
Kimse kelimelerle dans edemez içindeki fırtınaların sesini farkedemez.
Kimse, güzel yaşamış sayılamaz bu sesleri bilemeden. Duydu mu bir kere insan, içindeki ses yazmadan rahatlayamaz.
Dolar, dolar… Taşmasına müsaade yoktur; dolduğuyla kalır. Oysa aldı mı eline kalemi, anlattı mı fırtınasının sesini, öyle bir taşar da boşanır ki; içindeki tatmini başka hiç bir yerde bulamaz.
Hayatta hep bir sonuca varabilmek ister insan. Yaptığı işler sonucunda iltifat, sevdiği kişilerden sadakat, yaptığı iyiliklerden mükâfat bekler. Fıtratı gereği haz duyma, kötü hissetmekten uzak olma vazgeçilmezidir insanın. Fakat bazen beklenenden farklı seyreder hayat. O zaman da bir fırtına hisseder, rahatlatıcı bir şeyler ister insan. Kelimelere sarılırsa beklediği hazzı duyar, olumsuzluklara sabırla bakar...
Kimse kelimelerin raksına yetişemez. En derininden gelerek insanın dökülür kağıda ve başlarlar ritme uymaya. Kalem döndükçe kelimeler döner, fırtına yavaşça diner. Kimse bilemez sebebini içindeki coşkunun. Bu coşku kelimelerin sabırsızlığıdır zihinde. Duygular, düşünceler, algılar, dönüşüme uğrar içimizde bir yerlerde. Hepsi birer kelime oluverir, sonra da alınmak isterler kaleme. Döküldüler mi biter sızlanmaları, keyif verirler insana. Dökülmeyince kanser etkisi yaparlar ruhta.
İnsan sonunu merak eder, cevap bulamaz. İnsan kendini dinler, bir şey anlamaz. Hayata bakar, kaybolduğunu sanır. Anlam yüklemeye çalışır olanlara. Zihninde katman katman yer etmiş bir şeyler vardır kullanılmayı bekleye, belki unutulmuş ama hatırlanması gereken...
Kimse kelimelerine engel olamaz. Dinlenen beste, izlenen manzara, beğenilen kişi… Hepsi kelime kelime birikiverir bekler yazılacağı anı. Yazabilene ne mutlu! Yazamayan yaşayamayandır dolu dolu. Bu kelimeleri özgür bırakıp rahatlar insan ya da kendini kaptıramaz ve eziyete dönüşür zihninde biriktirdiği her güzel an. Çünkü güzel anılar, güzel sesler, güzel insanlar yaşanılıyorsa yazılmak ister. Yazılamıyorsa hasrete dönüşür, rahatsız eder...
Bazıları ‘Yazmak için dolmak gerek, dolmadan yazmaya başlanmaz.’ diyerek gençlerin elini kolunu bağlar. Oysa hayata her göz kırpış dolmaya bir sebep değil mi? Kimi de ‘Bunu yazan kişi sanırsın yetmiş yaşında, o bunları bu yaşta hissedemez ki, yazmış ama hiç içten değil.’ der. Hissettiğini yazmak kolaydır çoğu zaman, önemli olan hissedemediğini bile yazabilmek değil midir?..
Yeter ki kalem kâğıda bir kere dokunsun. Bakıp gören, görüp seven, duyup dinleyen, dinleyip anlayan herkes her şeyi yazabilir. Yazabilen herkes ömrü boyunca yaşamayı beklediği duyguları yazısının sonunda yaşadığını hisseder...
10 Nisan 2010
Ömer Sabri Kurşun