Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

Türkce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2009 Pazartesi

Edebiyat Nedir?




Edebiyat Nedir?


Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden,konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir.
Konuşma ve düzyazı dilinde,dil bir araç,sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir.Doğruyu araştırma,ortaya koyma başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır.Sonuç yani amaç,onu okuyan,ya da dinleyendeki değişimdir.Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz.Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil,bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir.Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır.Uçarıdır.Aradan kaybolur gider.

Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır.

Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil,biraz amaçtır.Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler,cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler,şeyleşirler.

İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi.Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi,heykel,müzik,yapı gibi (eşya) değeri kazanır.
Şair cümle kurmaz,bir nesne meydana getirir.Sözcüklerle,güzel,unutulmaz biçimler yaratır.Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü vardır.

Şair,dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz.Onlara yararlı olur.Renk,ses,hacim gibi onları şeyleştirir,kırar,bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir dünyası kurar.

Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler,deyişler,tılsımlı biçimler haline getirilmesi,bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi,şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir.Bu yönden denilebilir ki,yazı şöyle dursun,tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği,insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır.Demek ki,edebiyat,dilden önce idi.

Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra gelişmiştir.

Sanat dışı konularda (politika,hukuk,mektup vb.alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın,destanî,güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler olmuşlardır.

Edebiyatta Akım Denince Ne Anlaşılır?

Akım,insan düşüncesinin ve yaşamının,tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam etmesidir.

Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden,sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek,ileriye doğru atılımlar yaparak,eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini ve başkalarını koyarlar.

“İyiye, Güzele ve Doğruya” sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk,estetik ve bilim değerleri getirirler.

Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları,estetik görüşleri ve ölçüleridir.

Edebiyat ve sanat akımları,milli ve milletlerarası bilimsel,felsefi, sosyal, ekonomik,siyasal,ahlâki,dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter taşırlar.

Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler yapmaktadırlar.

Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları etkiler.

Edebiyat ve sanat akımlarına ekol,okul, meslek ve çığır da denilmektedir.

Dünya Çapında Etkiler Yapmış Olan Sanat ve Edebiyat
Akımlarının En Ünlüleri Hangileridir?



Uluslararası değer taşıyan etkili edebiyat akımlarını şöyle sıralayabiliriz:

 1- İlkel edebiyat
 2- Doğu edebiyatı
 3- Anadolu edebiyatı
 4- Arap edebiyatı
 5- Batı edebiyatı
 6- Mistik edebiyat
 7- Hıristiyan edebiyatı
 8- İslâm edebiyatı
 9- Hümanist edebiyat
10- Rönesans
11- Klasisizm
12- Romantizm
13- Realizm
14- Natüralizm
15- Parnassizm
16- Sembolizm
17- Kübizm
18- Fütürizm
19- Dadaizm
20- Sürrealizm
21- Egzistansiyalizm


(a)


12 Nisan 2009 Pazar

Edebiyatımızda “İlk”ler…



Edebiyatımızda “İlk”ler…


http://kursunsabriomer.blogspot.com


» İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi / Şair Evlenmesi /1859
» İlk yerli roman: Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat
» Batılı tekniği uygun ilk roman: Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu
» İlk çeviri roman: Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859
» İlk köy romanı: Nabizade Nazım / Karabibik
» İlk psikolojik roman: Mehmet Rauf / Eylül
» İlk realist roman: Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
» İlk resmi Türkçe gazete: Takvim –i Vakayi
» İlk yarı gazete: Ceride-i Havadis
» İlk tarihi roman: Namık Kemal / Cezmi , A. Mithat / Yeniçeri
» İlk özel gazete: Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi
» İlk pastoral şir: A.Hamit Tarhan /Sahra
» İlk şiir çevirisini yapan: Şinasi
» İlk makaleyi yazan: Şinasi
» Noktalama işaretlerini ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci: Şinasi
» Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan: A.Hamit /Eşber veya Sardanapal
» Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri: A.Hamit/Nesteren
» İlk bibliyografya: Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi
» İlk hatıra kitabı: Babürşah /Babürname
» İlk hamse yazarı: Ali Şir Nevai
» İlk tezkire: Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais
» İlk antolojisi: Ziya paşa /Harabat
» İlk atasözleri kitabı: Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye
» İlk mizah dergisi: Diyojen /Teodor Kasap
» İlk hikaye kitabı: A: Mithat /Letaif-i Rivayet
» İlk fıkra yazarı: Ahmet Rasim
» İlk Türkçe yazılan ilk kitap: Kutadgu Bilig
» İlk siyasetname: Kutadgu Bilig
» İlk mensur şiir örneklerini veren: Halit Ziya
» Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan: Mehmet Emin Yurdakul
» Dünya edebiyatındaki ilk modern roman: Cervantes/Don Kişot
» İlk makale: Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi
» İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk: Fecr-i Ati
» Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser: Kutadgu Bilig
» İlk seyahatname: Mir’atül Memalik / Seydi Ali Reis
» İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi
» Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü
» Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre
» Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: Tevfik Fikret
» Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı: Süleyman paşa / Sarf – ı Türki
» İlk naturalist eserimizin yazarı: Nabızade Nazım / Zehra
» Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim
» Şarkıyı icat eden: Nedim
» İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi: Kamus’ul Alam
» İlk sözlüğümüz: Divan-ı Lügat-it Türk
» İlk Türkçe sözlük: Şemsettin Sami: Kamus-ı Türki
» İlk özdeyiş örneklerini veren: Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık
» İlk didaktik şiir örneğimiz ve aruzla yazılan ilk eserimiz: Kutadgu Bilig
» Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin: Orhun Abideleri
» Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan: R.Mahmut Ekrem
» Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: Mehmet Emin Yurdakul
» Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı: Ömer Seyfettin
» Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan: A. Hamit / Validem
» İlk köy şiiri: Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı
» İlk alfabemiz: Göktürk Alfabesi
» Tekke şiirinin babası: Ahmet Yesevi
» İlk Türk destanı: Alp Er Tunga Destanı
» Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan: Namık Kemal
» Bizde epik tiyatro türünün kurucusu: Haldun Taner
» İlk kadın romancımız: Fatma Aliye Hanım
» Süslü nesrin ilk temsilcisi: Sinan Paşa
» Dünyanın bilinen ilk destanı: Sümerlerin Gılgamış Destanı
» Dünyanın halen yaşayan ,en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı
» Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan: Şinasi
» Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman: Ateşten Gömlek
» İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı: A.Vefik paşa
» İlk divan şairi: Hoca Dehhani
» Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadolu’yu işleyen: Refik Halit Karay
» En başarılı psikolojik roman yazarımız: P.Safa / 9.Hariciye koğuşu
» İlk çocuk şiirlerini yazan: Tevfik Fikret / Şermin
» Dilde sadeleşmeyi savunan ilk yayın organı: Genç Kalemler

