Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

28 Kasım 2009 Cumartesi

nerede o eski bayramlar...





Bayram Arefesinden önce başladı telefonuma bayram mesajları gelmeye. Şudur budur, yapış yapış kafiyeler, bundan on yıl önce, yani cep telefonunun ülkemizde yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı günlerden beri değişmeden atılan, hâlâ aynı formatta yazılan, her bayram noktasına bile dokunmadan atılan mesajlar gelmeye başladı. Armut piş ağzıma düş zihniyeti de bir yere kadar canım!

Kaç kişi bayram tebriki için kart atıyor artık? Bakınız kutlama değil, tebriktir onun adı. Tebriktir çünkü kutlama dediğin törenle birlikte vuku bulur ve umumiyetle resmi makamlar tarafından icra edilir. Bayram dediğin tebrik edilir. Biz gene hayvanları kestik, sen de kes tebrik ederim dersin. Gene ortalığı kana buluyoruz seni de tebrik ediyoruz dersin, haydi kimin neyi niye kestiğini geçtim de, bunlar iki lafın belini kırdıkları ilk fırsatta da “nerede o eski bayramlar” cümlesini kuruverirler. Yahu sen o zaman kaç yaşındaydın, artık bak; kaç yaşındasın, o vakitler başka şehirdeki akrabandan veya senden ona bayram tebriki atılırdı kartlarla, artık SMS ile hallediyorsun meseleyi tüm “samimiyetinle”, e-posta ile bitiriyorsun tüm etkileyici cümlelerinle. Bari bir telefon ediver ondan sonra sağda solda söyle “nerede eski bayramlar” diye.

Nerede olduğunu tam olarak bilemiyorum ama nerede olmadığına adım gibi eminim, o eski bayramların. Üç günlük bayramı fırsat bilip, bir iki gün daha ilave ederek yaklaşık bir haftaya çıkardığın izin gününde gittiğin tatil beldesinde veya turla gittiğin kampanyalı otelde değil. O meşhur eski bayramlar geyiğini bırakıp samimi olmaya başladığın gün, o eski bayramı da bulacaksın inancındayım.

Ne demişti ünlü mütefekkir (şaka şaka şair) “Biz büyüdük ve kirlendi dünya!”






27 Kasım 2009 Cuma

Kurban bayramınız kutlu olsun...





Tüm arkadaşların Kurban Bayramı'nı en içten dileklerimle kutlar,sağlık,başarı ve mutluluklar dilerim.Her şey gönlünüzce olsun...



25 Kasım 2009 Çarşamba

YÜREĞİMİN BEYAZ GÜVERCİNİ






Soğuk odamın donuk duvarlarıyla baş basayım
Yine sabah oldu uykusuz gözlerimde
Paketimde ki son sigaramda az önce bitti
Birazdan yine güneş doğacak buz gibi yüreğime
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Sensizlik nicedir acıtır kanayan yüreğimi
Baktığım her yerde sen
Dokunduğum her şeyde sıcaklığın var
Unuttu yüreğim hayata dair ne varsa
Ve unutmadı seninle yaşanmış hiç bir şeyi
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Sevmiyorum artık olmadığın sabahlara uyanmayı
Sevmiyorum artık sensiz doğacak güneşi
Sevmiyorum artık penceremden odama sızan ışıkları
Sevmiyorum artık günaydınları ve kendimi
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Bilmezdim özlemin bu kadar yürek acıttığını
Bilmezdim beklemenin bu kadar yürek kanattığını
Yüreğim acıyor yüreğim kanıyor çaresizim
Her nefes alışımda sen varsın
Attığım her adımda sana geliyorum
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Yine sensiz bir sabaha uyanıyorum
Ve her sabah olduğu gibi bu sensiz son sabah diyorum
Avutuyorum yüreğimi kandırıyorum kendimi
Biliyorum artık gelmeyeceksin dönmeyeceksin bana
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Gel ki bitsin bu yürek sancısı bu yürek kanaması
Gel ki bitsin bu soğuk gitsin bu donuk renkler
Gel ki güneş bizim için doğsun ısıtsın yüreğimizi
Gel ki yeniden can bulsun bu yürek
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Hiç vazgeçmedi seni sevmekten bu yürek
Gözlerindeki ışık yüzündeki gülümseme
Ve seni seviyorum sözlerin kulaklarımda
Ellerinin sıcaklığı ellerimde yüreğinin atışları yüreğimde
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.

Nefesinle açmak istiyorum yine sabaha gözlerimi
Sesinle karşılamak istiyorum doğan güneşi
Öpüşlerine aydınlansın istiyorum odam
Gel artık yeniden başlasın bu hayat
Yeniden çarpsın bu yürek
Seni özlüyorum
Seni bekliyorum
Seni seviyorum
Yüreğimin beyaz güvercini....
(alt)

15 Kasım 2009 Pazar

Bir Pazar Günü...





Bir Pazar günününde kaldı, kalp kırıklarımın içindeki can kırıkları…
Tıpkı bir su damlası gibi…
Fakat can yakan bir su damlası. hayat veren değil...


Boşlukta ve yokluktaymış su damlacığı, hiçlikteymiş. Yapayalnızmış... Çok sıkılmış yalnızlıktan; suya karışmak istemiş. Su olmuş su damlacığı suya karışınca, yok olmuş. Su damlacığının öyküsü bu işte…
Tükettikçe kendini çoğalır aslında; çoğaldıkça, tükenir su damlacığı… Suya karışmak istemiyorum ama yalnızlıktan da öyle bunaldım ki!..

Ve işte ben bir su damlası iken… Serin bir ilkbahar sabahında yola düşmüştüm ve gri bulutlardan özgürlüğümü alıp, bir yaprağa yoldaş olmuştum. Yeşil bir sevgiye benziyordu o yaprak tanesi, damarları beyaz ve sarı renkte idi. Üzeri parlak ve kaygandı. Hani ‘Tutunma bana, çık kendi yoluna, bu kadar mola yeter’ diyordu her haliyle ve ben____ bir Pazar gününe bıraktım kalbimde ki can kırıklarını___ bir Pazar gününde kaldı benim kalp kırıklıklarım…

Uyumadan uyandığım bir Pazar sabahı yine...
Zamanın bir yerindeyim yine hesapsız...
Ayları, yılları, seni, onu, geride bırakarak yazıyorum yine anlamsızca…

Senden kalana, sen diye bir şeyin olduğuna, seni yaşayıp yaşamadığıma cevabım kalmadı…
Bir düştün bana… Peşindeydim onca zaman…
Her satırım sana aitti… Yalanları gözlerin görmediği gizli kapaklı yaşadığım sevdalarım da…

Dokundukça kirlenmiş ti "aşk"… Adını duydukça, adım adım uzaklaştık sevdamızdan…
Başka köşelerde, farklı yüzlerle yaşadık hayatımızı, belkide bundandır ayrılıklarımız…

Oyuncak bir sevgili…
"Ben onu çok seviyorum oda beni"

Ama senden sonra kimseyi kabul edemedim ben hayatıma...
Oysaki yeni bir "can" lazım dı bana…
Sürekli benden beklemeyen, değer veren, çaba gösteren, emek harcayan…
Olmadı yapamadım, yediremedim gururuma…

Suçlusun sevgili… Tüm yaşadığım hayal kırıklıkları, suskunluğum, çaresizliğim, kalbime açtığın derin yaralar sana ait. "Al şimdi onları güle güle kullan" Yalnızlığıma değil bu kızgınlık, sana da değil belki. Belki kendime, belki de saçma sapan düşüncelerime… Artık yok sayıyorum yaşanmışlıkları...
Senin canının taşınmadığı bu yerlerde, yeni umutlarım yeşeriyor hayata...
Kurtulmalı bu hiçlikten. Hayata döndürmeliyim benliğimi…

Offf hatırlıyorum her şeyi;
Bir pazar sabahıydı bana verdiğin sevgi…
Ve sabahın ilk ışıkları, ayrılığa davet ettin yine bir pazar sabahı beni…

Öfkeme esir oldum…
Ve sen,
Yaktıkça canımı, bende onun canını yaktım…
Kırdık kırıldık…
Ben hesabımı ödedim… şimdi de sıra sende…

Çok değil,
Bana şimdi bir kaç şey borçlusun sanırım?
Kırık bir kalp… Zamansız gidişler… Ve gözyaşı ki:
Bazılarının içine akar gözyaşı...
Ağlayamaz onlar… tıpkı ben gibi…
Gözyaşları olmadığından değil…
Birileri "Erkekler Ağlamaz" dediği için de değil… Kalpleri taş olduğundan hiç değil!
Onlar___ ağlamayanlar değildir; ağlayamayanlardır…
Hâlbuki o kadar çok isterler ki ağlamayı… Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra… Kendini unuturcasına… Ama ağlayamazlar…

Çatlarlar, çatlatırlar yüreklerini de yine ağlayamazlar…
Gözyaşının olduğu yerde "rahmet" olacağını da bilirler oysa…
Bir damla rahmet için, bin damla yaş dökmeye hazırdırlar…
Hazırlanırlar ama ağlayamazlar...

Anlamsız kahkahalar içinde boğulur hıçkırıkları…
Feryadı yutar, acıyı içlerine çeker onlar!
İsyan, onlara çok yakındır; yanaşmazlar yanına…
Sabır, onları sevmese de sarılmaya çalışırlar…
Alışırlar her yeni duruma…
Durmadan yarışırlar ve savaşırlar kendileriyle…

Çemberinden geçirirken felek, onların kulağına bir şey fısıldamıştır.
Tam olarak anlatamazlar ne olduğunu; ancak hiç unutmazlar yine de anlatamadıkları için ağlayamazlar… Ağlayamadıkları için anlatamazlar!

Bir gülün dibine diz çöküp ağlasa onlar, gözyaşlarıyla gülün rengine renk katabilirler belki.
Ama yapamazlar.
"Ya solarsa?" derler.
Solarlar belki; âmâ soldurmazlar!

Herkes onları "ağlayamaz" sanır çünkü hiç kimse göremez, içlerine akan yaşları!
İçerde kaynayanı, yananı, içerdekinden gayrısı bilemez!
Yanaklarından süzülmediği için de kimse silemez gözyaşlarını…
Yaşlarını da bilemezler çünkü onlar, oldukları yaşta değildirler…

Onlar, birbirlerini tanır; birileri onları tanıyamaz!
Onlar maşuktur… Onlar âşıktır…
Onlar darmadağın… Onlar karmakarışıktır!

Ve bir Pazar gününe bırakırlar kalp kırıklarını ve içinde onlarca can kırıklarını ama biri vardır ki çok can yakar, yıllarca durur her hareketinde inim inim inler kalp, ağlar ağlar ama gözyaşını görmez kimse.
Uyumadan uyandığı bir Pazar sabahı ben gibi bir Pazar gününe bırakır kalbinde ki can kırıklarını___ bir Pazar gününde kalır benim gibi kalp kırıklıkları…
Cevap alamadığı sorular yığılır kalır içinde acı vererek kanar gizliden gizliye yine kimse görmez ve bir Pazar günü biter her şey yılların gizemiyle…

Dedim ya!..
Çok değil, bana şimdi bir kaç şey borçlusun sanırım?
İçinde can parçası bırakmış olduğun kırık bir kalp…
Ve ve zamansız gidişler…
Ha! Az daha unutacaktım... Unutmadan söyleyeyim;
Birde Pazar günü...


15 Kasım 2009
Ömer Sabri Kurşun


14 Kasım 2009 Cumartesi

ŞİİR ve HAYAT...!




ŞİİR;
Yaşam'ın şekillenmemiş adıdır.

HAYAT;
Gerçekleri sırtlayıp;
Taşıyamayacak kadar "ağır..!"
Bir kuş'un kanadına konup ta;
O na bile hissettirmeden,uçabilecek kadar "hafif..!"


ŞİİR;
Her mısrasını yaşamaya çalışmak için;
Nefes nefese koşturmayı göze alacak kadar "dolu..!"
Bütün yaşayışların;
Sadece bir hayal olduğunu hissettirebilecek kadar"boştur..!"


HAYAT;
Koskoca ömürde;
Bir yalnız gün daha nasıl geçecek.?
Şu saatler nasıl bitecek diye;
Şikayet edebilecek kadar"muamma..!"
Göz açıp,kapayıncaya kadar geçen sürede;
Nihayet'e erebilecek kadar da "basit..!"


ŞİİR;
Kendini oluşturan;
Her büyüyü,her cazibeyi,her rengi,
Yürekleri hoplatacak kadar"parlak ve güzel..!"


HAYAT;
Gözlerimizi;
Acılarla,hüzünlerle,ayrılıklarla,ölümlerle buluşturduğumuzda;
Sadece iki renk"gri ve siyah..!"

HAYAT,
Her anı nı tuvallere,yazılara,şiirlere,gösterilere döküp;
Sergileyebileceğin kadar"sanat..!"
Tek bir uyanışta görevinin,tek bir oyundan ibaret;
Tek bir rol olduğunu fark edebileceğin kadar da"kısır ve monoton..!
"

HAYAT;
Senin tek bir"EVET"inle;
Başkalarına bölüştürüp sunabileceğin..
Nefes alıp verişlerinle paylaştırabileceğin kadar;
"Hayret verici ve cömert..!
Senin tek bir"HAYIR"ınla;
Herşeyi mahvedebileceğin,yok edebileceğin kadar da;
"Cimri ve densiz..!"


ŞİİR;
Gerçek yaşam öykülerine katlanabilecek gücü bulup;
Daha da "Güzel'e koşmanın adıdır.,,!"


HAYAT;
Sevmeyi bilecek, bilmiyorsa öğrenecek.
Tadacak, sunacak, paylaşacak.
..Ve böyle sevgilerle,bütün sevgileri;
Çoğaltabilecek kadar"anlamlı...!"


 
HAYAT;
Gerçek yaşam öykülerine katlanmaya değecek kadar;
"Yaşanmaya değer...!"


HAYAT;
O nu kısaltmanın;
Haksızlık olduğunu anlatacak kadar"Öğretici...!"
Bir daha;
Bulunmayacak,yaşanmayacak kadar"tek...!"

HAYAT;
Sadece dilediğin kadar"UZUN...!"
Sadece dilediğin kadar"KISA...!"


ŞİİR' se;
"HAYATIN ÖTEKİ ADIDIR...!"





Ağlamak...




Çok duygulandığımızda, bir şeye çok öfkelendiğimizde ya da kalbimiz kırıldığında ağlamak isteriz. Ağlamak hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak rahatlamamıza yardımcı olur. Ancak bazen hiç ağlamamamız gereken yerlerde gözlerimizin dolduğu da olur.

Ağlamak kelimesi, Türkçe ’de “ağmak” tan türemiştir. “Ağmak”, yükselmek, yukarı doğru çıkmak anlamına gelir. Dolayısıyla ağlamak, Türk dilinde, yükselmek demektir. “Ağı”, gözyaşı; ağılamak/ağlamak: Gözyaşı dökmek, ağlamak; gerçek anlamda yükselmek, içten dışa çıkmak, yukarı doğru gelmek demektir.
Ağlamak, mahzun olup Allah korkusundan yahut herhangi bir dert, tasa acı, ümitsizlik ve bazen sevinçten dolayı gözyaşı dökmek demektir.

Hayatın her döneminde insanların tepkilerini göstermede özel bir yeri olan ağlamanın dinî hayatta da önemi vardır. Ağlamanın sebebi Allah korkusu ve sevgisi, cehennem, kıyamet ve ölüm endişesi, cennet nimetleri olduğu gibi, dünya ile ilgili üzüntü ve acılar da olabilir.

Rivayete göre Hz. Âdem cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilince, işlediği günaha o kadar çok ağlamıştı ki bütün melekler ona acımışlardı. Sonunda bu kadar çok ağlaması affedilmesini sağlamıştı (bk. Ahmed b. Hanbel, s. 61).

İnsana ağlama ve gülme özelliğini veren Allah’tır. Gülmek ve ağlamak, insan varlığının sırlarından birisidir.
Yapısı ve ruhi giriftligi bakımından insanın organik yapısından aşağı kalır yanı yoktur. Her iki olayın meydana gelmesinde hem organik faktörler, hem de psikolojik faktörler iç içe, yan yana faâliyet gösterir.

Ağlamakla ilgili “bükâ” (ağlamak) kelimesi, Kur’an’da 7 yerde geçer (19/Meryem, 58; 17/İsrâ, 109; 54/Kamer, 7; 68/Kalem, 43; 70/Meâric, 44; 79/Nâziât, 9; 44/Duhan, 29; 53/Necm, 60; 9/Tevbe, 82; 53/Necm, 43).
Gözyaşı anlamına gelen “dem’ ” Kur’an’da 2 yerde kullanılır (5/Mâide, 83; 9/Tevbe, 92). Çok ağlayan anlamında “evvâh” kelimesi de Kur’ân-ı Kerim’de 2 yerde geçer (9/Tevbe, 114; 11/Hûd, 75).
Evvâh, keder ve acıma gösteren sesleri çok çıkaran, başkalarının acılarını benliğinde duyan, onlara duyduğu merhametten dolayı “ah!” edip ağlayan anlamlarına gelir.

İnsana ağlama ve gülme özelliğini veren Allah’tır. Gülmek ve ağlamak, insan varlığının sırlarından birisidir. Yapısı ve ruhi giriftligi bakımından insanın organik yapısından aşağı kalır yanı yoktur. Her iki olayın meydana gelmesinde hem organik faktörler, hem de psikolojik faktörler iç içe, yan yana faâliyet gösterir.

İnsanı ağlatan ve güldüren, gülme ve ağlama sebeplerini yaratan Allah’tır. “Güldüren de O’ dur, ağlatan da O’dur.” (53/Necm, 75)

Ağlamak, sanılanın aksine bir zayıflık belirtisi değildir. Duygusal boşalım sağlamaktır. Vücuttan toksinler atılır ve kendimizi daha rahat hissederiz. İnsan sağlığı için faydalıdır. Çünkü duygusal boşalım sağlamışızdır. Sonrasında oluşacak yeni durumlara kendimizi daha güçlü olarak hazırlarız. Ağlayan insan güçlüdür.

Ağlamak eylemine Freud aforizmasında şöyle yer vermiştir. “Sinirlenince ağlayan insanlar, daha içten ve güvenilirdir.”

Gizli sırlar gereği, insanı bir olaya güldürürken, bir olaya ağlatır. Bu gün ağlattığı olaya, belki yarın güldürebilir. Ağlamak ve gülmek, değişen psikolojik hallerin, eşya ve ortamların, insan ruhunda hiçbir zaman aynı kalmayan değer ve arzuların bir sonucudur. Herkes, başına gelen şeylere bağlı olarak ağlar ve güler.
Bazılarının ağladığı şeye bazıları gülebilir. Ağlamak ve gülmek, bazı kere aynı sebeple de olur. Önceleri bir şeye gülen insan, daha sonra güldüğü şeyin neticesini görerek ağlayabilir. Keşke yapmasaydım, gülmeseydim diyebilir.
Allah iki zıddı bir şahısta yaratmıştır. Bir kimseyi hem ağlatır, hem güldürür. Bu iki olay birbirine zıttır.
Müfessirler, âyette geçen güldürme ve ağlatma olaylarını, mutlu etme ve hüzünlendirme olarak da değerlendirmişlerdir.

Yapılan bir araştırmaya göre, kadınlar ayda ortalama 5 kere ağlarken, erkeklerde bu sayı sadece 1'dir. Ortalama bir ağlama seansı kadınlarda altı dakika sürerken, erkeklerde bu süre iki ila dört dakika arasındadır.
O nedenle ki;
Bazılarının içine akar gözyaşı,ağlayamaz onlar...
Gözyaşları olmadığından değil...

Ağlayan insanlara yönelik suçlayıcı, yargılayıcı ve zayıf olduğu tutumundan ziyade “Seni şuanda ağlatan şey nedir?” diye yaklaşırsak ağlayan kişinin duygusunu açmasına olanak sağlamış oluruz. Ve o kişiye yönelik yanındayım mesajı vermiş oluruz. Ağlayan kişide duygusunu ifade etmenin rahatlığını hissedeceği bir durum oluşacaktır. Ve onu ağlatan şeyleri ifade edebilmek aynı zamanda anlaşılmayla beraber kendisini çok daha rahat hissedecektir.

Ağladığımız zaman bizi yargılayan, basite alan, ağlamaya cinsiyetçi yaklaşım üzerinden yaklaşan insanlara iki kere düşünmemiz işlevsel olacaktır. Çünkü onların zihninde ağlamak bambaşka ve yanlış bir yere oturmuştur. Bu duruma örnek bir cümle vardır ve çocukluğumuzdan buyana söylenir. “Erkekler ağlamaz.” Diye… Oysa ağlamanın cinsiyeti yoktur. Olamazda çünkü sonuçta insanız… Pek tabi ki erkeklerde ağlar. Ve ağlayan erkek, erkek olmaktan çıkmamaktadır. Bu zihniyet ağlamanın zayıflık göstergesi olduğunu düşünen zihniyetin izdüşümüdür. Çünkü bu zihniyete göre, erkek toplumda güçlü olmak zorunda olarak değerlendirilir. Ve ağlaması pek kabul görmez.

Birileri "Erkekler Ağlamaz" dediği için de değil... Kalpleri taş olduğundan hiç değil!
Onlar...Ağlamayanlar değildir; ağlayamayanlardır...
Halbuki o kadar çok isterler ki ağlamayı..
Bağıra bağıra...Hıçkıra hıçkıra...
Kendini unuturcasına... Ama ağlayamazlar...

Çatlarlar, çatlatırlar yüreklerini de yine ağlayamazlar...
Gözyaşının olduğu yerde "rahmet" olacağını da bilirler oysa...
Bir damla rahmet için, bin damla yaş dökmeye hazırdırlar...
Hazırlanırlar...Ağlayamazlar...

Anlamsız kahkahalar içinde boğulur hıçkırıkları...
Feryadı yutar, acıyı içlerine çeker onlar!
İsyan onlara çok yakındır; yanaşmazlar yanına...
Sabır onları sevmese de sarılmaya çalışırlar...
Alışırlar her yeni duruma...
Durmadan yarışırlar ve savaşırlar kendileriyle...

Çemberinden geçirirken felek, onların kulağına bir şey fısıldamıştır...
Tam olarak anlatamazlar ne olduğunu; ancak hiç unutmazlar yine de...
Anlatamadıkları için ağlayamazlar...
Ağlayamadıkları için anlatamazlar!

Bir gülün dibine diz çöküp ağlasa onlar...
Gözyaşlarıyla gülün rengine renk katabilirler belki...
Ama yapamazlar...
"Ya solarsa?" derler...
Solarlar belki; ama soldurmazlar!

Herkes onları "ağlayamaz" sanır...
Çünkü hiç kimse göremez, içlerine akan yaşları!
İçerde kaynayanı, yananı, içerdekinden gayrısı bilemez!
Yanaklarından süzülmediği için de kimse silemez gözyaşlarını...
Yaşlarını da bilemezler...
Çünkü onlar, oldukları yaşta değildirler...

Onlar, birbirlerini tanır; birileri onları tanıyamaz!
Onlar maşuktur...
Onlar âşıktır...
Onlar darmadağın...
Onlar karmakarışıktır!

Victor Hugo'nun; "Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?" şiirindeki dizelerde dediği gibi...
"Gururumdur gözlerimde kelepçe, bırakmaz süzülsün yaşlar erkekçe... Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?" demiş ya şair.
Elbette ağlar lakin kimse göremez aktığı yeri... her gülüşümüzün altında bir hüzün saklı değil midir?




12 Kasım 2009 Perşembe

Sende ağlarmısın deniz kızı...




SEN DE AĞLAR MISIN DENİZ KIZI
http://kursunsabriomer.blogspot.com
Gecenin bir vakti sen de
Duygulanır kederlenir misin
Deniz Kızı
'Sonra al kalemini eline
Dök içini kağıda' der misin
Anlamaz ki anlatsın derdimi
Dili yok ki söylesin
Sahi böyle der misin

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Kalemle kağıdın buluştuğu ufukta
Sevgiyi sevgilini sadakati arar mısın

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Sonra kelimeler düğümlenir
Boğulur musun hıçkırıklara
Neler gördün neler geçirdin
Açılmaz kapılar karşısında
Bocalar yutkunup
Gözyaşlarını içine akıtıp

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Hüzünler yerleşmesin ister misin
Baş ağrılarına tutulur
İç çekişler esir alır
Dalışların sürer gider mi

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Zaman mekan durur
Aşina ses yankılanıverir mi içinde
Onca koşturmaca onca unutulmuşluk içinde
Yıllar önceden gelen o meçhul ses
Şiir o şiir alır mı seni senden
Neredesin sen neredesin

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Açılıverir düşünceler
Bir yıldız doğar mı
Uzak dağların ardında dolunay görünür mü
Söyler misin Güzel Deniz Kızı

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Büyür mü heceler soluksuz geceler
Uyanıverir mi merak duygusu
Sevdiceğim neredesin ne haldesin
Sarsılır mısın tepeden tırnağa

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Gecenin bir vakti
Gel desen kal desen
Gelir Kalır mı
Açık denizlerde
Dolunay altında mehtaba karşı

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Senin de gücünün tükendiği
Sabrının tükendiği
Ömrünün tükendiği
Mürekkebinin tükendiği anların olur mu

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Gecenin bir vakti sen de hüzünlen
Duygulanır ağlar mısın Deniz Kızı




10 Kasım 2009 Salı

Şimdi ölmek istemem,kalbine dokunmadan...




http://kursunsabriomer.blogspot.com

Yüzme bilmeden,
Daha deniz görmeden,
Hiç güneşte yanmadan
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan
Aşkı tatmadan daha,
Onla sarhoş olmadan,
Hiç sevişmeden daha,
Şimdi ölmek istemem daha hiç gülmeden
Çoban yıldızı

http://kursunsabriomer.blogspot.com

Sen benle kal,çoban yıldızı
Hep benle kal, çoban yıldızı
Zamanın varsa

Coban Yildizi 3
Ben hiç kimsem olmadan
Tepeden tırnağa ona hiç sarılmadan
Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan
Hadi al götür beni hala benimmişler gibi
Evime yurduma
Taze meyve tatları yağmurlarında
Çoban yıldızı



(a)


Bir kalp cizdim gökyüzüne seni seviyorum yazan...


Bir kalp çizdim gökyüzüne ..
Yıldızlarla yazdım isminin baş harfini ..


Bir aşk şarkısı dilimde ..
Uçursam sevgimi sana nağmelerle ..


Seviyorum seni seviyorum,
Özlüyorum gizlemeden söylüyorum ..


İsterim ki sende yaz bu sevgiyi kalbine,
Aşkın baharında aç şu gönlümde ..


Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Hayatın bize sunduğu olağanüstü nimetlerin farkındayım.
Bu ne hoş yolculuk? İyi ki yola çıkmışım. Sonuç mutluluksa ve mutluluk bir yolculuksa pişmanlığa izin vermemeli. Asla pişman değilim. Şu kısa hayatımızda mutluluğu iyi ki ertelemedik. Birbirimizin yoluna çıkmakla ne de iyi ettik...
Yüreğim böylesine bir sevgiyle doluyken ölümcül bir hastalığa yakalanabilir miyim? Bu aşkı yaşamak kaderimizde varmış. Ancak bu yaşadığımız, bildiğimiz bir aşk değil. Aşktan da üstün bir şey. Özenli, kıskandıracak, masum ve duygusal bir aşk. Çılgınca bir aşk. Ömrümüz arttı. Bir "gül" bu yolculuğa ne kadar renk katabilir bilmiyorum. Ben yine de her sabah yollarına gül döküyorum. Çünkü sen, yaşamaktan yorulduğum bir anda geldin bana. Hoşgeldin...
5000 yıllık aşkın yaşandığı şehrim seninle anlam buldu. Ve her şey seninle başladı. Sen olmasaydın her şey, hiçbir şey olurdu. Sensiz geçen anlarımda kayda değer bir şey yok. Sen yoksan, fena halde tenhalardayım...


Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Seni, hayatı sevdiğim gibi seviyorum. Aklımda, fikrimdesin. Fikrimin ince gülüsün. Sen bensin, ben de sen. Sen bendesin, ben sendeyim. Hayatta hiç kimseyi senin kadar sevmedim. Hayatta hiç kimse beni senin kadar sevmedi. 

Bundan daha güzel bir denklem olur mu? 
Bundan daha büyük bir mutluluk var mı? 
Seni sevmek, güçlü olmanın kaynağıdır... Tutunacağım bir daldır. Senin gibi bir sevgiliye kolay rastlanmıyor bu zamanda... Hayatımda ilk kez bir şey farkettim ve de sende farkettim. 
"SS" demenin mutluluğunu... 
Anladım ki, bu iki sözcük, söylendikçe büyür ve anlamının çok daha ötesinde bir anlama kavuşur... Bu iki sözcük öylesine bir sihir taşır ki; hem söyleyeni, hem de söyleneni mutluluğun doruklarına taşır. Sözüm söz... 
Seni sevmeden geçirdiğim bir günüm olursa (ki olmayacak) Ömer Hayyam çarpsın beni. Seni seviyorum.Tartısı yok bunun.Bilinen hiç bir ölçü birimi ile ölçülemiyor. Hatta mukayese bile edilemiyor.İnsan en çok kendisi biliyor, hissediyor ne kadar çok olduğunu... 
Ben biliyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi ileride daha iyi anlayacaksın. Ancak, o gün bu gün değil...


Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Ancak, gözlerini ve seni görmeden geçen her gün zarardayım... Çünkü benim için "seni görmek" demek, dünyanın tüm çiçeklerini bir arada görmek demek. Dertten, kederden uzak bulutların üzerinde dolaşmak demek... Gökkuşağının 7 rengine dokunmak demek... En güzel şarkıyı söylemek, en güzel resme bakmak, en güzel şiiri okumak demek… Seni görmek demek, akıp giden zamanda sonsuzluğa bir çentik atmak demek... Ölmemek demek...


Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Sabahın köründe ayaktayım. Gözüme uyku girmediği zaman, sen giriyorsun içeri gönül kapımdan. İlk aklıma gelenimsin. İlk önce gözlerini görüyor, gülüşünü hatırlıyorum. Çünkü ben, senin yüreğini gördüm. Kimsenin görmediğini gördüm. İşte bu yüzden dualarımı gönderiyorum. Ve daima söyleyecek bir çift sözüm var sana. Bıkmadan usanmadan tekrarlıyorum. Seni seviyorum.. Sabah rüzgârları mutlaka getiriyordur. Yüzünde bir serinlik duyarsan anla ki benim nefesimdir. Anla ki, yüreğim bir kuş gibi "pır pır" ediyordur. Sebebi sensin... Bu nedenle, yeni güne seninle başlamak bir ihtiyaçtır benim için. Biliyorum seni ne kadar sevsem azdır. Eksiğim bu benim..Çok, hem de çok özür diliyorum...


Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Nefes alıp veren her insan, yaşadığını sanır değil mi sevgili? Oysa yaşamak ile yaşadığını zannetmek farklıdır. Yaşadım diyebilmek için "sevmek" gerek. Ben yaşadığımın farkındayım... Çünkü içim dışım sen. Yorulmayacağım seni sevmekten. Yeter ki yüreğinde nokta kadar yerim olsun. Çünkü’sü yok, nedeni yok sevmenin. Zamanı hiç yok. Ben seni bu kadar seveceğimi hiç düşünmedim. Ben, ben olmaktan çıktım. Herkes beni ben zannediyor ama yanılıyor. İnadına "sen" diye açıyorum bütün telefonları ve "Seni seviyorum" diyorum. Nereye gitsem seni de götürüyorum. Nereye baksam sen. Dört mevsim baharsa eğer, gülüşünden. Gülüşünden aydınlanıyor, gülüşünden umutlanıyorum. Dünya yeniden kuruluyor… Nerede olursan ol, ne yaparsan yap, sen benim dünyamın merkezindesin. Sevginin gücü üzerimizde bizim..Bu öyle bir güç ki, tüm dünya bir araya gelse değişmez. Çünkü seni benden çok kimse özleyemez, düşünemez, üzülemez. Ancak, yine de daha çok sevmeliyim seni. Rehavet yok, yılmak yok..Kimse bana yetişmemeli. 

Ya benden çok seven biri çıkarsa? 
Senin gibi bir sevgilim olduğu için kendimle gurur duyuyorum. İyi ki varsın. Sen Milat’sın... Artık her şey senden önce, senden sonra...

Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Senden çok şey öğrendiğimin farkındayım. Mutluluğun üzerine korkusuzca gitmeyi sen öğrettin. Mutlu olmayı senden öğrendim. Hatta gökkuşağı'nın altında kalabilmeyi... Fena halde alışmışım sana. Ben seninle yaşlandım galiba... Sen de biraz büyüdün. Sıkıntılı anlarımda gözlerin yetişiyor imdadıma. Gözlerini gözlerimin önüne getiriyorum. Gülüşünü de ekledim mi ne mutlu bana... Bir aralıktan sadece ayaklarını gördüğüm ve mutlu olduğum günler geliyor aklıma. İçim burkuluyor... Sevgilinin ayaklarını görünce, ayak seslerini duyunca mutlu olmak nasıl bir şeymiş biliyorum. Bunu kimse bilmiyor, hissetmiyor... Ben senin ayaklarını boşuna mı öptüm sevgili? Ben seni sahiden seviyorum... İbadet eder gibi seviyorum. Yalanım varsa taş olayım. Taş olayım da öylece kalayım...

Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Gözlerin, gözlerime değdiğinden beri uçsuz bucaksız bir sevginin ortasındayım. Kalbini kalbime koydum, ruhunu ruhuma kattım ortaya aşk çıktı. Ve anladım ki, sen gerçeğin ta kendisisin. Çok heyecanlı, çok hüzünlü ve çok sevinçli bir gerçek... Rüyaların en güzelini gündüz gördüren, bana cesaret veren, elimden tutup bu yollardan geçiren gerçek. Kışın ortasında baharı getiren gerçek. Kelimelerin yetersiz kaldığı ve sadece iki kişinin bildiği masal gibi bir gerçek. Sadece kuşların bildiği gerçek... Kalbim iki kişilik çarpıyor. Hiçbir sözcük derdimi anlatmaya yetmiyor. Kelimeler bitti, bitecek. Ancak, aşkımı ve seni ölümsüz kılmak için çırpınan kalbim durmadıkça sana olan sevgim bitmeyecek. Tanrıya şükürler olsun, bana bu çok güzel duyguyu yaşattığı için. Seni çok seviyorum, kutsalım.




(a)

Mustafa Kemal Yaşıyor!




Ben Mustafa Kemal
Ay ışığı ektim,karanlıklarınıza
Bir kaç yıldız ektim,
Belki toplarsınız diye
Gonca güller ektim bahçelerinize,
Memleketimin kır çiçeklerini ektim
Belki koklarsınız diye
Siz,hala çiçek aromalı kolonyalardasınız
Bir kaç florasan aydınlığında
Zifiri karanlıklardasınız

Ben Mustafa Kemal,
Yollarınıza yolcular,
Yolcularınıza yollar ektim
Demir ağlarla ördüm yurdumu
Dolana dolana geçtim dağları
Ben yoruldum,sizleri yormadım
Küçüle küçüle kayboldum ıraklarda
Taş taşıdım omuzlarımda,ağaç taşıdım
Köprüler ektim ırmaklar üstüne
Siz hala bilinmeyen yollardasınız
Ne yazık ki, karanlıklardasınız

Ben Mustafa Kemal
Barış tohumları ektim ikiliklerinize
Belleklerinize sevdalar yerleştirdim
Bir hedefe kenetlenesiniz diye
Siz,beni bile parçaladınız
Ayrı ayrı saflar tuttunuz
Söyleyin,söyleyin!
İstiklal Mücadelesini ne çabuk unuttunuz

Ben Mustafa Kemal,
Özgürlük ektim,ülkemin topraklarına
Sınırlar çizdim,sahip olasınız diye
Sayfa sayfa bilgiler,
Cilt cilt nutuklar attım,
Beni anlarsınız diye
Siz hala, mavi gözüm,sarı saçımlasınız
Söyleyin,söyleyin!
Beni ne zaman anlayacaksınız
Siz hala, o bilinmez karanlıklardasınız

Ben Mustafa Kemal,
Çağlar ektim,çağdaşlık uğruna
Belki yakalarsınız diye
Kula kul ettirmedim sizleri
Kopardım esaretin zincirlerini
Duydum ki; İkibinlerdesiniz
Siz hala,o gün kü köleliktesiniz
Söyleyin,söyleyin!
Siz,ne zaman kükrersiniz





(a)

8 Kasım 2009 Pazar

GENE GELECEĞİZ...



http://kursunsabriomer.blogspot.com/

Gene geleceğiz
karşılaşmanın yollarında.
Bir bülbül kulağıma fısıldadı:
Gene geleceğiz.
Bülbüller oralarda
yaşarlar henüz.
Şakırlar yazılarımızda.
Gene geleceğiz
gölgeleri arasında özlemin,


yadırgamanın mezarlarında
bizim yerimiz de var,
bu kesin.
Yorulma gönül,
dönüşün yollarında
çökme sakın.
Gene geleceğiz,
gene.


Abu SALMA




Çevirenler: A. KADİR - Süleyman Salom



(a)



RENĞARENK DÜNYA…




İnsanlar vardır;
İki kısım.
Biri ne kadar beyazsa;
Diğeri o kadar karadır.

Kara olanlar var ya!
Aslında onlar sadece kendilerine değil, bulunduğu toplumda da vardır.

Yollu yaşayışı bellidir onların. Kimseler yaklaşmak bile istemez.
Sadece kendilerini düşünenlerdir onlar. Önemsizdir onlar için olanlar.

Birde beyazlar vardır:
Yaz günü gibi...
Etrafına ışık saçarlar.
Beyaz gibi insanlar; ak geleceklere ışık tutarlar.
Var gücüyle de ışığa koşarlar.

Bir de ne siyah, ne beyaz:
İkisinden de olmayanlar vardır: Gri tondaki insanlar…

Tanıyamazsınız onları.
Çünkü onlara sorarsanız: beyaza beyaz, siyaha siyahım derler.
Onlar devamlı bir şeyler isterler…
Onlar devamlı arkadan söylerler…
Kendilerini düşünürler...

Gel desek gelmezler...
Öğret desek bilmezler...
Gül desek gülmezler ama...
Dedim ya: Gridir onların rengi tanıyamazsınız...

Grileri saymazsak siyah beyazdan ibarettir Dünya.
Bir bardak suya, bir kaşık katran dökseniz su kararır.
Ama bir bardak katrana, bir kaşık su dökerseniz, katran özelliğini kaybetmeyecektir. Zira beyazların lekelenmesi, kararması an meselesidir. Karalara ise kolay kolay bir şey bir şey olmaz...

Aslında insanlar iki kısım da değildir. Çünkü karalar da insan değildir beyazların yanında. Çünkü karaların özelliğini kaybetmemekteki inadı yanında, beyazların da üzerine leke sıçratmadan ışığını koruması da o kadar zordur. Ne mutlu beyaz kalabilenlere...
Haydi diyelim beyaz kalamadınız! O zaman ne mutlu gri olmamak için ellerinden geleni ardına bırakmayanlara...

Yaşamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Yaşananlar sonunda geriye burukluk üzüntü kalıyorsa buna şansızlık deniyor.
Mutluluk, huzur, güzellik oluyorsa büyük şans deniyor.
Bazen öğrenmek çok acı oluyor, öğreniyorsun fakat gidenler oluyor iç dünyanda, öğrenmek kazanç mı kar mı oluyor bilemiyorsun.
Benlik (self), aslında insan zihninin sosyal tecrübelerle formlanan ve potansiyel haldeki yapısal bütünlüğüdür. Kimlik ise, sosyal olarak şekillenmiş bu potansiyelin iradî bir kararlılıkla dışa yansıyan halidir...

Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki; onların belli bir amaca hizmet etmek, bize ders vermek, kim olduğumuzu ya da olmak istediğimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını yüreğimizin derinliklerinde hissederiz.
Bazen de hayatınızda öyle olaylar yaşarsınız ki; o anda bu olaylar size korkunç, acı dolu, haksız gibi görünür. Ancak fırtına dindikten sonra; bütün bu olayların üstesinden gelmemiş olsaydınız, asla potansiyelinizin, gücünüzün azminizin ve yürekliliğinizin farkına varamayacağınızı anlarsınız.
Evren bile renk armonisini sunarken bize üç temel renk karışımından sunar güzelliklerini...

Siyah ve beyaz rengin oluşumu ise daha farklıdır. Güneş ışınlarını yansıtmadan tamamen emen cisimler, gerçek anlamda bir renk olmayan siyah olarak görülürler. Güneş ışınlarını tamamen yansıtan cisimlerin rengi ise beyazdır. İnsanlarda tıpkı güneş gibi kendi renklerini tayin ederler kimliklerini oluştururlar. Beyaz, gri zaten iki rengin bileşimidir kararsız insan tipi...

İşte böyle dostlar: Yaşamımın yarım asrını bitirip ikinci yarım asrının ilk çeyreğini yaşarken geçmişimi düşünerek gördüklerimi düşündüm şu son bir hafta içerisinde. Nice beyazlar, nice siyahlar hatta griler girmiş hayatıma bunu gördüm. Ve de hala hayatımda olanlar. Bu rengârenk dünyanın oksijenini beraber teneffüs ettiğim insanlar. Öbür yanda kilometrelerce uzakta ama bir yürekte yaşayan dostlar gördüm, sıkıntılı günlerinde arayan, defalarca bıkmadan, usanmadan. Her daim yanında olduğunu hissettiren... Ve hemen yanında sana bir nefes gibi yakın olan, yanı başında bencil ruhunun karnını doyuran, suyunu yudumlayan, ama senin acıkmışlığını susamışlığını düşünmeyen, hatta senin neye karşı acıkmışlığını, susamışlığını bile anlamayan, senden çok uzakta olan insanları gördüm. Beyaz ve kara her zaman aynıdır. Ama gri yakınındadır fark ettirmez griliğini, tehlike oradadır işte...

Büyü dediğin büyük bir hayal kırıklığı olabiliyor.
Ve hayat böyle geçiyor işte öyle değil mi?

Şu dörtlükle bitirmek isterim bu günü;

Âlemde insan var, insancıklar var.
Hilesiz, hurdasız, hayvancıklar var.
Ömürden birkaç yıl verdim, öğrendim,
Ortada dolaşan ne kancıklar var.

Ne mutlu yaşamını üç temel renk armonisinde düzenleyen çevresine umut, mutluluk, sevgi, dostluk, saçan insanlara... Yaşamınız gökkuşağı renginde dostluklar ve sevgiyle geçsin...

"Hayatı gözyaşlarınızla ödüllendireceğinize, gülücüklerinizle cezalandırınız"

HER DAİM BEYAZ KALMANIZ TEMENNİSİYLE...

Saygı ve sevgilerimle


08.11.2009
Ömer Sabri Kurşun


1 Kasım 2009 Pazar

Bekle beniİ..







Her giden ardında bir bekleyen bırakır.
Bazen ister "bekle beni" der..
Bazen de "bekleme hayatına devam et" der...
Bu bekleme demenin ardında bir beklenme isteği vardır hep...
Nedense herkes biri tarafından beklenmeyi özler.
Özlenmeyi özler ya da birinin hayatında hep var olmayı bilmektir güzel olan.






Ve her kalan yüreğindeki acısıyla "bekleyeceğim" der.
Dönmeyeceğini bile bile...
Gelmeyeceğini bile bile...
Sevmeyeceğini bile bile...
Ve bekler...
Ta ki bir gün artık ümitler kesilip
yolların tamamen ayrı olduğu fark edilene kadar... 






Ve başlar keşkeler pişmanlıklar...


Yanı başımızdayken fark etmediğimiz bir çok ayrıntı takılır hafızalara. Oysa "ne güzelmiş yaşanılanlar" dersiniz... Meger ne çok sevmişim" dersiniz...
Ve belki de hiç sevilmediğinizi fark edersiniz.
En acısı da budur ya! zaten. Sevilmeden sevdiğinizi fark ettiğinizde beyninizi yer binlerce soru... Başlarsınız cevabı besbelli olan sorulara kendinizce cevap aramaya...






Ve sorgulama zamanı gelir kendinizce...
Oysa unutursunuz bir şeyi.
Aşk Sorgulanmadan Yasanmalıdır..."

Ama unutursunuz bu kuralı "nedenler ve niçinler" kemirir beyninizi...
Ağlamak sizin için kacınılmaz bir seçimdir. Ağlarsınız herşeye ve her olaya... 






Baktıgınız her yer "onda" biter...
Gördüğünüz her şeyde "onu" ararsınız...
Aynadaki görüntünüzde bir yansıma sokaktaki köşe başında bir kucaklasmadır...
Yağan yağmurdur denizdeki yakamozdur "o" gecelerin ayı gündüzlerin güneşidir "o"...

Ve son cümleler dökülür artık dilinizden...
Başkaca diyebileceğiniz bir şey kalmamıstır çünkü...
Tıpkı yüreğinizi sizden aldığı gibi giderken cümlelerinizi de götürmüştür yanında...

Sessizlik kalır geriye biten bir sevgiden...
Ve Ayrılık Urganı kalır boynunuzda "yağlı bir ilmek gibi..."Sanki biri ha çekti ha çekecek...
Durdu sanırsınız dünyayı ha battı ha batacak...
Ama ne dünya durur ne de o ilmek çekilir...
Hayat devam ediyordur ve bu çarkın içinde sizi de bilmediğiniz başka diyarlara sürüklüyordur...






Bitecek sanırsınız acınızı ama bitmez... Sadece bir yerlere saklanır yüreğinizde... Bir şarkıda bir şiirin içli mısralarında ve belki de bir sözde kanamaya hazır bir yaradır o artık...



Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN