Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

29 Ekim 2010 Cuma

Cumhuriyet bayramı kutlama msj.




http://omersabrikursun.blogcu.com  Ulu önderimiz Mustafa KemalAtatürk’ün bize bıraktığı bu

 ülkeyi korumak bizim görevimizdir.Cumhuriyeterdeme dayanan

 bir yönetimdir......Cumhuriyetin 87.yıldönümünde

 Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü,silah

arkadaşlarını,kahraman şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle

anıyor,sizlerin şahsında,tüm ulusumuzun Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.





 



22 Ekim 2010 Cuma

Sevgi Damlası...




 

http://omersabrikursun.blogcu.com Tülay Mutlu

October 22, 2010 at 12:19am

Dünya üzerinde var olmuş,her güzel şeyin temelinde,sevgi ve paylaşım vardır bence...o güç öylesine mucizeler yaratır ki adeta buna şahit olduğunuzda, yaşadığınızda,inanmakta zorlanırsınız.

ilçemizde sit alanı ilan edilen,tabakhane adlı bir bölgede taş evlerden müteşekkil iki sokak vardır,çoğu yıkılmaya yüz tutmuş bu evler her ne kadar koruma altına alınmış olsa da...sokak çocuklarımız ve bağımlı çocuklarımız bütün yasakları delerek orada yaşamlarını sürdürme çabası içinde..gruplar oluşturmuşlardı...

Yetkili mercilerin bütün hassasiyetine rağmen...önlenemeyen bu durum toplumumuzun kangren olmuş yarası idi...mahalleliye korkulu dakikalarda yaşatan bu çocuklar... adeta dehşet saçıyor olaysız,gün geçmiyordu adeta...her şeye rağmen onlar bizlerin çocuklarımızdı...geçen kış çok soğuk bir günde...arkadaşlarımın bütün ikaz ve uyarılarına rağmen,bastıramadığım annece bir içgüdü ile o çocuklarla iletişim , kurmaya çalıştım,dikkatimi çeken...İçlerinden biri oldu diğerleri öyle böyle konuşurken o sarı kara rengiyle...

Ve hüzünle çaresizlikle bakan derin gözler ana yüreğimi titretti...

Kendinde değildi...

Ve belli ki çöpe atılmış yırtık ve çok kirli yatakta buz gibi havada yerde boylu boyunca yatıyordu...

Açlardı üşümüşlerdi ve bu sefaletin adeta farkında değillerdi...

Poşetler içindeki kokladıkları maddeler onların dünyasını değiştirmişti belli ki...

Sevgi emek ister...

Yılmadan, günlerce diyalog kurma çabasından sonra bir ekmeği paylaşarak onlarla yemem, onlara uzattığım zeytin dalıydı aslında...

Günler sonra karşılığını almaya başladım evet sohbete başlamışlardı...her birinin hayatı başka bir dramdı...ve hepsinin altında sevgisizlik yatıyordu...birisi üvey anneden müşteki...diğeri dayak atan babadan parçalanmış aile çocukları...çok uzun çabalardan sonra nihayet güvenlerini kazanmıştım...Yerde cansız gibi yatan çocuğumuz un adı Murattı ve ailesinden kaçıp bu arkadaş grubuna katılmıştı...bir müddet sonra aileyi Kuşadası’na getirdik müşterek gayretlerimiz ile Emniyet güçlerimizin de yardımıyla iki çocuğumuzu tedaviye ikna ettik bir diğeri Söke’ye ailesinin yanına gönderildi.Murat’a gelince...yalnızca annesinin küçük kardeşini çok sevdiğini zannettiği annesinin onun için göz yaşı dökmesi...defalarca sarılıp bağrına basması...ve ailecek adaya yerleşmeleri Murat’ı şaşırtmakla beraber gerçekten sevindirmişti,hareketleri değişmeye başladı...bana da Tülay anne demeye başladı...neticede ne oldu biliyor musunuz?

Askere gitmeye ikna ettik...Askerlik Şubemiz ile de konuşarak işlemleri bitirdiğimizde mutluyduk zira bu dönemde tedavisi de yapılacaktı...

Uğurladık...

Kısa bir zaman sonra askerliğini yaptığı şehirden ilk asker mektubunu yazmıştı... çok iyi olduğunu...tedavilerine başlandığını...Teşekkürlerini yazıyordu ve diyordu ki...

BEN ŞİMDİ ASKERİM...CANIM VATANIMA FEDA OLSUN.

İşte bu mektup beni ağlatmıştı...

O bizim denizyıldızımızdı… ailesinin sıcacık sevgisi(geç kalınsa bile)bağırlarına basmaları... bizlerin sevgiyle yaklaşımımız...

AH SEVGİ SEN NELERE KADİRSİN...ne olur sevdiklerimizi sevgimizden yoksun bırakmayalım...



 

(a)



Tülay Mutlu'nun Facebook sayfasında ki yazısının orijinali gör...

 



18 Ekim 2010 Pazartesi

S e v g i...





http://omersabrikursun.blogcu.com



Dünyaları güzelleştiren

.....Gönüllere taht kuran

..........İnsanları birleştiren

...............O kelimeye merhaba



Bir çift dudaktan çıkan

.....Karanlıkları aydınlatan

..........Yaşamayı mutlu kılan

...............O kelimeye merhaba



Mücadeleyi ateşleyen

.....Yaşamayı öğreten

..........Dünyaları bize veren

...............O kelimeye merhaba



Savaşlara hayır diyen

.....Barışlarda elele veren

..........Dünyayı düzlüğe çıkartan

...............O kelimeye merhaba



Gökyüzünün maviliğinde

.....Denizlerin derinliğinde

..........Havada aldığımız nefeste

...............O kelimeye merhaba



Özgürlüğe değer veren

.....Prangaları eskiten

..........Dostlukları öne çıkartan

...............O kelimeye merhaba



Doğaya hayat veren

.....Toplumlarda benimsenen

..........Yüreklerde filizlenen

...............O kelimeye merhaba



Karanlıkları delen

.....Düşüncelere hayat veren

..........Kanımızı kaynatan

...............O kelimeye merhaba



.........................Sevgin umudumu umut kattı

....................Karanlıkları delen bir ok gibiydi

...............Neşemde neşe

.........Mutluluğuma mutluluk kattı

.....Yıllardır açmayan güller

..........Yeniden canlandı

...............Sevgi bütün canlıların

....................Gıdasıydı sanki



Hanifi Özdemir 16.3.1996




İnsan sevdiği sevildiği kadar insandır…


(a)



14 Ekim 2010 Perşembe

Hangi yemeksiniz...






Hangi Yemeksiniz


Ilk önce doğum tarihinize denk gelen yemeği bulun,
sonra kişiliğinizi öğrenin.



      Ocak    1 -   9 ~ Musakka
                       Ocak 10 - 24 ~ Kuru Üstü Pilav
                  Ocak 25 - 31 ~ İmam Bayıldı

       Şubat    1 -   5 ~ Kokareç
       Şubat    6 - 14 ~ İşkembe
  Şubat    5 - 21 ~ Köfte
          Şubat  22 - 28 ~ Tantuni


 Mart   1 - 12 ~ Suşi
                    Mart 13 - 15 ~ İmam Bayıldı
                          Mart 16 - 23 ~ Kuru ÜstÜ Pilav
          Mart 24 - 31 ~ Kokoreç


             Nisan   1 -  3 ~ İmam Bayıldı
    Nisan   4- 14 ~ Tantuni
                   Nisan 15- 26 ~ Kuru Üstü Pilav
Nisan 27- 30 ~ Köfte


  Mayıs    1 - 13 ~ Suşi
         Mayıs 14 - 21 ~ İşkembe
                 Mayıs 22 - 31 ~ İmam Bayıldı

                   Haziran   1 - 3 ~ Kuru Üstü Pilav
Haziran   4-14 ~ Köfte
         Haziran 15-20 ~ Musakka
Haziran 21-24 ~ Suşi
       Haziran 25-30 ~ Kokoreç


             Temmuz    1 -  9 ~ Kuru Üstü Pilav
 Temmuz 10 - 15 ~ Musakka
Temmuz 16 - 26 ~ İşkembe
Temmuz 27 - 31 ~ Kokoreç


  Ağustos   1 - 15 ~ Suşi
                      Ağustos 16 - 25 ~ Kuru Üstü Pilav
   Ağustos 26 - 31 ~ Köfte


    Eylül  1 - 14 ~ İşkembe
    Eylül 15 - 27~ Kokoreç
      Eylül 28 - 30~ Musakka

  Ekim   1 - 15 ~ Suşi
   Ekim 16 - 27 ~ Köfte
        Ekim 28 - 31 ~ Tantuni


         Kasım   1 - 16 ~ İmam Bayıldı
Kasım 17 -30 ~ Kokoreç

          Aralık   1 - 16 ~ Musakka
Aralık 17 - 25 ~ Suşi
        Aralık 26 - 31 ~ İşkembe

İŞTE YEMEKLERİN ANLAMLARI


Musakka

Çekici ve popülersiniz...Kolayca arkadaş edinebiliyorsunuz.Kendinden emin tavırlarınızla grup içinde liderliğe yakışıyorsunuz.
Kokoreç

Utangaç ve sevimlisiniz.Tanımadığınız insanlarla konuşmayı sevmez ama arkadaşlarınızla herşeyi paylaşabilirsiniz.Arkadaş seçiminde oldukça dikkatlisiniz.Sevilen birisiniz.
Suşi

Yerinde duramayan birisiniz.Çok arkadaşınız var ve sosyal yaşamınız çok renkli.Dedikoduyu biraz seviyorsunuz.Sizi tanıyan sizin gibi biri daha olmadığını düşünüyor.Dikkat çekmeyi çok seviyorsunuz.
Tantuni

Esrarengiz birisiniz. Ne zaman nasıl davranacağınız pek belli olmuyor.Çoğu şeyden ilk sizin haberiniz oluyor bu yüzden çok ilgi görüyorsunuz.
Kuru Üstü Pilav

Sessiz sa kin ama çok zekisiniz.Dost canlısı,sevilmeyi bekleyen tavırlarınız ilgi çekiyor.Küçük bir arkadaş grubu size yetiyor.Fazla popüler olmasanız da yakınlarının el üstünde tuttuğu birisiniz
İmam Bayıldı

Siz lider olmak icin doğmuşsunuz.Sözü nü dinleten,
dediğini yaptıran birisiniz.Kararlı tavırlarınız çevrenizdekileri etkiliyor.
İnsanların arkadaş olmak isteyebiliceğ i birisiniz.
Köfte

Uyumlu, sıc akkanlı birisiniz.Size nasıl davranılmasınıistiyorsanız siz de herkese öyle davranıyorsunuz.Sadık ve dürüstsünüz,yapmacık insanlara ve
dedikoduya karşısınız.
İşkembe

Çok hassas ve narinsiniz.Kolay aşık oluyorsunuz.
Ne çok utangaç ne cok girişkensiniz.Arkadaş grubunuzda kırılmaması için kollanan birisiniz.






(a)


10 Ekim 2010 Pazar

Siz Ne İçin Yaşıyorsunuz?..



Hiç değişmez yaşananlar. Neşe, acı, heyecan, sinir harbi, bazen kıskançlık bazen vurdumduymazlık hepsi birleşip seni tek bir kapıya götürür fakat yorar aslında tüm bu yaşananlar. Yıpratır, bıktırır.
Hepsinden önemlisi o kapıdan geri dönmene sebep olur yani seni sevmekten korkar hale getirir. Aslında sevmek insanoğluna bahşedilmiş muhteşem bir duygudur. Doğayı, hayvanları en önemlisi insanı sevebilmek çok harikadır…

İnsan sevdikçe yücelir fakat bunun farkında değildir. Sevmek merhameti beraberinde getirir, iyiliği, vicdan sesini getirir. İyi olmak yüceltir insanı, her şeyden önemlisi egoyu yener. İnsan sevebiliyorsa bence iyi biri olmayı başarmıştır ya da başaracaktır. Ha, sevgisi uğruna türlü oyunlar, türlü pislikler yapan yok mu var elbet ama onların sevgisi hastalık gibi, yani sevdiklerini zannedip aslında destek almayı gerektiren bir hastalığa yakalanıyorlar.
Bu nedenle ben sevginin insanları güzelleştireceğine inanıyorum…
O yüzden diyorum ki, giden tarafta olsan, kalan tarafta olsan, hiç fark etmiyor, sevmek bizim doğamızda var. Sen yürekten sev, herkesi, her şeyi sev, sevdikçe güzelleş çünkü iyiliğin döner dolaşır doyumsuz mutlulukla bir gün mutlaka seni bulur…

Aslında çok şey var söylenmesi gereken şu yalanların cirit attığı yalan dünyada.
Şöyle bir bakılsa etrafa her şey apaçık ortada… Kimi yanımızdan gelip geçiyor kimisi ise arkasına bile bakmadan yol alıyor…
İnsanoğlu çok garip değil mi dostlar…
Hele ki bu zamanda…
Kimi dinsiz-imansız, kimi anlamsız, kimi işsiz, kimi ise hiçbir şey…
Ne olduğu önemli değil. Aslında önemli olan insan olması!
İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan ister Yahudi, ister aptal olsun, ister zeki, ister işsiz olsun, ister yönetici… Hiçbir sıfat içimizde sahip olduklarımızdan öte değil…
Ne düşünüyoruz, ne istiyoruz, kimin elini tutuyoruz, kimin arkasındayız ve neyiz?
İster Allah’a inan istersen bir taşa, önemli mi? İster yönetici ol, ister hademe, önemli mi?
İster uçuyor ol, ister yürüyor, önemli mi?
İnsan olmadıktan sonra!
İnsan olup saygı göstermedikten sonra, çevrendekilere sevgi göstermedikten sonra, hayatındaki her şeye bağımlı olmadıktan sonra, seni doğurana karşı bir şey hissetmedikçe bedenin ne önemi var?

Ne önemi var isminin önündeki sıfatların, ne önemi var arkandan konuşulmasının?
Kimin için yaşıyorsun?
Kendin için mi, yoksa başkaları için mi?
Vicdanın için mi, yoksa başkalarının vicdanları için mi?
Kimin için yaşıyorsun?
Ne için yaşıyorsun?

Size söyleyeyim; ben bana babamdan kalan tek miras onurum gururum şerefim haysiyetim olan soyadım için yaşıyorum. Siz ne için yaşıyorsunuz?
Düşünün ve kafanızdaki insana uyup uymadığınıza bakın göreceksiniz ki;
kafamızdaki resme uymayan tüm hayat gerçeklerimizi değiştirmemiz gerektiğinin farkında olacağız. Kendimizde değiştirmek istediğimiz şeylerle, öylece kabul ettiğimiz şeyler arasındaki ayrımı işte böyle yapacağız. Bu ister bir alışkanlığımız olsun, ister hayat tarzımız, isterse hayat amacımız.
Yani, bence böyle… Siz ne dersiniz?

Pressfield’in bu “direnç teorisini düşünüp işte dedim, düğüm tam bu noktada çözülüyor: Olmak istediğim insan ve gerçekte olduğum insan arasında adı konmamış bir savaş var. O halde bu içsel savaşı hissettiğim noktada kendimi değiştirmeliyim.

Yani olay, modern dünyanın yeni fenomeni “Hayaller-Hayatlar” karşılaştırmasının bir başka versiyonu.

Ben, artık her sabah yataktan sürünerek değil, neşe içinde kalkan bir insan olmak istiyorum.
O halde hayalimdeki sabahla hayatımdaki sabah arasında bir çatışma var demektir. Yine o ben ki, insanların hayatlarını kurtarabildiğim, insani amaçlar için çalışabildiğim bir işim olsun istiyorum.
Hayalimde yaşattığım kurtarıcıyla, gerçekte yaşattığım kurumsal avukat arasında senelerdir süregelen kanlı bir savaş var.
Bu savaşı bir kere hissettiysem tamam, demek ki kendimi değiştirmem gerekir. Demek ki kendimi öylece kabul etmek istemiyorum. Demek ki ben aslında başka bir insan olmak istiyorum. O zaman değişmeliyim.
Siz değişmek ve İnsan olmak istiyor musunuz? O zaman sevin ve insan olun… Değişin, içinizdeki direnci kırın! Ve sevildiğiniz farkına varacaksınız bir dostunuzun yanında ayrılırken, bir toplumun içinde ayrılırken…

Hayat aslında bir gösteri… Var mı ötesi… Yapımcısı, sunucusu, prodüktörü hepsi birbirinin aynısı olan bir gösteri.
Yönetmeni olan, “yaratan” bizi gösteri esnasında serbest bıraksa da aslında kendimizi bile unutuyoruz ara ara…

Ee ne olmuş? Aç bir bira! Reytinglerin düştüğüne yan. Bak havalarda sıcak, sıcak havada yalan balonların güzel uçar…
Sonra nasıl olsa reyting getirecek bir program doldurursun. Dedikodusunu yapacağın birilerini bulursun… Nasıl olsa izlenme rekorları üstüne inşa edilmiş bir hayat kurarsın… Nasıl olsa hem kendini hem de neden yaşadığını unutup, yeni bir sayfa deyip kendini avutursun…
Böylemi olsun istiyorsunuz?
Cık cık cık!!! Olmaz böyle yürümez bu kervan… Değişmelisiniz, egolarınızdan sıyrılmalı, nankörlükten arınmalı, çıktığınız kozayı beğenmemezlik yapmamalısınız.
Bence önce kendinizi, sonra çevrinizi ve göreceksiniz ki Ülkenizi değiştirmişsiniz.
Ailen için, vatanın için ülken için bir şeyler yap yap ki değişsin.
Dur de akan kana, kine, nefrete, yangınlara.
Ve cinayetlere…
Cinayetleri sadece silahı elinde tutanlar işlemez çünkü. O silahı yapan, satan, yollayan, tetik çekilirken susan, bakan, bakmamak için arkasını dönmeyi seçen, her şey olup bittikten sonra üç maymunu oynayan yahut olanlara ama’lı kılıflar uyduran…
Bunların hepsi cinayetin parçası ve hatta bizzat cinayet aletidir. Bazı mevzuların ara rengi olmaz hayatta.
Ortada bir cinayet varsa mesela, bazen ya ceset ya katilsinizdir.

Claude hatırlıyor musunuz? 1947 Hiroşima’ya atom bombasını atmak için uçağında butona basan adam. Kahraman olarak değil; Claude katil olarak öldü, siz ne olarak yaşıyorsunuz? Diye bir yerlere, birilerine sormak ihtiyacını ben hissettim bu sabah. Ya siz? Hissettiniz mi? Hissetmediyseniz____ Siz ne için yaşıyorsunuz?

Yoksa!! Ee ne olmuş? Yani mi diyorsunuz? Eh diyenler desin bakalım. Ve bir gün bakacaklar ki başka Türkiye yok.
E ne duruyorsunuz. Sevin doya doya… Sevgi dolu güzel bir gün olsun inşallah… Ellerim semada ve Rabbime dualarım hep bu yönde...
Bu ara da unutmadan söylemek istiyorum. “SİZİ ÇOK SEVİYORUM…”
Gününüz aydın, geleceğiniz umut, sevgi ve hoşgörüden geçsin...
Başka Türkiye yok, bu ülke hepimizin, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için...
Bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…

10.10.2010
Ömer Sabri Kurşun


8 Ekim 2010 Cuma

Su gibi olasın!..








Su gibi olasın! Su gibi berrak, su gibi akıcı, su gibi duru.

Su gibi olasın! Su gibi güçlü, su gibi sabırlı, su gibi coşkulu.

Su gibi olasın! Su gibi zarif, su gibi esnek, su gibi değişebilir.

Su gibi olasın! Su gibi can veren, su gibi acı dindiren, su gibi ferahlatan.

Su gibi olasın! Su gibi sakinleştiren, su gibi heyecanlandıran, su gibi alıp, başka diyarlara götüren.

Su gibi olasın! Su gibi yaşamın hem başlangıcında, hem ortasında, hem ta içinde.

Uzun sözün kısası su gibi aziz olasın!

Kendime ve tüm sevdiklerime söyledim bu sözleri, su gibi olabileyim, su gibi kalabileyim diye. Ve onlar... O yüreğimin derinleri, tüm yüzleri, başlangıçları, bitişleri olan sevgili dostlarıma söyledim bu sözlerimi, zaten hep oldukları gibi kalabilsinler diye.

Su gibi berrak, şeffaf olabilmeliyiz. Yanımıza gelen biri kendini güvende hissetmeli. Şüpheler sarmamalı beynini, "Acaba"lar öğütmemeli yüreğini.

Akmalı, gitmeli bizden sevgiler, aynı bizim akıcılığımız gibi.

Yanı başımızdayken zamanın nasıl akıp gittiği anlaşılmamalı.
Yazların o yasemin kokulu esintileri gibi, bir yerlerden geldiğimiz, bir yerlere gidiyor olduğumuz belli olmalı. Ama öylesine duru, öylesine doğal yapmalıyız ki bunu, akıllarda bir esintinin izi gibi hep derin, ama abartısız kalabilmeliyiz. Bizden akıp giden sevgiler, insan insanları, can yürekleri bir araya getirmeli.

Bir sıkımlık kurşun gibi olmamalıyız. Oya işler gibi ince ince işlemeliyiz. Değişimlerin bir anda oluvermediğini, cesaret kadar sabır da gerektirdiğini bilmeliyiz. Herşeyden önce kendimize, yapabilirliğimize inanmalıyız. "Yaparsın, başarırsın" sesi gelmeli içlerimizden.

Coşkumuzu öylesine net yansıtabilmeliyiz ki tüm evrenin kıpırdandığını hissetmeliyiz. Coşku, güç ve sabrımız kol kola gitmeli, bizi "Olmaz"lara ulaştırmalı. "Zora sevdalıyım. İmkânsız ise sadece biraz zamanımı alır" diyebilmeliyiz.

Sabitlikten ne kadar uzak duruyorsak sabit fikirlilikten de aynı derecede uzak durmalı her yanımız. Omurgasız değil, ancak gelişmeye açık olmalı benliğimiz. Ortam da değişse, koşullar da, biz her durumda varlığımızı sürdürmeyi, üstelik yaşanan her deneyimden bilgilenerek çıkmayı başarmalıyız.

Ve üstelik tüm bu gelişim süreçlerinde güçlü olmanın zarafeti engellemediğini ispatlamalıyız. Su gibi yumuşak dokunuşlarla değişimleri sağlamalıyız.

Nasıl ki yaşam suda doğdu, suyla can buldu, derman buldu pek çok kişi,biz de yaşama yaşam katmalıyız. "Ne fark eder”lerle değil, uzanan bir el bile olsa çok şey fark ettireceğinin bilinciyle yaşamalıyız. Belki gün gelip, sadece dinlemenin bile yeteceğini bilerek, gün gelip bir fısıltı gibi olsa da sesimiz, sakin, huzur veren bir duruşu sahiplenip, bize akıtılanları ketum, taşıyabilmeliyiz.

Yanı başında bir dostun, sevecen, huzur dolu, "Ben hep yanındayım. Merak etme sen" diyerek durabilmeliyiz. Nasıl ki suyun sesini dinlemek, onu izlemek bile dinginleştirirse bizi, biz de dinginleştirebilmeliyiz fırtınalarını dostlarımızın. Durmasına, yaşamına "pause" düğmesine basılmış gibi ara vermesine de izin vermemeliyiz. Yüreklendirmeliyiz onu. Heyecanını körüklemeli, biz de onunla birlikte coşabilmeli, onun sevinçlerine ortak olabilmeliyiz. Mekan, sınır tanımadan başarabilmeliyiz hem de bunu. Yaşamın suyuna karışırken, dünyanın tüm mekânlarına da uzanabilmeliyiz gezgin ruhumuzla.

Su gibi olabilmek, hiç de kolay değil. Sık sık karşılaştığım soru ise :
"Ya su kirlenirse?" 
Hepimizin suyunun birbirine bu kadar karıştığı dünyamızda, suyumuzu temiz tutmak biraz da toplumumuzun suyunu temiz tutmaktan geçiyor. Ama ben de toplumun suyuna sızan ince bir akıntıysam eğer,toplumun suyunun arılığı biraz da benden geçer!



(a)


6 Ekim 2010 Çarşamba

Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına


"Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ 
 "İlkesi olmayanlar ise şu sözlerime kulak versinler; kulakların küpe etsinler... Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… 
Biline ki tüm evren canlıları tarafından; Yaşama sebebim sensin. Seni çok sevdiğim doğru. Sen olmadan yaşayamam güzelim. Ama yaşadığım toprağı, soluduğum havayı, içtiğim suyu, kokladığım çiçeği, en önemlisi o asil milletimi çok seviyorum ben. Onlara duyduğum saygı ve sevgi bambaşka be güzelim. 
Çünkü ben bir Türk'üm. Sense benim her şeyimsin! VATANIM BENİM?" "Ata'm sen gittin, gözlerim haykırışlarda. Mavimsi gözlerini görmeden, bakamamaya hasret. Ata'm! Bu Vatan bizim, Gençliğe Hitabenin izindeyim... 
Gözyaşlarım dinmez ardından “ŞEREFİM ÜZERİNE YEMİN EDERİM.” Savaş ise istedikleri, senin telakkilerinle vuruşur geri dönerim..." Eğer; Bu miras hepimize ise, ya ayaklarımızı yere şiddetli basacağız, ya da yumruğumuzu masaya sert vuracağız... 
Yâda bu Vatan için; bu Vatanın topraklarına gömüleceğiz… Beni 'gözyaşlarım' ilân ettim ve ben -yani gözyaşlarım,- zehirli kül tablasına döküldüm. Biraz tuzluyum, biraz da ekşimtırak. Zaman, acıyı barındırdı ve kederiyle teğet geçti bizlere... 
Altı çizilen belli başlı kurallarım, eşkıyayı benden de beter etsin... Biline ki; Toros dağları kokarım ben, Çukurova’dan yollanan… Karadeniz’de hırçınca soluklanan… Ağrı dağının zirvesinde Nuh’u selamlayıp, Marmara’da dinlenen. Nemrut dağında Güneşle Dünyayı selamlayıp Akdeniz'e at süren, Ege' ye el verip sevdalanan, Ege'nin mavi yeşil koynuna düşen ben asil bir kan taşıyan Yörük'üm. 
Doğanın ağır şartlarında, ağır eğitilmiş asil bir soyun genlerinin tüm özelliklerini taşıyorum bedenimde, ruhumun hamurunu ecdadımın asil kanıyla yoğurmuşlar. "Bazen dost, bazen de düşmanım olan doğayı, eşkıyayı bağrında saklarken yakalarsam... İhaneti kaldırmayan yüreğim, ikisini de ilk fırsatta bir kaşık suda boğar. Şaşırmayın! Elbet dediğimi yaparım. Gözyaşlarımın son durağı, beyaz postallarım da Türk bayrağı... 
Bu söz kalleşlere nispet olsun. Ben haine beddua etmem. Yaşıma sükût edip, zamanı ileriye tekmelerim. Tekmelediğim yaşa gelince, direkt uygulamaya geçerim. Avını bekleyen sakin bir aslan gibi… Sonunda daha fazla gözyaşı dökmemeye karar verdim. 
Zaten şimdiye kadar döktüklerim ile o hainleri boğar geçerim. Ben, geçmişi olan asil bir milletin içindeki küçücük bir yüreğim. 
Gerisi ufak teferruat benim için… Can-ı veren De O, Alan da O!.. Ben vermeye hazırım! Senin için Türkiye’m, Vatanım!.. Ey kendini bilmez telaşlı kanatsız kuşlar... 
Sanatkârın dediği gibi: Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz!.. Ben Hero filmindeki kahraman değilim ki; Gökyüzündeki oklar kafama insin. Ben Hero ‘nun ta kendisiyim. İnen Oklar Efendisi!.."

(alt)


4 Ekim 2010 Pazartesi

Hadi git harf harf tümcemden...Kalma bende...





Yalnızlığımı demliyorum sensizlikte.
Sesimin yamaçlarına ağıtlar yaslanıyor.Yoksun desem de hep varsın bende.Kalemden ve kelamdan çıkan sözler sana.Yeteri kadar yaktın bendeki ‘od’u.
Hadi git harf harf tümcemden, kalma satırlarımda. Kayıplığımız tüm cümlelerimi süpürüp gitsin.
Bende “ben” den başka “sen” olmasın.
‘Lâl’liği armağan edeyim kalemime.
Hadi git harf harf… Kalma bende…
Sen de böyle cayardın demek ki çıktığın yoldan.
Oysa aynı giyotin altında,aynı ritimde soluklayacaktık ölümü. Aynı başlangıca uyanıp aynı sona göz yumacaktık.Şimdi ise;

Yok(oluyor)sun… Yok(oluyor)um… Yok(oluyor)uz…

Tüm notaları yarım bıraktık kulaklarımızda.Yarım sözler,yarım şarkılar,yarım şiirler… Başlığı sana teslim edilmiş olan bir yazı bendeki,sonunu ayrılığın imzaladığı.
Şimdi hangi yaşam içine sığdırabilir ki beni, sensiz?
Sensiz askıda kalmaz mı soluklar?

Kara kalemimden damlayan kara,senmişsin meğer.Ben hep seni çizmek için uğraşmışım yıllarca ve o çizemediğim hem de silmeye kıyamadığım eksik yüz seninkiymiş.Ben senle sevdim aslında beyazıma sadece siyahı çizmeyi.Tüm renklerimi kayıplığımızda demli bir çay gibi yuttum.

Yüzümde git gide derinleşen hüzün çizgileriyleydi kavgam.Her savaşta yenik düşmüşlüğüm onlaraydı.Tüm gülücüklerim sende asılı kaldı.Ceplerime doldurduğum hasretle yürüyorum şimdi yolları.Ayağım iflah olmaz yalnızlıklara takılıyor.Bizi bulmak adına kendimden vazgeçtim sanırken,dönüp baktığımda ardımda kalan ben değil hayat oluyor.Acı mayasıyla yoğrulmuş dünler, çalıntı yarınlar ve tam yüreğinden kurşunlanan bir ömrün portresi kara kalem satırlar…

Günün gecesine çeyrek var.Kalemiminse; günaydınlığına “bir” var.Tüm satırlarım hala uyanmamışken,hadi git harf harf tümcemden.

Pimi çekilmiş bir başkaldırıda yıkıldı umuttan yaptığım kaleler Ateşten bir gömlek giydim; yıldızlar yağdı üstüme.Duvarıma astığım saniyeler düşüyor ellerime.Özgürlük beyaz güvercinlerin bile payına düşmüyor şimdilerde.
Yazıyorum.Her mısra bir ölüme teslim bundan böyle… “Az gittim, uz gittim…” masallarına kanmayacak kadar yürüdüm hayat yolunda.Harabe kentleri buldu hep duraklarım. Darağacına astım feryatlarımı.Neye hüküm giymişse zaman,geçit vermiyor anılara. Kurduğum tüm teselli cümlelerini gözyaşlarıma sunuyorum.Düşlerim çınlıyor.

Söylesene bana sevmek hangi düşten artakalan bir ıstırap?
Bir çift ağıtla gidebilir miyim yarınlara?
Adım adım içine yürümeye çalıştığım sevda neden açmadı ki mührünü bana?

Şimdi gün için gece, kalem için sabah.Hala gerçeğimde yok; ama satırlarımda gizli ismin. Sana yol almaktan yorulmuş son nidamı savuruyorum göğüme;


HADİ GİT HARF HARF TÜMCEMDEN… KALMA BENDE…




(a)

Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN