
Sahil çok kalabalık buğun...Sen sevmezsin kalabalıkları biliyorum martım...
Yazmak benim neyime aslında...Yazmak bile istemiyorum...
Bir yaz güneşinden ödünç aldığın yüzünü görüyorum buralardan...
Yarım kalmış mutluluklarla dolu olan ruhunu yansıtan yüzünü...
Napayım martım...Sıkılmaktan sarılıyorum “yokluğuna” senin...
Sarılıyorum belki kendimden kaçmak adına yazdıklarım...
Koyu lacivert dragosun denizine yaslanmış bir parkın köhne banklarında oturuyorum…Belkide denizin en derin mavisine...
Denizin iyot kokusunu her içime çekişimde kendi yalnızlığımın kokusunu duyuyorum…O keskin ve acı veren kokuyu...
Belki de “bir tek seni bu kadar çok sevdiğim için” korkuyorum karanlıkta kalmaktan...
Gökyüzünde yıldızlarımda yok...
Dağlarımda yağmurlarımda yok…cisil cisil çiğ damlacığı gibi yağacak...
Ruhumun karanlığını aydınlatan yaz güneşinden kalma bi gündeyim sadece…
Bakma sen bankın etrafındaki çiçek bahçesine...
Onlarda gül kokusunu unutmuşlar benim gibi...
Hani Paraya en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda, hiç beklemediği bir anda karşısına onun için çok değerli olan büyük bir elmas çıkan fakir bir köylü bulduğunu kaybetmekten nasıl korkar ve onu bir an için bile yanından ayırmak istemezse bende öyle korkuyorum seni kaybetmekten...
Ve istemiyorum beni bırakıp gitmeni bu kalabalıklarda…
Belki de “sana bu kadar çok bağlandığım için” korkuyorum yalnız kalmaktan...
Çünkü ben senin sıcaklığın eritinceye kadar hiç kıramamıştım…
O yalnız yaşadığım karanlık soğuk odanın duvarlarını…
Ve biliyorum ki sen bana arkanı döndüğünde odamın içi yine soğumaya başlayacak ve ben yine duvarlarımın arasında terkedilmiş yalnızlığıma döneceğim martım...
Canımda bir acı,canımda içli bir yüklem, nemli ve ağlamaklı...
Gözlerimden okunuyor bu yara,bedenimden çıkıyor sensizliğin hüznü...
Kederli bir mutluluk belkide yaşamak...Buna yaşamak denirse...
Büyük bir zaman,büyük bir alan içindeki her işte birbirine tamda uymayan bir renk...
Zaman zamana bir an diğer bir an’a ne kadar uymuyorsa içimizde özlenenleri de bir heyecana sığdırmak güç oluyor belkide...
Her an’ın kıymeti bilinseydi,şimdi “özlem” diye bir kelime doğmamış olurdu değilmi Martım...
Sonunda kavuşma varsa kelimelerin anlamı değişir birden…
Sonrasında hasretlik olmaz duygularımız hep körelirdi değilmi,
Bir zamanı heyecanla içten beklemek ne güzeldir...Her heyecan bir bekleyişse eğer...
Sonunda sevimli yüzü ile bize dönecek, birde sabırsızlık eklenir ne coşulur ortada...
İyi hazırlandığın bir sınav sonrasını heyecan içinde zaman tüketerek geçirebilmek,sonuca bir an önce kavuşmak için yürek çarpıtmak,iyi ve doğru bir son ile koşuşturmak...
Bir bebeği beklemek sonunda geleceği bir zaman olan bu günleri heyecanla sabırsızca tüketmek yine coşkuyla heyecanla hayal ve umutlarla...
Bir aşkın ilk zamanlarında sevgiliyi beklemek, yarını,bugünü,dünü,hepsini özlemle sevgiyle anmak bir sonraki güne sabırsız fakat umutla başlayabilmek ve onunla...
Bir şarkıyı beklemek,sırası geldiğinde çalacak olan bize yine beklediğimiz özlemleri anımsatacak şarkıyı...Bir işin son deminde bakınmak,son noktayı koyabilmek ve peşinden bekleyişe prim vermek,yarışmak...
Çok acıkıldığında, gelecek menüyü, yemeğimizi beklemek yine sabırsız bir hevesle, peşinden yakaladığımızda tüketmek...
Bir kitabı okumaya başlamak...
Peşinden bizi sürüklerken ki sonuca bir an önce kavuşmak,netleşmek...
Kana kana su içmeyi beklemek,özlenen sevgiliden de çok büyük bir berraklıkla içimize doğru bir damla yine ve heyecanla...
Özlenen o “sevgiliyi” bulabilmek belkide yüreğinde...Sevdiceğimsin diye sarılabilmek...
Kalp atışları yaratmak,sevdalı gözlere bunu sormak...
Bin dilde yaymak adını...
Hep bir çizgi ve renge verebilmek,Güneşi avuç içlerine sürüp el ele tutuşmak...
Yine çok şey yazdım sanırım sana martım...
Galiba ellerimiz daha çok yanacak...
Yüreğimizdeki duygularımızı yazamasam da...yansıtamasam da...
Önüne ve ardına bir sıfat eklemeden “seni seviyorum” martım...
Başka sevdiceğim yok ki...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder