden öteye gitmez anlamı.

Çocuklar için bayramda alınacak üst başın, ayakkabının beklenmesidir heyecanla. Kaç kez yalvarmışlardır belki de annelerine babalarına aldırabilmek için ya sevdiği ayakkabıyı, ya oyuncağı ya da bir kazağı. Böyle başlar belki de onların dünyasında bayramların anlamı. İstediklerine kavuşmak için beklemeleri gereken o malum zaman... Bir de bayramda cebine dolduracakları harçlıkları vardır yine aynı heyecanla bekledikleri. Belki de en çok çocuklar karlı çıkar bayramdan. Kendisinden bir şey talep eden olmadan, hep bir şeyleri talep etmek onlar içindir ne de olsa. Bayramlar en çok çocuklar içindir...

Çoğu genç içinse, iple çekilen bir kavuşma anının son notalarıdır. İki bayram arası düğün dernek kurulmaz diye beklerler, bir anda geçmesini bekledikleri o malum zamanı. İlk bayramın ardından artan bir heyecanla sayarlar günleri...

Çoğu miskin için de, bayramlar özeldir. Bir kaç ay kala, ellerine alırlar takvimi. Haftanın ortasından başlayıp, hafta sonu tatilini de içine alması duasıyla hesaplarlar, keyifle yatacağı günlerin hesabını.

Birçokları için, bayramdan bayrama gördüğü ailesine, dostuna kavuşmaktır.

Kimileri için bayramdan bayrama midesine adam akıllı bir şeyler koymaktır.

Bayramlar herkes için bir şeyler vadeder...

Yalnızlar, evsiz-barksızlar, terk edilmişler hariç... Bir bayram sabahı en yakınlarını, canından bir parçalarını kaybedenler hariç. Hep bir yanı eksik olmasına rağmen, bayramlarda o eksikliğin tüm çıplaklığıyla kendisini kuşattıkları hariç...

Ay gibidir bayramlar. Hilal olur kimilerinin umutları harekete geçer, kimilerinin yüreğini sıkıştıran kasveti, hasreti. Ay gibidir, bir yüzü dolunay olur ihtişamla parlar gökyüzünde, getirir beklenenleri; karanlıkta kalan kısmı ise yakar diğerlerini...

"Bekleyen ile bekleyemeyenin", bekleme hakkını yitirmiş olanların hazin bir buluşmasıdır bayramlar. Kimileri enva i çeşit baharatın, şekerin, kıyafetin satıldığı çarşılarda telaşla yetiştirmeye çalışır listesindekileri. Birileri içindeki mahşeri kalabalıktan kaçmaya çalışır. Geçmişin kokularından, tatlarından deli gibi kaçmaya çalışır...


“Aaah nerede o eski bayramlar” demeye başlamışsanız bilin ki yaşlandığınızın resmidir. Gün be gün bir takım değerlerimizi globalleşme denen kültür bombardımanına kurban verdiğimiz de ayrı bir gerçek. İnsanlık, cemaat ve toplum okyanusundan hızla bireysel yaşamın ıssız sahillerine doğru sürükleniyor.

Çok fazla sayıda anlam yüklenmesinden olsa gerek çoğu zaman gerçekleşmez arzulanan güzellik ve iyi niyetler.“Nerde o eski bayramlar” hayıflanması bunun en tipik belirtisidir. Bu yıl da güzel bir hayatın en belirgin göstergeleri olarak kabul edilen neşe ve sevinçler yine gölgede kalmış görünüyordu bulutlu ve yağmurlu geçen bir bayramın ardından. Filizlenmesi yasaklanmış çiçekler gibi ya hiç görünmediler ya da fark edilmediler göründüklerinde. Hâlbuki onların varlığında günler özel anlamlar kazanıp bayrama dönüşüyordu. Çünkü tek başına ortaya çıkamıyordu bu kavramlar onların varlık sebebi olan mutluluk olmadan. Oysaki mutlulukların paylaşılması değimliydi bayramlar? Mutluluk değimliydi gönülleri neşe ve sevinçle dolduran aydınlık bayram günlerinde.

Sevinç ve neşenin daim olması gerektiği, insan ve toplumsal dayanışmayı hoşgörüyü ortak üstün değer sayılarak kutlanması gereken bir bayramdı geride kalan. Bayramların gücü ve etkinliği insanlar arasında birlik ve beraberlik oluşturacak güçte iken tebrik ve temennilerin sınırlandırılarak belli kesimlere gönderilmesi sevinçlerin kitleselleşmesini engellemektedir. Hoşgörü ortamında saygı ve sevginin oluşmadığı ve kendilerinden olmayanın farklılaştırıldığı durumlarda bayramları bütünleştirici işlevinin giderek zayıflamasına neden olmaktadır. Hâlbuki temel işlevi kutlandığı toplumun ortak üstün değerlerine yakınlaştırıcı ve birleştirici etki yaratması beklenir bayramların. Her seferinde samimi duygularla kutlanılması gerektiği telkinlerine rağmen, ya teknolojinin hayatımıza gereğinden fazla yerleşmesinden ya da yapmacık ve şekilciliğin her geçen gün pirim yapmasından dolayı sanal duygular daha fazla hâkim olmuştur toplumda.

İnsan ve toplumları bir arada tutan en etkili bağı oluşturan olgular ortak matem ve sevinç günleridir ve ancak bütünleşmiş toplumlar bayram ve matem günlerini ortak bir şekilde kutlama becerisine nail olmaktadır. Bu ortak paydanın gerçekleşmesi insanı“insanlık kimliği” içinde birbirine yaklaştıracaktır.

Toplumun bir bütün olması ise zorunluluktan değil ancak gönül birliğiyle sağlanması ile mümkündür. Göstermecilikten sakınarak gerçek anlamda duyguların paylaşıldığı ortamlarda gerçek dayanışma ve birliktelik, karşılıklı saygı ve sevgi birbirini besleyerek işlevsellik kazanacaktır. Bunu sağlamanın yegâne yolu ise kullanılan kavramların sözde değil, özde yani uygulamaya geçirmekle mümkün olacaktır.

Derken, bir bayram daha geçer, ağız tadıyla, gönül hoşluğuyla... Bir bayram daha geçer hatırlanılmış acılarıyla... İyisiyle, kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla bir bayramı daha geride bıraktık…Bir sonraki bayrama kadar kim öle, kim kala!.. Her şeyin hayırlısı!..

Özde hayatın vazgeçilmez kaynağı olan umutların yarınlara çekilen özlemi canlı tutmaya devam etmesi dileklerimle herkesin geçmiş bayramını tekrar kutluyor daha nice huzurlu, sevinçli, tasasız ve mutluluk dolu bayramlar yaşamanızı diliyorum…









Yine Sensiz Bir Bayram Geçti Babam

Yine sensiz bir bayram
Yine kanıyor yürek yaram
Sen gideli geçti kaç bayram
Özledim seni babam

Baba bayram sabahı erken kalkıyorum
Elim yüzüm yıkayıp abdes alıyorum
Sonra çıkıp balkona sokağa bakıyorum
Gözlerim seni arıyor baba
Her bayram bizden önce çıkardın
Elimizden tutar camiye koşardın
Ama sen yoksun şimdi
Annem dalgın dalgın dolu gözlerle
Bakıyor peşimizden sanki seni arıyor gözleri

Annemin ellerinden öpüyorum doluyor yaşlı gözleri
Sarıldıkça sarılıyor içi acıyor sanki
Ah babanız olsa diyor diyor da
Yüreğime sanki hançer saplanıyor
Dolmuyor her sabah kahvaltı masasındaki yerin
Düğümleniyor geçmiyor lokmalar boğazımdan
Sensizken hiç tadı olmuyor bayramların
Bir yanım hep hüzün bir yanım acıyor baba

Bak ben geldim baba
Uzat ver elini öpeyim
Öptüm baba hissettinmi nefesimi
Yok ağlamıyorum baba gözüme çöp kaçtı
Ondan sulandı küçük gözlerim
Baba sana çiçek getirdim
Cennet olsun mekânın
Şimdi gidiyorum ama aklımdan hiç çıkarmıyorum
Kalbimde bir başka senin yerin
Baba sana istemeyerek yalan söyledim
Evet ağladım baba ağladım işte
Her bayram ağlıyorum böyle işte
Ne yapayım özlüyorum
Her bayram böyle geçiyor
Sensizliğe alışamadım işte
Bir yanım acıyor üzülüyorum
Baba sensiz ne annemin yüzü gülüyor ne bizim
Senin yerine anneme sarılıyorum ama
Kesmiyor ana sevgisi başka
Baba sevgisi başka olmuyor işte
Sensiz bir bayram daha geçti babam

Hüseyin Önder


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN