
Dostlara gün/ aydın olsun…
Gün/aydınlığı bir umutla başlar her güzel gün için ama bana dün gibi bu gün, hem de sabah keyfim olan bir kahve ile güzel başlamıyordu bu sabah...
Gülücükler etrafımı sarmıyordu. İnsan en çok neyi özleyeceğini hiçbir zaman bilmiyordu.
Yine aynı sabah… Yine her sessiz duygu haykırıyor içimde, ruhumu sarıyor ve adeta yakıyor tenimi güneş gibi. Rüzgâr oluyor sonra, sarmalıyor bütünümü. Nefes alamıyorum ve ve…
İşte Güneş acımasızca doğuyor yine bu sabah kızgın mı kızgın, alevden bir top gibi yakıyor sabahın bu saatinde… ama bir dostun yaptığı gereksiz sitemi kadar yakmıyordu nedense…
Neyse elbet her unutulan gibi bu da unutulur ve her sönen yangın gibi bu yangında söner. Alışkındır bu yürek dostun yaktığı yangınlara…
Dedik başladık güne haydi uğurlar ve yeni umutlar getire…
Gün güzel olunca umut da özel olur.
Her yeni gün size umut getirsin. Umudunuz sevgi, sevginiz sonsuz, sabahınız mutlu olsun.
Öyle güzel bir gün geçirin ki; olmaz dediğiniz olsun, bitmez dediğiniz bitsin, sabrettiğinize değsin ve yüzünüz hiç gülmediği kadar gülsün deyip, bu girizgahtan sonra Hz. Mevlana'nın deyişleri ile başlayalım bu günün güncesi “SİTEM” yazıma dostlarım…
Gönlüm dilime sitem eder,
Dilim gönlüme küser.
Gönlüm der ki dilime,
Hissettiklerimi neden,
Anlatamıyorsun?
Dilim der ki gönlüme,
Anlatamayacakları mı,
Ne diye hissedersin ki!,, Demiş Hz. Mevlana
SİTEM
Benim hiç mi sitem edecek durumum yok çevreme. Neden bana sitem ederler ki. Ama ben sitem etmem; Mevlana’nın dediği gibi anlatmayacaklarımı ne diye hissedersin, karşındaki anlamayacaksa…
Hep aynı cümle ile başlarlar bizi unuttun, yahu durun neyi unutmuşum, siz unutulacak biri olarak görüyorsanız kendinizi geçmiş ola zaten unutulmaya mahkûmsunuz demektir.
Eğer benimle koptuğunu düşünüyorsan bir zahmet sen adım at, aç bir telefon ya da at bir mesaj çok mu zor. Ben şimdiye kadar kimi tersledim ya da hak etmediği halde kime laf giydirdim?
Bir düşün sitem ettiğinin de vardır bir sıkıntısı. Sitem etmeden önce madem sitem edecek kadar kendini bana yakın görüyorsun sor bakalım bana neler olmuş. Sormadan sitem ediyorsan derim ki:
İyi günlerde çok arkadaşın olabilir, önemli olan zor günlerde yanında olanı görmektir. Zor günümde yanımda olan arkadaşımdır...
Sitem etmek içimizdeki boşluk duygusunun büyüklüğüne işaret eden, kalbi soğutan bir davranıştır. İçerdiği beklenti yükünden ötürü sitem edilen kişinin kendisini yetersiz hissetmesine neden olur.
Sitem, kendinde hak görmektir. Kendini alacaklı hisseden insan sitem eder ve kimsenin bize borcu olmadığından sitem edilen kişinin kalbi buz gibi olur.
Sitem etmek diğerini zorlamaktır. Verebileceklerinden daha fazla ihtiyaç duymak bir sorundur.
Ama işte gel gör ki bu dünya böyle. İnsanlar kendi sebebiyet verdikleri nedenlerle bir şeyi kaybedince ya küfür eder, ya da sitem eder…
Ama şunu düşündüğümü anlamaz bir şey söylerken. “Düşmanlarım bile bana saygı duyarken bazı arkadaşlarımın, arkamda yaptıkları saygısızlık düşmanlarımı bile utandırıyor…”
Neden sitem, niçin sitem, anlamadan, sormadan…
Neden insan insanı yanlış anlar ve sürekli sitem eder ki?
Nedenini sorduğunda da vereceği cevap basittir… “Ben öyle anlatmadım, sen öyle anladın. “
“Benim aklımdan senin öyle anlayacağın geçmemişti ki.” Hiç aklıma gelmediği yerden yakalandım yani. “
Ama bu senin beni nasıl dinlediğinle veya kafanda/gönlünde o an ne vardıysa onunla da ilgili değil mi? Peki; her şeyi anlatıldığı gibi mi anlamak gerekir?
Herkes nasıl isterse öyle anlasa ne olur mesela?
Yani bazen: “Sana ne!” ya da “Bana ne!” deyip geçilemez mi?
Herkesin hayatı, kendi anladığı şekli ile kabul edilemez mi?
Sitem edilmeden yaşanamaz mı?
Sitem etmek bir çeşit hastalık mıdır?
Sitem etmek bir hastalıksa bununla nasıl uğraşılmalıdır?
İlacı var mıdır?
Varsa adı nedir, yan etki yapar mı?
Sitem etmeyen insanların çoğalması için neler yapılabilir?
Kim bunları cevaplar, kim itiraf eder kendi kendine sitemci olduğunu ve vazgeçer bu alışkanlığından...
Ben bana sitem edilmesini hiç sevmiyorum. Sitem etmiyorum. Etmemek için elimden geleni yapıyorum.
Her yapabildiğim veya yapamadığım şey için sürekli açıklama yapmak zorunda olduğumu hissetmek de feci yorucu…
Ha diyeceksiniz ki şimdi kim bana böyle hissettiriyor? Veya hissettirdi?
Belirli bir isim yok. Havada oluyor o sitem havası bazen. Ya da ben hassasiyetten sanki öyle anlıyorum.
Alın bu da benim yanlış anlama sanatım! Yük oluyor insana gereksizce böyle şeyler.
İlişki tüketen davranış şekilleri bunlar. Her şeyin mutlaka sana veya bana göre işime gelen, beni veya seni mutlu eden, rahatlatan bir açıklaması olması şart mı?
Değil_____________ Onun adı dayatma__________
Ne senin, ne de benim işime gelmemiş. O gün, o koşul ve o şartlar altında, olay o şekilde cereyan etmiş, bitmiş gitmiş kardeşim. Olanla biteni tartışmanın, sürdürmenin ne faydası var?
Alınacak dersi olmuştur kesin; ama o başka!
Madem öyle hala daha neden insanlar sitem ederler peki? Sitem edene de sitem edilebilecek bin tane konu olduğunu düşünmüşler midir?
İnsan sitem etme hakkını nasıl görür hiç anlamıyorum. İnsanlar eleştirmek, fikir yürütmek ve sitem etmek arasındaki farkları karıştırıyorlar gibi. Sitem bazen çok acımasızca ve haksızca acıtan bir diken… Batar bir yerine tıpkı denizkestanesi gibi, çıkar çıkarabilirsen derinden.
Ucu görünür iğnenin; ama ulaşamazsın. Ne ara nasıl battığı da bilinmez. Kara kara durur orda, sızlar. Acısı durdukça koyar. Sitem edilen kişinin elbet vardır kendince haklı bir nedeni.
Anlamak lazım, bazen bırakmak, boş vermek lazım…
Bazı insanlar bayılıyorlar sitem edip can acıtmaya. Onlar sanki hayatta her şeye sinirli olan insanlar. En başta da kendilerine!.
Kendilerine olan kızgınlıklarını sitem olarak yansıtıyorlar; sana, bana, etraflarındaki herkese.
Kendilerini asla senin yerine koymuyorlar. Kimse sitem etmesin. Kimse de alınmasın.
Samimi olunsun, samimiyet olsun. Anlayış olsun. Güven olsun. Varmıştır bir sebebi olsun.
Ne sitem eden etmek için yorulsun, ne de sitemi gören almak zorunda kalsın.
Sitemin siyah ince dikeni batmadan ayağa, ayaklarımız sağlam olsun. Diyesim var bazen şu sözleri ama demiyorum gönlüm el vermiyor; “Veda ettim beni üzenlere! Huzursuzluk verenlere, iğneleyip yaralayanlara, hoşça kalın ve siz her neredeyseniz orada kalın!..” Çünkü benim sırlarımı ancak dostlarım bilir, dostum eğer ki sırlarımı başka bir dostuna söylüyorsa dost olamamışız demektir…
Ne üzgünüm, ne de kırgınım. Yorgunum sadece. Kendime bile tahammül edemezken, nasıl katlanayım beni anlamazlara, kendimi nasıl anlatayım…
İsteyen yanımda, istemeyen yolundadır. Yüreklerde ünlem, akıllarda soru işaretiyim.
Anlayana çok, anlamayana az gelirim. Benim hiçbir kaybım olmaz. İsteyen yanımda, istemeyen yolundadır.
Dikkatimi çekmez kimse, ben dikkat çekerim işime gelirse.
Kalbimde bir çok kişinin adı var; Kiminin altı çizili, kiminin üstü!!..
HOŞÇAKAL demek isterlerse hiç durmasınlar…
Ama bunun Merhabası olmayacak unutmasınlar…
Haydi gönlüme taht kurmuş dostlarım; sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; hep bir ağızdan; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım.’
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbet dolsun bu güzel Pazar sabahı…
19 Haziran 2016
Ömer Sabri Kurşun
#öskurşun#
