Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

24 Eylül 2010 Cuma

Zeki Müren...ölümünün 14.yılında saygıyla anıyoruz.

Zeki Müren (1931 - 1996)



http://omersabrikursun.blogcu.com  6 Aralık 1931 tarihin Bursa'da doğdu. Bursa'da başladığı orta öğrenimini İstanbul'da Boğaziçi Lisesi'nde tamamladı.

 İstanbul'da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek  Süsleme Bölümü Sabih Gözen atölyesinden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pekçok kez sergiledi.



 Zeki Müren, Bursa'da tamburi İzzet Gerçeker'den aldığı solfej ve usül dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949'da, Boğaziçi Lisesi'nde okurken Agopos Efendi (sinema yönetmeni ve senaryo yazan Arşavir Alyanak'ın babası) ile udi Kirkor'dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdü. Daha sonra fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan Şerif İçli'den çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan'dan, Sadi Işılay'dan, Kadri Şençalar'dan yararlandı.

1950'de sınavla İstanbul radyosu'na girdi. İstanbul radyosunda 1951'de, canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bundan sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren, bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. Alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı.

Zeki Müren 600'ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar'ın "Bir muhabbet kuşu" güfteli şarkısıdır. Müren 1955'te "Manolyam" adlı şarkısıyla Türkiye'de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü'nü kazandı.

Zeki Müren Türkiye'de en çok konser veren ses sanatçısıdır. Bir yılda yüz konser verdiği dönemler olmuştur. Kendisine 'sanat güneşi' ünvanı verilmiştir. Yabancı ülkelerde de birçok konser vermiştir.

İki yüz dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği "Zehretme hayatı bana cânânım" mısrasıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. "Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu" (suzinâk), "Manolyam" (kürdilihicazkâr), "Bir demet yasemen" (nihavend), "Gözlerinin içine başka hayal girmesin" (nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur. Unutulmaz Maksim Gazinosu sahnelerinde aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne almıştır.

Zeki Müren 1954'te Beklenen Şarkı adlı filmde sinema oyunculuğuna başladı. Büyük bir ticari başarı kazanan bu filmden sonra şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği on sekiz filmde daha oynadı. 1955'te de Arena Tiyatrosu'nca sahneye koyulan Çay ve Sempati adlı oyunda da baş roldeki oyuncuydu. Ayrıca 'Bıldırcın Yağmuru' isimli bir şiir kitabı da vardır.

Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980'den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum'daki evine kapandı, münzevi bir hayat yaşadı. 24 Eylül 1996 Çarşamba günü, TRT İzmir Televizyonu'nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Cenazesi görülmemiş bir halk kalabalığının katılmasıyla büyük bir törenle kaldırıldı. Mezarı, doğum yeri olan Bursa'da Emirsultan mezarlığındadır.

Mirasını Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik Vakfı'na bırakmıştır.

 





 

22 Eylül 2010 Çarşamba

GÖZYAŞI MEVSİMİ…


Gözyaşı mevsimini duydunuz mu?
Dağ yamaçlarında dolaşan ala geyiklerin hüzünlü bakışlarıyla başlar gözyaşı mevsimi. Onun bir iklimi yoktur. Gözyaşı mevsimine herkes kendini hazır hissettiğinde girer. An olur gökyüzü seninle ağlar. Gün olur çiçekler senin için açar. Değişken havası olsa da bu mevsimin herkese hitap eden bir ruhu vardır.
Mevsimin en güzel güllerini, kardelenlerini, lalelerini sen kendin yetiştirirsin. Resim yapmak gibi bir duyguya sürükler seni renkler. Beyaz bir sayfada istediğin bir dağ köyü ise anında oluşur her şey…

Yok, ben yüksek binaların içinde bahçesi olan küçük bir evde yaşamak istiyorum dersen oda olur. Ressam sensin neyi istiyorsan onu çiz. Kocamış ağaç gövdeleri, semaya yükselen dallarından sarı sonbaharı selamlar. Herkese ayrılık mı hatırlatır bu mevsim?

Ben mutluluğu tadıyorum nedense. Kızıl saçlı ağaçlar, rüzgârla raksa kalkmışçasına dans ediyor. Belki bu mevsimde çiçekler yok ama baharda tohumları atılan en güzel meyveler bu mevsimde ortaya çıkar. Gözyaşı mevsiminde ister mutluluğu tadarsın istersen de bütün kinini boşalttıktan sonra bedenini rahatlığın okşayan pamuksu dokunuşlarına bırakırsın. Umutsuzluk bulutları her daim dolaşır gökyüzünde.
Sevgisizlik ve umutsuzluk elektrikleri bir araya geldiğinde ayrılık yağmurları yağmaya başlar. Düşen sadece yağmur değildir yeryüzüne. Bir rahatlamadır bu yağmurlar. İçin boşalır. Negatif duygular yerini sakinleşmeye bırakır. Aslında herkesin gözyaşı mevsimine ihtiyacı vardır. Kimileri bu mevsimi sık sık yaşar.
Ve mevsimin yeni adı olur: Gözyaşı mevsimi!.. Güz tarif ediyor meraklısına bu inci tanelerini. Kâinatın yaratılış sebebi diyor en evvel. O olmadan olmazdı diyor. Yaradan ağlayalım diye yarattı cenneti cehennemi. Hz. Âdem ağlamak için cennetten gönderildi yeryüzüne. Günah işlemeliydi insan tövbelerinde hıçkıra hıçkıra ağlamak için. Yoksa Yüce Yaradan helak eder de bizi, ağlayan bir toplum getirirdi arz döşeğine. Bunu idrak eden Hz. Âdem, gözlerin önünü açmış, Arafat’ta çoktan başlamıştı ağlamaya. Arkasından Habil cennete gitmek için ağlamıştı ya acaba Kabil de cehennemden korkmuş ağlamış mıydı? Güz ağlamıştır diyor dinleyenlere. Evet başlamıştı insan bir kere ağlamaya sonu gelmezdi artık.

Gözyaşı güzle birlikte şekil verirken âlemlere, müjdeyi veriyordu Halık ı Rahman: beklenen Sevgili geliyor ey göz, Habibi Ekrem geliyor. Mevsimlere can geliyor ey güz, Güllerin Sultanı geliyor. En evvel gökyüzü ağlıyor O’nun gelişine ve derman oluyor kurak çöllere. Yüzyıllık puttan ateşler sönüyor bu yaşlarla ve kâinat ayağa kalkıyor, ağlamaya hazır artık güller.
Kimisi ihtiyaç duydukça iklimin rahatlatan havasına uğrar. Yağmurlar yağdıktan sonra coşmaya başlayan bir bahar seli oluşur. Gözyaşları her şeyin anası olan toprakla buluştuğu zaman yeni doğumlar başlar. Neye ihtiyacın varsa söyle toprak anaya onu doğursun senin için. Uzun zamandır gezemediğin kır çiçeklerinin içinde çıplak ayaklarınla dolaş. Yağmur sonrası bedenin biraz üşür ve seni ısıtan umutsuzluk bulutları dağılmaya başlayınca ortaya çıkan kış güneşi olur. Yakıcı ve göz yorucu ışıklarını terk eden güneş, ılık ve nemli rüzgârlar gibi tenini okşayarak merhaba der kalbine.

Gözlerini kapatmak istemezsin o an. Pembe, kırmızı, sarı, mor, eflatun, turuncu, beyaz ve gözlerin kadar güzel çiçekler yetiştirir toprak ana sana. Bazen çıkmak istemezsin gözyaşı mevsiminden ama yalnızlık insana mahsus değildir. Arka bahçende saklarsın gözyaşı mevsimini. Kapı komşundan, dostundan hatta bazen kendinden bile saklama ihtiyacı duyarsın. Bülbülün aşk dolu şiiri büyüler seni. Mecnun çöllere düşmüştür Leyla’sı için. O an aklına düşer, hatırlarsın yaşanmış büyük aşk hikâyelerini.

Aslında hepimiz biliriz. Leyla ile Mecnunu biz oluştururuz kafamızda. En büyük aşklar hep uzaklardadır bizim için. Ama yanılıyorsun. En büyük aşklar yüreğimizde ve yanı başımızdadır. Umutlar ve aşkları uzaklara hapsetmekten vazgeçmelisin.
Uzaklar gizemli olduğu için güzeldir. Ama en güzel duyguları yine ayrı kaldığımızda özlem duyduğumuz insanlarda ararız. Bu bazen annemiz, bazen kardeşimiz, bazen de bizim için çok değerli olan biri olabilir. Sevgiyi aslında biraz da ayrılıklar besler.
Neyse, kısa bir süre sonra gözyaşı mevsiminden çıkarsın ve hayatın acımasız yüzüyle baş başa kalırsın. Peki ya hiç gözyaşı mevsimini yaşamayan var mıdır?

Acaba umutsuzluk ve ayrılık yağmurları sonrası toprak ananın hediyesi olan kan kırmızısı gülleri hiç koklayamayan var mıdır? Olabilir. Değil mi? Daha henüz ağlamanın, paylaşmanın ne olduğunu bilmeyen insanlar olabilir. Birileri gösterseydi buraların kapısını onlar da biraz olsun mutlu olabilirlerdi.

Bazıları diyor ki ‘böyle insanlara selam bile vermeyeceksin. Morali bozuksa senin de moralin bozulur boş ver hiç konuşma’ diyorlar. Peki ya aynı durumda sen olsaydın. Ve bir arkadaşın, ‘Ya şimdi bunun morali bozuk. Derdini dinleyip ben de moralimi bozmayayım.’ deyip geçip gitseydi yanından üzülmez miydin?
Ben olsam üzülürdüm. Birinin gelip sana destek olması, bir sorunun olduğunda derdini dinlemesi çok güzel.

Güzel olan aslında paylaşmak...
Gözyaşı mevsimini yaşayan insanlar bu yüzden bu mevsimin bitmesini istemez.
Çünkü orada istediği gibi umutsuzluklarını, ayrılıklarını gözyaşlarıyla döküp rahatlayabiliyor. En güzel duygularını hayal ederek yaşayabiliyor.
Mevsimin bitmesi ise işin başka bir güzel yanı aslında…
Çünkü özlem başlayacak. Özleyeceksin ve o günlerin o rahatlama mevsiminin tekrar gelmesini bekleyeceksin. Özlemek bile çok güzel duygular yaşatacak sana.
İçin kıpır kıpır olacak. Bir mutluluk yaşayacaksın ama insanlara onu anlatamayacaksın. Anlatsan da kelimeler kifayetsiz kalır. Hissetmek daha güzel… Eğer kalbinde yeşermeler biterse gözyaşı mevsimi seni terk eder.
Ölü toprağı ne kadar sularsan sula verim alamazsın.

İnsan kalbi de öyledir. Sulamanın yanında sevgi, ilgi, heyecan, mutluluk, aşk, hüzün, hasret, özlem, acı, umutsuzluk, ayrılık, gurbet, sıla hasreti ve yüreğimizi hoplatan yürek atışlarına ihtiyaç duyar. Kalbimiz acıyı da duymalı, mutluluğu da tatmalı. Her ikisini yaşamalı ki mutluluğun da acının da ne anlama geldiğini iyi bilmeli.
Kalbimiz bazen yaramaz bir çocuk olur karşı çıkar bize. Laf dinlemez. Uslanmaz, arlanmaz bir kerata olur. Çayıra salınmış deli danalar gibi nereye koşturacağını bilemez.
Kalp krizi geçireceğini sanırsın. Ama bu ilk heyecanların hevesidir. Her şeyden biraz olsun tatmak istersin. Tadarsın ama önemli olan ipin ucunu kaçırmamak.
‘Saldım çayıra Mevla kayıra’ hesabı, önü alınmaz bir çıkmaza sürükler insanı. Dengeyi sağlamayı bilmeli insan. Yıllar geçtikçe bu deli dolu günlere de özlem duyacaksın.
Hayat her ne kadar çirkin yüzünü herkesten gizlese de. Köprünün altından akan sular bazen sel bazen berraklık sunacak sana. Önemli olan o köprünün seller sonrası da ayakta kalabilmesi, en kurak mevsimde de kendisine olan ihtiyacı karşılamasıdır. İnsanlar olaylara farklı yaklaşabilir ancak ortak noktada buluşulduğunda çok güzellikler yetişebilir.
Şimdi güzel bir hikâye okumaya ne dersiniz…

“Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken şöyle demiş: ‘Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?’

Öğrencilerden biri; ‘Uzaktaki sürüye bakarım.’ demiş.
‘koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.’

Başka bir öğrenci söz almış ve ‘Hocam’ demiş. ‘İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.’

Bilge kişi şöyle demiş: “Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona bacım diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi, yoksul mu diye bakmadan bildiğim de anlarım ki, sabah olmuştur. AYDINLIK başlamıştır…”

İnsanların birbirine sevgiyle ve hoşgörüyle baktığı bu anlayışı yakaladığımız zaman, dünyayı içine mahkûm olduğu karanlıktan çıkarırız eminim. Karanlığa hapsedilen yüreklerimizin, aydınlığa kavuşması yine bizim elimizde.
Rahmetin, huzurun, rahatlığın, gül kokularının ve nurlu yüzlerin doğduğu günler uzak değil. Ayrımcılığın yapıldığı, sevginin arka bahçelere gömüldüğü, yetimlerin sahipsiz, sevenlerin sevgisiz bırakıldığı bir hayatta kim yaşamak ister ki...
Ama insanlar böyle yaşamaya zorlanıyor sanki, gözyaşı mevsimini yaşamak zorlaşıyor. İnsanlar rutin hayatın zaman yutan hızına yetişememekten yakınıyor.
Ne kendimize ne de sevdiklerimize zaman ayırabiliyoruz.
Bunları da geçtik. Uykumuzda dahi sömürülmenin cehennem ateşini yaşıyoruz.
Nasıl yaşadığımızı bilmediğimiz için gözyaşı mevsiminin geldiğini bile fark etmiyoruz.

Evet beklenen günler çok uzakta değil. Yüreklerin bir attığı özlemler hayal değil. Sevgiyle beslenen dünya neden hep karanlık sulara yelken açtırılıyor. İnsanlar siyahın rengine bürünen denize düşmekte olan dünyada yaşamaya zorlanıyor. Hedef karanlık, su karanlık, bakışlar karanlık aydınlıklar siyaha boyanmış. İnsanların elinde ise tek bir umut kalmış. Bir gün! Sadece söylenen bu...
Bırakın beni gözyaşlarımla yapayalnız kalayım. Biliyorum bir gün dedikleri gün evet o gün bugün. Yarına hapsetmek istemiyorum umutlarımı. Bugün sevmek istiyorum. Bugün, aşk yaşamaya susamış bedenim.
Bugün, hayallerimi gerçekleştirme günü...
Bugün, gözyaşı mevsiminin iklimi...
Bugün gözyaşlarımı dindirme zamanı...
Bugün, seni seviyorum demenin tam sırası...
Yarına ertelemeyeceğim sevmeleri mi. Gözyaşı mevsimi bugün açıyor güneşlerini, evet senin için açıyor.

Gökyüzüne bak, yüzlerce yıldız senin için yakılıyor. Sabah sadece senin için yeni doğumlar yapıyor. Çiçekler senin için en güzel kokularını saçıyor yeryüzüne.
Dağlar sana güzel görünmek için yeşilin bin bir tonuna bürünüyor. Deniz en güzel maviliğin bakışlara hayran bırakan güzelliğini sana sunuyor. Daha kaç tane en güzel varsa bakışlarına sunulmaya devam ediyor. Bazen bakmakta yetmeyecek.
Dokunup, o ıslaklığı, sıcaklığı, güzelliği ve mutluluğu hissetmek isteyeceksin.
Evet, senin en büyük özelliğin zaten bu… Hissetmek…
Ruhsuz bedenlerin yapamadığı yetenek… Sevmesini bilmeyenlerin kıskanç gözlerle baktığı güzellik… Sadece sende var bu her şeye denk özellik. Hadi gözyaşı iklimine şimdi...

Kimsenin yapamadığını yapmaya. Kinleri, nefretleri, umutsuzlukları, ihanetleri boşaltma mevsimi şimdi. İçindeki kirlilik döküldükçe toprağa, mutluluk güneşleri doğacak yeryüzüne. İçin içine sığmayacak. Mutluluğun ne demek olduğunu o zaman anlayacaksın.

Evet, sevgi nerede olursa olsun kendini hissettiriyor. Tabii ki bunun anlamını bilenler için. Evet, sen şanslı bir insansın. Çünkü seviliyor, seviyor ve hâlâ sevgi besliyorsun tıpkı benim gibi.
Senin, benim gibi milyonlarca insan var. Ama uyandırılmaları gerekiyor.
Sevgi daha fazla kırılmadan, aşk daha fazla maddeleşmeden, umut karşı köye göç etmeden ve içindeki elektrik bitmeden bunu yapmalısın.

Ama siz başınızı eğmeyin bugün Eylül'e…
Perdenizi aralayın, bırakın güneşi içinize doğsun… Bugüne güzel başlayın, bugüne gülümseyerek ve sevgiyle başlayın… Mutluluklar yakanızı bırakmasın ve Güneş üzerinize doğsun… Doğan Güneş nasıl isterseniz size öyle gelsin…
Ve Sevin/ Sevinin/ Sevilin... Sevmek en güzel duygudur. İnsanın kalp atışları ve bakışları değişir. Sevmek güzeldir, her derdin ilacı sevmektir. Sevin hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…Yeni bir gün daha size ve sevdiklerinize şans getirsin…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun...
Hayat ağacınıza asılan yeni günde yürüdüğünüz yolunuz açık olsun... Sağlıklı olun, mutlu olun değerli okurlarım...

22 Eylül 2010
Ömer Sabri Kurşun

21 Eylül 2010 Salı

Gözyaşım…






Bir hüznün adıydı
Bazen de bir mutluluğun
Nefesi
Bir kadehe dökülen
Şarap misali
İçerdi her yürek kaderinden
Dolu dolu bardaklarla onu
Bir yağmurun ilk damlası gibi
Düşerdi her hayale
Bir fotoğraftan akan
Duygular misali
Akardı gözlerden
Hafif hafif bedene dokunarak
Düşerdi yere
Bir aşk şarkısının son sözü misali
Bir ölümün can bulduğu
İlk an misali akardı gözyaşım
Bazen bir hüzün için
Can bulduğu bedende…

20.09.2010





19 Eylül 2010 Pazar

Dilek Ağacı…




Uğruna ömrümü hiçe sayıp da
Yılarca yollara bakıp ağladım
Diz çöküp Rabbime avuç açıp da
Dilek ağacına mendil bağladım

Kurudu içimde ki o gülüm
Çatladı gönlümün sabır köşesi
Ağlarken halime hasret çeşmesi
Dilek ağacına mendil bağladım

Karanlık bir mazi senden hediye
Yaşlandı hislerim döndü deliye
Ölmeden yüzünü göreyim diye
Dilek ağacına mendil bağladım...

dilek çınarı
18.09.2010
Ömer Sabri Kurşun


(18.09.2010 ilk yazılıp yayınlandığı tarih) Bu şiirin ilk yazılış tarihi 18.09.2010. Bloğsopot web sitemde(Yani Burada) 19.09.2010 tarihinde kayıtla yayınlanmıştır. Şiirimi bir antoloji kitabı katılımım da hece şiiri istenmesi nedeniyle aşağıda görüldüğü üzere bir duraklı hece şiiri haline getirdim (6+5=11) ve bu haliyle 24.08.2013 tarihinde tekrar buraya ilave ederek yayımladım.. Aşağıda ki haliyle antoloji kitabında yayınlanacak.


Dilek Ağacı…

Uğruna ömrümü, boşa mı saydım
Yollarına bakıp, her gün ağladım
Diz çöktüm Rabbime, ben hep yalvardım
Dilek ağacına, mendil bağladım

Kurudu içimde, sevgi neşesi
Çatladı gönlümün, sabır köşesi
Ağlarken halime, haset çeşmesi
Dilek ağacına, mendil bağladım

Karanlık bir mazi, senden hediye
Yaşlandı hislerim, döndüm deliye
Ölmeden yüzünü, göreyim diye
Dilek ağacına, mendil bağladım…

18.09.2010/24.08.2013
dilek çınarı
Ömer Sabri Kurşun



14 Eylül 2010 Salı

SEN DAYAN "GÖNLÜM"..







Söylenmeyen sözlerin ağırlığı, demir balyalar gibi çöktü
yüreğime...Bir yanardağ misali gönül dağım! Hani bazen diyorum ki
patlasa bu yanardağ!... Dökse içindeki her şeyi dışarı!... Boşalsa!...
Rahatlasa artık!...

Sonra duruyorum... Sonra susuyorum... İçimden çıkan lavların etrafı
yangın yerine çevireceğini düşününce kilit vuruyorum dilime....
"Yan!" diyorum içime!... "Sadece sen yan!" Ve
"Dayan!" diyorum gönlüme!...
"Herkes mutlu olsun!Sen dayan!.."

Sonra duruyorum...Sonra susuyorum...İçimden çıkan lavların etrafı yangın yerine çevireceğini düşününce kilit vuruyorum dilime...."Yan!" diyorum içime!..."Sadece sen yan!" Ve "Dayan!" diyorum gönlüme!...
"Herkes mutlu olsun!Sen dayan!.."

Dayan be gönlüm!...Dayan ki , elbet birgün görecektir sevgili arşa yükselen alevlerini...Dayan ki , elbet bir gün sende açan alev kırmızısı güllerin kokusu yâre ulaşacaktır...Dayan ki bir gün alevlerin, sevgilinin gözyaşıyla buluşacaktır...Dayan gönlüm!... Seni de elbet bir anlayan olacaktır!...

Dayan be gönlüm!..İçine akıttığın gözyaşınla bile sitem etme sevgiliye!...Derdini başına tac et "Sevgiliden geldi." diye...Ve dayan , sorma "İçime bu yangını salıp da nereye gitti?" diye!...Sen sevgine sadık ol, o seni sevmese bile!...

Dayan be gönlüm!...Bîçâre değilsin Yaradan sana yâr...Kimsesiz değilsin, yanında "Kimsesizler kimsesi" var!...Biliyorum! Sığmazsın hiç bir yere bu sevdayla, dünya sana dar!...Ama dayan gönlüm!..Dayan ki her gecenin mutlaka bir sabahı var!...

Dayan be gönlüm!...İçindeki aleve attığın tohumları gözyaşınla yeşert!Dayan ki her şey bitecek bir gün, kalmayacak ne gam ne dert!...Alev kırmızısı güllerden der demet demet...Bil ki!...Bil ki bir gün mutlaka bitecek bu hasret!...




(a)

13 Eylül 2010 Pazartesi

İçim Üşüyor Yar...




İçim üşüyor, yüreğim buz gibi...
İçim üşüyor kadın, yüreğim buz gibi...
Göz göze gelmekten benimle, ölesiye korktuğun hissi…  Engellerdi dikmemi gözlerine gözlerimi...
Göz göze dahi gelemezken biz yüreğine yüreğimle nasıl dokunabilirdim ki?

Tek çözüm gitmekti... Evet... uzaklaşıp gitmek…

Lakin şarkıların nakaratı gibiydin, işte yar! bu nedenle dönüp dolaşıp sana geliyordum her seferinde...
Ve bu nakarat anlarında göz göze bakışamayan, yürekleri birbiriyle kaynaşamayan biz tentene gelebilmiş olmamız ne büyük çelişkiydi...

Bu yalan sevişmelerdi üşüten işte içimi...
Gitmeye durmuşken... ılık yüreğim tıp tıp atarken sol yanımda, ne acı tesadüf ki nakarat kısmına denk gelmiştim şarkının... tam gitmeye durmuşken yaşadığım yalan esriklik değil mi? buza kesen yüreğimi... İçim üşüyor be yar içim… yüreğim buz gibi...

Duymak istemiyorum artık bu şarkıyı, sussun orkestra, bitsin şu lanet melodi...
Yüreğim don ayazda diyorum yar... İçim üşüyor... buz gibi... kristal buz kesti yar…
Lakin şarkıların nakaratı gibiydin işte sen yar, dönüp dolaşıp sana geliyordum her seferinde...

Eksik bir melodiye dönüşüyor aşk yarıda kalınca. Ya sözü olmuyor, ya da notaları duyulmuyor. Sevgili  aşk yaşatıp tüketilmeli,  yarıda bırakılması en tehlikeli şeylerden biri... bu nedenledir yar dediğim yar! Buza kesti gayri yüreğim kristal buza… dokunma! daha çabuk kırılır artık, dokunma dedim yar dokunma… bırak bırak beni buzlarımla öleyim… don ayazda ben…

                                                              Üşüyorum

                                                              Artık son duraktayım

                                                              Yok gidecek başka bir yerim
                                                              Bil ki tek özlediğim
                                                              Senin sıcak ellerin
                                                              Dokununca onlar bana
                                                              Yeniden döndürecek hayata
                                                              Sakın ağlama
                                                              Gözyaşlarına dayanamam
                                                              Bu karanlık dünyada
                                                              Ben sensiz yaşayamam
                                                              Açan tüm çiçekleri baharın
                                                              Gülücüklerin de senin
                                                              Bırakma ellerimi
                                                              Isıtsın beni
                                                              Sımsıcak ipekten tenin
                                                              Sevgi dolu güzel yüreğin...


                                                               "yüreği üşüyen çınar"
                                                               13.09.2010
                                                               Ömer Sabri Kurşun




9 Eylül 2010 Perşembe

Teşekkür etmek



“Teşekkür etmek?..” Gerçek Bir Sanattır...

Sıfır maliyetle dünyanın en karlı yatırımıdır teşekkür etmek. Basit bir minnet ifadesi, emeklerin karşılığı olarak, maddi değer içermeyen bir ödeme.
Yapılan bir iyiliğe karşı veya herhangi bir harekete karşı duyulan mutluluk, gönül borcunu ifade ettiğimiz bir nezaket sözcüğüdür. Tanımının ötesinde bir derinliğe sahiptir, derinleşebilmekte tüm mesele. Kalpleri birbirine yaklaştıran, ulaştığı yeri eşsiz güzelliklere götüren bir sanattır.
Bir tür kul hakkı, karşıdakine değer verdiğinin simgesidir teşekkür etmek.

Teşekkür sözcüğü ;"şükür “den türemiş Arapça kökenli bir sözcüktür. Yapılan bir iyilik karşısındaki minnet duygusunu ifade eder. "Sağ ol “diyerek de karşı tarafa bu duygumuzu ifade ederiz. Fransızca bir sözcük olan "mersi" sözcüğü de bu anlamda kullanılır. Her ne kadar bize ait olmasa da teşekkür etmenin bir başka ifadesidir. Kimi zaman daha farklı sözlerle de teşekkürün anlamını ve böylece minnet duygumuzu da güçlendiririz. "Allah razı olsun!" gibi.

Günümüzde, teşekkür etmek gibi bazı güzel sözlere eskisi kadar pek yer vermediğimizi düşünüyorum. Aynı durum şükretmek için de geçerli sanırım. Oysa ki teşekkür etmek ve şükretmek, yapılan bir iyiliğe veya verilen nimetlere karşılık dile getirilen çok anlamlı sözlerdir. Yapılan iyiliğin veya verilen nimetlerin farkında olduğumuzun önemli bir göstergesidir. Aslında şunu demek istiyoruz: Bana bu iyiliği yaptığın için sana teşekkür ederim. Bana bu nimetleri verdiğini için Sana şükrediyorum. İnsanlara teşekkür etme inceliğini gösteren, Allah'a şükretme olgunluğunu da göstermelidir. Teşekkür ettiğimizde de şükrettiğimizde de eksilmeyiz. Bir eksiklik veya eziklik değildir teşekkür etmek. Şükretmek de teşekkür etmek de bize cüzi irademizi, birbirimize ve en önemlisi de Rezzak olan Yaradan'a ihtiyacımız olduğunu hatırlatır.

Tamam, kabul ediyorum.
Hayatımız dayanılmaz sıkıntılar, iş yoğunlukları, koşturmalar ile geçiyor. İşsizlik, terör, yaşam pahalılığı, dünyanın içinde kavrulduğu savaşlar, ekonomik sıkıntılar, trafik, çevre kirliliği, manşetleri doldurup taşıran cinayetler, suç eğilimleri, insan katliamları, doğa katliamları…
Her bireyin kendi yaşam seviyesi, hayata bakış açısına göre kimisi için maddi kimisi için manevi sıkıntıların zirvede olduğu, kimilerine göre de her şeyin yolunda gittiği tozpembe bir dünyanın gerçekleri içinde yaşıyoruz.

Nedenini bilmeden geçip giden zamanın içinde, hiç düşündünüz mü ne kadar teşekkür ettiğinizi?
Hayatı yaşanılır kılan, bir nefesi daha halkana katabilmen ve onunla nefes alabilmeyi öğrenmen, güler yüzle hürmet sloganı olan teşekkür etmekten ne olursa olsun vazgeçmeyelim…

Şeytanın avukatı filmini anımsayın lütfen… Ne diyordu şeytan gözleri sevinçten parlayarak?..
“En sevdiğim günahtır kibir!”
Neredeyse sevgi, selamlaşma dâhil her şeyin maddiyat, karşılıklı çıkar ile yapıldığı vahşi bir dünyanın içine çekilip, kalp kırmanın meziyet haline geldiği günümüzde şeytanı mutlu etmekten kaçıp, gönüllere taht kurmanın şifresidir teşekkür etmek.

Neredeyse sevgi dâhil her şeyin maddiyatla ölçüldüğü bu vahşi dünyada belki de şeytandan uzak durmanın, kalp kırmaktan ziyade gönüllerde taht kurmanın büyülü şifresidir, bu basit iki sözcük. Deneyin, göreceksiniz…
Deneyelim, görelim…
Sabahtan akşama kadar bilgisayar başında bunalmış bir memurun çehresinin değişmesi, gün boyu hastalar ile ilgilenip ilave ameliyatlara girip çıkan yorgun bir doktorun gülen gözleri, yoğun trafikte yorgunluktan bunalmış toplu taşıma vasıtalarının şoföründeki stresi hafifleten bir çift güzel sözcük teşekkür ederim.

Dünyaya gelmenize sebep olan anne babalarınıza; emekle, zevkle yemek pişirip akşam sofrayı meydana getiren eşinize; kahkahaları kimi zaman yaramazlıkları ile evinize neşe olan yüzünüzü güldüren evlatlarınıza, en sinirli anınızda bile size anlayış gösteren, alttan alan sevgilinize, sabırlı dostlarınıza, komşularınıza, hayatınızda olan güzel akrabalarınıza ne kadar teşekkür ediyorsunuz? Temizlik görevlileri, çöpçü, apartman görevlisi, markette çalışan bir insan, kargo, postacı, hatta kapınıza kadar hizmet verip süt getiren sütçü… Hayatımızda saymakla bitiremeyeceğimiz hizmet aldığımız; biz farkında olmasak ta, olmadıkları anda işlerimizin çıkmaza gireceği hayatımızın içinde olan insanlar.

‘’ Baharı yaz uğruna tükettik,
Aşkı naz uğruna.
Ve papatyaları seviyor, sevmiyor uğruna
Derken ömrü tükettik bir hiç uğruna… ‘’ diyor Üstat Sezai Karakoç

Sevdiklerimizi tüketmeden, hızla akıp geçen zaman içerisinde ömrümüzü tüketmeden, kendi değerimizi tüketmeden; geleneklerimizi, kültürümüzü tüketmeden, teşekkür etmenin zamanı geldi de çoktan geçiyor…

Çocuklarımıza öğrettiğimiz değerlerin arasında ‘’Teşekkür etmek’’ ilk sıralarda yerini almalı. Günlük hayatımızda teşekkür etmek en sık kullandığımız kelimeler arasına girmeli. Bin kilometre öteden de olsa cenazelere koşmayı seven bir fıtratın sahibi olarak hayatta iken, kaybetmenin acısını tatmadan sevdiklerimize sımsıkı sarılmalı, mutlulukları paylaşmayı bilmeli, zaman ayırmalı, varlıkları için teşekkür etmeliyiz.

En küçük emek için, lütfen “Teşekkür” ediniz…

Sevdiklerimize teşekkür ederim demek zor gelmesin...
Görünüşte sadece iki kelimeden ibaret “teşekkür ederim” Ancak, altında çok manalar gizli ve bazen bir tebessümü ve mutluluğu ateşleyen iki sihirli kelime…
Modern yaşamın, gerçekten modern olabilmesi için kendinize bir kefaret belirleyiniz. Çatık kaşların gevşediğini, asık yüzlerin gülümsediğini, içinizden bir şeylerin yer değiştirdiğini göreceksiniz…

Hadi, bir adım atın huzura. Teşekkür edin…
Sıcak bir sevgi haresi içinde olduğunuzu göreceksiniz.

Kendi adıma, Size yazdığım yazıları gün ve gün okuyup, beni yalnız bırakmadığınız için ve nefesime bir nefes kattığınız için Teşekkür ederim!.
Gülümsediğinizi görür gibiyim, şu ana gözümün önünde gülen yüzünüz…

Küçük bir davranış, bir inceliktir teşekkür etmek. Öylesine zahmetsiz ve kolay…
İki kelime enikonu… Söylemesi öyle kolay; neticesi öylesine büyüktür ki…
Sosyal ilişkiler o kadar zayıfladı ki, çevremizdekilerin durumlarını takip edemediğimiz gibi hatırlarını bile sormak aklımıza gelmez oldu.
Hâlbuki çok sık olmasa da güzel şeylerde oluyor ve bu güzel olaylara vesile olanlar var.
İşte bu güzelliklere emeği geçenleri ve çalışmalarında başarılı olanları ödüllendirmek, teşvik etmek veya takdir etmek şeklinde hatırlamak sosyal yaşamın gereklerindendir.

Şahsımız adına veya içinde bulunduğumuz kurumsal organizasyonlar maddi övgülere yeterli olmayabilir. Herhalde onlara sunulmak için bir yerlerde biriktirdiğimiz veya sakladığımız TEŞEKKÜRLERİMİZ vardır. Hiç olmazsa teşekkür etme duygumuzu aktif hale getirelim.
İyiliklere teşekkür etmek sadece insanoğlunun değil, bütün yaratıkların bir özelliğidir.
Karnını doyurduğumuz, susuzluğunu giderdiğimiz, hatta sevgiyle okşadığımız bir hayvanın bile hâl diliyle bize nasıl teşekkür ettiğine birçoğumuz şahit olmuşuzdur.
Verdiğimiz emeğe, harcadığımız vakte ve zamana gösterdiğimiz çabaya, sunduğu cömert ikramlarla karşılık veren doğa da bize bir nevi teşekkür etmektedir.
Teşekkür konusunda ihmali görülen tek varlık herhalde insandır.
Teşekkürleri harcarken cimrilik etmeyelim. Teşekkürler kullanılmadıkça değer kaybeder. Harcandıkça çoğalır. Bu satırları yazarken kendimde boş durmayıp teşekkürlerimin bir kısmını harcayayım dedim. Yazımda alıntı yaptığım tüm yazar dostlarıma da teşekkür ederim…
Ve bizleri yoktan yaradan yüce ALLAH'IMA binlerce teşekkür ederim…

Teşekkür etmeliyiz.
Bize bir bardak su verene… Bize sıcacık yemekler hazırlayana… Bize bir harf öğretene… Bize bir yer ararken yol gösterene…
Bir teşekkür gözde çiçek açtırır… Bir teşekkür, alır gider bütün yorgunluğu... Bir teşekkür, uçurur kalbi… Bir teşekkür insanı insana dost eder...
Teşekkür etmeliyiz kuşa, çiçeğe, havaya, denize, kaleme, meyveye, çöpçüye, bakkala, şoföre… Teşekkür etmeliyiz ki kalbimiz Allah’a şükretmeye açık olsun.
Bende size teşekkür ederim… Varlığınız ile beni onca zaman yalnız bırakmadınız için…

Bu satırları okuyanlara ve böyle düşünenlere teşekkür ederim. Teşekkürlerimi bitirdiğimi zannetmeyin. Çünkü cebime baktığımda sayılarının daha çok artmış olduklarını gördüm.
Hani bir söz vardır. Para parayı kazanır işte öyle bir şey…
Haydi, sizler de teşekkürlerinizi harcayıp çoğaltın.
Zaman yastık altında biriktirdiğiniz teşekkür, merhaba, hoşgörü, sevgi, vefa, yardım keselerini yatırıma dönüştürme zamanıdır.
Unutulmamalıdır ki teşekkür etmek sevginin ilk meyvesidir tadına doyulmaz. Sevgiyle kalın, teşekkürler alın, satın.

Teşekkür ederim size sevgili dostlar… Beni sevdiğiniz için… Teşekkür ederim sabırla makalelerimi, şiirsel söyleşi ve yazılarımı, güncelerimi, şiirlerimi velhasıl beni okuduğunuz için... Web sayfamda ve diğer sosyal platformlarda takip ettiğiniz için___ Teşekkürler… Sizi Allah için seviyorum...

Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbetler gönderiyorum yıllardır yaşamımın bir parçası olan bahçe balkonu mu mesken tutmuş Kumruların eşliğinde ak kanatlı güvercinlerimle…

09 Eylül 2010
Ömer Sabri Kurşun




8 Eylül 2010 Çarşamba

Ramazan bayramınız kutlu olsun...

 

http://omersabrikursun.blogcu.com



Kardeşliğin doğduğu,sevgilerin birleştiği,belki durgun,belki yorgun,yinede mutlu,yine de umutlu,yine de sevgi dolu nice bayramlara...




Gökkuşağı gibi...



Gökkuşağı gibi olmalı insan
Biraz ondan, biraz bundan
Her renkten, duygudan tadılan
Yağmurdan sonra çıkan
Bulutların tam ortasında açan
Adı alemi-i sema konan
Güneş gibi olmalı insan
Geceyi aydınlık yapan
Günün göbeğinde umut gibi doğan
Aydın olmalı bembeyaz ak pak
Umut olmalı insan
Yolun başından başlamalı aşk
Amacı olmalı insanın
Biraz yaşam, biraz yaşatmak
Biraz arkadaş, biraz eş
Biraz insan, biraz yoldaş
Biraz hüzün, biraz keder
Biraz aşk, biraz kader
Biraz mutluluk, bir parça şeker
Biraz da olmalı ki edep
Hepsi insanda toplanınca
İnan yaşamak için tek sebep
Bil ki bu mutlu bir hayat eder...

(çınarda yaşanmamış bir gün)
8 Eylül 2010
Ömer Sabri Kurşun

Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN