Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları...
Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor.
Sen sanki yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin.
Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan "Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var." Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyarak telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine "......" desen, ben yine senin gözlerinde sorsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem.
Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.
Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Birde geceleri daha uzun sanki bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birseyler yok. Dedim ya her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.
Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikâyeler uydururum. Ama hikâyelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.
Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin simdi. Bense odamda senden uzak. Hayır, beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk basladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız.
Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum, yalnızca biraz, biraz üşüyorum.......................................
Ömer Sabri Kurşun

Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak,bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem...
Gururdur, namustur bayrak ve sancak, aksa da kanım korkma; haini güldürmem...
"Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa doğru tutup,
bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu?
İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz.
Cumhuriyete sahip çıkınız."
GİRİŞ
Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!
Ömer Sabri KURŞUN
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...

yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...
28 Eylül 2009 Pazartesi
CADDELERDE RÜZGÂR, AKLIMDA AŞK...
27 Eylül 2009 Pazar
Kuşlar kadar Özgür olmak vardı ya....
Uçsuz bucaksız denizlerde olmak vardı şimdi
Tüm yasakların delindiği, arsız, umarsız, vurdumduymaz
Bir gecede, en kederli bir türküde, sessizce
Pupa yelken gitmek vardı şimdi
Ay ışığı yol yapmalıydı geceye
Teknenin en ucunda oturmalıydım
Hayallere dalmalı
Güneşli yarınlara yelken açmalıydım
Bir duble rakı olmalıydı elimde
Yosun kokusuyla
Çektiğim sigaranın dumanı
Karışmalıydı
Haykırmalıydım dağlara
Duyan duymalı
Duymayana duyan duyurmalıydı
Tüm sevdalarımı
Özgürlüğün tadıyla
Kadehteki rakının tadı kardeş olmalıydı
Paylaşmalıydım
Denizle, dağlarla ay ışığının yaptığı yolla
Yüreğimdeki sızıyı
Kardeş etmeliydim onları da
Onlar kardeş oldukça
Ben çoğalmalıydım şimdi
Sonra
Issız bir yerde demir atmalıydım
Gecenin karanlığında
Yıldızlar göz kırpmalıydı
Sarhoş olana dek içmeli
İçtikçe
Kusmalıydım...
Kustuğum
Kin değil
Nefret değil
Öfke değil
Yalnızlığım olmalıydı
Yalnızlığımı kusunca
Çoğalmalıydım yine
Bir limana yanaşmalı
Beni bekleyen babamı almalıydım
Yanında anam olmalıydı
Birlikte devam etmeliydik yola
Onlara da birer duble rakı koymalıydım şimdi
Kadehleri tokuşturmalı
Sevdalara içmeliydik
Sonra bir ezgi dolanmalıydı dilimize
Bıkmadan
Usanmadan söylemeliydik
Kadehleri bir bir devirmeli
Bu kez
Özgürlüğe içmeliydik...
Özgür olmak vardı şimdi
Kuşlar kadar özgür
Kuşlar teknenin kaptanı olmalıydı
Türküleri katmalıydık onlara da
Bizimle şakımalılardı...
Anam,
Babam,
Ben
Ve çoğalttıklarımız
Gitmeliydik o gece
Bağıra bağıra!
Ama sessizce uzaklaşmalıydık
Bitmeyen bir yolculuk olmalıydı
Özgürlüğe uzanan bir yolculuk adı
Şimdi Kuşlar kadar özgür olmak vardı
Sevgilerimle,
Tuğba Özay Paşakapı Cezaevi
Düzenleme;Ömer Sabri KURŞUN
DÜŞSEL BİR SEY-İR…
Kokuşmuş dünyanın, kokuşmuş bir kentinin, ortasında yürüyorum.
Her gece rüyamda gördüğüm, çıkmaz o dar uzun sokaklar. Gölgemin yakasına bedenimi iliklemişim sürükleniyorum.
Ensemde derin derin kızgın bir soluk ama zafer kazanmış bir soluk… Yüreğimin tam orta yerinde koca bir kara delik… Sebebini bilmediğim korkular…
Kilitli kalplerin kapıları zorluyorum…
Kokuşmuş bir kentin tam ortasından geçiyorum, ki sükûtu hayal dilim lal…
Rüzgâr sıyırırken tozlu ve kirden arınamayan kaldırımları, mevsimi gelmeden dalından bıkıp yere düşmüş,mevsimsiz sararmış yaprakların hüzün dansını izliyorum…
Cam bir vazo gibi düşüyor hayat, parmak uçlarımdan yere, karışır zamansız düşen yaprakların üstüne…
Öylece bakıyorum ve bırakıyorum bakışlarımı bu kirli karmaşanın üzerine, bakışımı ben görsem ben korkarım.
İşte diyorum işte bu; işgal edilmiş bir hayat paramparça ayaklarımın dibinde… Yitik aşklar, sahte dostluklar, yorgun bir hayatın çığlıkları…
Kulağımı tırmalayan sesiz bir ses sessizliğin içinde, kokuşmuş dünyanın, kokuşmuş kentinde yankılanır gecenin sessizliğinde, çarpar çıkmaz sokağın o dar uzun yolunda sıvaları dökülmüş duvarlarına…
Gözlerimi çekmek istiyorum dünyadan ve dünyada yaşanılanlardan.
Başka bir göz değil, başka bir görüntü görmek için çekilmek istiyorum bu manzaradan...
Nicedir seyrindeyim hayatın.
Önce mavi yeşil ülkemin üzerinde gezdirdim en derin bakışımı.Uzaktan bakınca sadece yeşildi düzlükleri ve boncuk boncuk maviliklerle süslenmişti terli coğrafyası.Nazar değmesin diye mavi boncuklar takmış bedenine ve teninin rengini yeşille örtmüş bir gizem abidesi gibi duruyordu gökyüzünden.
Teninin kıvrımları ince ve zarif,yüzünde dev bir geçmişin derin izleri.
Öylece sere serpe duruyordu göz seyrimde.
Yaklaştıkça mavisi suya döndü.Eriyik bir buz gibi yayılıyor ve büyüyordu mavinin hacmi yeşilliklerse bir bir seçilir oluyordu ufkun ötesinden.
Teninin kahvesi daha bir sırıtıyordu uzaktan görünen mavi-yeşiline inat.
Ayrıntılara yaklaşırken görülenler içinde görünmeyenler görünür oluyordu artık.
Bir anda ayrıntı yığını bir manzara serildi gözler önüne...
Kurak çöller.Yıkık harabeler. Renksiz hayatlar ve gözle görülmesi mümkün olmayan atomsu casuslar.Ve daha neler neler...
Yaklaştıkça görüntüsü bozulan ekranımı karıncalar istila ederken,uzaktan gördüğüm muhteşem manzarayı belki yeniden görürüm ümidiyle,hayatımın anteniyle oynuyordum.Döktüğüm terlerin ağırlığınca çekiliyordu karıncalarda istila ettikleri ekranımdan.
Ve netleşiyordu her şey yavaş yavaş…
Milyon göz vardı,gökyüzünden gördüğüm manzarayı arayan…
Milyon el vardı,maviyi,yeşili yerli yerine koymaya çalışan.
Milyon yürek vardı aşkla,o manzarayı duyumsayan.
Milyon düşünce vardı karanlığı ışıtmaya yol arayan.
Milyon beden vardı terli bir coğrafyada terini kurutmaya çalışan.
Ve binler vardı tüm bunları alt etmeye uğraşan.
Çekildim aralarından ve döndüm yüzümü karmakarışık bu manzaran.Kalsam yitik bir göz,kırık bir kalp,yorgun bir beden olup kaybolacaktım aralarında. Gitmek gerekti o an en uzak görüntüsünün kıyısına. Bir kez daha bakmak ve her bir milyona bir umut toplayıp yıldızlardan,yeniden düşmek gerekti ortalarına.
Bu yüzden karışmadan fikirlerine,dokunmadan eylemlerine ve tutunmadan hiç birine çekilmek gerekti kozmopolitin korkutan yüzünden.
Yüzümü dünyaya çevirdiğimde,göz bebeklerime çarpan bir ateş topuyla kana bulandı bakışlarım.Göz gözü görmeyen bir sis ve duman içinde yükselen alevlerde yanan ruhların,acı iniltileriyle sarsılırken evren,ateşi yakan eller gerisin geri çekiliyordu hayatın beyaz çehresinden.
Kirli ve kanlı eller dünyayı karışlarken karanlık içinde.Kör gözlerle birbirlerine sarılıyorlardı yılansı bedenleriyle.Alevler sönüp ,isli bulutlar çekildiğinde üzerlerinden o an fark edecekler ki; kirli ve kanlı elleriyle sarıldıkları ve ölümüne sebep oldukları kendilerinden başkası değildi.
O hazin sonlarını da görerek çekiyorum bakışımı karanlık dünyanın son perdesi üzerinden.
Şimdi ;
Yeni bir manzarada yeni bir dünyanın ve yeni hayatların kuruluşunun heyecanına ortak ediyorum gözlerimi.
Sabır,Umut ve İnançla….
27 09 2009
Ömer Sabri Kurşun
24 Eylül 2009 Perşembe
Sadece dur burada...
sesim değişik gelebilir biraz
AMA SEN ANLARSIN BANA KATLANIRSIN...
tuhaf laflar edebilirim seni belki üzebilirim
AMA SEN SUSARSIN ÇÜNKÜ BENİ TANIRSIN...
öyle çabuk kızma derdine
BUKADARDA KOLAY ALINMA
o zaman beni sar hadi sarıl bana
DEĞİŞMEZ HUYLAR BİLİRSİN
bikerede sen dene alışmayı
BEN GÖĞSÜNE YATARKEN ÖYLE DERİN NEFES ALMA
Bu ara ihtiyacım var sana ellerimi sakın bırakma
Bana huzur veren tek yer senin yanın unutma.
FAZLA BİŞİ İSTEMEM SADECE DUR BURDAAA...!!!
22 Eylül 2009 Salı
Sol Yanım...
Sol Yanım donmuş sanırım...
Elini yüreğime koyduğunda anladım hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olamayacağını.
Zaman, sana geç kaldığımı yüzüme haykırdığında durmuştu zaten. Kurmayı unutmuştuk saati ve akrep tam yalnızlığımın üzerinde duruyordu.
Yelkovan sensizliği gösteriyordu...
Demek ki zamansız girmiştin rüyalarıma! Ya da ben mi gözlerim açıkken uyumaktaydım bilmiyorum…
Benimde sevgiye susamış gönlümün bir finali olmalı diyordum...
Her takatsiz kaldığımda, soluklanıp nefes alabileceğim bir durak olmalıydı nefesin. Bir sokak tavanından yırtılmışçasına çağlayan duyguların altında ıslanmalıydı yüreğim.
Beş para etmez insanların arasında paha biçilemez olmalıydın. Ben kaçtıkça yapışmalıydı üzerime sevdan.
Demir atılacak kadar onurlu saymalıydın yüreğimi…
Ama senin suçun yok biliyorum;
Hayat iste! Bekliyordum, alacağım vardı her şeyi bıraktığım zamandan. Acılar hayallerimi sıyırarak yüreğime düştüğünde anladım kimsesizliğimi...
Nöbetçi çareler aramaktayım isyanlarıma. Acılarımı yama yapıp mısralarıma, satıyorum simdi fütursuzca yarınlarımı…
Ask zannediyorum satırlarda yasamayı. Kaç yara bandı kapatır ki bedeli çoktan ödenmiş acıları...
Korkmalı mıydım? Sevmeli miydim? Yasamalı mıydım?
Hangi sorunun cevabına denk gelirdi ki hayat...
Hadi ağla yüreğim, yine vakitsiz ringe atılıyor havlu, yine ıslanıyorum yağmursuz.
Yine çırılçıplak bir düşün ortasında uyanıyorum mutsuzluğa.
Doğruyu arayıp yanlış denklemde boğulma çabasında duygularım. Kim çıkartacak bana yakışmayan tuvalden renklerimi...
Kim yeniden boyayacak gözlerimi. Kim ısıtacak yüreğimi...
Yoksa aracın kaloriferlerine mi yapışmalı ellerim!..
Kimsenin sucu yok biliyorum.
Ödenmemiş fatura gibi her seferinde kesilen benim gülüşlerim, bu benim yanılgılarım...
Her çizdiğim resim de biraz mühür lekesi, biraz kelepçe…
Dokunulmazlığa sarıyordu her şeyi kader. Bense adına hayat dediğim geçmişimi topluyordum günlüklerden. Belki de sevgiliye yazılmış şiirlerden...
Haydi, çek artık yüreğimden ellerini... Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak hayatta...
Ondandır hala hissizlik geçiyor üzerimden... Saat, gitmeye kurulmalı bu kez...Bu kez nedensiz olmamalı hiçbir şey...
Ve “hoş” kal dememeliyim sevgili; biliyorum kimse hoş kalmıyor ayrılırken...
Öylece git sessizce.
Söylenmemiş ve yaşanmamış hayallerle...
Sevildiğini bilmeden.
Giderken bulduklarını yerli yerinde bırak...
Yalnızca sol yanımın çığlıklarını topla sessizce.
Hiç gelmemiş gibi öylece git ve sakın kimseler duymasın kimsesiz kaldığımı!..
Sessizce git, sakın kimseyi uyandırmadan aşk uykusundan. Kalbime bile duyurmadan... sen bile ayak seslerini duymadan… Sessizce git...
22 Eylül 2009
Ömer Sabri Kurşun
19 Eylül 2009 Cumartesi
Martım!..
Sahil çok kalabalık buğun...Sen sevmezsin kalabalıkları biliyorum martım...
Yazmak benim neyime aslında...Yazmak bile istemiyorum...
Bir yaz güneşinden ödünç aldığın yüzünü görüyorum buralardan...
Yarım kalmış mutluluklarla dolu olan ruhunu yansıtan yüzünü...
Napayım martım...Sıkılmaktan sarılıyorum “yokluğuna” senin...
Sarılıyorum belki kendimden kaçmak adına yazdıklarım...
Koyu lacivert dragosun denizine yaslanmış bir parkın köhne banklarında oturuyorum…Belkide denizin en derin mavisine...
Denizin iyot kokusunu her içime çekişimde kendi yalnızlığımın kokusunu duyuyorum…O keskin ve acı veren kokuyu...
Belki de “bir tek seni bu kadar çok sevdiğim için” korkuyorum karanlıkta kalmaktan...
Gökyüzünde yıldızlarımda yok...
Dağlarımda yağmurlarımda yok…cisil cisil çiğ damlacığı gibi yağacak...
Ruhumun karanlığını aydınlatan yaz güneşinden kalma bi gündeyim sadece…
Bakma sen bankın etrafındaki çiçek bahçesine...
Onlarda gül kokusunu unutmuşlar benim gibi...
Hani Paraya en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda, hiç beklemediği bir anda karşısına onun için çok değerli olan büyük bir elmas çıkan fakir bir köylü bulduğunu kaybetmekten nasıl korkar ve onu bir an için bile yanından ayırmak istemezse bende öyle korkuyorum seni kaybetmekten...
Ve istemiyorum beni bırakıp gitmeni bu kalabalıklarda…
Belki de “sana bu kadar çok bağlandığım için” korkuyorum yalnız kalmaktan...
Çünkü ben senin sıcaklığın eritinceye kadar hiç kıramamıştım…
O yalnız yaşadığım karanlık soğuk odanın duvarlarını…
Ve biliyorum ki sen bana arkanı döndüğünde odamın içi yine soğumaya başlayacak ve ben yine duvarlarımın arasında terkedilmiş yalnızlığıma döneceğim martım...
Canımda bir acı,canımda içli bir yüklem, nemli ve ağlamaklı...
Gözlerimden okunuyor bu yara,bedenimden çıkıyor sensizliğin hüznü...
Kederli bir mutluluk belkide yaşamak...Buna yaşamak denirse...
Büyük bir zaman,büyük bir alan içindeki her işte birbirine tamda uymayan bir renk...
Zaman zamana bir an diğer bir an’a ne kadar uymuyorsa içimizde özlenenleri de bir heyecana sığdırmak güç oluyor belkide...
Her an’ın kıymeti bilinseydi,şimdi “özlem” diye bir kelime doğmamış olurdu değilmi Martım...
Sonunda kavuşma varsa kelimelerin anlamı değişir birden…
Sonrasında hasretlik olmaz duygularımız hep körelirdi değilmi,
Bir zamanı heyecanla içten beklemek ne güzeldir...Her heyecan bir bekleyişse eğer...
Sonunda sevimli yüzü ile bize dönecek, birde sabırsızlık eklenir ne coşulur ortada...
İyi hazırlandığın bir sınav sonrasını heyecan içinde zaman tüketerek geçirebilmek,sonuca bir an önce kavuşmak için yürek çarpıtmak,iyi ve doğru bir son ile koşuşturmak...
Bir bebeği beklemek sonunda geleceği bir zaman olan bu günleri heyecanla sabırsızca tüketmek yine coşkuyla heyecanla hayal ve umutlarla...
Bir aşkın ilk zamanlarında sevgiliyi beklemek, yarını,bugünü,dünü,hepsini özlemle sevgiyle anmak bir sonraki güne sabırsız fakat umutla başlayabilmek ve onunla...
Bir şarkıyı beklemek,sırası geldiğinde çalacak olan bize yine beklediğimiz özlemleri anımsatacak şarkıyı...Bir işin son deminde bakınmak,son noktayı koyabilmek ve peşinden bekleyişe prim vermek,yarışmak...
Çok acıkıldığında, gelecek menüyü, yemeğimizi beklemek yine sabırsız bir hevesle, peşinden yakaladığımızda tüketmek...
Bir kitabı okumaya başlamak...
Peşinden bizi sürüklerken ki sonuca bir an önce kavuşmak,netleşmek...
Kana kana su içmeyi beklemek,özlenen sevgiliden de çok büyük bir berraklıkla içimize doğru bir damla yine ve heyecanla...
Özlenen o “sevgiliyi” bulabilmek belkide yüreğinde...Sevdiceğimsin diye sarılabilmek...
Kalp atışları yaratmak,sevdalı gözlere bunu sormak...
Bin dilde yaymak adını...
Hep bir çizgi ve renge verebilmek,Güneşi avuç içlerine sürüp el ele tutuşmak...
Yine çok şey yazdım sanırım sana martım...
Galiba ellerimiz daha çok yanacak...
Yüreğimizdeki duygularımızı yazamasam da...yansıtamasam da...
Önüne ve ardına bir sıfat eklemeden “seni seviyorum” martım...
Başka sevdiceğim yok ki...

Son durak...
Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
Yerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!






![https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9Y1eFbrcS-83J670vDOxLZSnGJLnoBEkSFe3yZPEqdlbBYfFlOokeNeoFFPVLG9io5QxlJMe3wMLt5jHFmxLAOK1oEzObtWZgMsmRvpahdklm5ZymoQgBBh01ifewzUIVdiRGvPpzUwwY/s1600/diploma.gif)
