Sancılarımın başladığı zaman neden bu kadar yakınsın bana.
Hayatımı kirlettiğin yetmez mi? Hala neden dokunuyorsun saçlarıma…
Ey aydınlığın nişanı güneş!..
Herkese doğduğun gibi neden ışığını saçmıyorsun bana da?
Sen değil misin Dünyayı aydınlatan, yüreğe can veren, karanlığa boğan?
Ne üzerimi aydınlatıyorsun ne de karanlığı üzerimden çekiyorsun…
Neden acıların hep yakamda... Karanlığın üzerimde ve başımda dönüyor durmadan duman…
Umutlarım saklanmış mı?
Bulutların arkasına, pişmanlıklar yastığımın nemli yanında ve aşk neden küsmüş bana diye düşünüyordum.
Ve bunları; bilmediğimi sanıyordum.
Oysa bu gün doğum günüm…
Günlerden “YALNIZLIK...” ve aylardan “AYRILIK...” Ve tarih ise “KARANLIK...”
Geçmişin neresinden tutsam hüsran, gözyaşı ve acı.
Nasıl bir hayatsa; aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık hesabı…
Bilmem farkına varır mıyım?
Mesela; uzunca yollar serilse önüme, alevler içinde yürüsem hisseder miyim?
Yandığımın…
Sıra dağlar dikilse karşıma, buzlar içinde yürüsem hisseder miyim?
Üşüdüğüm yanımı...
Aslında bunları biliyorum…
Ateşin yakmayacağını, soğukların üşütmeyeceğini…
Çocukluktan, gençliğe... Gençlikten, yaşlılığa...
Kaç kişi vardır ki ben gibi doğarken yanan, büyürken üşüyen...
Şimdi sunulanlar değil beni öldüren… Geçmişimden geleceğime yaşarken gördüğüm Kir-pas içinde ki “AŞKLAR.” “YALANLAR” içinde...
Ve gün yükler Güneşe tüm kirliliğini... ve bilir misin o acıyı sabah aydınlığının nişanesine kadar hazmedemediğini... ve dahi sabah bakar mısın nasıl doğar Güneş sancılı.
Der ki; ey insan daha ne kadar ihanet ne kadar kir pas içinde yalan aşklar yükleyeceksin bana.
Ve ağlarım, ağlarız çığlık çığlığa kalemimle şafak vakti sancılı doğumuna Güneşin...
Ama kağıtlardan başka duyan, hisseden yoktur kalemimin avaz avaz çığlığını ve gözlerime abone yağmur bulutlarından üstüne düşen acıyı...
Bir süre sonra zayıf bir hışırtıyla o da susar dostum o da susar, gitme zamanıdır artık gerekçe... Umutlu mu umutsuz mu o mavi geleceğe... Son nefesimi verip bir bilmeceye...
çınar
16.10.2011
Ömer Sabri Kurşun