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…


(a)


15 Mart 2009 Pazar

Anadille Eğitim ve Türkçe



Bilimsel açıdan gelismiş olan milletlerin ekonomik ve kültürel açıdan da geliştikleri, siyasî zeminde söz sahibi olduklari bilinen bir gerçektir. Bilimsel buluşlardan yararlanabilen ülkeler, vatandaşlarının gelir seviyelerini yükseltmekte ve onlar için daha müreffeh bir hayat imkanı sağlamaktadırlar. Bu gerçekler dolayısıyla çağımız genellikle bilim çağı diye nitelendirilir. Bilimsel bakımdan gelişmek, bilimle ilğili kurumsal ortamın niteliginden çok bilim dili olarak gelismiş bir dile sahip olmaya bağlıdır. Bir milletin dili, her türlü fikir ve düşünceleri bütün ayrıntılarıyla ifade edebilecek bir zenginlikte değilse, o milletin bilimde ilerlemesi mümkün değildir. Gelişmis ve zengin bir dil, her bilim dalının eğitim ve ögretiminde de büyük kolaylıklar sağlar.

Bilim dili, bütün bilim dallarının araştırılmasında, eğitim ve öğretiminde kullanılabilen, bunun için gerekli terimlere ve zengin bir kelime kadrosuna sahip olan dildir. "Bilim dili en basit tanımı ile bir dilin genel kültür dilinden az çok ayrılan, çesitli bilim dallarının, teknik ve sanat alanlarının gerekli kıldıği söz varlığını, üslûp ve anlatım özelliklerini ve terim ihtiyacını karşılayabilen bir dil demektir. Her bilim dalının dildeki genel kavramlar dışında özel kavramların karşılığı olan bir hayli terime de ihtiyaci olduğu için bilim dili bir bakıma "kültür dili + terimlerin oluşturdugu özel bir dil" olarak da tanımlanabilir." (Korkmaz, 2001; s.7-19) Bir dilin bilim dili sayılabilmesi için, o dille çeşitli bilim dallarına ait araştırmaların, incelemelerin yapılabilmesi, bunlara ait sonuçların, yorum ve değerlendirmelerin en ince ayrıntılarına kadar ifade edilebilmesi; dilde bütün bilim dalları için gerekli terimlerin bulunması, çeşitli fikir ve düşünceleri anlatan kavramları karşılayabilecek işleklige ve kelime kadrosuna sahip olması gerekir. Her dilin insan duygu ve düşüncelerini ifade etme vasıtaları ve sistemi farklıdır. Bu yüzden bir dilin diğer bir dile oranla üstün olduğunu iddia etmek gerçeklere aykırıdır. Bir dildeki kelimelerin sayı bakımından fazlalıği veya sadece yapım ve çekim eklerinin çokluğu yahut söz dizimi özellikleri o dilin baska bir dile üstün olduğunu ortaya koymaz. Hiç bir dil başlangıçta tam bir bilim dili halinde doğmamııtır. Ancak işlenmiş veya işlenmemiş; işlenerek bilim dili, kültür dili, edebî dil haline gelmiş veya gelememiş dillerden söz edilebilir. Yani dilleri işlenmislikleri bakımından kıyaslayabiliriz. Yazi dili, bilim dili olarak kullanılmış, bu sayede gelişmiş olan diller zamanla daha zengin bir dil özelliği kazanırlar. Yazı dili haline gelmiş bir dil, zamanla edebiyat dili, kültür dili, bilim dili olarak kullanılır ve işlenirse zenğinleşir.

Bir milletin bütün tarihi boyunca edindigi kültürü, değer yargılarını ve hayat tecrübelerini sinesinde toplayan, onu koruyan ve yaşatan "kutsal bir hazine" olan dil, sadece iletişim aracı olarak düşünülmemelidir. İletişim aracı olma niteligi yanında dilin hem fert ve hem de millet için daha önemli olan yönü kültürel kimliği belirleyici ve koruyucu olan yönüdür. Milletin iç dünyasını, ruhunu yansıtan dil, kişilerin mensubiyetlerinin, milletlerine olan bağlılıklarının da belirleyicisidir. Kişiyle kendi milleti arasindaki en sağlam bağ dildir. Kendi milletine bağlılığının devamı, anadilin bilinçli bir şekilde yeterince öğrenilmesi ve kullanılabilmesi ile mümkündür. "Toplumun millet olarak yaşayıp devam edebilmesi de buna bağlıdır. Eğitim bu sonucu sağlıyorsa millet devam eder; sağlamıyorsa çözülür. Ekonomik başarılarla zenginlesmiş fertler, millî dil ve kültür bilinci taşımadıkları takdirde, başka devletlerin uydusu olmayı rahatlıkla isteyebilirler, yabancı bir dil ve kültürü hiç kaygı duymadan kendi dil ve kültürlerinin önüne geçirebilirler." (Ercilasun, 2000; s.203-207)

Atatürk, bu gerçekleri şu sözlerle dile getirmektedir: "Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkisâfında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin."

Her çeşit bilim dalında eğitim ve öğretimin ana dille yapılması bilimde ilerleme için temel şarttır. Yabancı dille yapılan bir eğitimle bilimde ilerlemek, gelişmek, yaratıcı olmak mümkün değildir. "Yaratıcılık kişinin, ulusun ve toplumun en derinliklerinden gelen bir güçtür. Bu gücün gelişmesindeki en önemli etken ise, kişiligin ve kültürün derinliklerinden gelen serbest çagrışımı destekleyecek olan anadildir." (Sinanoglu, 1999; s.88)

İçinde anlaşılmayan bir kelime bulunan cümleleri bile öğrenciler alğılayamadıkları için ezberleme yoluna gitmekte; o cümledeki fikir veya düşünceyi kendi cümleleri ile ifade edememektedirler. Bir tek kelimenin bile anlaşılmaması, cümlenin bütünüyle anlaşılmamasına yol açmaktadır. Sonuçta düşünmeyen, kavramayan, anlamayan; anlamadıkları için de anlatamayan, konu hakkında kendilerine ait düşünce ve görüşleri oluşmayan, yorum ve değerlendirme yapamayan, üreticilikleri ve yaratıcılıkları bulunmayan; sadece ve sadece ezberleme yoluna baş vuran ögrenciler ortaya çıkar. Anlaşılmayan bir kelime yüzünden cümleyi kavramayan, ezberciliğe yönelen öğrencinin, tamamen yabancı dille yapılan bir eğitim ve öğretim sonunda yaratıcı ve üretici olması, bilime katkı sağlaması ne kadar beklenebilir?

"Egitim, büyük ölçüde, dil aracılığı ile bilği, tecrübe ve değerler aktarma süreci olduğuna göre, iletişim aracı olan dilin bu süreci kolaylaştırması ya da zorlaştırması mümkündür. Öğrencinin ilk kez karşılaştığı bir terim, eğer onun zihninde yakın anlamları uyandırabiliyor, ana dilindeki bilgi ve sezgileri ile ilişki kurma olanakları veriyorsa öğrenme işlemi kolaylaşacaktır." (Sahin, 1994; s.199)

Milletimizin zaman zaman eğitim dili olarak Türkçe dışındaki dilleri kullanmiş olması veya aydınlarımızın yabancı dillere meyletmiş olmaları, "dil felsefecilerinin çözülüş sebebi saydıkları ezbere gören, ezbere düşünen nesiller yetişmesine yol açmış ve bunun faturası milletimiz tarafından ağır bedellerle ödenmiştir. Bunun sonucunda kendi tarihine yabancı, kendi varlığı ve hayatı üzerinde düşünemeyen, fikir üretemeyen ve dolayısıyla kendi felsefesini yaratamayan aydın; bilim ve düşünce birikiminden yararlanamayan, yaratıcılık ve özğünlük yeteneği kaybolmuş nesiller ortaya çıkmıstır. (Korkmaz, 2000; s.319-326) Daha sonra da Türkçenin bilim dili olamayacağı iddiaları ortaya atılmış; kendi ülkemizde bile dilimiz ikinci plana düşürülmüştür. Bu ülkenin en zeki ve en seçkin çocukları kendi okullarımızda yabancı dille eğitim yüzünden hazırlık sınıflarında bilimden uzaklaştırılmaktadır. Henüz Türkçeyi yeterince öğrenmemiş gelecegimizin teminatı olan bu genç dimağlar yabancı dillerin grameri, kelimeleri ve terminolojisi ile uğraştırılmakta; öğrenme, düşünme ve üretmeleri adeta enğellenmektedir. Bu kuşakların aldıkları eğitim dolayısıyla aşagılık duyğusuna kapılmaları, kendi kültürlerine yabancılaşmaları, yabancı kültürlerin hayranı olarak yetişmeleri tabiî bir sonuç olacaktır.

Osmanlılarda çok yayğın olarak yürütülen din eğitiminin medreselerde Arapça ile yapılması, bu eğitimi alanların zamanla eserlerini Arapça ile yazmalarina ve Türkçe yazılan eserlerde de ağır bir dil kullanılmasına yol açmış, dinî konularda ortaya konan çok sayıdaki telif eserin tercüme veya taklit düzeyinde kalmasına, en azından dilleri dolayısıyla toplumun dinî eğitimine katkı sağlayamamasına yol açmıştır. Bu eserlerden faydalanma şansı kaybolan halkımizı dinî konularda eğitme görevini bazı çıkar grupları veya yarı cahil insanlar ellerine geçirmis, dinî kurumlar bozulmuş, çesitli yanlış değerler dinin yerini tutmaya baslamıştır. Toplumun ahlakî ve kültürel yönden çözülmesi ve bozulması dolayısıyla Osmanlı devleti daha hızlı bir şekilde zayıflamış ve yıkılmıstır.

Çünkü "Ögretimin yabancı bir dilde yapılışı çesitli meslek erbabı ile kendilerine hizmet götürmekle görevli oldukları kişiler arasındaki mesafeyi büyütür, aralarında anlaşma imkan ve ölçülerini zayıflatır. Yabancı bir dille bir meslek edinmeğe çalışmak çok büyük bir çabayı gerektirir. Ancak bir meslek edinmiş kimsenin mesleğine ilişkin yabancı dil bilğisini edinmesi kolaydır." (Sayili, 1994; s.542)

Hikmet Bayur'un İngilizlerin eĞemenlikleri altındakı Hindistan'da uyğuladıkları eğitim politikasina ait tespitlerinin bir kısmı şunlardır:

" İlköğretimi yerli dillerle, orta ve yüksek öğrenimi İngilizce ile yaptırmak ve böylece:

1- Anadilin yahut millî dilin gelişmesini önlemek ;

2- Yabanci dille eğitim yapmanın güçlüğünden faydalanarak genç yerli çocukların kafa teşekküllerini geciktirmek, onları ders konularını anlamadan ve sindirmeden ezberlemeye mecbur etmek;

3- İngiliz dili ve edebiyatının seçkin örnekleri ile beyinleri, İngiliz kültür ve medeniyeti lehine yıkamak, yerlilerde eksiklik duyğularını geliştirmek ve kökleştirmek; sömürgelerde İngiliz kültürünü yüksek tabakadan başlayarak yaymak;

4. Millî dillerin gelişmesini ve millî eğitimi engellemek, (Bayur, 1987; s. 371)

Bütün bu hedeflere sadece eğitim dili olarak İngilizcenin kullanılması ile ulaşılabileceği gerçegi, üzerinde düşünmemiz ve ders almamız gereken bir olgudur.

Türkiye'de mesleği ne olursa olsun yabancı dil bilenlere ek tazminat ödenmesi, akademik çevrelerde içeriği nasil olursa olsun yabancı bir dille yapılmış yayınların üstün tutulması ve bunlara benzer diğer uygulamalar, toplumumuzda yabancı dillere olan talebi arttırmıştır. Yabancı bir dile karşı ortaya çıkan bu aşırı talebin sebeplerinden biri de "yabancı dil öğrenimi ile yabancı dilde eğitim ve öğretimin birbirine karıştırılmış, iç içe girmiş olmasıdır." (Korkmaz, 2001; s.7-19)

Ülkemizdeki yabancı dil talebinin diğer önemli bir sebebi de, bazı çevrelerin İngilizce'yi uluslar arası bilim dıli diye göstermeye çalışmalarıdır. Bu konuda Oktay Sinanoglu şunları söylemektedir: "Dış ülkelerde edindiğimiz izlenim, en çok Türkiye'de duyduğumuz, dünya dili İngilizce olacak sözünün harp sonrası bir Anglo-Sakson propaganda ve efsanesi olduğu yönündedir." (Sinanoglu, Türkçe, 1999; s.88)

Sevim Tekeli'nin "Bilim dillerinin tarihsel gelişimi" baslıklı çalışmasında uluslar arası dil veya bilim dili (!) konusundaki tespitleri şöyledir: "Robert Hall, bütün dünyada tek dilin konuşulması konusunda şunları söyler: Uluslararası dil sorunu aldatıcidır ve başlamak için gerçekçi olmayan bir varsayıma dayanmaktadır. Dünyayı sarmış olan sorunlar tümüyle dil dişidir ve tek bir dil konuşmak onları çözümlemekte yardımcı olmayacaktır. İspanyolca konuşulan Puerto Rico ve Yeni Meksika'da İngilizce eğitim yapılması iki toplumun da zararına yol açmıştır. Çünkü çocuklar İngilizce'yi iyi öğrenemedikleri gibi İspanyolca'yı da öğrenememektedirler. Hall'in dediği gibi yabancı dilde eğitim yapmak, o ulus için felaketlere yol açacaktır. Her şeyden önce anadilin bir bilim dili olarak gelişmesini önleyecek, dili her geçen gün körleştirecek, halk ve okumuşlar arasındakı uçurumu gittikçe arttıracak, sonunda halkı daha cahıl, okumuşu kendi değerlerine yabancı hâle getirecektir." (Tekeli, 1994; s. 207-208)

Uluslar arası bilim dili tezi hakkında Oktay Sinanoglu da şunları söyler: "Avrupa, orta çağlarda "ululararasi" bir Latince ile bilim dili yapmağa çabalamış, fakat ancak rönesansta ulusal dilleriyle çalışmaya basladıktan sonra bilimde yaratıcılığa geçebilmistir. Ondan önce islam dünyasının bilim eserlerinin Latince'ye çevirisi ve ezberlenmesi ile yetinmek zorunda kalmıştır." (Sinanoglu, 1999; s.88)

Yukarıda belirttiğimiz gibi, bir dilin zengin bir kültür ve bilim dili haline gelmesi için işlenmesi gerekir. Türkçe aydınlarımız tarafından zaman zaman ihmal edilmiş olmasına rağmen, mevcut dünya dillerinin hiç birinden geride kalan bir dil değildir. Esasen yapısı ve sistemi itibariyle bilim dili, "bilğisayar dili" (Salihoglu, 2001; s.708) olmaya en uygun dillerden biridir. Türkçenin bu özelligi konusunda Zeynep Korkmaz sunları söylemektedir:

"Türkçe bilim dili olma açısından asla yetersiz değildir. Bizce yetersizlik onun özelliklerinin ve yaratıcılığının bilinmemesinden, ona gereken özen ve ilğinin gösterilmemesinden kaynaklanmaktadır. Konuya bu yönü ile ilği gösterecek yerde, şartlanmış yanlış bir zihniyetle Türkçenin bilim dili olarak yetersizliğinden söz ederek yabancı dilde eğitim-öğretim ve yayına ağırlık tanımak dilimize karşı haksızlıktır, sayğısızlıktır." (Korkmaz, 2001; s.7-19)

Eski Uygur Türkçesi, Karahanli Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi yazı dillerinin anlatım gücü, kelime hazinesi Dogan Aksan tarafından Türkçenin Söz Varlığı adlı eserde çeşitli yönleriyle dile getirilmiştır. Yazar bu eserinde, Türkiye Türkçesinin ve tarihî Türk yazı dillerinin söz varlığı bakımından zenginliklerini incelemekte; deyimler, terimler, ikilemeler, türetme gücü, çok anlamlılık, kalıplasmış sözler gibi çeşitli yönlerden zenginliklerini ortaya koymaktadır. (Aksan, 1996)

Esasen yabancı dil hayranlığının yayğınlıgi "Türkçenin yetersizliğinden değil, aydın çevrelerde tıpkı Osmanlı aydınlarında olduğu gibi; yabancı hayranlığının gaflet uykusuna dalınmasından ve ana dilimize karşı umursamaz, sorumsuz bir tavır takınılmasından ileri gelmektedir." (Korkmaz, 2001; s.7-19)

Yabancı Türkologlardan Jean Deny Türk dili için şöyle der: "Büyük bir oryantalist, Türk dili hakkında, insanın bu dilin seçkin bir bilginler kurulunun danışma ve tartışmaları sonunda meydana çıkmiş olduğu zannına düşebileceğini söylemiştir. Fakat Türkistan bozkırları ortasında kendi başına kalmış beşer zekasının doğuştan edindiği dil duygusu kanunlarıyla yarattığını hiç bir bilginler kurulunun yaratmasına imkan yoktur." (Sayili, 1994; s.388)

Max Müller de Türkçe için şunları söyler: "Türkçenin bir gramer kitabını okumak bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile bir zevktir. Türlü gramer kurallarının belirlenmesindeki ustalık, isim ve fiil çekimlerindeki düzenlilik, bütün dil yapısındakı saydamlık ve kolayca anlaşılabilme vasfı, insan zekasının dil aracı ile beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır... Türk dilindeki duyğu ve düşüncenin en ince ayrıntılarını belirtebilme ve ses ve şekil öğelerini baştan sona değin düzenli ve uyumlu olan bir sisteme göre birbirleriyle bağdaştırıp bir araya getirme gücü, insan zekasının dilde gerçekleşmiş bu büyük başarısı olarak belirir. Bir çok dillerde bu temel yaratış çığırından artik iz kalmamış, bunlar gözden gizlenmiştir. Onlar çözülmez kayalar gibi karşımızda durur. Ancak dilcinin mikroskobu ile dil yapısındaki organik öğeler meydana çıkarılabilir. Türk dilinde ise her şey saydamdır, apaçıktır. Bu öyle bir gramerdir ki, billur bir arı kovanının içinde bal peteklerinin meydana gelişini nasil izleyebilirsek, bunda da düşüncenin iç oluşumlarını aynı şekilde seyredebiliriz." (Sayılı, 1994; s.387)

Tarihî dönemlerde Türkçenin dışındaki bazı dillere bilim dili olarak meyledilmesi, asla Türkçenin yetersizliğine bağlanamaz. Bu yönelişlerin çeşitli dinî, siyasî ve sosyal sebepleri bulunmaktadır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ne sebeple olursa olsun aydınlarımızın Türkçe dışındaki dillerle eğitim veya bilim yapmış olmaları hiç bir şekilde mazur görülemez. Böyle bir hata her seferinde de Türk kültürü için vahim sonuçlar doğurmuştur.

Yabancı dillerle eğitim ve bilimin yapıldığı Selçuklu devleti, "millî bir devlet olmaktan çok bir hanedan devletidir ve Selçuklu hükümdarları bütün İranlıların da hükümdarıdır. Böyle olunca Farsça'yı yazışma dili ve Arapça'yı da din ve ilim dili saymakta sakınca görmemişlerdir." (Karal, 1994; s.22-23)

Ancak bu dönemde de Türkçe konuşma dili olarak gelişmesini sürdürmüştür. Aynı dönemlerde bir takım siyasî gelişmeler dolayısıyla bir taraftan da Türkçe'nin avantajli konuma geçtigi görülmektedir. Fahrettin Mübareksah 1204 yılında yazdığı Secere-i Ensâb adlı kitabında şöyle diyor: "Türklerin diğer kavimlere üstünlüklerinin başka sebepleri de vardır. Bunlardan biri şudur ki, Arapça'dan sonra Türkçe'den daha ince ve daha şerefli olan bir dil yoktur. Türkçe şimdiye kadar hiç bir çağda olmadığı kadar rağbettedir. Bu hükümdarların ve kumandanların çoğunun Türk olmasındandır. Herkes Türkçe bilgisine ihtiyaç hissetmektedir." (Sayili, 1994; s.526)

Türk milleti siyasî açıdan azınlık durumunda kalmadığı için, azınlıkların ruh haliyle, yani kendilerini koruma içgüdüsüyle davranmamışlar ve bu yüzden yabancı etkilere açık kalmışlardır. Kültürel temasların yoğun oldugu dönemlerin pek çoğunda askerî güç ve nüfus bakımından daha güçlü durumda olanlar Türklerdir. Ayrıca din değişiklikleri esnasında Türkler karakter özellikleri dolayısıyla yeni dinlerini bütün samimiyetleri ve dürüstlükleri ile benimseyerek, yeni dinin kendisinden önce ortaya konmuş kültürel değerlerini hiç yadırğamadan benimsemişlerdir. (Üstüner, 2001; s.50-57)

İslam dünyasInda Arapça'nın üstünlüğünü savunan ve hadis olduğu iddia edilen pek çok uydurma rivayet yayılmiştır. Kur'an'ın Arapça olmasının imtiyazını kullanan Araplar, yaydıkları bu sözlerle İslam dünyasında Arapça'ya ve dolayısıyla Arap kültürüne bir kutsallık kazandırmaya çalışmışlardır. Bu sözlerden biri şu şekildedir: "Allah'ın en nefret ettiği dil Farsça'dir. Şeytanlar Huzistanlıların (İran topraklarında bir bölge, Huzi dili), cehennemlikler Buharalıların, cennetlikler Araplıların dilini kullanırlar." (Cündioglu, 1996; s.143-146) Arapça dışındaki dilleri aşagılayan bu anlayış, Türkler arasında az da olsa etkili olmuş, İranlılar arasında ise, bunlara benzer rivayetlerle Farsça savunuldugu için pek rağbet bulmamıştır. "Allah gazab ettiğinde vahyini Arapça, razı oldugunda Farsça inzal eder." (Cündioglu,1996; s.147-148) şeklindeki pek çok söz de Farslılar tarafından uydurulmuştur. Bütün bu gelişmeler sonunda Osmanlı aydınlarının büyük bir kısmı Arapça ve Farsça'ya ragbet göstermişlerdir: "Hacı Pasa 14. yüzyılın sonlarına doğru yazdıgi Telhisü's-Sifa adlı eserinde, herkesin anlayabilmesi maksadıyla Türkçe yazmış olduğundan dolayı özür dilemek lüzumunu duymuştur." (Sayılı, 1994; s. 527)

Müstemleke ülkelerde oldugu gibi yabancı dille eğitim yapmanın Türk dili ve kültürü için büyük bir tehlike arz ettigi herkesçe bilinen bir gerçektir. Yabancı dille eğitim yoluyla bilimde ilerlemeyi beklemek boş bir hayaldir. Çeşitli yanlış uygulamaların toplumda yarattığı talepten kaynaklanan yabancı dile yönelme, asla Türkçenin yetersizliğine bağlanamaz. Bizim için hayatî önem taşıyan Türkçemizin gelişmesi hususunda herkes elinden geleni yapmalı, bununla ilğili yanlış tutum ve uyğulamalara son verilmelidir.

Yard.Doç.Dr. A.Üstüner
tarafından kaleme alınmıştır.






25 Şubat 2009 Çarşamba

Dilimizin önemi...



Bir topluluğun “millet” olabilmesi için o topluluğu meydana getiren fertler arasında dil, din, ırk, tarih, vatan, gelenek, görenek, sanat birliğinin bulunması gerekir. Millet olmanın en önemli unsuru ise, dildir. Aynı dili konuşan insanlar, millet denilen sosyal varlığın temelini teşkil ederler. Dil, duygu ve düşünceyi, insandan insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın olmaktan kurtarır ve onları “millet” hâline getirir. Millî birlik ve beraberlik ancak toplumun fertlerini birbirine bağlayan dille sağlanabilir.



Bu gerçekler Atatürk’te şu sözlerle ifadesini bulmuştur:


“Türk milletindeyim diyen insan her şeyden evvel Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, Türk milletine bağlılığını ifade ederse buna inanmak doğru olmaz.”

“Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır.” derken Atatürk Türk dilinin dünya dilleri arasındaki önemini, Türkçe konuşmayanın Türklüğe bağlı olamayacağını ifade ediyordu.


Türkçe'yi Korumanın Önemi


"Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok güçlüdür.



Dilin milli ve zengin olması milli duygunun


gelişmesinde başlıca etkendir."



Atatürk yukarıdaki sözünde, dilin bir millet için ne kadar önemli olduğunu ve milli duygular üzerindeki güçlü etkisini vurgulamıştır. Gerçekten de dil bir milleti millet yapan en önemli unsurlardan biridir. Günümüzde, dünya üzerinde birçok ulus vardır. Bu uluslardan her birinin kendine ait dilleri ve dillerin ulusların geçmişinde belli bir tarihi bulunur.


Bu tarihi süreçte dille birlikte gelişen bir diğer şey de bağımsızlıktır. Uluslar ancak özgür ve bağımsız olduklarında kendilerine ait bir dil kullanabilmişlerdir. Diyebiliriz ki, ulusal bir dilin kullanılması o devletin özgür ve bağımsız kimliğinin bir göstergesidir. Bu sonuç ise, bize dilin titizlikle korunması ve geliştirilmesi gereken bir milli değer olduğunu kanıtlar.


Atatürk'ün, Cumhuriyet'i yeni kurduğu yıllarda yaptığı çalışmaların başında, Türk Dil Kurumu'nun kurulması gelir. Bu kurumun kuruluş amacı, Türk dilini geliştirmek ve dilin milletleri birleştirici bir unsur olduğunu Türk Milletine anlatmaktır.


Böylece, bugün Türk dili anlaşılır ve genel geçerliliği olan tek bir yapıya kavuşmuştur. Osmanlı'ya baktığımızda dilin saray çevresinde farklı, halk arasında farklı olduğunu görürüz. Bu da sarayla yani yönetimle halkı birbirinden uzak tutan bir etkendi. Cumhuriyet yıllarıyla birlikte bu engelin aşılması halkla yönetimi birbirine yaklaştırmış ve halkın da demokrasinin temeline uygun olarak yönetimde söz sahibi olmasını kolaylaştırmıştır. Buradan, dil üzerinde yapılan çalışmaların faydası ve gerekliliği daha iyi anlaşılır.



Türkiye'nin bugününe baktığımızda, dilimizin dünyanın süper gücü sayılan bazı ülke dillerinin etkisinde kaldığını görüyoruz. Bu etkileşimin Türk dili üzerindeki etkileri çok açıktır. Türk gençlerine düşen ise, Batı kültürünün olumlu yönlerini alırken hiçbir milli değerden ödün vermemektir.


Türkçeyi her zaman en doğru şekilde kullanmak ve onu korumak, milli bütünlüğü sağlamak için gerçekten önemli bir davranıştır. Zira, bize kimlik kazandıran bu olguyu zayıflatmak kendi kimliğimizi silik bir hale getirmekle eşdeğerdir. Yapmamız gereken şey, güçlü Batılı devletlerin dillerini daha çok kullanmak değil, kendi dilimizi nasıl daha yaygın ve diğer uluslarca talep gören bir dil haline getirebileceğimizin yollarını aramaktır.


Unutmamalıdır ki, dilimizin talep görmesinin yolu diğer uluslara üstünlük sağlamış, siyasi ve kültürel açıdan ileri gitmiş bir medeniyet olmaktan geçer. Kuşkusuz, Türkçe'yi dünyanın hemen her ülkesinde geçerlilik kazanmış ve dünya nüfusunun çoğunluğunun konuştuğu bir dil olarak görmek her Türk insanına gurur verir.


Alıntıdır

Şu Dil Sorunu Dediğimiz



Siyasal düzlemde kabul görmüş her yeni anlayış, her yeni felsefe dili biraz daha bozdu, birşeyler aldı götürdü ondan. Tanzimat döneminde başlayan dil yozlaşması boyut değiştirerek Servet-i Fünun edebiyatı ile sürdü. Cumhuriyet döneminde “dil inkılâbı” adı altında –herne kadar sonradan uygulamanın yönü değiştirilse de- bir kıyıma şâhit olundu. Tarihimiz-geçmişimizle, kültürel belleğimizle bağlarımızı oluşturan kelime haznemiz daraltılıp bir kültürel tabana oturmayan, kimi zaman dil ve türetme kurallarına dahi uymayan bir Türkçeleştirme faaliyetine girişildi. “Öztürkçe” addedilen bu yeni kelimelerin de pekçoğunun (bir imparatorluk diline uygun olarak) yabancı kökenli ve/fakat zamanla Türkçeleşmiş kelimeler olduğunu görüyoruz.


Bu kelimelerin önemli bir kısmı dilimizde bugün yer edinmiş vaziyette, onları fiilen kullanıyoruz. Ancak bunun için, bir dil (ki binlerce yıllık bir geçmişe sahip bir imparatorluk dili) ve –dolayısıyla- kültür adına hayatî sayılabilecek ölçüde önemli ödünler vermek zorunda kaldık. Artık gençlerimiz, zamanında en açık ve duru bir Türkçe ile yazmış olan Ömer Seyfettin, Hâlide Edip ve Reşat Nuri’yi bile sözlük yardımıyla veya “sadeleştirilmiş” basımlarından okumak zorunda kalıyorlar. Tevfik Fikret ya da Hâlit Ziya’dan bahsetmiyorum bile. Bu, toplumun geçmişini unutması, tarihiyle bağlarını koparması demektir.


Verdiğimiz bir diğer ödün anlam kısırlaşması ile ilgili:


Bir zamanlar dilimizde "güzel"i anlatan onlarca kelime bulunurdu ve bunların herbiri çeşitli kullanılışlarıyla, farklı güzelliklerin ifadesi olmuştur. Bunlardan birkaçını anlamlarıyla sıralayalım: Lâtif ince, şeffaf hattâ ruhanî güzelliği; zîbâ süslü ve yakışıklı güzelliği; hoş bilindiği gibi, hoş güzelliği; tarâvet tazeliği ve taze güzelliği; dîdâr yüz güzelliğini; râ’nâ, gül-i râ’nâ ve nergiste olduğu gibi, renkli güzelliği, ya doğrudan ya da mecazla ifade ederler. Bunlardan başka şîrinlik, sabâhat, melâhat, vecâhet, cemal, behâ, hüsün, ân vb. gibi daha nice kelime güzelliğin çeşitli yönleriyle ifadesi olmuştur (1). Kimi zaman bunlar da yeterli görülmemiş, hüsn ü cemal, hüsn ü behâ hüsn ü ân şeklinde birarada kullanılmışlardır.


Zamanın edipleri daha da ileri gidip Farsça gönül demek olan dil kelimesiyle yapılmış ne kadar birleşik sıfat varsa bunları, çeşitli güzelliklerin ifadesinde büyük ustalık ve incelikle kullanmışlardır. Bunlardan "dilârâ" (gönül süsleyen), "dilber" (gönül götüren), "dildâr" (gönül tutan), "dilpesent" (gönlün beğendiği), "dilrüba" (gönül çeken), "dilşikâr" (gönül avlayan), "dilfürûz" (gönül parlatan), "dilfirîb" (gönül eğlendiren), "dilmişin" (gönülde yerleşen), "dilnevâz" (gönül okşayan) güzel demektir ve bunların sayısı burada sayılanlardan daha fazla ve çeşitlidir (2).


Bu kelimelerin bugün tamamına yakını öldürmüş durumdayız. Bir panelde, konferansta, TV’de konuşanların da, sokakta kavga eden çocukların da durumunu “tartışma” kelimesi ile karşılıyoruz. "Münakaşa, müzakere, münazara, müşahede, münazaa" kelimelerinden mahrum kalıyoruz.



Hayal yerine imge, ruh yerine tin, mesela yerine örneğin koyup (3) kelimelerin kültürel ve edebî anlamlarını yok ediyoruz.




Ziya Gökalp’in dediği gibi,


“Uydurma söz yapmayız,

Yapma yola sapmayız,

Türkçeleşmiş, Türkçedir

Eski köke tapmayız.”



deyip, dilimize yerleşmiş, “Türkçeleşmiş” kelimeleri Türkçe’deki kullanımıyla bırakmamız gerekir.


Buradan geliyoruz dil yozlaşmasının son ve en önemli halkasına...


Son 40-50 yıldır süren dil yozlaşması-yozlaştırılması faaliyetinin mahsullerini son yıllarda topluyoruz: artık hepimiz İngilizce konuşuyoruz! ‘80’lerden sonra ivme kazanan faaliyetlerle, Türkçe’nin gazete-TV dili gibi günlük kullanımı da İngilizce-(İngilizce bozması) Tarzanca olarak değişti. Caddelerde-sokaklarda Türkçe isimli mağazalara, dükkânlara artık rastlayamaz olduk. Bu da yetmezmiş gibi, (çocukların yabancı dil öğrenmesi için!) -günün belli saatlerinde de olsa- İngilizce yayın yapan, çizgi film oynatan TV kanalları türedi.


Artık izin değil “off” kullanıyoruz, ticaret veya alışveriş merkezlerine değil “center”lere gidiyoruz, mankenler “top model” olmak için uğraşıyor, “cash”e ihtiyaç duyuyoruz, “start” veriyoruz, “brunch”lara katılıyoruz, “CV” yolluyoruz, toplam veya yekün değil “total” belirliyoruz, “mail”leşip “chat”leşiyoruz, “retail” sektörüne giriş yapıp “executive” oluyoruz, “CEO”larla çalışıyoruz, “translate” ediyoruz, “presentable” görünüyoruz...


Hayat gibi kültür ve elbette dil de bir sebep-sonuç zincirlemesiyle yürüyor, değişiyor, son buluyor. Bu durumun da müsebbibi birtakım unsurlar var. Türkiye’nin sonu gelmez Batılılaşma serüveni bunların başında geliyor. Ama bir de tedbirsizliğimiz, dirayetsizliğimiz, mukavemetsizliğimiz var. Yeniliklere açık olmak bir tarafa, “bize ait” olanların kopup gitmesine izin veriyoruz. O zaman da biz “biz” olmaktan çıkıyoruz tabii.


Dilde bu minval üzere kurulmuş bir kurumumuz var. Böylesine hayatî bir mevzuyu, toplum geneline yayıp aklî ve vicdanî duyarlılığı tevdi etmek gerekirken yalnızca bir kurumun çalışma ve çabalarına bırakmak olur mu, olmaz elbet ama Türk Dil Kurumu’ndan yine de çok daha etkin bir çaba beklenirdi.





(1): Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyatı (16. baskı), 1999, İst., sf. 161
(2): a.g.e., sf. 162
(3): Üstat Banarlı, dilimize Öztürkçe diye sokulmuş olan bu kelimenin kökünün de, ekinin de Ermenice olduğunu kaynaklarıyla ispat ediyor. Bkz., a.g.e., sf. 147 “Örneğin Faciası” adlı bölüm.


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN