Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

BOŞVERMEK Mİ?


http://kursunsabriomer.blogspot.com   Bazı anlar insanın kendisini ele veriyor. Özellikle kişi kimsesiz, yalnız, tek başına kalınca, bazen başka biri gibi oluyor, başlıyor bir hesaplaşma. İçindeki çelişkiler, yalanlar, özlemler, tasarılar, umutlar, yaşanmışlıklar bir bir ortaya çıkıyor. Başlıyorlar insanı sorguya çekmeye. Sorgulayan her insan doğruları ve yanlışları ayırt ederek birey olma idolünü gelistirmez mi? Bu toplumun genel çerçevesinin dışına çıkmak, yığınlar içinde farklı bir renk olmanın fırsatı değil midir? Cevap “kesinlikle evet”tir. Onun için sorgulamak şarttır. Sorgularken öğrenmeyi ve gelişmeyi hedeflersek, öğrendiklerimizi başkalarıyla paylaşırsak ve dinlemeyi bilirsek, o zaman birey olma yolunda adım atmış oluruz. Bazen kayboluruz geçmişin izlerinde, bazen de kendi yolumuzu, yönümüzü sorgulamalarla yakalamaya/bulmaya çalışırız. Yaşamımızın hangi anında olursak olalım...

Radyoda bir Ajda Pekkan şarkısı çalıyor. “Boş vermişim, boş vermişim, boş vermişim dünyaya…”. Boş vermek, boş verebilmek... En iyisi yaşama böyle bir bakış açısı ile bakabilmede. Son dönemde gazeteler, televizyonlar, sık sık stres belasına karşı aynı uyarıyı yapıyorlar. Boş verin gitsin. Ama bu kadar kolay mı? Böyle olmak bir erdemdir açıkçası. Aldırmamak, üzülmemek, kızmamak… Kolay değil gün içerisinde, günlük yaşamın sinir bozucu olaylarına duyarsız olmak, ülkenin, kendimizin çıkmazlarına sağır kalmak.

Radyoda bir şarkı daha devam ediyor. “Durma gül” diyor Ajda. “Madem ki yaşam kısa, belki çıkamayız yaza”. Gülmek, eğlenmek, keyif çatmak aslında hiç de boş vermek değildir. Yaşama dört elle sarılmak, benimsemek, fırsatları kaçırmamayı istemektir. Böylesine boş vermek değil, yaşamın tadını çıkarmak denir. Bakıyorum çevreme de, boş vermeye imkan yok. Yaşamın tadını çıkarmaya da öyle. Türban krizi, yolsuzlukların artışı, demokrasinin yeniden yorumlanma çabaları, popüler kültürün gittikçe artan hakimiyeti, çıkarlarını kendi bencilliklerini her şeyin üstünde tutanların varlığının artması, insanın canını fazlasıyla sıkıyor. Örnekleri arttırmak mümkün. Bir yanda insanlar açlık ve hastalıkla kırılırken, bir yanda anlamsız savaşlarla çoluk çocuk demeden katledilirken, güvenli bir ortam yokken, tepki göstermenin mümkün olmadığı bir ortam yaratılmışken, sokaklarda korkusu olmayan kişiler dolaşırken, insan hayatı değersizleşmişken, yardım etmenin değeri kalmamışken, edilen yardımların karşılığı beklenir olmuşken, başkaları ağlarken gülmek, başkaları ezilirken sevinmek kolay mı? Eğer kolaysa insanın kendilerini mutlu saymanın yolu, yalnız kendisi için yaşamak istemesi değil mi? Bunları hiç hissetmeyen diğer tarafın çılgın insanları aynı çağda farklı dünyalar oluşturma duyarsızlığını becerebilmekte ve bu çarpıklığı hem sosyal adalete, hem de ilahi adalete uydurabilmekte.

Erdal Atabek’in bir yazısı akıl gözüme çarpıyor. Başlığı “Önce Alıştırma - Sonra Uyuşturma..." Bakın ne diyor Erdal Atabek bu çarpıcı yazısında.

“Alışırsınız ve uyuşursunuz / Geçmişe dalıp gitmişken, / geleceği kaybetmekte olduğunuzu fark edemezsiniz. / Plan da bunun için yapılmıştır./ Önce alıştırma. / Sonra uyuşturma./ Yüzünüze demokrasi derler, arkanızdan gülerler. / Yüzünüze çok kültürlülük derler, arkanızdan bölerler. / Yüzünüze değişim derler, arkanızdan soyarlar. / Yüzünüze gelişim derler, arkanızdan bakarlar. / Alışırsınız. / Uyuşursunuz. / Tehlikenin farkında mısınız?

Yaşadığımız çağda milyonlarca insan artık aynı kentte yaşıyor. Bu yakınlığa karşın insanlar arasında örülen duvarlar, iletişim çağındaki iletişimsizlik bir sis gibi çöküyor. Çoğu insan kalabalıklar içinde yalnızlığına yalnızlık katıyor. Ne yazık ki çoğu, radyolara, sıradan sohbetlere gösterdikleri ilginin onda birini forumlara ve emek ürünü çalışmalara göstermiyor. Boş vermişlik girdabında kaybolmuş, oradan oraya savruluyorlar. Oysa insanlar okudukça, yazdıkça, paylaştıkça ve tepki gösterdikçe güzellikler çoğalacaktır. Kişisel sorunumuzun çok üstünde bir sorunu yüklemeye hazır, dünya ve yurt sorunlarına açık bir aydın olanlar ile sorunlara karşı durmalıyız. Hep birlikte öğrenip-öğretmeye, hep birlikte yaşama katılmaya ve yaşamı anlamlandırmaya…

http://kursunsabriomer.blogspot.com

24 Ağustos 2009 Pazartesi

KRİSTALYONCA


karanlık gecelere döktüm gözyaşlarımı
rüyalara daldım ardından sensiz gecelerde
İki kişilik maviliklere savruldu yüreğim
sana ve maviye hasretim şimdi
tutsağım karanlık gecelere

al beni götür en koyu maviliklere
lale bahcesine dönsün
yosun tutmuş yüreğim
o karanlık gecelere inat
ne olur duy beni

cam yüreğim artık tükendi
al beni götür en koyu maviliklere
        
uçurumun kenarında kalbim!
ya tut ellerimi,ya bırak düşeyim......
ya gerçekden sev beni ,ya bırak gideyim.....
uçurumun kenarında kalbim!
ya bırak atayım bu yüreği,
ya besleyip sana vereyim....
ya ağlatma gözlerimi,
ya bende yüreğimle öleyimmm.....


(a)


Banka hesaplarına göz diken virüs.


24 Ağustos 2009


Eset Virüs Laboratuvarı, yeni bir bilgisayar virüsü olan “Win32/Induc.A”nın bireysel bankacılık müşterilerinin bilgilerini çalarak, banka hesaplarını boşaltabileceğini bildirdi.


Nod32 antivirüs programının yaratıcısı Eset'ten yapılan yazılı açıklamada, dünya genelinde hızla yayılan “Win32/Induc.A” isimli yeni bir virüsün, bankalarda, muhasebe ya da stok takibi uygulamalarında kullanılan “Delphi” tabanlı programın kullanıcılarını tehdit ettiği belirtildi.

Eset'in, virüsün ortaya çıkmasının ardından ilk 24 saat içerisinde 30 bin etkilenmiş dosya tespit ettiği vurgulanan açıklamada, virüsün çok hızlı yayıldığı ve “Banker-Trojan” diye adlandırılan online bankacılık müşterilerinin bilgilerini çalmaya çalışan bir tür truva atına eklenerek dağıtılmış olabileceği ifade edildi.
Açıklamada, virüsün, bulaştığı bir makinede derlenen tüm uygulamaları aynı şekilde etkilediği, bireysel bankacılık müşterilerinin bilgilerini çalarak, banka hesaplarını boşaltabileceği duyuruldu.

Virüs'ün kendisinin yıkıcı bir özelliğe sahip olmadığı, fakat hızla yayılmak için yenilikçi ve yaygın olmayan teknikler kullandığı belirtildi.

Eset Virüs Laboratuvarı Müdürü Juraj Malcho, konuya ilişkin şunları kaydetti:

“Düşünülmesi gereken nokta, virüsün tespit edilemediği ve yüksek miktarda bilgisayarı etkilediği zaman dilimi içerisinde etkilenen dosyaların uygulamanın üreticisi tarafından bizzat dağıtılmış olması. ESET'i asıl endişelendiren ise, uygulamayı dağıtan firmanın bu virüsün tespit edilmesini 'false-positive (yanlış tespit)' olarak değerlendirmesi. Delphi IDE kullanan yazılım geliştiricilerin özellikle dikkat etmesi gereken durum antivirüs programı tarafından tespit edilen 'Win32/Induc.A' virüsünün yanlış tespit olmadığıdır. Sonuç olarak yasal bir uygulama satın alan son kullanıcı uygulamayı çalıştırdığı anda virüs tehdidi ile karşılaşacaktır. Bilgisayarında Win32/Induc.A tehdidi tespit edilen son kullanıcılar vakit kaybetmeden uygulama geliştiricileri ile irtibat kurmalılar.”

Virüsün ilk örneklerinin Nisan 2009 tarihinde ortaya çıktığının tahmin edildiği dile getirilen açıklamada, Eset'in elindeki bu virüs tarafından etkilenmiş binlerce örnek içerisinde “Win32/Spy.Banker” olarak etiketlenenlerin ağırlıkta olduğu bildirildi.

Win32/Spy.Banker'ın çoğunlukla Rus ve Brezilya kökenli bilgisayar kullanıcılarını hedef aldığı ve yayılım ağının diğer ülkelere sıçramasının mümkün olduğu belirtildi.

Çaresizliğim...


Soluğunu tutsan irkilecek gece
Bir şarkı söylesen affetmeyecek yıldızlar
Oysa ne sessizdi kalbin
Oysa hangi gemi batmadı ki orada?

Hep hayata mı inanmalı?
Bu sabah da düşlerden çık yola
Kuş ol uç
Nergis ol aç
Aşk ol sığma ömre
Yakana bir uçuç böceği kalp olsun, dursun ne olur

Sen çekip gidersin ya
bir rüzgarın önüne geçip
bıraktığın deniz kabuklarının içinde
binlerce kırık inci...

24. 08. 2009



21 Ağustos 2009 Cuma

Hiç inmeden 5 yıl havada kalacak


http://kursunsabriomer.blogspot.com
Uzaylı teknolojisi gibi görünebilir ama bu bir UFO değil. Güneş enerjisiyle çalışan yeni nesil bir hava aracı. Airtürkhaber.com'da yer alan habere göre Odysseus adı verilen bu garip araçın tam 5 yıl boyunca hiç yere inmeden havada kalması planlanıyor.

Amerikan Aurora Flight Sciences, Sierra Nevada Corporation, BAE Systems şirketleri tarafından "Akbaba" adlı hükümet destekli bir proje çerçevesinde geliştirilen Odysseus'un üretimi için geri sayım başladı.

150 metrelik hava aracı

İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre 150 metrelik hava aracı, güneş enerjisiyle çalışacak ve çeşitli amaçlarla kullanılabilecek. Maksimum güneş enerjisini yakalamak için katlanabilen kanatları zikzak şeklini alabiliyor. Ancak gece vakti ya da kapalı havalarda Odysseus, depoladığı enerjiyi tasaruflu kullanmak amacıyla tamamen düz şekilde havada asılılı gibi duracak.

Gözetim, iletişim ya da çevre izleme amaçlı kullanılacak

Çok yüksek irtifalarda uçabilen ve güneş enerjisi kullanacağından yakıt ikmali sorunu yaşamayacak olan Odysseus, güvenlik ve casusluk amaçlı gözetim, iletişim ya da iklim değişikliği gibi çevre konularında izleme ve kayıt için kullanılabilecek.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
Hürriyet Anasayfa-Tüm Dünya Haberleri

MUTLULUK!


http://omersabrikursun.blogcu.com
Mutluluk nedir?
Mutluluk en yalın deyimiyle,yaşamdan tam hoşnut olmadır.Ya da sürekli bir kıvanç hali de diyebiliriz.Kant biraz karamsar bu konuda.

"Ahlak emredici yasalardan oluşur,ama mutluluk olsa olsa bir umut konusudur,dahası belki de hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir idealdir" demiş.
Fransızlar devrimin tam ortasında bir anayasa çıkarmışlar.Birinci maddesine de "toplumun amacı ortak mutluluktur" demişler.

Bunun önemi şurada; mutluluğu bireysel bir dilek olmaktan çıkarıp anayasanın güvenceye bağladığı bir hak durumuna getirmişler.Çünkü toplum teker teker insanların mutluluğunu sağlayamaz onun yapabileceği olsa olsa yığınla mutsuzluk engelini ortadan kaldırmak,bu arada eşitliği sağlamaktır.Böylece, bireysel mutluluk, bir sosyal tasarımdan soyutlanamaz.Kişinin mutluluğu ile sosyal ve siyasal düzen arasında direkt bir bağ vardır.Düzenin insansal ölçüler taşımadığı bir yerde, bireylerin mutluluğu havada kalmaya mahkûmdur.
Buradan kalkarak denecektir ki,mutluluk bireyselle toplumsalın bağımlılığı içinde gerçekleşir. Bireysel bir mutluluk, ancak toplumsal bir mutlulukla mümkündür; çünkü bireyin özgürce gelişmesi, herkesin özgürce gelişmesine bağlıdır.

İşte tam bu noktada -düzeni adını koyarak- sorgulamak önem kazanıyor.
Mutluluk bir yaşama biçimi midir?
Bir tavır alış mıdır?
Anlık mıdır,sürekli midir?
Durgun mudur?
Atılımlı mıdır?
Kavramsal mıdır?
Olgusal mıdır?
Ve giderek amaç mıdır,yoksa araç mıdır?

İki türlü mutluluk vardır.Daha doğrusu birbirine hiç benzemeyen iki durum vardır ki her ikisine de mutluluk adı verilmektedir.O halde biri sahtedir.
Sahte olan: gerek kişilerin gerekse kitlelerin önüne amaç olarak yerleştirilen bir aldatıcı ve uyuşturucu balondur.Bu balon biri olmayı,gününü gün etmeyi,sorumsuzca gevşemeyi,‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’düsturunu şiar edinmeyi ve bu türden erdemsizlikleri kapsar.
Bunlar içi hepten boşalmamış,kafası ve yüreği yozlaşmamış bir insan için değildir.İnsanın özüne aykırı bir hazıra konuculuk ve orada duruculuktur.

Diğeri; bu da ana çizgileriyle,insanın içinde bulunduğu bütün çelişkileri, çatışmaları aşıp,bir uyuma varması,kendini tedirgin edip duran sorunlara birer çözüm ya da en azından çözüm yolu bulması durumudur.
İnsanın çelişkileri çatışmaları nelerdir?
İnsanın doğayla çatışması vardır.Kendi kendisiyle çelişir kişi,iç çatışması vardır. İnsanın yaşamı birkaç yönlü bir mücadele,bir savaştır.Hem de öyle bir savaş ki, alanların sınırları kesin çizgilerle çizilmemiş,karşılaşılan bu çelişkiler birbirinden bağımsızca birer çerçeveye alınmamıştır.
Yani bir kişi,"Dur hele, önce doğayla çatışmamı bir halledeyim,sonra sınıf mücadelemi vereyim,onu da bir sonuca bağlayayım,sonra toplumsal kurumlarla ilişkilerimi düzenleyeyim,ondan sonra da kendi iç çatışmamı çözümler,sonunda da derin bir oh çekerim" diyemez.

Bu alanlar birbirleri içine girmiş,aralarında zorunlu bağıntılar ve etkileşmeler olan bir bütündürler ve kısacası bunların hepsi kul olarak yaşamdır.İnsanın kendi önündeki sınırlı zaman süresi,bu mücadelelerin adımlarından oluştuğu gibi,insanlık tarihi de aynı mücadelelerin aşamalarından oluşur.Nasıl toz pembe bir tarih yoksa toz pembe bir yaşam da olmayacaktır.Olmamalıdır da.Çelişkilerin,çatışmaların olmadığı bir durum,bir ileri adımın atılamayacağı bir durumdur,durağan ve yapay bir durumdur.Akla da olgulara da aykırıdır.Demek ki mutluluk kişinin her türlü çelişkisini aşması, çatıştığı şeylerle bir uyuma varmasıdır.Demek ki sonsuz ve sürekli bir durum değildir.
Bir aşama,deyim yerindeyse, bir uğrak noktasıdır.Sonra bu nokta bir başlangıç olacak,yeni bir atılım,yeni bir mücadele doğacak ve bu böyle sürecektir.
İşte insanın vazgeçilmez değeri olan yaratıcılık bu sürecin ürünüdür.
İnsanlar neden mutsuz?
Mutlu olacak ne var ki?

Dünya kaynakları paylaşmanın türlü dalaveresiyle uğraşıyor,devletler birbirine gizli düşman,ülkeler birbirinden kopuk,insanlar diliyle,rengiyle,kültürüyle birbirinden ayrılmış,her ülke kendine özgü sorunlarla boğulmuş,mutluluk kanalları tıkanmış, kişisel ilişkiler çıkar kaygısıyla gölgelenmiş,yakın çevremizle bile iletişim kopuklukları yaşanıyor.Gündelik sorunlarla çevrilmiş sınırlı bir hayat yaşıyoruz.

Nedir bu?
Hayat bunun için mi yaşanıyor?
İçimizdeki yaşama sevincini neden duymuyoruz?
İnsanlar neden bunları hiç düşünmüyor?
Sevgi,sevinç,neşe,coşku nerede?
Kimimiz için dönme dolap beygirinin hayatına benzeyen bir kısır döngü,kimimiz için ne yapacağını bilmeden ancak bildiklerini yapan bir çembere dönüşen hayat,yaşamın hangi rengini taşıyor?
Ne gariptir ki bu sorular için ne paneller yapılıyor,ne sempozyumlar düzenleniyor, ne de sorun kabul ediliyor.Oysa belki de yaşama mutluluğunun önündeki en büyük engel bu sorunu görememektir.İnsanların bilemediği,göremediği,düşünemediği nedir?Üretmek ve paylaşmak.....
Görülmeyen,bilinmeyen,yapılmayan bu?
Üreten ama paylaşmayan, bencil ve zalim olmak zorundadır.Üretmeyen ve paylaşmayan, ancak zorbalıkla yaşayabilir.Üreten ve paylaşan mutlu olur,mutlu eder,mutluluk yaratır.Üretimi ve paylaşımı engellenen şiddete başvurur.Üreten ama paylaşmayan bencilliğin yalnızlığında kavrulur.Üretmek ve paylaşmak...İnsan olmanın,insanca yaşamanın yolu budur.
Belki bütün sorunların çözümü de burada yatmaktadır.



Güllerde Ağlar…




  
                               Tas tamam yirmi iki yıl olmuş
                               Yirmi iki yıl be canım
                               Şimdi daha iyi anlıyorum
                               Gülleri neden bu kadar çok sevdiğimi
                               Hep badem ağaçlarıydı aklımda kalan
                               ..Birde Porsuk Çayı'nın buz gibi suyu
                               Sen ha
                               Demek sen haaa!
                               Yokluğuna oruçlar tuttuğum
                               Yüreğimin içinde unuttuğum
                               Kara sevdam, can dostum
                               Gülüm
       
                               Ben hep bildiğin gibiyim işte
                               Bir türkü tutturmuş gidiyorum
                               Kesip kesip veriyorum yüreğimden
                               İçim kan gölü
                               Böyle bellemişim sevgiyi
                               Ziyanı yok, alışkınım acılara, dertlere
                               Yeter ki, her parçam
                               Ulaşsın gittiği yere

                               Gülsün yüzün
                               İyiyim
                               Öyle işte, anla
                               Bildiğin gibiyim
                               Ne kartal olup uçmak
                               Ne rüzgar olup esmek geliyor içimden
                               Binmişim terkisine bir yılkı atın
                               Ağır aksak gidiyorum
                               Biliyorum
                               Artık herşeyi anlatmak zor
                               Ama oradayım işte
                               Şiirlerin bittiği yerde…

                               21.08 2009, 00:35


                               

18 Ağustos 2009 Salı

İçime Döndürdüm Suyun Gözesini...


http://omersabrikursun.blogcu.com


              Kim bu adam..?
              Nerede doğdu,
              ne zamandı..?
              Yerini de,
              zamanını da
              seçemediğine göre
              ne önemi var ki..?

              Nasıl yaşadığına gelince...
              Bir hayrat çeşmesi gibi işte.
              Kimi bir yudumda kaldı,
              kimi avuç avuç aldı.
              Eş oldular aldılar,
              dost oldular aldılar,
              sevgili oldular aldılar.
              Almanın değil sadece,
              vermenin de mutluluk olduğunu
              hiç ama hiç anlayamadılar.

              Şimdilerde içime döndürdüm
              suyun gözesini.
              Yüreğim İrem bahçeleri gibi.
              Çiçeklerimi, ağaçlarımı suluyorum.
              Yeşilin her tonuyla beziyorum.
              Üzerine benek benek
              tül bulutlar serpiştirip,
              masmavi bir gökyüzü örtüyorum.

              Sevgiyle...
              Sevdiklerim,
              sevdiğimi bilmese de.


(a)


17 Ağustos 2009 Pazartesi

MUTLULUK



Herkes bir arayış içinde,ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.
Sanıyoruz ki çok paramız,sürekli yükselen bir kariyerimiz,bahçeli bir evimiz,spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.

Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi?
Çevremiz de kaç kişinin aşk hayati iyi gidiyor?
Eminim parmakla sayılacak kadar azdır.Ve eminim hiç kimse yanlısın nerede olduğunu da bulamıyordur. Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım.Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki?

Evet,önce göz görür fakat ancak ruh sever.Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir sansımız olmadığına da eminim...

İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...

Gerçekte hız çağında yaşıyoruz.Her şey o kadar hızlı gediyor ki,ne işe,ne arkadaşlarımıza,ne ailemize,ne çocuğumuza,ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor.Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz.Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük.Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.

Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz.Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık,çayımızı kahvemizi makineler yapıyor.İşlerimizi bir telefon,bir faksla hallediyoruz.Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor.Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında.Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.

Milan Kundera 'yavaşlık' adli kitabında; 'yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur'diyor.

Telefon hızlılık mesela,konuşulanları, söylenenleri unutturur.Mektupsa yavaşlık,hep vardır ve hep hatırlatır.Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok.Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.

Aceleye ne gerek var?

Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer.İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş... Her şey bizim elimizde, sevgi de,aşk da, başarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...

Can DÜNDAR




Geldim işte...


" Geldim işte mevsim gibi kapına...Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ...Açılan bir gülsün sen,yaprak yaprak.....Ben aşkımla bahar getirdim sana...."

http://omersabrikursun.blogcu.com

Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
Gözlerimde bulut,saçlarımda çiğ.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollardan geçtiğim uzak
iklimden şarkılar getirdim sana.

Şeffaf damlalarla titreyen ağır
Goncanın altında bükülmüş her sak;
Seninçin dallardan süzülen ıtır,
Seninçin yasemin, karanfil,zambak...

Bir kuş sesi gelir dudaklarından
Gözlerin gönlümde açar nergisler,
Düşen bin öpüştür yanaklarından
Mor akasyalarla ürperen seher.

Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıklarla dolacak kalbimin içi..
Geçiyorum mevsim gibi kapından,
Gözlerimde bulut,saçlarımda çiğ.




15 Ağustos 2009 Cumartesi

AİLE...


“Görüyor musun?” diye sordu.
Güneşin dokunduğu kirpiklerinin gölgesi göz kıvrımlarına doluyor,seçilemeyecek kadar silikleştiriyordu derin çizgilerini. Servilerin sık dallarından seken kızıl ışık hüzmeleri her vurduğunda,burnunun ucuna serpili lekeler ay tozu gibi parlayıp sönüyor ve kora dönüyordu yanağının üst tümseği.Hüzmelerin her çekilişindeyse,ızdırabın ak yüzü çıkıyordu yeniden açığa; soluk ten,yerçekimi kuvvetince uzamış gözenekler,köprücük kemiğinin oluşturduğu çukurda birkaç tabak yığılmış deri ve o deriyi seyrek dokulu bir kadife gibi örten incecik,şeffaf tüyler…Kırklarının ortalarındaydı o zamanlar.Ama yaşanmamış daha pek çok yılın usturası dolaşıp geçmişti sanki bedeninden,hastalığının o son dönemlerinde.
Gülüşü çilek kokardı eskiden.Artık kesif bir zencefil esintisi vardı zoraki kıvrılan dudaklarında.Mutsuzdu.Saklayabildiğini sanırdı,ancak suya değen bir yağ damlası kadar.Yine de ağlamazdı,söylenmezdi.Gecenin şakaklarında birkaç damla terdi gözyaşları.Hüznünün önüne koyduğu bentleri özenle kaldırır,yol verirdi sayılı gözyaşlarına,pencere önündeki ahşap kollu koltukta.Cıva olur kalırdı o yaşlar, sabaha dek.Gün doğumuna yakın süpürürdüm gece dökülen cıva toplarını; pencere önünden, ahşap kollu koltuktan, sömürülmüş izmaritlerden ve kalan son damlayı da içten bir öpücükle göz çukurundan,o henüz uykudayken.Bilmediğimi sanırdı,hiç iz bırakmadığını…O yüzden derin ve uzun bir uykudan uyanmış gibi taze gülümseme yerleştirmeye çalışırdı bakışlarına.Bilmiyormuşum gibi… Anlamıyormuşum gibi…
“Görüyor musun?” diye soruyordu,pürüzsüz taşı okşayarak yükselen gül ağacının yaprağındaki bir öbek teri işaret ederek.
Görüyordum tabii,görüyordum görmesine ama yine katıksız gerçeklerin oya gibi işlenerek,katlanılabilir görünmesini sağlayan konuşmanın başlamasını istemiyordum.
“Neyi?”
Bakışlarındaki parlaklığın söndüğünü fark edebilmiştim, başını sık ağaçların ıssızlaştırdığı aralıktan kalabalık dünyaya doğru çevirirken.Birkaç metre ötedeki sınır duvarının hemen bitişiğinde yanıp sönen ışıklara bakıyorduk birlikte;yeşil,sarı, kırmızı…Sabırsız kornalara insan sesleri karışıyordu.Yolun karşısındaki dükkânlardan birinden çekiç sesi çalınıyordu kulağıma.İki genç kız tiz sesleriyle gülüşüp,heyecan paylaşıyorlardı.Ağır ağır seyreden bir kamyonetin megafonundan,metalik bir ses yankılanıyordu;“Halı, kilim saçaklarına,yolluklara overlok yapılır…”
Bunlardı yaşamın gerçekleri.Gül yaprağındaki su damlacıkları,taze sürgün vermiş bir çiçeğin kokusu, toprağın yağmurla,buğdayla,ateşle soframıza ak bir ekmek olarak gelişi içinde aranacak anlamlarda değildi gerçek benim için o yıllarda. Onun, salt gerçeklere hayatın kanıksanmış mucizeleri kılıfını giydirmeye çalışması ve ‘bize’ şu sınır duvarı dışında yaşananları incecik bir tülle örterek gösterme çabasıydı gerçek olan.En yalın gerçek ise, yakın bir zaman sonra beni terk edeceğiydi.
Düşünüyordu.Az önce başlamaya çalıştığı konuşmayı,anlamazlıktan gelen sorumla kesmiştim.Anlamamış olma ihtimalimin olmadığını biliyordu.Çünkü benzer şekilde başlayan konuşmalar, neredeyse iki yıla yakın süredir aramızda geçiyordu. Ölümün ‘sevimli’ yüzüne dair öğrenmem gereken konuları içeren, katlanılmaz ders yılları içindeydik.Ölüm her canlı için kaçınılmazdı.Ama bu bir son değil,başlangıç anlamını taşırdı ona göre.Bedeni ölümle çoğalacaktı;topraktan suya, çiçekten meyveye dağılacaktı tüm hücreleri.Ölümü bu dünya için kayıp değil,bir kazanç olacaktı. Bedenî ölümünden sonra,bulunmaktan en mutluluk duyduğu yerde,doğada,erinçle yaşadığı düşüncesiyle mutlu olacaktım ben de.Doğanın dengesine her baktığımda ondan bir detay görebilecektim. Kendimi yalnız hissetmemeli,yaşamdan fikrî olarak olabildiğince kazanç elde etmeye bakmalıydım.Bana o bir öbek yaprak terini işaret ederken, yine aynı öykünün başlayacağını anlamış ve soruya soruyla karşılık vererek teklifi geri çevirmiştim.
Düşünüyordu.
“Niye yalnızız?” diye sordum sessizliği fırsat bilip,“Niye yalnızız anne?”
Henüz on beşimdeydim, annemin ölmeden önceki son baharında, sonbaharımızda.Defalarca geldiğimiz o mezarlıktaydık yine.Ve her seferinde olduğu gibi yine bambaşka bir mezar taşı gerisinde duruyorduk; tanımadığımız,bilmediğimiz bir isme ait,bir avuç toprağın başucunda.Uzun yıllardır giderdik mezarlıklara.Sanki özel birini arar gibi…Çoğunlukla annemin yılgın arayışları tanımadığımız birinin mezarı başında edilen dua ve mutlaka elinde taşıdığı tek dal çiçeği mezarlığa bırakmasıyla son bulurdu. Kimi, neyi aradığımızı defalarca sormuş,her seferinde aynı açıklamaya inanmaya mecbur bırakılmıştım; soyağacımızda kuruyan yapraklar bu mezarlıklara serpiliydi. Kimin, hangi cilalı taşın altında yattığını bilmemizin bir anlamı yoktu.Sonuçta ölüm herkesi eşit kılardı.Ve tüm yitirdiklerimizin anısına gidiyorduk mezarlıklara.Ölümün bile herkesi eşit kılmadığını,saray gibi süslenmiş,gösterişli mezarlar gördüğüm zaman anlayabiliyordum.Tıpkı gerisinde durup, anlamsızca hüzünlendiğimiz o mezarda olduğu gibi.
“Anne? Niye yalnızız? Şu dünyada kan bağımız olup da yaşayan hiçbir kimsemiz yok mu?Hepsi mi toprak altında?” Suskunluğu sorularımı alevlendiriyordu. Yıllardır sormaktan men edildiğim bir soru dilimden kayıp saçılmıştı ortalığa, “Neden babamın ailesini bulmuyoruz anne?”
Tanımadığım, bilmediğim bir babam vardı benim. Kimliğimde dahi adı geçmeyen bir babam…Sadece ‘ölü’ olarak tanıtılmış ve hakkında konuşulmayan biyolojik bir babam vardı.Annemin kocası olamamış bir babaydı bu. Bizi yasal bir kuruma ulaştıramadan bedenini terk etmiş bir babaydı yıllardır kısacık cümlelerle anlatılan.
Sorumu duymamış olduğunu sandım.Çünkü her zamankinin tersine yüzünde kırılgan bir gülümseme vardı annemin bu kez.Başını yana yatırmış bakıyordu mezar taşına.Bir süre ışığı gölgelenmiş kızıl saçlarında,tüm yorgunluğuna inat dimdik yükselen gür kirpiklerinde bakışlarımı dolaştırdıktan sonra,ılık ılık gülümsediği mezar taşına çevirdim ben de gözlerimi. Boş gözlerle süzdüğüm sıradan mezar taşının bir köşesine,küçücük harflerle bir dörtlük kazındığını fark etmiştim bir süre sonra.

Cam yeşili bir kız çok kirpikli
Saçları nasıl karanlık bir kızıl
Örtülü bir güzellik benzeri olamaz
Dudaklarındaki kan etkiliyor asıl
Duyarlığı alıngan gönlü ikircikli
Ne yazsam ona tutsak Adı Şehnaz (*)


Şehnaz! Bu annemin adıydı. Kızıl saçlar, gür kirpikler… Annemi anlatıyor olmalıydı bu dörtlük. Çok heyecanlanmıştım. Ama dilim çözülemiyordu bir türlü. Yanlış kelimelerle başlayacağım konuşmanın, çok yaklaştığım bir gerçeği yine cevapsız bırakabileceği endişesi içindeydim.Bu kez annem benim suskunluğumu fırsat bilip söze girdi:“Çünkü oğlum, aile kralların bile giremediği bir kaledir.** Biz, sen ve ben o kaleye vaktiyle giremedik.Bundan sonra,benim ölümümden sonra da seni kabul edeceklerini hiç sanmıyorum.”
İlk kez baştan savma cevaplarla susturulmamıştım.İlk kez kontrol altında tutmaya çalıştığı kızgınlığına hedef olmamıştım.İlk kez, bu soruyu ona sorduğum için pişmanlık duymamıştım.Sanki bu sözleri,ölümünün ardından benim gelecek yaşamımı kontrol etmek amacıyla söylemiş gibiydi.Bir vasiyetti sanki.
“Yalnız kalacağım, tamamen yalnız! Bunun senin için bir anlamı yok mu? Küçük bir aileden geldiğini söylüyorsun ve tümünü yitirdiğini. Ama en azından babamın ailesinden birileri mutlaka yaşıyordur.Belki bir dedem, babaannem,halam,amcam,kuzenlerim falan vardır,bilmek istiyorum bunları.Arkamda birilerinin olduğunu hissetmek istiyorum.Henüz on beş yaşımdayım anne.Hastalığın seni çok yakında benden ayıracak ve bu dünyada yalnız kalacağım.Ne zorluklar çekebileceğimi hiç düşünmüyor musun?Bunun için bile o kaleye bir daha girmeye çalışmaya değmez mi?”Hedefsizce çıkıyordu sözler ağzımdan, ağlıyordum.Dahası, korkuyordum!
“Bunu başarabilecek güçtesin,emin ol.Evet vardır,birileri mutlaka hayattadır.Ama babanın ailesini tanımış olmanın sana hiçbir yararı olmayacaktır. Bana güven lütfen. Hatta bu, yarardan çok zarar getirecektir.Baban öldü.Çok yıllar önce.Düşün ki kimsesi olmayan biriydi.O zaman da bu soruları soracak mıydın? Sonuç değişecek miydi?Yine benden sonra yalnız kalacaktın. Lütfen oğlum, lütfen! Çok yorgunum.Gitmek istiyorum.Eğer izin verirsen bu konuyu kapamış olduğumuzu varsayıyorum.Sana hiçbir şey kazandırmayacak bir aileyi tanımak için bundan sonra çaba harcamayacağını umuyorum.”
Kim olduklarını bilmemin bana hiçbir şey kazandırmayacağı bir aile…Soyadını alamadığım bir baba…
Birkaç gün sonrasında annem,pencere önündeki ahşap kollu koltukta bırakıp gitmişti bedenini.Ne bir yaprak kokusu, ne toprağın nimetleri,ne ateş,ne su…Ölüm,-yıllardır aldığım derslere inat- o günden sonra doğanın dengesiyle değil,yalnızca soğuk ve tek başınalık haliyle kazınmıştı belleğime.


“Görüyor musun?”diye soruyordu şimdi karım,bir mezar taşını işaret ederek.Yıllar önce kaybettiği babasına mutlu haberi vermek için gitmiştik oraya.Bir bebeğimiz olacaktı.Mutluyduk.Yani her şey sıradan bir mutlu son öyküsündeki gibiydi.Birkaç yıl öncesinde tanıdığım bu çilek kokulu gülüşü olan kadın, bana kocaman bir ailenin kapısını açmıştı.Birçok kişinin dâhil olmak isteyeceği, kalabalık, mutlu, güçlü ve ziyadesiyle varlıklı,geniş çevrelerce tanınıp,bilinen bir aile…Yıllardır sahip olabilme arzusuyla yanıp tutuştuğum ve ödül olarak en sonunda karşıma çıkan bir aile…Dayılar,teyzeler,halalar,kuzenler,kardeşler ve yeniden bir anne sahibi olmuştum bu ailede.Ve tabii harika bir eş…Mükemmel bir kadın…Doğacak çocuğumun müstakbel annesi…Ama ‘baba’ diyebileceğim kişinin varlığı eksikti bu ailede de.Hatta hiç kadar az geçerdi sohbeti aralarında.Hissettirilmemeye çalışılsa da,sanki onlarda da tabuydu baba kişisi hakkında sohbet edilmesi.Alışık olduğumdandı belki,üstelememiştim ben de.Sahip olduğum değerler gölgeliyordu merakımı.
Bugün, bugün aralanıyordu ‘baba’yla ilgili üstünde durmağım gizem kapısı. Karımın işaret ettiği mezar taşında susuyordu belleğim.Kırılıyordu içimde yükselen kocaman huzur ağacının dalları.
“Hiç unutmuyorum, söz verdirmişti bana,” diye anlatmaya başlamıştı karım,“ölümünden bir gün önce, yalnız kaldığımız o dakikalarda.‘Kızın olursa bir gün,Şehnaz adını da ekle adları arasına,’demişti.Küçücük bir çocuktum Ayhan.Nedenini bilemiyordum ama söz vermiştim.Vasiyetinin ilk maddesi bu mezar taşında yazılı dörtlüktü.Defalarca sesinden dinlemiştim bu şiirin mısralarını. Biliyor musun,ailemden hiç kimse babamdan bana iletilen bu vasiyeti dikkate almamıştı. Neden böyle büyük bir öfkeleri vardı hiç bilmiyordum.Ama onları ikna edebilmek için,o çocuk yaşımda açlıkla dikilmiştim karşılarına.Yemedim,içmedim bir süre.İkna oldular en sonunda…”
Yıllar önce annemle son mezarlık ziyaretimizde bir mezar taşı üzerinde okuduğum o dörtlüğe bakıyordum yeniden.Şairin dizelerinde adı geçen Şehnaz…Karanlık kızıl saçlı…Çok kirpikli…

Ah anne, burada mısın şimdi? Şu gül ağacının yaprağındaki bir öbek damlada mı gizlisin? Yoksa şu topraktan taze sürgün vermiş yaprakta mı?İzliyor musun olanları?“Kim olduklarını bilmemin bana hiçbir şey kazandırmayacağı bir aile,”diyordun hep.Hâlâ aynı şeyi söyleyebilir misin?
Benim gücüm şu noktada tükendi,acaba sen karıma gidip kardeşinin çocuğunu taşıdığını söyleyebilir misin?


(*) Atilla İlhan – Saklı Sevda adlı şiirinden.
(**) Emerson

DÖNDÜM MÜ BİLMİYORUM..


http://kursunsabriomer.blogcu.com

Kavgayı agacın bir yaprağına yazmak isterdik
Sonbahar gelsin,yaprak kurusun diye!
Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdik
Yağmur yağsın bulut yok olsun diye
Nefreti karların üzerine yazmak isterdik
Güneş açsın karlar erisin diye...
Ve dostluğu.....Ve sevgiyi
Tüm yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yazmak isterdik
Onlarla büyüsün dünyayı sarsın diye...


Bu şiiri neden yazdın diye düşüneceksiniz belki..Ama hayatta şunu gördüm dostluklar bile bir gün bir yerde bitiyor..O kadar zorlaşmış ki gercek dostları bulmak..Hani derler ya gücüm kalmadı..Tükendim..Yorulmuş ve yine kendimi kendimde bulmuşum yazıyorum..Rüzgarın bizi nereye savuracağını bilmeden yolumuza devam ediyoruz..Kimi zaman önümüzü görmeden acele kararlar vererek hareket ediyoruz..Bu kararlar öyle anlar geliyor ki karşımızda ki dostları kırmamıza neden oluyor..Sonunu düşünmeden hareket edip sonrada kara kara düşünüp ben ne yaptım ne ettim diye yakınıyoruz..Ama ne yazik ki oluyor iste..Keske yapmasak ama insanoglu diyorum artık..Hayatta herşey bizler için iyide kötüde..Bana sadece geriye kalan bir avuc dolusu gözyaşı..




SEN ÜSTÜNE ALINMA LÜTFENN!!!!


http://kursunsabriomer.blogspot.com

SEN ÜSTÜNE ALINMA LÜTFEN


Biliyorum konuşucak birşeyimiz kalmadı,paylaşacak hiçbişeyimiz yok.,Yinede yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum..seninle konuşuyorum..


Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım.


Sevgimi aldım avuçlarımın arasına,ona sığınıyorum..


Cümlelerimi kısalttım,kelimelerim buruk..Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysemde, engel olamadığım, gurursuz,ama umutlu hasretine..


Ben de olan seni hiç kırmadım,değiştirmedim ve hep korudum desem de,sende ki benin nasıl olduğunu anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum..


İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum..!!


Anlamsız cevapsız ve sorular hınzırca sırıtıyor;benn duymamaya çalışıyorum, düşler uzak gibi görünüyor ama...........ama ,belkide görmeyi istemek gerekiyor..



Gözlerini aç desem kapatacaksın,ama kapatma..!!


Gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş,düşüncelerim gururlu,hayallerim ve kalbim değil..


Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturucaktım içimdeki isyanı,


sevinçten ağlayacaktım bu defaa..!!Mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi, dokunucaktım sarılıcaktım, amaaa gelmedin..!! Gelemezdin..


Belkide gelmeye hiç niyetin yoktu aslında, kendimi kandırdığımda ağlıyordum..


Sevdiğim ne çok şarkı varmış meğer bunu sen gidince anladım..!!


Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda...


Nasıl beceriyorsun heryerde olabilmeyi..?



Bu bir marifetse eğer, nedenn BENİM YANIMDA DEĞİLSİN..?


Gittinn..!!


Belkide hiç gelmemiştin,ben geldiğini sandım...yokluğuna ayak uyduramıyorum..!!


HeR gelişimde " bir kez daha gönderdiğin oldum"...


İnanamadığın,yenemediğin,üzerinden atlayamadığın korkuların oldum..


Yüreğindeki kadın ben olmak isterken,tozlu bir anı oldum...!!


Sesin hep uzakları çağırıyordu,ve ben üstüme alındım vee sana geldim..Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların sonunda olması acıtıyor içimi...


En büyük silahınla vurdun beni..!!



Asıl acı olan unutulmak..!! unutulmayan olmak sende daha güzel duruyor..


Benim kırgınlığım AŞK'a sen lütfen üstüne alınma...!!!


 


HK Angel...


 




(a)


12 Ağustos 2009 Çarşamba

Google da kimmiş?



hurriyet.com.tr
12 Ağustos 2009
Google da kimmiş


Dünya'nın hemen her yerinde arama pazarı Google'dan soruluyor; ama bu ülkede Google'ın adı bile yok.

Google Çin arama motoru piyasasında yılın ikinci çeyreğinde düşüş yaşadı. Yıllardır Çinli kullanıcıların gönlünü kazanmak için ücretsiz müzikten tutun da hükümet ile yakın iş birliğine her şeyi göze almış durumda. Fakat kullanıcıların gönlü yerel arama motoru olan Baidu'da!

Çevrimiçi nüfusun %75.7'si bu senenin ilk çeyreğine göre %1.6'lık artışla Baidu üzerinden arama işlemlerini gerçekleştiriyor. Google cephesinde ise durum biraz karmaşık. Kullanıcıları cezp etmeye çalışan Google ne yazık ki %1.1'lik düşüş kaydederek %19.8'lere kadar geriledi.

Microsoft'un karar verme motoru Bing de Haziran ayında Çinli kullanıcıların dikkatlerini üzerine çekmiş gibi görünse de eğer iyi bir pazar payına sahip olmak istiyorsa daha fazla gelişmesi gerekiyor. Yılın 2. çeyreğinde Bing, Baidu'nun hakimiyetine boyun eğenlerden oldu ve %0.3'lük bir düşüş kaydetti. Fakat belirtmemizde fayda var; Microsoft'un Yahoo ile arama motoru alanında anlaşma sağlaması henüz Yahoo China'yı etkilemedi. Çünkü Alibaba Group tarafından yönetilen Yahoo China henüz Bing arama motorunu web sitelerine entegre etmedi.

Hergün yeni bir yeniliğin gerçekleştiği arama motoru piyasasında rekabetin kimi sınırları zorlaması kullanıcıları en mükemmel ürünü kullanmaya itiyor ve şüphesiz ki bu da iyi bir şey.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: ARAMA MOTORU DEVİ GOOGLE'IN ÇOK KISKANILACAK ÇALIŞMA ORTAMI




(a)


11 Ağustos 2009 Salı

Yüreğinde bir cümlecik yerim var mı?


http://kursunsabriomer.blogspot.com
  Yamalı yüreğimi iade ediyorum
  karanlığa.. Heybemde
  hüzünlerimle gidiyorum.
  Olur da bir gün aramak istersen
  beni,bir ömür uzaklıkta
  zannetme..
  Ben sana bir nefes kadar
  yakın olacağım...
  Çünkü ben “ beş harfli “ adında“
  Sana “ yaşıyor olacağım ... ”

 Yüreğimden tuza bandırılmış acılarımı elerken yine şehrimin soğuk kaldırımlarına bırakıyorum sensizliği. Sensizim. Senden sonra tüm sokaklar tek adresim. Öznesizim. Senden sonra tüm cinayetlerin tek failiyim. Davasını kaybetmiş sanık gibi boynu bükük cümlelerim.Sanki ayaklarından vuruldu geleceğim..(D)üşüyorum uluorta.. Soğuk kaldırım taşlarının arasına doluyor yol yordam bilmez harflerim..Kan revan içinde mevcudiyetim..Aşk tarafsızlığını yitirirken ben sensizliğin iktidarında sonumu hazırlıyorum..Eyyubvari susuyorum en yalın halimle.İçi kalabalık “ susmalar biriktiriyorum yüreğimin ipsiz uçurumlarında. Susuyorum olmuyor, konuşuyorum olmuyorum..Güpegündüz vuruluyorum sol yanımdan..Eksiliyorum yüreğinden / siliniyorum cümlelerimden. Yitip gidiyorum sensizliğin paragraf başlarında. Bu aşkın mağlubu ilan edilsem de, nafile..Eksiliyorum cümlelerinden..Siliniyorum adreslerinden...

Şimdi benden uzaklardasın..Bensiz olman senin için hiçbir şey ifade etmiyor. Etmemeli zaten. Ama “ sensizlik “ bende o kadar büyük ki; hiçbir kalıba sığdıramadım senli mutlulukları..Yokluğun öyle büyük yara ki; hiçbir kelimeyle dolduramadım bıraktığın boşlukları. Şimdilerde seni “ sensiz “ yaşatabilme azmi ile doluyum. Bizzat senin sözlerinden alıntı yaparak “ direniyorum yalnızlığına. ” Kaybetme pahasına sensizliği giydiriyorum omuzlarıma..Ayrılığın zafer çığlıkları kaplasa da etrafımı, ben yenilgiyi kuşanıyorum üzerime..Biliyorum ki; sonunda yalnızlığa boyun eğsem de, bir cümlelik yerim olacaktır yüreğinin derinliklerinde.. Gözlerim Filistin gibi ağlamaklı olsa da, yenilginin perde arkasındaki gizli zaferlerim İstanbul gibi boynu hep dik duracaktır tarihin tozlu sahifelerinde...Sensizlik yüreğime galebe gelse de, bu savaşta kazanan ben olacağım..Çünkü yüreğinin iç cebinde kefenini taşımayanların, tozlu meydanlarda zaferlerle anılmaya hakkı yoktur..Sebebim bensiz varlığın olmuşken örtün üzerimi..Kefenim yüreğinden kesilmişken kefenleyin yaralı bedenimi..

Bu satırları yazarken perdelerime gece misafirliğe geldi..Duvarlar siyaha boyanırken ben hala varlığının aydınlığında birşeyler karalıyorum satırlara..Basit cümleler kurarken karanlığı hesap edemedim..Cümlelerimin üzeri karanlık olsa da sen gözlerinle aydınlat sözlerimi.. Gitmeliyim şimdi..Kaçak bir yüreğin yıkımını gözlerimde görmeden gitmeliyim..Sığınmadan gözyaşlarıma toplamalıyım benliğimi. Sensizliğin en çok kanadığı geceyi yüreğime gömüp sabah seni “ sensiz “ sevmeye kaldığı yerden devam etmeliyim...

Gecenin infazındayım..
Gözlerimde uykusuzluk,çöllerimde susuzluk varken,dudaklarında soluyor geleceğim...
Oysa ben sana geliyorum sevgili..
Adımlarım ürkek olsa da, yollarım sana,sabrım sana..

Biliyorum bu firar girişimi..
Sana gelen vagonlara kaçak bindim ben..
Farkındayım...Biletsizim..
Bir o kadar da öznesiz..
Urbamda fakir yüreğim,avuçlarımda hüznüm sana gelmekteyim...
Senden ne bir ömür istiyorum,fakir yüreğime feda edilecek,ne de bir ten diliyorum,acılarımda heba edilecek...
Sadece benle başlayıp senle biten cümle..


Sana geliyorken,Yüreğinde “ bir cümlelik yerim “ var mı?


Gelme Bu Gece Ağlıyorum


http://kursunsabriomer.blogspot.com

 

çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
iner misin artık kirpiklerimden
geçiyorken hala acının çemberinden
yalnızlığı dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık yüreğimin içinden
yürüyorken yaşamda hep sırat köprüsünden
hüznünü dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık türkülerimden
yaratılmış renklerin en güzelinden
gözlerini dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık o düşlerimden
sensizliğin zehrini yudum yudum içerken
kokunu dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık gözbebeğimden
siliniyorken yavaş yavaş yaşamın defterinden
gözyaşımla yaptığım resminle yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum

 

 

Ümit Atayman

SAKLI BAHÇE...


http://kursunsabriomer.blogspot.com

Orası
Gizli bir mabet gibi içimde
moru mor
Kırmızısı, kırmızı olduğu yer
Ağır aksak adamdı ama olsun
İlyas usta işinin erbabı
Bir dikişte içerdi bir şişe şarabı
Kahretmezdi, küfretmezdi
Meyhaneciydi ama, asil adamdı
Sarı bir yaprak gibi düşünce akşamları
Aşkımızı meşkimizi teslim ederdik
Kaladıp kordu dolaba
'Unutmayın giderken alın ' Derdi
Beni de Osman'ı da kardeşi gibi severdi
Doldurur doldurur verirdi her istedikçe
İ şte öyle bir yerdi yaşadığımız
O saklı bahçe..
'

'' YAZ OĞLUM'' derdi
Benim hayatım varya, benim hayatım,
Allahıma dinime romandır..
Bir düdüklü tencere için
Terketti karım beni
Yıllar varki, çocukları görmedim
Analarıyla gitti dürzüler
işte meyhane, işte ben
Allah'ını seversen
BEN KÖTÜ ADAMMIYIM?..'


Ağır aksak adamdı İlyas usta
Bir ayağı topal
Ne para, ne mal
Umurunda olmazdı adamın
Yazardı hesabı deftere
İki adana, bir ufak, iki cacık
VESAİRE..VESAİRE...

Osman kıllanırdı bazan
'Çürüyüp gideceğiz burada'Derdi
YALAN
Borcunu beş ayda bir öderdi
Evde karısı
Kaynanası, ANAYARISI
Çor çocuk
O'da başka bir alemdi işte
Akşamları her gelişte
Ya katlanmış olurdu, ya bölünmüş
Sorardım 'Osman ne iş?'
''Sorma abi, aklım başımdamı ki'' Derdi..

İLYAS USTA ÖLMÜŞ
Hemide yıllar önce
Ne meyane kalmış ne SAKLI BAHÇE
Erkek adamdı, erkekçe
Onca yıl sakladı emanetlerimizi
Sarı bir yaprak gibi düştüğümüz günler
Neşeler umutlar, üzüntüler..
Gözlerim doluyor düşündükçe
Ah İlyas Usta, ah saklı bahçe...
Ali SÖNMEZ


9 Ağustos 2009 Pazar

Facebook kapanacak mı?

Facebook'u nasıl kapatmazsın al sana!
Sincan hakiminin verdiği karara itiraz yolu kapalı.
Kemal Kılıçdaroglu'nun Facebook'u sansürleme hırsı sonuç verdi.
Kemal Kılıçdaroğlu yerel seçimler öncesi hakkında Facebook'ta başlatılan "PKK'lıdır" kampanyasının peşini bırakmadı...
Kemal Kılıçdaroğlu,son yerel seçimler öncesinde,Facebook'ta,ismiyle kurulan bir grupla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle avukatı Mutluhan Karagözoğlu aracılığıyla mahkemeye başvurmuş,mümkünse gruba,mümkün olmaması halinde Facebook'a erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştu.
Başvuruyu yerinde bulan Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesi,gruba olmadığı takdirde, Facebook'a erişimin engellenmesi kararını vermişti.

Koca Facebook aslında kapatılmıştı.
Hangi zaman da yaşıyorsunuz insaf yani.
Karar TİB'e tebliğ edildi.Ancak TİB 20 Mart 2009'da mahkeme kararının uygulanmasının,5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde mümkün olmadığını bildirdi.
Kılıçdaroğlu açtığı davaya takipsizlik kararı verilmesine rağmen; (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı,soruşturmada''kovuşturmaya yer olmadığına''karar vermişti.)azimle hukuki mücadelesini sürdürdü;bu kez Ankara’dan kalktı taa Sincan 1.Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etti:
Avukatları,TİB Başkanı Fethi Şimşek hakkında,''mahkeme kararını yerine getirmemek suretiyle görevi kötüye kullandığı''iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığı kararı kaldırılarak, Şimşek hakkında kamu davası açılması talep edildi.
Ankara’da başka mahkememi yok ta Sincan’a neden yoruldu dersiniz..
Dün işte bu dava sürecinde dinlemenin başındaki bürokrat(TİB Başkanı Fethi Şimşek) ile dinlemeden muzdarip hakim(Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz)karşı karşıya geldi...

Karar:

Sincan 1.Ağır Ceza Mahkemesi,CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun şikayeti üzerine,Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sonunda Telekomünikasyon İletişim Başkanı(TİB)Fethi Şimşek hakkında verilen''takipsizlik'' kararını kaldırdı.
Ve mahkeme,Fethi Şimşek'in suçlu olup olmadığına yargılama sonucu karar verilmesi gerektiğine işaret ederek,Şimşek'in''Mahkeme kararını yerine getirmemek sureti ile görevi kötüye kullanma''suçundan yargılanmasına hükmetti.Sincan hâkiminin verdiği karara itiraz yolu kapalı.
Şimdi Facebook'a ne olacak peki?
Bu ülkede artık insanlarının bilgiye erişimini engelleyecek herhangi bir şeyin parçası olanlar,buna katkıda bulunanlar toplumun önünde ayak bağı olmaktan vazgeçsinler.

Haber kaynağı:


http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12224699.asp?gid=229

Sanal saldırı; Facebook sarsıldı, Google sağlam

Teknoloji

08.08.2009

Dün biz Kılıçdaroğlu’nun Sincan üzerinden yürüttüğü hukuki sürecin facebook un kapanmasına yol açabileceğini tartışırken en büyük paylaşım siteleri görülmedik bir hacker saldırısı ile karşı karşıya kaldı ki, Sincan Hakimliği ve Kılıçdaroğlu’nun başlattığı süreç bu olayın yanında ufak kalır.

“Twitter gitti geldi, Facebook sarsıldı, Google sağlam” http://yahoyt.com/h/5185/ ‘un başlığı böyle idi.

Bu olay tüm dünyayı etkiledi: Twitter, bir saat çalışmadı. Facebook' u ise hackerlar sadece yavaşlatabildi. Google ın kalkanları devredeydi, hiç etkilenmedi.

Dev bir Denial of Service saldırısıyla çökertilen sitelerin toplam 300 milyon kullanıcısı bu hizmetlere erişemedi. Zararlı yazılım bulaştırılarak kontrol edilen binlerce ev ve iş yeri bilgisayarı, kendilerini kontrol eden hacker veya hackerların emriyle saldırıya geçti. Kaspersky Lab'dan kıdemli analizci Stephan Tanase "Bu kesinlikle çok ağır bir saldırıydı" dedi.

Saldırıların onbinlerce farklı bilgisayar tarafından yapıldığını tahmin eden yetkililer, bu işin Truva atı ile sisteme sokulan zararlı yazılımlar tarafından koordine edildiğini iddia ediyor.

Uzaktan kontrol edilen bu bilgisayarlar, aynı anda adı geçen siteleri yönlendiriliyor ve bu sitelerin güvenlik önlemlerini alaşağı edecek kadar yüklenilmesi sağlanıyor.

Yani Twitter ve Facebook'un çalışmadığından ya da yavaşladığından yakınan kullanıcılar, farkında olmadan bu işte rol oynamış bile olabilirler.


Hala tam olarak kendine gelemeyen Twitter ve Facebook, Google'ın da yardımıyla bu saldırının kaynağını aramakta.

Kaynak:

http://www.hurriyet.com.tr/teknoloji/12234141.asp?gid=234

http://www.teknokampus.com/Google.Facebook.ve.Twittera.Siber.Saldiri-h-963.asp

http://yahoyt.com/h/5185/

İnternet bankacılığından nasıl soyuluyoruz?

İnternet

Kötü niyetli kişiler parola, şifre, kullanıcı adı, kimlik bilgisi gibi gizli bilgilere hangi yollardan erişiyorlar? Birkaç metodu var

1- En yaygını; hackerlar, attığı bir mail ya da yaptıkları “çekici” internet siteleri (en yaygınları arkadaş bulma, seks veya kumar siteleri) vasıtası ile casus programlar (trojan) ör. "key logger" programı yolluyorlar. Maili açtığınızda veya siteye girdiğinizde program otomatik olarak bilgisayarınıza iniyor. Programlar menüsünden de görülemiyor. Key Logger; ortalama 45 kb boyutunda, program indirme sitelerinden bile kolayca ve ücretsiz elde edilebilen, bir resmin arkasına dahi saklanabilecek boyutta bir program. Eğer bu program herhangi bir şekilde bilgisayarınıza gönderildi ise, bilgisayarınızda yaptığınız her işlem, şifreler, bilgiler dahil klavyeden kullandığınız tuşları, mouse hareketlerinizin ekran resimlerini veya diskinizdeki dosyaları “ hacker ın kendi mail adresine gönderiyor veya hacker sizin bilgisayarınızı bire bir görebiliyor. Hatta hacker bilgisayarınızdan işlem yapabiliyor. Daha sonra sizin “sık kullanılanlar” dosyanıza bankanın heryerde satılan sitesinin kopyasını yerleştiriyor. Siz bankanın sitesine girdiğinizi zannedip ve şifre ve parola ve hatta “tek kullanımlık” şifreyi girdiğinizde, hacker “teşekkürlerle” gerçek banka sitesine girip sizin adınıza işlemi gerçekleştiriyor. Bu methoda “man in the middle” deniyor. Belirtmeliyiz ki; cep telefonunuza gelen işlem sonu şifresi güzel bir önlemdir. Mutlaka olmalı. Ancak şifre, parola ve kimlik detaylarınızı bilen bir kişinin bazı bankaların internet sitelerinden veya telefon bankacılığı yolu ile cep telefonu numarasını değiştirebileceğini veya kendi cep telefonuna yönlendirebileceğini, hatta sahte kimlikle sizin telefon numaranıza ait bir “sim kart” alabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Not. Siz istediğiniz kadar “sanal klavye” kullanın; hackerlar sizin işlemlerinizi buffer* dan takip ediyorlar. Yani sanal klavyede hangi harf veya sayıya bastığınız belli. *Buffer: Bilgisayarınızdaki tüm haraketlerinizi hafızasında tutan bölüm. Yine siteye girişte sorulan resim, isim, özel soru v.s. gibi önlemler önemlidir. Ancak ekranınızı, resimleri, yazdıklarınızı birebir gören hacker için caydırıcı bir önlem değildir.

2- Olta (phishing) mail gönderiyorlar. Bankanın yazı dilini taklit eden bir mail geliyor, sizi ikna eden bir neden ile (şifre değişikliği, süre bitimi, adres güncelleme hatta ikramiye) verilen linki tıklayarak bir siteye yönlendiriliyorsunuz. Site banka ekranlarını taklit ediyor. Ancak bankaya ait değil. Burada banka hesap bilgilerinizin girilmesine ikna ediliyorsunuz ve böylece bilgileriniz soygun amaçlayan kişilerin eline geçiyor.

3- İnternete bağlandığınız anda, gerekli güvenlik programlarına sahip değilseniz, dünyadaki 1, 5 milyar internet kullanıcısı bilgisayarınıza girebilir. IP numaranızı bilmesi yeterli. Zaten gönderdiğiniz her mailde, her girdiğiniz sitede IP’nize ulaşılabiliyor. Sonrasını söylemeye gerek yok, her şeyinizi paylaşmaya başlarsınız.
4- Bankaların içlerinden bilgi sızdırıldığı duyumlarımız var. Nitekim bir banka içinden yakalananlar olduğu haberini de basından okuduk. 1.000.000 banka şifresi bir CD içerisinde ele geçirildi. (Bakınız 14 Şubat 2007 tarihli tüm gazeteler.) Detaylar http://www.sanalbankamagdurlari.com/images/aksam1milyonhesap.jpg Bir hesabın Hacker tarafından ele geçirilmesi birkaç saati alabilir. 1 milyon hesap için yaklaşık 25 bin (yazı ile yirmibeşbin) seneye ihtiyaç var. Bu nedenle içeriden bilgi sızdırılıyor duyumları kamuoyunda kuvvet kazanıyor.

5- Kişisel bilgilerinizle size ait olmayan, tanımadığınız bir bilgisayarı kullanarak işlem yaparsanız, kendinizi riske etmiş olursunuz. Özellikle internet cafelerde sizin şifrelerinizi “save” eden programların yerleştirilmiş olması muhtemeldir.

6- Güvenliğiniz için ev ve işyerinizde kendi bilgisayarınızla bile wireless internet kullanmayın. Bir başkası sizin ağ’ınıza veya sisteminize bu yolla çok rahat girebilir. Eğer siz, kendi bilgisayarınızla wireless sistemi kullanan bir cafe veya havaalanı v.s. de internete girecekseniz, yine kişisel bilgilerinizi kullanmaktan kaçının. Çünkü bir başkasının ağ’ını kullanıyorsunuz ve o ağ’ın dahilindeki herhangi biri sizin şahsi bilgilerinizi ele geçirebilir.

7- Kopya program veya korsan CD kullanmayınız, bilgisayarınıza yükleyeceğiniz programın orijinal olmasına dikkat ediniz. Soyguncular kopya programlara trojan yazılımlar ekliyorlar, bu şekilde bilgisayarınıza girmiş oluyorlar.

Testi kırılmadan...
Kullanıcıların bu alanda bilinçli davranması için neler yapması gerekiyor? Bir tarihte vatandaşa Galata Köprüsünü satıyorlardı. Şimdi böyle bir şeyin olması mümkün mü? Değil, çünkü herkes bunun farkında ve bu konuda biliçli, eğitimli. Tüm olayların ana nedeni, kullanıcının bilinçsiz, eğitimsiz olmasıdır. Kamu yönetimimiz eğitim kısmını ihmal ederek interneti teşvik etti, maalesef vatandaş dünyanın bütün kurtlarına yem oldu. Türk Telekom abonelerini uyarmalıydı, bankalar internet ve bankacılığı konusunda eğitim vermeliydi. İsteyen herkes ADSL abonesi oldu-oluyor. Herkese internet bankacılığı hesabı açıldı. Hatta okur-yazar olmayanların dahi internet bankacılığı hesabının olduğuna şahit oluyoruz. Ülkemizde böylesi bir ortam oluşunca, Türkiye’miz başta Rus, İsrail ve yerli soyguncuların cenneti oldu. Hukuksal boşluklar var. Soygun, yapanın yanına kar kalıyor. Ör. Benim 74.000YTL’ mı çalan şahıs yakalandı 24 saat geçmeden serbest bırakıldı. Banka ise devam eden davamda, beni hala şifremi başkasına vermekle suçluyor. Oysa Türkiye’ de diğer gelişmiş ülkelerdeki gibi “bilişim mahkemeleri” olsa benim için dava 1.celsede bitebilirdi. Çünkü; paramın EFT yapıldığı saniyede cep telefonuma bankanın yolladığı uyarı mesajı geldi. 5 sn. sonra bankamı arayarak; “böyle bir havale-EFT yapmadım. DURDURUN” dedim. Ama durdurmadılar. Üstelik beni yanlış yönlendirdiler. Peki o halde bana bankanın kendisinin yolladığı bu uyarı mesajının anlamı nedir? “Bak hırsız paranı çalıyor, biz de göz yumuyoruz. Bay-bay” mı? Ama davam 3. senedir devam ediyor. Banka avukatları oradan çekiyor, banka emeklisi “bilirkişi !” ler buradan. Bu arada banka da boş durmuyor. Beni 3 ayrı savcılığa “bankacılık yasasına muhalefet” etmekten 3 ayrı şikayette bulundu. Tesadüf ! ya özellikle cuma günleri saat 15:30 civarı polisler beni “mevcutlu” olmak kaydıyla savcılığa götürüyorlar. Herhangi bir aksilik! durumunda hafta sonunu hiçbir ülkede benzeri olmayan “bankacılık yasasını” tek ayak üzerinde ezberleyerek geçirme riskim var. Hele bu yazıdan sonra... Not. Bilişim mahkemeleri mevcut olsa dava benim ve avukatlarımın görüşüne göre 3 yönden de derhal bitebilirdi. 1) Bana hesabınızdan EFT yapıldı diye mesaj gönderen Bankam. Bu amaç için uyguladığı kendi uyarı mesajına telefon açmama rağmen paramı bloke etmeyen yine bankam. 2) Önce savcılığa gidin “X” bankaya paranızın EFT yapıldığını şikayet edin durduralım diyen bankam. Ama sadece “X” değil “X ve Y” bankalarına para ikiye bölünerek yapılmış ve bunu (“Y” bankasını) bildirmeyen yine bankam. İlk bankadaki EFT yi durduran ise BEN. “Y” bankasını da bildirse onuda durduracağım. 3) Bankanın hele o zamanki güvenlik önlemleri neredeyse sıfır. Bu da ispatlı. Zaten öyle olmasa banka o günde var olan güvenlik önlemlerini neden o zaman devam ettirmedi de şimdi yeni önlemler alıyor?
Görünen o ki, kolay bir iş olması, yaptırımının olmaması nedeniyle internet bankası soygunculuğu özendirilir hale geldi. Önümüzdeki günlerde “e-Devlet Kapısı” uygulamaları başlayacak ve bir çok alanda interneti kullanmak vatandaş için zorunlu hale gelecek. Bu nedenle her internet kullanıcısının ve kullandırıcısının son derece dikkatli olması gerekiyor. Kullanıcısını eğitmek konusunda, sunucu konumundaki kuruluşlara (bankalar, kamu ve özel kuruluşlar v.s.) çok iş düşüyor. BDDK bu konuda bankaları uyarmaya başladı bile. Acaba bazı bankaların Türkiye’de sadece kendisinin üye olduğu “ödül dağıtan” cemiyetlerin ödüllerini öne sürüp “Türkiye’deki en iyi internet bankacılığı bizde” diyerek reklam yapmalarının önüne de geçilebilecek mi? SBM derneği olarak biz sonuca bakıyoruz. Hala soygunlar devam ediyor ve bu yolla paralarımız yurtdışında ki hackerların eline geçiyor.

Not: Telekominikasyon Kurumu Başkanı Sn. Mustafa Alkan demeci; “2004 Nisan ayında kabul edilen e-imza yönetmeliğine göre; bu tarihten sonra yapılan internet bankacılığı dahil ıslak imza ve e-imza dışında yapılan tüm işlemler geçersizdir.”
Gelelim Güvenlik önlemlerine; bunun 3 bacağı var. 1-Kamu 2-Banka 3-Kullanıcı Öncelikle Kamu; Başta ADSL olmak üzere bütün port sağlayıcıları, tencere-tava satar misali evlerimize kadar gelip sistemi kurup gidiyorlar. Kullanım ve güvenlik konusunda ne bir eğitim ne de bir kitapcık veriyorlar (Kurmaya gelenlerin de güvenlikten habersiz olduklarına hiç şüphe yok!) Tüketici bilinçsizce yada kulaktan dolma “eğitim” ile ve deneme-yanılma metoduyla kendi internet güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Ya da sağlayamıyor. Güvenliği olmayan, kuralları olmayan, frensiz, direksiyonsuz arabanın (internetin) başına oturtulan ve bilgisayarı dünyada ki 1, 5 milyar internet kullanıcısına açık olan tüketici; sonunda istenmeyen “kaza”lara uğruyor. Ya Hacker’lar tarafından bankası soyuluyor, ya kredi kartı bilgileri ile dolandırılıyor veya diğer önemli iş veya özel bilgileri “hacker” lar tarafından ele geçirilip kötüye kullanılabiliyor, santaj yapılabiliyor, bir bedelle satılabiliyor. Bankalar: Bankaların bir çoğunun internet bankacılığı, standart pazarlama şirketlerinin web sitesinin güvenliğinden dahi yoksun. Bir tek telefonla internet şifresi alınabildiği gibi, ankesörlü telefonlarla dahi telefon bankacılığı yapılabiliyor. Oysa sizin belirlediğiniz en fazla üç adet telefon numarası ile telefon bankacılığı yapılabilmeli. Ör. ev, iş, cep telefonu. Banka bu numaraları gördükten sonra size işlem yetkisi verebilmeli. Ayrıca bankalarda başka bir evrak sormadan, sadece sahte kimlik belgeleri ve sahte muhtar çıktıları ile mevduat hesabı açılıp, çalınan paralar bu kimlikle açılan hesaplara aktarılıp çekiliyor. Bankaya; neden başka evrak istemedin? diye sorulduğunda; “Bu bizi ilgilendirmez. Kredi mi istedi, çek defteri mi, kredi kartımı?. Annesine para göndereceğini söyledi, biz de açtık hesabı” diyebiliyor. Ayrıca; bankaların mevduatları sigortalamaları gerekiyor. Ama sigorta şirketleri Kredi Kartlarını sigortalarken “hergün camı kırılan” dükkanları sigortalamak istemedikleri gibi internet bankacılığını da sigortalamak istemiyorlar.

Tek ve kesin çözüm: e-imza internet bankacılığında kullanılmalıdır.
Bunun dışında “e-kart” (e-imza) internet bankacılığında mutlaka kullanılmalı. Bu, ufak bir aparat (token) ile uygulanıyor. USB ye takılıyor. Banka şifrenizi v.s. girdikten sonra bu şifreli, 128 bit’lik, herseferinde yeni “key” üreten kredi kartı büyüklüğünde ve sigorta kapsamında ki kopyalanması hemen hemen imkansız olan bu e-kartı aparata takıp, kartın 4 haneli şifresini giriyorsunuz. Banka sistemi, bunu görüp sizi onayladıktan sonra işlem yapabiliyorsunuz. Yani "hacker" ın sizin şifrelerinizi elde etmesi yeterli değil sizin “e-kart”ınızın aslını da çalmalı. Yetmedi e-kart’ın da şifresini bilmeli. Şu anda bunu Türkiye’de bir tek banka uyguluyor. O da opsiyonlu. Yani seçeneğe ve ayrı bir ücrete tabi. Bu işin, yani güvenliğin opsiyonu, seçeneği olmaz!. Her dönem hatta her işlemde masraf diyerek para alan banka, bu imkanı da internet bankacılığı kullanıcılarına vermek zorunda. Bunu da, internet bankacılığı kullandırtarak elde ettiği artıyı hesaplayarak ücretsiz vermeli. Yukarıda ki önlemleri bankalar mutlaka almalı. Aksi takdirde bu sanal soygunlar giderek daha yaygınlaşacak ve bankalar mevduat toplayacak insan bulamayacaklardır. Nitekim şimdiden insanlar, şirketler korkudan ya mevduatlarını internet bankacılığı olmayan bankalarına aktardılar, ya paralarını kasada tutuyorlar veya insanlar eski usul paraları “yastık altına” saklıyorlar. Türk Telekom internet omurgasının sahibidir, halen teşvik amaçlı yoğun reklam kampanyaları düzenlemektedir. Bu reklamlarında internet güvenliği konusunda farkındalık yaratmak sorumluluğunu ortaya koymasını bekliyoruz. Her canı isteyen kamu veya özel kuruluş vatandaşın hüviyet belgesini istemektedir (ör: bina girişinde). Kimlik bilgisi hırsızlıklarının artış nedenlerinden birisi budur, önlem alınması gerekmektedir.

Ve biz Kullanıcılar;

1) Başta anti-virüs, anti-spyware, firewall, site erişim filtresi, anti-spam lisanslı programlarını bilgisayarınızda bulundurun ve sürekli güncelleyin.
2) Phishing dediğimiz bizleri kandırmaya yönelik maillere dikkat edin. Yukarıda dediğimiz gibi bir resmin arkasına dahi “keylogger” programını atabiliyorlar.
3) Artık bu derece “saf” insan kalmadı ama şifrelerimizi kimseyle paylaşmamamız gerekiyor. Şifrelerin karınızın, kızınızın, annenizin v.s. doğum tarihleri olmamasına da dikkat edin. Şifrelerinizi unutmamak için biryere yazıyorsanız şifrenizde ortadaki herhangi bir harf yada rakkam yerine başka harf veya rakkam kullanın. ör. şifrede “5” rakkamı kullanıyorsanız kağıda “5” yerine “7” veya “S” harfi yerine “C” kullanın.
4) Kopya program kullanmayın, internette kırık program dağıtan sitelere itibar etmeyin.
5) Banka ismini i-explorere baştan sona kendiniz yazın. “sık kullanılanlar” bölümünü kullanmayın.
6) Wireless internetten kaçının. Başkalarının, özellikle internet cafe’lerin bilgisayarlarından işlem yapmayın.
7) Gerekirse bankada birbiri ile ilişkisi olmayan ve internet bankacılığında gözükmeyen 2. bir hesap açtırın ve ana mevduatınızı orada saklayın. Gerektiğinde talimatla “gerektiği kadar” diğer hesaba aktarırsınız.
8) Güvenlik sertifikası olmayan, işlem sonu şifresi istemeyen banka ve internet sitelerinden işlem veya alışveriş yapmayın. Ör.GlobalSign SSL korumalı.
Ayrıca; Eğer kullanılan bilgisayar bir ağ (network) üzerindeyse, ağda internet sunucunun olması, internet çıkışının bir LAN programı tarafından yönetilmesi ve korunuyor olması gerekiyor. Gördüğümüz şekli ile yaygın olarak ADSL hattı bir hub veya switche takılıyor, ağdaki bilgisayarlar bu şekilde internete erişiyorlar. Bu son derece tehlikelidir. Buradan müşterilerine bu şekilde kurulum yapan bilgisayarcı ve sistemcileri de uyarıyoruz.,

Kredi Kartı kullanıcıları. Dikkat!...
Sanal ortamda Kredi Kartı kullanıcılarının dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir? 1. Öncelikle güvenli olmayan, güvenlik sertifikaları bulunmayan sitelerden alışveriş yapılmamalıdır. Ör.GlobalSign SSL korumalı olmasına dikkat edin. 2. Mutlaka Sanal Ortamda “Sanal Kredi Kartı” kullanılmalıdır. Bu bir ek kart gibi işlem gören, ayrı bir Kredi Kartı numarası ve güvenlik numarası bulunan, limitini sizin belirlediğiniz karttır. 3. Özellikle yurtdışında (Rusya ve Uzakdoğu ya dikkat) Kredi kartı kullanmamaya, kullanılırsa da ancak yanımızda kredi kartımızı çektirmeye dikkat etmeliyiz.. Çünkü, Papağan adı verilen Kredi Kartı okuyucuları ile kartınızın detayları kopyalanabilmektedir..



7 Ağustos 2009 Cuma

Bekleyişin Öyküsü


Günler güz yaprakları gibi birer birer dökülürken ayaklarımın dibine, ben
her gece karanlığa dikip gözlerimi senin aydınlığını bekledim.
Sen yoktun...

Binlerce adim attım bu kentin sokaklarında. Her köşeyi, her parkı, her ağacı
ezberledim. Sevdaya bulanmış her kaldırım taşında senin adini aradım.
Sen yoktun...

Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı. Her bir hücremin acısını ta
yüreğimde hissederken beni enkazın altından çekip alacak elini aradım. Sen
yoktun...

Özlem şarkılarını ezberledim. Kimini bağıra bağıra, kimini fısıltıyla
söyledim. karanlığa haykırdım hasretimi. Sesimi duyacaksın diye bekledim.
Sen yoktun...

Senden gelecek bir tek haberi bekledim. Saatler asırlar gibi geldi, geçmedi.

Çalan her telefonu yüreğimin deli bir çağlayana donen atışlarıyla açtım.
Senden başka duyduğum her seste hep ayni hayal kırıklığını yaşadım.
Onlar beni duymak istiyordu, bense seni.
Sen yoktun...

Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi karanlığın kucağına uzattım her gece.
Bir an önce sabah olsun diye uykunun beni çekip almasını istedim. Olmadı.
Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan, Kaç gece merdivendeki ayak
seslerini dinledim gelen sensindir diye.
Sen yoktun...

Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine. Bulutlar yalnızlığın
işaretiydi benim için. Beni ıslatan yağmur Olmadı. Ben senin özleminle
sırılsıklamdım her mevsim. Hayat merhaba dedi bahara çiçek çiçek. Uzun
kıştan sonra gelmez dediğim göçmen kuşların donuşunu gördüm.
Sen yoktun...

Her istasyon her otogar adresim oldu. Bir trenden inersin sandım.
Otobüslerdeki her yolcuya sensin diye baktım. Ya da yolculuklara vurdum
kendimi. Kimsenin uğramadığı köylere, adi duyulmamış kasabalara gittim.
Senden bir iz aradım.
Sen yoktun...

Denizin sonsuz maviliğine umut bağladım. Kıyılarda tükettim bekleyişlerimi.
Hep sensiz gemiler geçti limanlardan. Ben gemicilerin hasret türkülerine
eslik ettim.
Sen yoktun...

Gözümden bir tek damla yas akmadı. Onlar sana aitti, sana kalmalıydı.
Kimselere söyleyemedim acılarımı. Bekleyişimin öyküsünü kimselere
anlatamadım.
Nice fırtınalar koptu yüreğimde. Dalgalar dövdü hayallerimi. Sığınacak bir
liman, yaslanacak bir omuz aradım. İçimi dökecek bir insan aradım.
Sen yoktun...

Her gece ay paramparça oldu. Her gece yıldızlar birer birer duştu sokaklara.
Yıldızları saçına takip gelmeni bekledim. Ayı avucunda bana getirmeni
bekledim. Ve bir güneş gibi doğup aydınlatmanı bekledim bu kapkara dünyamı.
Ama...

Sen yoktun...

(alt)



6 Ağustos 2009 Perşembe

Suyun anlatımı...

SUYUN YEDİ RENGİ


http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/resimler/su/no:9eb5[1].jpg
SUYUN YEDİ RENGİ

SU HAYATIMIZDIR

Su cansızdır olabilir ama can susuz olamaz.
Canlı olan her şeyin kaderi su üzerine yazılmıştır.
Nerede can varsa orada bir su arayışı vardır.
Madde sanki suyun dudağından emer gibidir hayatı.
Hayat ateşi, önce suyun duru ayinesine düşer,
öylece görünür olur.
Onun içindir ki, bir canlıya baktığımızda
yarıdan fazla suyu görürüz aslında.
Her canlı bedeni su üzerine yazılmış yazı gibidir.
Öyle ki yüreğimizin yüreğinde her an bir su
Şelalesi’nin ritmik akışını duyarız,
beynimizin çeperlerinde suya yazan
bir kalemin vuruşlarını ağırlarız.
Şah damarımızdadır su.
Şah damarımızdır su.
Su kanımızdır.
Su, yüreğimizde ‘can suyu’muzdur.
Su hayatımızdır.
“Ab-ı hayatımız”dır.
Su, Muhyi’den ihya dokunuşu,
Hayy’den diriliş nefhasıdır.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/dalga4ls4.gif/Image Hosted by ImageShack.us

SU YAKINIMIZDIR

Tohumlar bir damla suyun dokunuşu ile uyanır.
İnsan gün ışığına suyun dokunuşu ile uzanır.
Su bizi bize yakınlaştırır, eşyayı birbirine yakın eyler.
Su var oluşumuzun ele avuca gelmez ilmeği gibidir.
Suyun aktığı yerde, suyun coştuğu yerde,
 suyun uğradığı yere yakın durur hayat;
suya tutunur ve yeşeriverir, canlanır ve neşelenir.
Suyun yokluğu eşyayı birbirine uzak eyler,
canlıları tarif edilmez bir ayrılığa düşürür,
bitimsiz bir boşluğa iter.
Su yakınlıktır.
Tüm dağılmışlıklar suyun billur
dokunuşunda kristalleşir,
tüm uzaklıklar suyun serin yüzünde son bulur.

 Su varlığın tanıdık sahili,
buluşmaların şeffaf gülü,
birleşmelerin tanıdık köprüsüdür.
Su sahilimiz, gülümüz, köprümüzdür.
Yakınlığı “aramızdan su sızmıyor” diye tarife kalkanlar,
aramızda su olmasaydı bütün yakınlıkların,
birleşmelerin ve buluşmaların eriyeceğini hatırlamalı..
Su, Mahbub’dan yakınlık müjdesi,
Vedud’dan dostluk habercidir.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/annyblogarnatura0ro9odwmw9.gif/Image Hosted by ImageShack.us

SU RENGİMİZDİR

Renksizdir su ancak tüm renklerin boyalarını
ödünç aldığı da sudur.
Suyun olmadığı bir dünyada rengin
elbette sözü edilemez.
Gülün alı, yaprağın yeşili, göğün mavisi..
hepsi suyun yüzünde gerçekleşir.
Suların çekildiği yerde renkler ölür.
Su varoluşun rengi ve ahengidir.
Tüm renkler su üzerine yazılmış gibidir.
Reng ahengimizdir su...
Su, Mülevvin’den gözümüze gökkuşağı,
Musavvir’den gönlümüze ahenk boyasıdır.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/elfewasser2esii7io6fy2.gif/Image Hosted by ImageShack.us

SU SURETİMİZDİR

Su biçimsizdir ancak biçimlerin biçimlendiği kalıptır.
Suyun olmadığı yerde bozulma,
çürüme, pörsüme, erime başlar.
Su hiç biçime girmese de,
Eşya’nın biçimlenmesinde ve suretlerin
güzelleşmesinde vazgeçilmezdir.
Su, girdiği her kabın biçimini alırken,
kalıbımızı giyinmeye hazırlanır,
kalbimizi okşamaya koşar.
Yüzümüzün güzelliği suyun gezinişiyledir,
gözümüzün nuru suyun yoklayışıyladır,
kalbimizin kalbi suyun akışıyladır,
kalıbımızın kalıbı suyun suretiyledir.
Su, Cemil’den güzellik dokunuşu,
Latif’ten estetik okşayışıdır.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/87761387dc7od8.gif/Image Hosted by ImageShack.us

SU LEZZETİMİZDİR

Tadı tuzu yoktur, ancak hayatın tadı tuzu suyla gelir.
Tuz suda kıvama erişir, şeker suda tadını bulur.
Hayatın tüm lezzetleri suyla gerçekleşir,
suyla hissedilir hale gelir.
Hiç bir lezzet suya uğramadan gelmez damağımıza..
Dudağımıza kurulmuş sofra,
dilimize sunulmuş çeşni gibidir su.
Her nimet bu sofraya uğrar,
her lezzet bu çeşniye katılır.
Eşsiz baharatımız, vazgeçilmez katığımızdır su.
Su, Rezzak’tan dilimize çeşni lütfu,
Rahman’dan cismimize tat sunağıdır.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/3dgoldenautumnaniss215oy6.gif/Image Hosted by ImageShack.us

SU ŞİİRİMİZDİR

Su sadedir, ancak karmaşanın buluştuğu yerdir.
Su çoktur, ancak eşsizdir.
Kolay elde edilebilir gibidir ancak tek bir
damlası bile taklit edilmez bir cevherdir.
Bir şiir gibi, sade ama bi’tanedir,
“sehl-i mümteni” söyleyişi gibi basitlik içinde
kainatın en karmaşık ilişkilerini anlatır gibidir.
Sadelik ve güzellik suda buluşmuşlar ve orada
öylece beraber kalmış gibidirler.
Şiir söze su verip onu çelikleştirmek ise,
su da sözün kılıç gibi keskin ve elle tutulur halidir.
Su şiiri anlatmaya yeter belki,
ama henüz hiçbir şiir suyu anlatabilmiş değildir.
Oysa, su kâinattaki her olayın kafiyesi,
varlığın gözümüz önünde akıp duran şiirinin
doyumsuz nakaratıdır.
Su kainatın konuşmasının ahengi,
Var oluşumuzun şiirli üslubudur.
Su Mütekellim-i Ezelî’den dudağımıza
 dökülmüş cismanî bir şiir,
Rahman-ı Rahim’den yüreğimize indirilmiş
müşfik bir sözdür.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/fallslakecg8.gif/Image Hosted by ImageShack.us
SU HERŞEYİMİZDİR

Su hiçbir şeye benzemez ama her şeye de benzer.
Herkese yakındır, herkesledir.
Her şeyin yanındadır ve her şeyin özüne girer,
Her şeyin yüreğine sokulur,
her şeyin cisminde bekler..
Bununla birlikte her şeyden ayrı kalır, ayrık durur.
 Hiçbir şey suyu bulandırmaz; hiçbir şeyin kiri
O’nun duruluğuna dokunmaz.
Yine su olarak kalır, bozunmaz, dağılmaz,
özünü bulandırmaz.
Her şeyin yanında durur,
ancak her şeyden duru kalır su.
İnsan yüreğini her an yokladığı gibi,
gökleri dolaşıp el değmedik coğrafyalara uğrar.
İşte böylesine her şeydir su.
Herkesle ortaklık kurmaya hazırdır,
ancak bir tanedir.
Her birimizin yanında ancak her birimiz için özeldir.
Su, Ehad’den boynumuza dolanmış eşsiz incidir,
Samed’den gözümüze takılmış
paha biçilmez pırlantadır.

http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/Image Hosted by ImageShack.us

Dr.Senai DEMİRCİ

Düzenleme;Ömer Sabri KURŞUN




(a)


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN