Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

30 Mayıs 2009 Cumartesi

ADINI SİZ KOYUN ANLARIMIN DOSTLAR…


HAYAT MI? HAYATIM MI? YAŞAM TARZI MI? YAŞAM TARZIM MI?


  Haklısınız tabiki. Bence herkes haklı. Belki bende haklıyım, beklide bende haklıyım. Ama benim sevdiklerime göre herhalde hep ben haksızım.Bilmem..neden…belki agresiflik,belki haksızlığa isyan,belki arayış,belki yaşama isyan,belki yeterince dinlenmemek…

belki,belki,belki…ve hep bir belki var içimde arayan.Belki bir gün bulacağım…belki yi bulduğumda belki bir ömür daha sürgün edilecek yaşamdan.


  Ama genelde her insan o uç noktaya hayat da bir sefer gidip geliyor. Şu da var ki uç nokta kişiye hayatın anlamını çok daha iyi öğretiyor… hayata daha sıkı sıkı tutunduruyor insanı sonunda.

  Tabiki hayat güzel..ama ne var ki ihtiyacımız yokmuş sandığımız,ama ihtiyacınızın olduğunu, arkamızı yasladığımız duvarı kaybedince anlıyoruz.Belki o ana dek arkamızdaki duvarın farkında bile değilizdir çoğu kez…Bu duvarın ismine ne derseniz deyin.

  Dede, nene, amca, dayı, teyze, enişte, kardeş, anne, arkadaş, dost, eş, evlat, para, servet, şan, şöhret, sayğınlık ve de yaşamınız süresince hayatınıza giren herkes, herşey. Heyhat bunların birisinin arkanda ki duvar olduğunu anlıyorsun… ama zaman geç… O en baba duvar. İnsanın şartları ne olursa olsun, ister fakir, ister zengin, ister şöhretli, ister şöhretsiz, ister inançlı, ister inançsız, ne olursan ol, o gidince hayatın karmakarışık oluyor.

  Evet, O BABA… her şeyi onun üzerine kuruyor sanırım insanoğlu. Özellikle de erkek çocuklar… babası onun için bir idol, bir tarz. İyisiyle, kötüsüyle bir yaşam tarzı, bir yönlendirici, bir pusula, bir hedef. Ona bakarak, onu izleyerek büyüyor, büyüyorsun… Soruyorum; insanoğlu yaşam tarzını kaybedince, idolü kaybolunca boşluğa düşer mi? Bu kadar bağlanmak ve ya bağlanmamak doğrumu dur? Ben bilmiyorum… ya da ne kadar doğrudur?

  Neden insanoğlu canı yanınca, bir şeye sıkılınca, sıkışınca, anasından bile dayak yiyince ANA der? Ağzından; o can havliyle bile o iki kelime çıkmaz da… neden acaba, neden… Ama neden hep Baba’dan bekler eli? O bir türlü uzanamayan; örflerin, geleneklerin, adetlerin, o yıkılısıca yanlış öğretilerin… arkasında bekleriz o cesaret verecek eli, elleri… ve bir gün bakarsın, ele uzanamadan gitmiş koca çınar.

Neden?... Neden?... Neden?...

  Hep bunu sorasınız aradan bir senede geçse, bin senede geçse hep bekler insan, hep o duyguyla yaşar, hep bakar o elin geleceği yöne. Fakat boştur ümitler. Arkasındaki duvar yıkılmıştır. Yapılması ve kazanılması zordur artık. Bu hayali duvar her evladın arkasında vardır. Şartlar ne getirirse de, götürürse de orada durur. Hemen arkanızdadır, hissedersiniz onu. Ya hissedemediğiniz zaman. Beden ve ruhta bir şeyler bitmiş, sonun başlangıcımı dır…hayatın anlamı ne,nereye kadar…

 

---“Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğunu kendi kendine sormaya başlamış.

Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş... Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş... Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zaman da durmuyor tabi ki.

Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona - "Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir. " demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye; Hayatın anlamının ne olduğunu" sormuş...

Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş...

Adam kabul etmiş... Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytin yağ doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel... Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytin yağ eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin..

Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı(!)

Adam şaşkın... Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki... Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge... Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü... Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş... Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış..

Bilge gülümsemiş, ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş

-Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın... Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır...”---



  Son dönemler de ve özellikle de son birkaç aydır çok soruyorum bu soruyu kendime. hayatın anlamı ne ?...

  Hayatın anlamını hayatımı kaybetme korkusuna kapıldığım an cevapladım: benim için hayat o an için aldığım her nefesti. Şükretmiştim bunu için ve ona söz vermiştim' Ey Yaradan sen bana hayatımı bağışladın bende sana bunu için her gün şükredeceğim' diye. Sözümü tutuyorum ama sanırım sadece şeklen yerine getiriyorum bu yükümlülüğü esasa hiç dokunmadan. Peki, şimdi ne yapıyorum elimdeki zeytinyağını dökmemek için gerekirse o bahçedeki çiçekleri böcekleri eziyorum. Peki, yolun sonuna kadar gidebileceğimin garantisi var mı? Ne yapmalı o halde yarın ölmeyecekmiş gibi bugünü mü yaşamalı yoksa herşeye rağmen bu korkuyu içimizden atıp geleceğe hem de çok ilerisine mi bakmalı?

  Hayatın anlamı yaşadığın değerlerle yada yasamak istediklerinle ölçülebilir sen ne yasamak istiyorsan onu yasarsın.. insanın hayatında en önemli ve hiç sevmediği kelime keşke olsa gerek.. Ne zaman keşkeler azalırsa hayatın o zaman anlam kazanacaktır diye düşünüyorum.

  Sorun,değerlerinle yaşamak istediklerinin çatışması anında ortaya çıkıyor. Şimdiyi yaşamak isterken yapmak istediklerini yapamamanın mı söylettiği bir 'keşke' ya da ilerde geçmişi anımsadığında sana keşke şunları yapmasaydım dedirten 'keşke' ...
Bunlardan hangisi doğru hangisi bana hitap ediyor işte bunu kestiremiyorum. Sanırım ben bunalıma girdim tüm bunları düşünürken.

  İçinden geleni yapıyorsan keşkeler olmamalı zaten hayatında ama içinden gelenlere hep engel çıkacaktır engelleri aşabilmek cesaret ister ki bu cesaretinle keşkeler son bulacaktır... hayatın imkansız diye bir şeyi yoktu sadece biraz zaman alır imkansız ile mümkün arasındaki tek fark kararlı olmaktır karalı olmakta cesaret ister.....

  Hayatın bir gerçeği de burada gizlidir.
Zeytinyağı bir öğe eğer sadece zeytinyağına odaklanırsanız hayatı ıskalarsınız ne var ki diye aval aval bakarsanız zeytinyağınız kalmaz demek ki hem zeytinyağını elde tutmak hem de bakıp görmek gerekir bakar kör olmadan Yaşam elimizden o kadar süratli akıp gidiyor ki hırsların arzuların esiri olarak kaybettiğimiz aslında kendi yaşamımız bize bahşedilen çok kısa bir süre ( mistizme göre de tersi ama konu o değil ) Önemli olan tarihi yaşarken görebilmek bir bira köpürtüsünü bir deniz sesini bir martının kanat sesini bir kelebeğin evresini sevdiklerimizi sevmediklerimizi umutlarımızı hayal kırıklıklarımızı hayat hepsinin içeren bir bütün olarak her anı değerlendirilmelidir. Aynı akarsuda iki kere nasıl yıkanılamıyorsa geçip giden anında dönüşü yoktur. Onun için yaşadığımız her anın erdemini bilerek kıymetinin değerini vermeliyiz...

  Hayatın bir anlamı insanın öleceğini bilen tek canlı olmasından kaynaklanan bir değerdir aslında...

  Keşkeler yapılan hatalar istenip de yapılamayan şeyler için denir öyleyse ıskalamamakta yarar var. Elbette yolun sonuna kadar gidilecek ama o yolun ne olduğunu bilmek çok önemli yolun sonu nedir ki? Avukat için baro başkanı tanınmış ve zengin bir avukat olmak mı? Savcı için cumhuriyet başsavcısı olmamak mı? Subay için genelkurmay başkanı olmak mı? Nedir? Yolun sonu bunların hiçbiridir. Yolun sonu erdemli bir yaşam sürerek onurlu ve yararlı bir insan olabilmektir. Kimsenin arkasından kötü laf edemeyeceği bir kişi olmaktır. Kendisine ve ailesine vatanına ve de dünyaya muhabbetle hizmet etmektir. Yaşadığının farkına varmak yaşanacak dünya üretmektir. İnsan gibi insan olabilmektir. Yolun sonu gerisi laf…

Belki sadece arkadan söylenecek şu dizeler kalır akılda…

Belki yazdıracaksınız mezar taşına anısına…

Ruhun şad olsun baba…

yarın bir yıl oluyor bizi bırakıp gideli babam...

İntihar… Yaprak… Ben… ve… Damlalar…

 

yine baharında… yemyeşil bir yaprak
asırlık çınar ağacından atlayarak… intihar etti hazana ermeden
yağmur damlaları... apar topar cenazeyi götürürken
sıkı sıkı sarılıp… ağlamak geldi içimden…

zamana aldırmadan…
bir ömür daha sürgün edildi yaşamdan…
sessizce gözyaşı döktü toprağa… yüreği yaprakta bir adam…

Ömer Sabri KURŞUN




=========================================

BİR YIL ÖNCE.....

 Ege Hürriyet

Çiftçi babası kalbine yenildi




Çiftçi babası kalbine yenildiİzmir Ziraat Odası’nda 40 yıl başkanlık yapan Reşit Kurşun 85 yaşında hayata gözlerini yumdu. Kurşun, 7 yıl önce kaybettiği oğlu Serdar Kurşun’un yattığı Buca Kaynaklar Mezarlığı’nda toprağa verildi.

İzmir Ziraat Odası’nda 40 yıl başkanlık yapan, Doğru Yol Partisi’nin (DYP) kurucuları arasında yer alan 85 yaşındaki Reşit Kurşun, tedavi gördüğü Yeşilyurt Devlet Hastanesi’nde yaşama veda etti. 28 yıldan bu yana kalp rahatsızlığı bulunan Kurşun, geçtiğimiz yıl da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 1.5 ay yatarak tedavi görmüştü. Son olarak 6 Mayıs gecesi rahatsızlanan Reşit Kurşun, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırarak tedaviye alındı. Aort anevrizması rahatsızlığı bulunan Kurşun’a by-pass ameliyatı yapıldı. Ancak Kurşun’un kalbi daha fazla dayanamadı ve geçen cumartesi günü durdu. Yapılan müdahalelere rağmen Kurşun kurtarılamadı.

Hayatını tarıma adayan Reşit Kurşun, 40 yıl boyunca İzmir Ziraat Odası’nda başkanlık, bir süre de Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nde başkan yardımcılığı yaptı. Çiftçinin sorunlarını Ankara’ya taşıyarak, çözüm yolları bulmak için adadığı ömründe, DYP’nin de ayrı bir önemi vardı. Kurşun, DYP’nin kurucuları arasında yer aldı. 32 yıllık gelini Fatoş Kurşun, Reşit Kurşun’u kendi babası gibi bildiğini anlatarak, "Bizim dünyamızdı. Muhteşem bir insandı. Hayatını tarıma, çiftçilere adadı. Nur içinde yatsın" dedi.

Emel Kurşun ile 61 yıllık evliliği bulunan Reşit Kurşun’un 3 oğlu, 5’i erkek biri kız 6 torunu vardı. Çocuklarından ikisi hayatta.

 


19 Mayıs 2009 Salı

Bilgisayar kullanıcılarına şok

Bilgisayarların internete ya da ağa bağlı iken ele geçirildiğini düşünürdük. Artık bu düşüncenizi değiştirme zamanı geldi

Kullandığımız bilgisayarlar internete ya da bir ağa bağlı değilse bilgilerimizin ele geçirilemeyeceğini düşünürüz. Oysa havada yayılan elektromanyetik dalgaları kopyalayarak , ağa bağlı olmayan bilgisayarlardaki bilgileri ele geçirmek de çok zor değil. Bu korsanlığın önüne geçmek TEMPEST yöntemiyle mümkün.

Bilgi casusları, özel frekans tarayıcıları kullanarak 25 ile 100 metre uzaklıklara varan mesafelerdeki bilgisayar ekranlarında yer alan görüntüleri, hatta bilgisayardan yazıcıya gönderilen dokümanları, elektromanyetik dalgaları kopyalayarak ele geçirebiliyor.

Mutfaktaki mikserin veya mikro dalga fırının yaydığı elektromanyetik dalga önemli değildir. Ama sözkonusu alet şifre çözen elektronik bir aygıt veya önemli bilgileri barındıran bir bilgisayarsa bunlardan yayılan elektromanyetik dalga çok önemlidir. Nitekim bu bilgiler bir şekilde havada yayılırken çeşitli cihazlar yardımı ile yakalanıp deşifre edildiğinde, o önemli bilgileri elde etmek çok zor değil.

1950'li yılların başında ABD hükümeti, yaptırdığı araştırma ve deneyler sonucunda elektromanyetik dalgaları yakalayıp tekrar yapılandırılabilen teknolojiyi geliştirmeyi başardı. Ardından özellikle ABD Savunma Bakanlığı'nda önemli verileri aktaran ve kayıt eden aletlerden bu bilgilerin elektromanyetik dalga yolu ile sızmasını engellemek için TEMPEST (Transient Elektromagnetic Pulse Emanation Standard) adını veren teknolojiyi geliştirdi.

TEMPEST Nedir?

TEMPEST, elektromanyetik darbe sızıntı standardı anlamına geliyor. Bu standart; elektronik cihazların elektromanyetik yayınım sınırlarını, zırhlama ve ekranlama standartlarını belirliyor. TEMPEST teknolojisinin amacı, bir bilgisayarın veya herhangi bir elektronik aygıtın çalışması esnasında yaydığı elektromanyetik ışınımların üçüncü bir kişi tarafından alınmasını veya elde edilen işaretlerin işlenerek söz konusu elektronik aygıtın işlediği bilgilere ulaşılmasını engellemek.

Özellikle ABD, İngiltere, Almanya gibi devletler tarafından, askerî ve gizli bilgileri muhafaza etmek amacıyla bilgisayar ve çevre birimleri (yazıcı, tarayıcı, monitör, yedekleme ünitesi vb) ile üretilen bilgilerin, elektromanyetik dalga ile gözlenmesini engellemek için başarıyla kullanılıyor. Bu standardın lisans hakkı, sadece ABD Hükümeti ve NATO tarafından veriliyor. Bugün, dünyada 50 kadar firma, TEMPEST adı verilen bu güvenlik standardına uygun donanım üretiyor.

Elektromanyetik dinleme nasıl oluyor?

Elektronik cihazlarda işlenen işaretler hava yolu ile, elektrik dağıtım şebekelerinden gürültü olarak veya kabloların yüzeylerinden iletilen elektromanyetik dalgalar yolu ile yayılır. Yayılan bu işaretler, geliştirilen özel anten ve elektromanyetik dalga alıcısı cihazları ile toplanarak, uygun bir işleme devresinden geçirilerek (filtreleme, şiddetlendirme, eksik kısımları yeniden oluşturma, sayısal işaret işleme gibi) kullanılabilir şekle getirilir.

HESABI BOŞALTABİLİRLER

Daha iyi anlaşılabilmesi için konuyu örnek bir senaryo ile anlatacak olursak; içi elektromanyetik dinleme aygıtları ile donatılmış (Anten, TEMPEST receive ve sayısal işaret işleme yapabilen bilgisayar) bir kamyonet herhangi bir banka şubesinin yakınına park eder. Dinleme yapabilmek için gerekli düzeneklerini hazırladıktan sonra banka içinde çalışmakta olan herhangi bir memurun bilgisayarının yaydığı işaretleri yakalayarak işlemeye başlar. O anda hesabında yüklü miktarda para olan bir müşterinin işlemlerini yapan memurun ekranındaki görüntülerin kopyasını alan saldırgan kısa sürede emeline kavuşur. Normalde saldırgan bir şekilde ağa bağlanıp da bu bilgileri ele geçirmek için uğraşsaydı işi daha zor olabilirdi. Çünkü banka memurunun bilgisayarındaki bilgiler şifrelenmiş olarak saklanmakta veya ağ üzerinde dolaşmakta olacaktı. Hesap bilgilerini içeren şifreli dosya yakalanmış olsa bile şifreleri çözmek ya imkânsız ya da çok uzun sürecekti.

Soğuk savaşın bitmesinden sonra bütün dünyada bilgi casusluğu boy göstermeye başladı. Bilgiyi ele geçirmek için her türlü teknolojik gelişmelerden yararlanıldı. Artık sadece internete bağlı bilgisayardan bilgi çalmakla yetinmeyen casuslar elektromanyetik dalgalarla yayılan bilgileri de ele geçirmeye başladı. Elektromanyetik dalgaların dinlenebilmesi ile ortaya çıkan bu güvenlik sorunu, sadece savunma sistemleri için değil, özel sektör kuruluşları için de büyük risk oluşturuyor. Bu sistemi kullanan sanayi casusları, rakip firmanın geliştirdiği teknolojileri ele geçirmek için çaba sarf ediyor.

Elektromanyetik dinleme nasıl engellenir?


Sıradan kullanıcıları dinlemek için pahalı bir teknoloji olan elektromanyetik dinleme aygıtlarının bilgileri çalmasını engellemek için özel tekniklerle izole edilmiş TEMPEST uyumlu elektronik aygıtlar kullanılmalı. Çalışılan bina ya da bilgisayar ve elektronik aygıtların bulunduğu veri merkezleri "Faraday Kafesi" içine alınmalı ya da bir iletken zırhı kılıfı ile izole edilmeli. Şebeke toprağı dışında sistem ayrıca topraklanmalı. Yayılan dalgaları gürültü ekleyerek anlaşılmaz kılmalı veya aletlerin çalışma temelini değiştirerek yayılan işaretleri işlenen bilgiden arındırmalı.

Türkiye'de TEMPEST

Türkiye'de ASELSAN ve TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) TEMPEST projeleri ile uğraşıyor. UEKAE elektromanyetik sızıntıları izole edilmiş bilgisayar hatta elektrik prizi bile üretirken, ASELSAN çeşitli askeri iletişim malzemeleriyle, ağ kripto ürünleri geliştiriyor. Bunun yanında Türkiye'nin yurtdışı konsolosluk ve elçiliklerinde kripto aygıtları "Strong Room" adı verilen TEMPEST zırhlı odalarda çalışırken, Genelkurmay Başkanlığı'nın da olduğu yüksek güvenlik gerektiren kurumlarda TEMPEST uyumlu bilgisayarlar yıllardır var.

UEKAE-ETTM tarafından tasarlanan TEMPEST PC MST 401-1 standardının (AMSG 720B eşdeğeri) koşullarını sunmaktadır ve SDIP-27 standardına göre Seviye A cihazıdır. Bu cihaz kullanılarak ÇOK GİZLİ seviyesine kadar gizlilik dereceli bilgi bütün bölgelerde güvenlikle işlenebilir.

ABD hükümeti TEMPEST projesini büyük bir gizlilik içinde yürüttüğü için TEMPEST teknolojisi ve elektromanyetik dalga aracılığı ile dinleme veya bilgi hırsızlığı yapma konularında yeterince ayrıntılı teknik bilgiye sahip olmak şimdilik çok zor. Aşağıdaki linkten TEMPEST hakkında daha fazla fikir sahibi olabilirsiniz. (Hakan Bayraktar-Zaman?

alıntı=http://www.eskimo.com/~joelm/TEMPEST.html

19 Mayıs Atatürk'ü Anma,Gençlik ve Spor Bayramı
































“Bağımsız,modern,çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’e uzanan yolun başlangıcı olan 19 Mayıs 1919,çocuklarımıza ve gençlerimize çok iyi anlatılmalıdır"

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti gençliğe emanet etti ve “Cumhuriyetimizin bize sağladığı;Laiklik,özgürlük ve ulusal bağımsızlığımızın teminatı gençlerimizdir.İnanıyoruz ki gençliğimiz,kendisine emanet edilen Cumhuriyeti her türlü fedakârlığa katlanarak sonsuza dek yaşatacaktır.”

Bağımsız,modern,çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’e uzanan yolun başlangıcı olan 19 Mayıs 1919,çocuklarımıza ve gençlerimize çok iyi anlatılmalıdır..

Eşsiz bir milli mücadele ile başlayıp;ulusumuzu çağdaşlaştırmayı hedefleyen devrimlerle devam eden bu aydınlanma yolunda meşaleyi gençlerimiz taşıyacaktır.
Bu yüzden yarınlarımız olan gençlerimiz ve çocuklarımıza çağdaş eğitim verip;
iş ve kariyer yaşamına en iyi şekilde hazırlamalıyız.
 
Çünkü güçlü Türkiye’yi yaratmanın temel koşulu güçlü ve bağımsız ekonomidir.
Güçlü ekonomi ise;özgüveni olan,iyi yetişmiş,donanımlı bir gençlik ile mümkündür”

 “Bu anlamlı günde,başta tüm gençlerimizin ve halkımızın Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı içtenlikle kutlar,saygılarımı sunarım.”





18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yollar Yaptım Kendime..



Kelimelerden yollar yaptım kendime. En güzellerini seçtim özenle. Kimi uzaklardan seher yeli ile geldi kondu başucuma, kimi karlı tepelerin zirvesinden çığ misali indi üstüme. Hayatın anlamını yeniden yazdım kelimelerle. Yeni bir başlangıç yaptım, onlarla kapattım eski sayfaların yapraklarını.

Kalemim titredi kimi zaman kelimeler dağıldı toparlayamadım. Tam hayata beyaz bir sayfa çevirmişken mürekkebim döküldü karardı hayat, durdu zaman. İnadına yeni tarihler attım, gelmemiş tarihler, yaşanmamış hepsi de.

An oldu tek kelime anlattı aklımdan geçenleri tıpkı bir bakışın her şeyi anlattığı gibi. An oldu cümleleri cümlelere ekledim olmadı, dolmadı kâğıtlar. Alfabemdeki harfler yetmedi kimi zaman, ne yazsam anlatamadım derdimi kimselere. Damlalarım aktı sayfalarıma o zamanlarda, ellerim tutmaz oldu, gözlerimse görmez. Aklımdan birçok geçti ama ne ben o bir çoklara yetişebildim ne de birçokları beni bekledi.

Adımlarım kilitlendi kelimelerden kurduğum yollarımda. Zaman akıp geçti de bir ben geçemedim zamana inat yol almaktan. İnadına yaşadım yazdıklarımda, inadına haykırdım, içimde ne varsa kustum kelimelerle hepsini. Bomboş kaldı içim, ardından yeni kelimelerle doldurdum gidenlerin yerini.

Kimi zaman virgül koydum yenileri eklensin ardı gelsin diye. Kimi zamansa son noktayı attım yaşandığı yerde kalsın hayat, bir adım bile atamasın diye.

Gün oldu sevda koydum yazımın başlığını, gün oldu hüzün. Sevda ile hüzün birleşti aniden aynı cümlede yeniden doğdu. Ne sevda yarıştı hüzünle, ne de hüzün sevdayla. Birde baktım sevdada hüzün hüzünde sevda varmış meğerse.

Kimilerinin kuramadığı köprüleri kurdum ben kelimelerimle. Sevgi koydum ayaklarının ismini, yıkılmasın istedim kötülüklere karşı. Güzel ne varsa içinde sakladım. Hayat koydum köprünün adını. Yola çıkanlara yaren olsun, güzel başlangıçlarını yine güzel bitirsinler diye.

18.05.2009
Ömer Sabri Kurşun




Yollar yaptım kendime...





Kelimelerden yollar yaptım kendime.En güzellerini seçtim özenle.Kimi uzaklardan seher yeli ile geldi kondu başucuma,kimi karlı tepelerin zirvesinden çığ misali indi üstüme.Hayatın anlamını yeniden yazdım kelimelerle.Yeni bir başlangıç yaptım, onlarla kapattım eski sayfaların yapraklarını.

Kalemim titredi kimi zaman kelimeler dağıldı toparlayamadım.Tam hayata beyaz bir sayfa çevirmişken mürekkebim döküldü karardı hayat,durdu zaman.İnadına yeni tarihler attım,gelmemiş tarihler,yaşanmamış hepside.

An oldu tek kelime anlattı aklımdan geçenleri tıpkı bir bakışın her şeyi anlattığı gibi.An oldu cümleleri cümlelere ekledim olmadı,dolmadı kağıtlar.Alfabemdeki harfler yetmedi kimi zaman,ne yazsam anlatamadım derdimi kimselere.Damlalarım aktı sayfalarıma o zamanlarda,ellerim tutmaz oldu,gözlerimse görmez.Aklımdan birçok geçti ama ne ben o birçoklara yetişebildim ne de birçoklar beni bekledi.


Adımlarım kilitlendi kelimelerden kurduğum yollarımda.Zaman akıp geçti de bir ben geçemedim zamana inat yol almaktan.İnadına yaşadım yazdıklarımda,inadına haykırdım, içimde ne varsa kustum kelimelerle hepsini.Bomboş kaldı içim, ardından yeni kelimelerle doldurdum gidenlerin yerini.

Kimi zaman virgül koydum yenileri eklensin ardı gelsin diye.Kimi zamansa son noktayı attım yaşandığı yerde kalsın hayat,bir adım bile atamasın diye.


Gün oldu sevda koydum yazımın başlığını,gün oldu hüzün.Sevda ile hüzün birleşti aniden aynı cümlede yeniden doğdu.Ne sevda yarıştı hüzünle,ne de hüzün sevdayla. Birde baktım sevdada hüzün hüzünde sevda varmış meğerse.

Kimilerinin kuramadığı köprüleri kurdum ben kelimelerimle.Sevgi koydum ayaklarının ismini,yıkılmasın istedim kötülüklere karşı.Güzel ne varsa içinde sakladım.Hayat koydum köprünün adını.Yola çıkanlara yaren olsun,güzel başlangıçlarını yine güzel bitirsinler diye.


Neredesin ey mutluluk...

















Neredesin ey mutluluk
Hangi kapının arkasında bekler durusun beni
Yoksa hayallerine mi gizlenirsin
Belli belirsiz bir aşkın.

Söyle nasıl bir aşk bu
İçinde ben bir tek ben varım her nedense
Bir oyuncusu hep eksik kalır
Onunda rolü hepten kayıp.

Bakınca ne kadar yalnız
Gökyüzünde uçan kuşlar
Kanat çırpıyorlar yorulmadan bir boşluğa
Hem de durmadan hiç durmadan.

Düştü gökyüzünden bir yağmur damlası yüreğime
Çözülüverdi zaman bir an
Ve ateşin gözlerini gördüm
Sessizce ağlıyordu o an.

Bir uçurtmaydı sanki umut
Takılıverdi peşi sıra kuşlara
Özgürdü kuşlar ama yalnız
Tutunamadı ağlarken gökyüzüne kuşlar.

Şimdi bak ne kadar özgür aşk
Ama bil ki bir o kadarda yalnız
Arar durur hiç durmadan
Buluncaya dek bir diğer oyuncusunu...


14 Mayıs 2009 Perşembe

...:::SUSTUM...!:::...



Sustum!
Ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
Kendimle konuşuyorum şimdi yalnız...
Yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime
kimse duymuyor...

Sustum!
Sustu dudağımdaki şarkı, gözlerimdeki şiir
Yaraları yalayan rüzgâr
Sokaklarında kahrolduğum şehir
Gözlerim konuşuyor yalnız...

Sustum!
Bin ah sürüp dudaklarıma
Ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
Sustu benimle deniz,
Sustu deli dalgalar, sustu martılar...
Umutlarımı sarıp rüzgârlara
Uzaklara savuruyorum her gece
Yıldız yapıp serpiyorum gökyüzüne

Sustum!
Tuz basıp yaralarıma!
Sustum
İçinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
Yaslanıp yalnızlığın duvarına
Gül döküp kalabalıklara
Kimsesiz geziyorum gönül ülkemi her gece
Kimse bilmiyor..
Kimse görmüyor...

Sustum!
Saçlarını kokluyorum rüzgârların
Dudaklarından öpüyorum hayatı
İçimde incecik bir sevgi ürperiyor
Sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
Gelmiyor beklediğim bahar
Yaralar merhem tutmuyor
Gözyaşı olup dökülüyorum kaldırımlara
Mendil silmiyor
Yağmur dinmiyor
Sevdiğim bilmiyor...

Sustum!
Sustu benimle sarısabır, sustu hasret, sustu zaman
Sustum
Yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata
Kimse anlamıyor...

Sustum!
Ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
Kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
Yaralar merhem tutmuyor
Geceler avutmuyor
Ben sustum
Acılarım konuşuyor yalnız...

Ben sustum!
Susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
Pencereme vuran yağmur damlaları
Susmuyor her gece dışarıda inleyen rüzgâr
Gelmiyor bahar
Kuşlar sevinmiyor
Yıldızlar küs
Ay üzgün
Güneş doğmuyor
Acılar dinmiyor
İçimde binlerce şiir kanıyor her gece
Kimse bilmiyor...

Sustum!
Sustu benimle sarısabır, sustu hasret, <*******>
Sustu hayat
Sustu zaman
Acılar konuşuyor yalnız
Acılarım konuşuyor
Kimse duymuyor...
Duymuyor...
Duymuyor...
Duymu...
Duy...



(a)





12 Mayıs 2009 Salı

Ağaçlar kurtulacak mı?


Ağaçların yarısını kurtaracak yeni kağıt


http://kursunsabriomer.blogspot.com
Dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinden Xerox, ağaç kesimini azaltacak yeni bir kağıt üretim yöntemi geliştirdi ve her yıl 1 trilyon ofis kağıdının kullanıldığı ABD'de satışa sundu. Dijital baskı ve kopyalama makinelerinde kullanılmak üzere geliştirilen ve ağaç tüketimini yarı yarıya azaltacak bu kağıda Yüksek Randımanlı Kağıt (High Yield Business Paper) adı verildi.

Yüksek Randımanlı Kağıt adlı yeni mekanik fiber kağıt, Xerox'un ABD Webster'daki AR-GE Laboratuvarında geliştirildi. Uzun yıllar süren çalışmaların sonunda Xerox'lu bilim adamı Bruce Katz liderliğindeki ekip mekanik bir kağıt üretim yöntemi geliştirdi.

Xerox'lu bilimadamlarının keşfi olan Yüksek Randımanlı Kağıt, yarı yarıya daha az ağaç ve daha az su ve kimyasal madde kullanılarak üretildi. Yeni kağıdın üretildiğifabrikada fosil yakıtlar yerine hidroelektrik enerji kullanıldı. Böylece kağıt üretiminde ortaya çıkan sera gazı emisyon oranı da yüzde 75 düşürüldü. Ayrıca bu yöntemle üretilen kağıdın, geleneksel kağıtlara göre daha hafif olması, postalama ve gönderim maliyetlerinde de tasarruf imkanı verecek. Geliştirilen bu kağıt, dijital baskı ve kopyalama makinelerinde güvenle kullanılabilecek türünün ilk ve tek ekolojik kağıdı olarak tanımlanıyor.

Geleneksel kağıt hamuru üretiminde ağaç kütükleri, su ve kimyasal bir karışımın kullanıldığı kimyasal yoğurma sürecinden geçerek ağaç lifleri ayrıştırılıyor. Ayrıştırılan ağaç liflerinin üzeri selüloz ile kaplanıyor. İşleme giren her ağaç parçasının yaklaşık yüzde 45'i kağıt haline geliyor. Geride kalan ahşap kimyasalları işlem esnasında enerji oluşturmak için yakılıyor. Yüksek Randımanlı Kağıt ise mekanik bir yoğurma sürecinden sonra üretildi. Yeni bir yaklaşımla geliştirilen ağaç kimyasalları, işlem esnasında kağıt yapıcı liflerden ayrılmadığı için bu yöntem her ağaçtan iki kat daha fazla kağıt üretilmesini sağladı. Diğer bir deyişle ağaç parçalarından yüzde 90'ın üzerinde kullanım oranı yakalanmış oldu.

20 YILLIK ÇALIŞMANIN ESERİ

Xerox araştırmacıları mekanik kağıt üretimi ile ilgili ilk deneylerini 20 yıl önce gerçekleştirdiler ve o günden bugüne kağıt üretimi için farklı bir yöntem bulmaya ve ağaç tüketimini azaltmaya yönelik alternatif bir yol aradılar. O zaman elde ettikleri mekanik kağıdı yazıcı ve fotokopi cihazlarında başarılı bir şekilde kullanamadılar. İki temel sorunla karşılaşmışlardı. Üretilen mekanik kağıt üzerinde çok fazla toz toplanmasına neden oluyor ve ısı karşısında da kağıt kıvrılıyordu. Bu yüzden yazıcı ve fotokopi makineleri baskı alınan görüntüleri düzgün ve makineye zarar vermeyecek şekilde kağıda aktaramıyordu.

http://omersabrikursun.blogcu.comYirmi yıl önce üretilen o mekanik kağıt, ısı bazlı baskı yapan makinelerde kullanım alanı bulamadı ama ısı kullanmadan baskı yapan ofset baskı makinelerinde yaygın bir kullanım alanı buldu. Xerox bilim adamları o günden bugüne, kağıt laboratuvarlarında yaptıkları araştırmalarda mekanik kağıdın dijital baskı ve kopyalama makinelerinde kullanılabilmesinin bir yolunu araştırdılar.

Xerox'un üstesinden gelmeye çalıştığı en önemli sorun kağıdın kıvrılmasını engellemekti. İlk geliştirilen mekanik kağıtlar, havadaki nemin azalma ve çoğalma durumuna göre ya genişliyor ya da büzülüyordu. Mekanik kağıdın ön ve arka yüzünde nemden dolayı farklı oranlarda büzülme oluşması da, dijital yazıcılarda baskı esnasında mekanik kağıdın kıvrılmasına neden oluyordu. Çünkü yazıcı içindeki toneri eriterek baskı yapmaya sağlayan “fuser” ünitesi, tıpkı sıcak bir ütü gibi görüntüyü kağıdın üzerine yapıştırıp mevcut nemi kağıttan dışarı çıkartma esası ile çalışıyordu.

Xerox'un kağıt geliştirme laboratuvarlarında çalışan bilimadamları pürüzlü büzüşmelere karşı kağıdın her iki yüzeyinde farklı şekiller yaratarak bir düzenleme yapacak kağıt liflerini keşfettiler. Bruce Katz, kağıt fabrikalarıyla işbirliği yaparak ve istatistiksel teknikler kullanarak lifleri kağıdın her iki yüzeyine daha iyi dağıtan bir yöntem geliştirdi. Kağıdın kıvrılmasını önleyen bu yöntem ile üretilen mekanik kağıtlar, Xerox'un dijital yazıcı ve kopyalama makinelerinde başarı ile test edildi. Böylece mekanik fiber kağıtların dijital baskı ve kopyalama makinelerinde kullanılmasını engelleyen kağıt kıvrılması ve tozlanma gibi problemler bu yeni geliştirilen yöntemle giderilmiş oldu.

MEKANİK FİBER KAĞIDIN ÖZELLİKLERİ

Mekanik fiber kağıt benzersiz karekteristik özellikler taşıyor. Ekolojik faydalarının yanı sıra halen kullanmakta olduğumuz standart 75 gramlık kağıttan daha az ağırlık taşıyor. Yaklaşık 67 gram ağırlığında olan “Yüksek Randımanlı Kağıdın” her kilosunda yaklaşık yüzde 10 daha fazla yaprak bulunuyor. Yeni mekanik fiber kağıt, fatura ve ekstre baskıları için de ideal. Ayrıca hafif olmasından dolayı doğrudan pazarlama yapan şirketlerin gönderim maliyetlerini de azaltacağı söyleniyor. Ancak tıpkı gazete kağıdında olduğu gibi yeni geliştirilen mekanik kağıt da, arşiv nitelikli kullanım için elverişli değil. Yumuşak renk tonuyla yüzde 84 parlaklık oranına sahip Xerox'un yeni kağıdı, arşiv ömrü gerektirmeyen dokümanların her ışık ortamında kolayca okunabilmesini sağlıyor.

XEROX BASKI VE KOPYALAMA SİSTEMLERİ İLE UYUMLU

Xerox'un Yüksek Randımanlı Kağıdı, Xerox DocuTech ve Xerox Nuvero ürün ailesi, Xerox 4110 Kurumsal Baskı Sistemlerinin de aralarında yer aldığı dijital yazıcı ve kopyalama sistemlerinde kullanılabilecek. Yeni mekanik fiber kağıt, ağustos ayı başında A.B.D'de satışa sunuldu. Xerox'un yeni mekanik kağıdına müşterilerden talep gelmesi halinde Türkiye'de de tüketicilerle buluşturmayı planlıyor.

Dünyanın en büyük ofis kağıdı tedarikçisi olan Xerox, Uzak Doğu yapılanması Fuji Xerox'la beraber her yıl ortalama 1.5 milyar dolarlık bir kaynağı AR-GE çalışmalarına ayırıyor. Xerox'un bünyesinde 5000 bilim adamı ve mühendis bulunuyor. Xerox'un A.B.D, Kanada ve Avrupa'da yer alan AR-GE laboratuvarlarında iş uygulamaları, elektromekanik sistemler, dijital görüntüleme, bilgisayar, renk bilimi ve baskı teknolojileri alanlarında araştırmalar yapılıyor.

XEROX'UN YEŞİL TARİHÇESİ

1964 – Xerox, New York Webster'da, Xerox ürünlerinde kullanılacak medya malzemeleri geliştirmek, kağıt israfını önleyecek çevreci yaklaşımlar geliştirmek üzere bir araştırma merkezi açtı.http://omersabrikursun.blogcu.com
1969 – Çift taraflı baskı alınmasını mümkün kılan Xerox 7000 ürününü geliştirdi. Ancak bu cihazda sayfanın arkasına baskı alabilmek için kağıdın tekrar elle yerleştirilmesi gerekiyordu.
1970 – Xerox, otomatik olarak çift taraflı baskı yapabilen ikinci nesil baskı ve fotokopi makinesi olan Xerox 4000 cihazını geliştirdi.
1973 –Xerografik baskı ve kopyalama makinelerinde kulanılmak üzere sektörün ilk geri dönüşümlü (recycle) kağıdı Cylex'i kullanıma sundu.
1988 – Xerox, en az düzeyde atık yaratan geri dönüşümlü termal faks kağıdını duyurdu. Bu kağıdın yüzde 50'si geri dönüştürülebiliyordu.
1990 – Talebe göre (print on demand) ve ihtiyaç olduğu anda (just in time) baskı anlayışını getiren dünyanın ilk yüksek kapasiteli dijital baskı sistemleri olan DocuTech ürün ailesini geliştirdi. Xerox, bu sayede form ve kitapçık gibi güncelliğini kolayca yitirebilen dokümanların yüksek miktarlarda basılmasının önüne geçti. Kişi ve kuruluşlar özellikle düşük tirajlı ve değişken veri içeren dokümanlarını bu makinelerde basmaya başlayarak, fazladan baskının yarattığı baskı ve stoklama maliyetinden kurtuldu. Yüksek kapasiteli dijital baskı sistemleri ihtiyaç fazlası kağıt kullanımını önleyerek daha az ağaç kesilmesine neden oldu.
http://omersabrikursun.blogcu.com1996 – Xerox, Atlanta yaz oyunları sırasında “Özel Etkinliklerde Atık Azaltımı ve Geri Dönüşüm Projesini” uygulamaya geçirerek, Olimpiyat Komitesi ve diğer katılımcılarla uzun yıllar süren büyük bir kağıt geri dönüşüm programı başlattı.
1997 – Xerox'un geliştirdiği DocuShare adı verilen bir yazılım, ilk kez kurum içi ağlarda dokümanların basılmadan elektronik olarak paylaşılmasını ve yönetilmesini sağladı. DocuShare, kişilerin dokümanlarının basılı hallerine gereksinimlerini azaltan elektronik doküman yönetimi, paylaşımı yazılımlarının ilki olma özelliği taşıyor.
1999 – Xerox geliştirdiği FlowPort ismini verdiği bir yazılımla, kağıt dokümanların ofis cihazları üzerinden taranarak elektronik ortama aktarılmasını, faks veya e-posta olarak gönderilmesini sağladı. Kağıt ortamındaki ve dijital ortamdaki dokümanları bir araya getiren bu yazılım, kağıt dokümanları elektronik olarak erişilebilir ve dağıtılabilir hale getirerek çok büyük oranlarda gereksiz kağıt tüketimini önledi.
2000 – Xerox, iş ortaklarına 2003 yılından itibaren geçerli olmak üzere yeni çevreci standartlara uymaları mecburiyeti getirdi. Bunlar, çevreci fabrika yönetimi, sürdürülebilir orman yönetimi, çevre sağlığına uygun kimyasal ve materyal kullanımı, paketleme ile çevre güvenlik standartlar, orman alanlarının korunması ve geliştirilmesine yönelik önemli faydalar yarattı.
2006 – Xerox, “The Nature Conservancy” isimli çevre örgütüne 1 milyon dolar tutarında bağış yaparak, bir işbirliği projesi başlattı. Kağıt endüstrisinin orman alanlarını daha ekolojik bir şekilde yönetmelerine imkan sağlayacak yöntemler uygulamaya konuldu.
2006 – Xerox, araştırma laboratuarlarında üzerindeki görüntüyü sadece bir gün tutarak kağıdın tekrar tekrar kullanılmasını sağlayan yeni bir deneysel baskı teknolojisi geliştirdiğini duyurdu. Kendi kendine silinen kağıt ismiyle duyurulan bu teknolojinin geliştirilme çalışmaları sürüyor. Silinebilir kağıt teknolojisi de sonuçta daha az ağaç kesilmesine ve orman alanlarının korunmasına önemli katkılarda bulunacak.
2007 – Xerox, mekanik fiber kağıdı, endüstride ilk kez dijital baskı ve kopyalama makineleri için optimize ettiğini ve bu kağıdın üretiminde yarı yarıya daha az ağaca ihtiyaç duyulacağını duyurdu. Yüksek Randımanlı Kağıt (High Yield Paper) adı verilen kağıdın üretim sürecinde daha az su ve kimyasal kullanıldı. Yeni kağıt hidroelektrikle çalışan bir fabrikada, fosil yakıt kullanılmadan üretildi. Böylelikle üretim esnasında sera gazı emisyon oranı yüzde 75 daha az ortaya çıkıyor.


Haydi Git Sevgili



"Belki de anlamadın, anlamak istemedin belki de bu güne kadar, yada anlamak için belki de hiç gayret sarf etmedin, kim bilir…
Sen bilmesen de, bilmek istemesen de;
Bu güne kadar;
Hiçbir kelime senin adın kadar yer tutmadı dudaklarımda… Hiçbir kadın senin kadar yakışmadı alın yazgıma… Ama başaramadık bu sevdayı yaşatmayı… Başaramadık işte… 
Biz seninle hiçbir zaman aynı cümlenin içinde bile anılmadık… Ne ben acılarını sırtlamış cümlenin yüklemi olabildim ne de sen mutluluklarımın gizli öznesi olabildin… Biz sadece hasrete prangalı iki yürek olduk...
Biz ayak uçlarındaki karlara aldırmadan güneşli sabahlara doğmayı özenen iki deli gelinciktik.
Zamansız açtık baharlara... Zamansız uyandık kış uykularından… Birbirimizin yüzünde gördüğümüz gülüşleri bahar sandık...


Oysa biz kökleri toprakta kalacak bir gelinciğin bir kış sabahı güneşe gülümsemesi kadar imkânsızdık… Hayat yolculuğunda sırt sırta verdik zannederken sırtlarımızın arasına örülü hasret duvarlarını göremedik...
Belki de görmek istemedik…

Ne zaman duvarları aşmak istedik işte o an esir düştük imkânsızlığa…
İşte o zaman yenik düştük zamana…

Senle ben, hiçbir zaman " biz " olmayı başaramadık… Başaramadık işte…
Haydi git___
derken sana sevgili vefasızlık rüzgârları ile üşüyorum bilesin ki. Hangi güneşli heceler ısıtabilir artık dona çekmiş duygularımı?
Düşüncemdin. Düşüm oldun. Şimdi düşlerimden de düştün sevgili…

Hiç oldun! Hiçlik oldun! Tüm ayraçlar battı gırtlağıma, söz kırıkları ile dolu senli cümlelerim.
Kimse gecem olmadı, olamazda senin gibi… Her şiirim geceye bulanıyor şimdilerde. Kara kâğıtlara, kara kalemle, kara dizeler karalıyorum, kara sevda üzerine zifiri karanlıklarda…

Haydi git sevgili___ Dudaklarımda daha fazla kanamasın pişmanlıklar, daha fazla ağlamasın hatıralar…
Haydi git, git artık sevgili…
Belki de seninle biz ayrı cephelerde savaşan iki kılıç ustasıydık… Kendimizi hep aramıza örülmüş hasrete kılıç sallar bilirken, meğer biz kendi yüreklerimize kılıç sallamışız…

Haydi git sevgili___ Rüzgâra karşı savaşmayı bırak…
Ve git___ Dağlar devrilmişken omuzlarıma, yalnızlık düşmüşken sokaklarıma git… Git diyorum sana. Kapıyı biraz arala ve çık git... Giderken kapının kolunu dışardan sök git.
Çünkü senden başkasının girmesini istemiyorum, girip de içeriye senin yıllarca hırpaladığın, kırıp döktüğün kalbimin dağınık halini görmesinler istiyorum…
Bana verdiğin ne varsa her şeyi topla ve git… Geride bir şey bırakma acıdan başka…
Bekletme " seni" bekleyenleri… Bekletme kapımda beni sonsuzluğa gömecek yetim kelebekleri…

Haydi git___ Her harfine ölümler beğendiğim adımı dudaklarımdan sökerek git…
Bana çıkan tüm sokakları sil adres defterlerinden... Yaşayıp da kendi yüreğine bile ispat edemediğin bu sevdayı " mutluluk bakiyelerden" düş gayri…
Gözlerime demir pervazlardan ölüm göz kırpıyorken durma git…

Haydi git sevgili___ Adınla başlayıp adınla bitiremediğim cümleler kadar yalnız bırak beni…
Durma karanlıklarımda, durma hatıralarıma… Anılarımdan çek git…
Haydi şimdi, gönlümden kalemime düşen bir şiir gibi git ve kurtul bu şair bedeninden, benden ve yüreğimden sevgili… Kabuğu kırıldı artık bu sevdanın, içini de yalnızlık yedi…
Git sadece, bırak git ki___ hayat boyu sensizlik yerine, ölümler diz çöksün ayak dibime…
Bırak günahların dökülsün soğuk ellerinin gezindiği küçük avuç içlerime...

Haydi git sevgili___ Biz seninle rüya olmaktan öteye geçemedik… Hiçbir zaman acıyı sırtlanıp mutluluğa gülümsemedik...

Haydi git___ Dudaklarında daha fazla kanamasın pişmanlıkların. Daha fazla ağlamasın hatıraların… Haydi git sevgili…

Haydi git___ Çıktığın kapıdan ölüm gelsin ayakuçlarıma...
Bırak gözlerin mahpusluğum, yüreğin sonsuzluğum olsun…

Haydi git___ Durma sabahı olmayan karanlıklarımda… Daha fazla üşütme ellerini, karı, boranı eksik olmayan kışlarımda... Daha fazla bekleme yamalı cümlelerimde…

Git diyorum sana... Git… Beni " bana " bırak…
Haydi kapıyı arala ve git... Kapat tüm ışıkları...
Ve git haydi... Git ki çıktığın kapının ardından ölüm gelsin gayri...

Şimdi git___ Unut ismimi… Unut yeminlerini…
Seni hiç sevmediğimi farz et… Bu sevdayı hiç yaşanmamış kabul et…
Demir kapımı " ölüme " arala ve sessizce git…

Haydi git sevgili haydi git…
Geceler gibi yor beni, akşamlar gibi hasret bırak sabahlara… Gözyaşı gibi dol avuçlarıma, gece karanlığı gibi düş gözlerime, okyanus gibi taşır canımı, kefen gibi dolan bedenime…
Haydi git sevgili… Kurut düşlerimi talan et rüyalarımın en güzelini, perçinle dudaklarımı susayım ömrümce…

Haydi git___
Sahte sevdanı alda git… lal olmuş dilimi konuşturmadan git…
Yetmedi mi? üzdüğün, ağlattığın, yıprattığın, kahrettiğin, yara bere içinde bıraktığın…
Git diyorum… Kendi ellerinle göm cansız bedenimi gözlerinin derinine… Ve git…
Sadece git___ Ardından ölüm gelsin ayak uçlarıma…
Sana kavuşmayı bilmese de, seni severken " ölmenin gururunu " yaşasın bu yürek?
Çünkü sen benim, ölüm ile hayat arasına çize bildiğim tek mutluluğumdun..."

12.05.2009
Ömer Sabri Kurşun

10 Mayıs 2009 Pazar

Ölüyorum Anne

Ölüyorum Anne

Bir çukura saplandım
Her geçen gün batıyorum anne
Ölüm bekliyor başucumda
Yavaş yavaş ölüyorum anne

Hayat bana çok kısa oldu
Sana uzun olsun anne
Güzel günler bitti
Ben ölüyorum anne

Son sözlerimi iyi dinle
Hakkını helal et anne
Yatağıma uzatın beni
Ölüm vakti geldi anne

Arkamdan ağlamanı istemem
Gözünden yaş akmasın anne
Bu dünyada son günüm
Yarın yokum anne

Arkamdan ağıt yakmayın
Dualar edin anne
Ölümden korkmuyorum ama
Yokluğun korkutuyor anne

Nefes nefes alamıyorum
Ayaklarım uyuştu anne
Hakkını helal et
Ben ölüyorum anne

(a)


Sol Yanım Acıyor Anne




Sol Yanım Acıyor Anne


Merhaba anne, yine ben geldim
Merak etme okuldan çıktım da geldim.
Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama,
Ali “okula gitmezsem annem çok kızar merak eder” demişti de onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen sağ elimde sarımsak,
sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne, sağım neresi solum neresi,
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne…
Hani geçen geldiğimde, şuram acıyor, şuram işte demiştim de,
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne,
Bak şimdi söylüyorum.
Şuram işte sol yanım çok acıyor anne,
Hem de her gün acıyor anne, her gün…
Dün sabah annesi Ayşe’nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi. Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi…
Bende ağladım… Ağladım işte utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi. Düştüm dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne,
Dizim acımıyordu ama, sol yanım çok acıyordu anne!
Bu gün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim, babam ben bilmem ki kızım dedi
Bari okula sen götür dedim.
Kızım iş dedi. Bende bana ne dedim ağladım.
Kızım ekmek dedi babam.
Sustum ama , okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne…
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep “annem beyazlara renkli çamaşır katmadan yıkıyormuş” dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor,
babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Of babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama,
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
E biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne,
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi?
Duyarsa kızmaz ama, çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını, çiçeklerini kim koparıyor!
izin verme anne, ne olur toprağına el sürdürme!
Eve gidince aklıma geliyor, bide bunun için ağlıyorum anne.
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne, her gelişimde aldığım topraklarını,
Şu kavanozda biriktirdim,
üzerine de resmini yapıştırıp baş ucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor, kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne, bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan! Öğretmen yarın
anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım,
öğretmen anlarsa çok kızar ama, bana ne,
Kızarsa kızsın. Ben seni hiç görmedim ki, neyi nasıl anlatacağım anne,
Senin adın geçince, sol yanım acıyor anne, Hiçbir şey yutamıyorum.

Bazen de dayanamayıp ağlıyorum. Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne, Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp,
Mutlaka gel anne. Sen rüyama gelmeyince,
sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne
Sol yanım açıyor anne. İşte tam şurası,
Sol yanım… Çok acıyor anne.
Seni çok özledim, çok…anne…


Bedirhan GÖKÇE


9 Mayıs 2009 Cumartesi

ANNELER GÜNÜ...Kutlu olsun



Amerikalı, Jarvis isimli bir kız, 1906 yılında annesini kaybetmiş. Annesi için çok üzülmüş. Sonunda üzüntüsünün annesini geri getirmediğini görmüş ve çok sevdiği annesi için bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş. Annesinin ölüm yıldönümünde arkadaşlarına şunları söylemiş: "Bu kadar çektiğim acıdan sonra, dünyada bir annenin yerini dolduracak hiçbir şey olmadığını anladım." Bunun için yılın bir gününü annelerimize ayıralım. O gün annelerimizin değerini anlatan övgü dolu sözler söyleyelim. Onları en güzel duygularla analım. O günden sonra ilk kez 1908 yılında, Mayıs ayının ikinci Pazar günü "Anneler Günü" olarak kutlanmaya başlandı. Ülkemizde de 1956 yılından itibaren kutlanmaktadır.

Anneler Günü'nün en büyük özelliği, o gün, millet ve insan olarak annenin değerini belirtmektir. Anne, insanlık tarihinde bir benzeri daha bulunmayan kutsal bir varlıktır. Başka hiçbir varlık onun yerini tutamaz, ona benzetilemez. Anneler Günü'nde her çocuğun annesini hatırlaması, gücü oranında ona küçük bir armağan vermesi, hiçbir şey veremiyorsa   Anneciğim, Anneler Günün kutlu olsun, diyerek annesinin yanaklarına birer öpücük kondurması, bu günün yerleşmiş geleneğidir. Tüm anneler çocukları için aynı duygularla doludurlar. Bizim için her türlü özveride bulunan annelerimize, yalnızca bir gün değil, yaşadığımız sürece sevgimizi ve şükranlarımızı sunmamız gerekmektedir. Onlara vereceğimiz en büyük hediye de sonsuz sevgimiz olmalıdır.

* Anneler günü ne zamandan beri kutlanıyor?

Anneler gününün nereden kaynaklandığını anlatanlar günün yaratıcısı olarak hep annesini kaybetmiş olan küçük bir kızdan bahsederler. Gerçekte ise bu fikri hayata geçiren Anna Jarvis annesini 1905 yılında kaybettiğinde 41 yaşındaydı. Asıl mesleği öğretmenlik olan 1864 doğumlu Anna Jarvis, 1902 yılında babası ölünce annesi ile beraber ABD'de, Philadelphia'da yaşamaya ve çalışmaya başladı. Üç yıl sonra 9 Mayıs 1905'de de annesini kaybetti. Sürekli annesi ile beraber yaşamasına rağmen öldüklen sonra "Ona hayatta iken gerekli ilgiyi gösteremediği"ne inanıyor ve bunun ezikliğini duyuyordu.

İki sene sonra Mayıs'ın ikinci pazarında, annesinin ölüm yıldönümünde arkadaşlarını evine çağırdı ve bu günün anneler günü olarak ülke çapında kutlanması fikrini ilk onlara açtı. Fikir kabul gördü, anneler memnun kaldı, babalar itiraz etmedi, Amerika'nın önde gelen bir giysi tüccarı da finansal desteği sağladı. İlk anneler günü Jarvis'in annesinin 20 yıl süresince haftalık dini dersler verdiği Grafton'daki bir kilisede, 10 Mayıs 1908'de, 407 çocuk ve annesinin katılımı ile kutlandı. Jarvin her bir anneye ve çocuğa kendi annesinin en çok sevdiği çiçek olan karanfillerden birer tane verdi. O günden sonra, temizliği, asaleti, şefkati ve sabrı ifade eden beyaz karanfil Amerika'da anneler gününün sembolü olarak kabul edildi.
Sıra anneler gününü "milli bir gün" olarak kabul ettirmeye gelmişti. Jarvis, tarihte tek bir kişi tarafından gerçekleştirilen en başarılı mektup yazma kampanyası ile gazete patronlarından işadamlarına, devlet adamlarından din adamlarına kadar ulaşabildiği herkese bu fikrini iletti. Fikir o kadar çok ve çabuk kabul gördü ki, Senato onaylamadan çok önce, bir çok eyalet ve şehirde anneler günü kutlamaları gayrı resmi olarak başlatılmıştı bile. Sonunda 8 Mayıs 1914'te Senato'nun onayı, Başkan Wilson'ın da imzası ile Mayıs'ın ikinci pazarı 'Anneler Günü' olarak resmen ilan edildi. Çok kısa sürede diğer ülkelere de yayılan bu gün çiçek ve tebrik kartı satışlarının tavana vurduğu bir gün oldu.

Anna Jarvis sonunda muradına ermiş, kampanyasını başarı ile sonuçlandırmıştı ama kendi hayatı pek mutlu sonla bitmedi. Yoğun çalışmadan evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya fırsat bulamadı. Her anneler günü onun için bu yönden acı oldu. Daha ziyade dini ağırlıklı bir kutlama olarak düşündüğü bu günden ticari çıkar sağlamaya çalışanlara karşı hukuki savaş açtı. Davaların hepsini kaybetti. Dünyadan elini eteğini çekti. Bütün gelirlerini hatta ailesinden kalan evini bile kaybetti. Kalan hayatını adadığı, gözleri görmeyen kız kardeşi Elsinore'da 1944'de ölünce sağlığı da tehlikeye girdi. Dostları ona destek vererek son yılını sanatoryumda geçirmesini sağladılar. Bütün dünya annelerinin en azından senede bir gün mutlu olmalarını sağlayan Anna Jarvin, mutsuz, yarı görmez ve yalnız bir şekilde 1948'de 84 yaşında öldü. Ülkemizde de Türk Kadınlar Birliği'nin girişimi ve önerisi üzerine 1955 yılından beri Mayıs ayının ikinci Pazar günü 'Anneler Günü' olarak kutlanmaktadır.


http://omersabrikursun.blogcu.com

ANNE

Ağaç olsan, dal olurum anne.
Yaprak olurum, sana gelirim.
Deniz olsan, selolurum anne.
ırmak olurum, sana gelirim.

Bahçe olsan, gül olurum anne.
Toprak olurum, sana gelirim .
Güneş olsan, yol olurum anne.
Bayrak olurum, sana gelirim.


Tacettin ŞiMŞEK

http://omersabrikursun.blogcu.com

ANNE

Sen baharda nazlı çiçek,
Ben çiçekte tombul böcek,
Sensin beni güldürecek,
Anneciğim, biriciğim.

Kulağımda tatlı sesin,
Ninni yavrum uyu dersin.
Sevgi bağın eksilmesin.
Anneciğim, biriciğim.


Mevlüt KAPLAN 


http://omersabrikursun.blogcu.com

ANNE


Beni besleyen kimdi?
Güzel anneciğimdi.
Nerelerdedir şimdi?
Benim biricik annem.

Nur parlardı gözünde.
Bal kaynardı sözünde.
Sevgi vardı özünde.
Benim biricik annem

Güzeldi melek kadar.
Annemden güzel ne var?
Ancak oydu bana yar.
Benim biricik annem.

Bu sözü düşün biraz:
Ana gibi yar olmaz. 
Anarım seni kış, yaz.
Benim biricik annem.


Kazım Nami DURU


http://omersabrikursun.blogcu.com

ANA HASRETİ


Günlerce yolumu bekledin durdun,
Oğlum! oğlum! diye bağrını vurdun,
Mektuplarında halimi sordun,
Günlerim yaklaştı, geliyorum ana.

Yolumuz uzaktır görüşemiyoruz,
Sıcacık çorbayı birlikte içemiyoruz,
Uzun zamandır halimizi soramıyoruz,
Günlerim azaldı geliyorum ana.

Küçükten beri her derdime katlandın,
Öğretmen yapıp sılaya saldın,
Ben gidince babamla yapayalnız kaldın,
Elbet görüşürüz bir gün ana.

Ana en kutsal melektir,
Yüreği yufkadır, bilmem nedendir.
Yavruya bakmakla ömrü tükenir,
Tabiatı üreten, büyüten ana.

Kalbim senin sevginle dolu,
Yolumuz doğruluk, aydınlık yolu,
Senden öğrendim sağı ve solu,
Her bayram yolumu gözlersin ana.


Şaban Gürtuna


http://omersabrikursun.blogcu.com

ANAClĞIM


- Anneme ve bütün annelere -
Nasıl hatırlamam anacığımı nasıl
Bir onun sesi kaldı kulaklarımda eskiden
Bir onun elleri hala dudağımda sımsıcak
Ne güzeldi. her güne onun dualarıyla başlamak
Ne güzeldi içmek kana kana o sevgiden.

Nasıl hatırlamam anacığımı nasıl
Uzun kış geceleri masal masaldı
Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar
Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar
Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı.

Nasıl hatırlamam anacığımı nasıl
Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı
Akşam biraz geciksem yollara düşerdi
Sokağa çıkarken" Yavrucuğum üşütme " derdi.
Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı?

Nasıl hatırlamam anacığımı nasıl
Bilirim yine kalbinde yerim anacığım
Selam sana Anneler Günü  İstanbul'dan
Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan
Vefalı ellerinden öperim anacığım. 


Ümit Yaşar OGUZCAN

 
Image Hosted by ImageShack.us

Tüm annelerin, anneler günü kutlu olsun...



Hala sizinleyse!!!

1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti. Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size dualar öğretti, siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.
11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü 'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. 'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakımı hakkında size akıl vermek istedi. 'Artık bu ilkel yöntemleri bırak' diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı. 'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.

Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.Derken bir gün o öldü.
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi duştu….

VE BİR HİKAYE:

'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle 'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi
misiniz?' dedi.
Annesi 'biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da 'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu yarındau
konuşabilirdik' diyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.
Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' diyince
annesi '30 sene önce sen de beni bu saate rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun'

EĞER HALA SİZİNLEYSE, İNANANIN ÇOK ŞANSLISINIZ
ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK SEVİN
VE HEMEN ARAYIP GÖNLÜNÜ ALIN!!..





Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN