Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

24 Eylül 2009 Perşembe

Sadece dur burada...




http://kursunsabriomer.blogspot.com

BUGÜN BİRAZ GERGİNİM YİNE
sesim değişik gelebilir biraz
AMA SEN ANLARSIN BANA KATLANIRSIN...
tuhaf laflar edebilirim seni belki üzebilirim
AMA SEN SUSARSIN ÇÜNKÜ BENİ TANIRSIN...
öyle çabuk kızma derdine
BUKADARDA KOLAY ALINMA
o zaman beni sar hadi sarıl bana
DEĞİŞMEZ HUYLAR BİLİRSİN
bikerede sen dene alışmayı

BEN GÖĞSÜNE YATARKEN ÖYLE DERİN NEFES ALMA
Bu ara ihtiyacım var sana ellerimi sakın bırakma
Bana huzur veren tek yer senin yanın unutma.



GÜN VARINCAYA KADAR SABAHA SAKIN HİÇ BİRYERE KALKMA,
FAZLA BİŞİ İSTEMEM SADECE DUR BURDAAA...!!!







22 Eylül 2009 Salı

Sol Yanım...



Sol Yanım donmuş sanırım...

Elini yüreğime koyduğunda anladım hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olamayacağını.
Zaman, sana geç kaldığımı yüzüme haykırdığında durmuştu zaten. Kurmayı unutmuştuk saati ve akrep tam yalnızlığımın üzerinde duruyordu.
Yelkovan sensizliği gösteriyordu...
Demek ki zamansız girmiştin rüyalarıma! Ya da ben mi gözlerim açıkken uyumaktaydım bilmiyorum…

Benimde sevgiye susamış gönlümün bir finali olmalı diyordum...
Her takatsiz kaldığımda, soluklanıp nefes alabileceğim bir durak olmalıydı nefesin. Bir sokak tavanından yırtılmışçasına çağlayan duyguların altında ıslanmalıydı yüreğim.
Beş para etmez insanların arasında paha biçilemez olmalıydın. Ben kaçtıkça yapışmalıydı üzerime sevdan.
Demir atılacak kadar onurlu saymalıydın yüreğimi…

Ama senin suçun yok biliyorum;
Hayat iste! Bekliyordum, alacağım vardı her şeyi bıraktığım zamandan. Acılar hayallerimi sıyırarak yüreğime düştüğünde anladım kimsesizliğimi...
Nöbetçi çareler aramaktayım isyanlarıma. Acılarımı yama yapıp mısralarıma, satıyorum simdi fütursuzca yarınlarımı…

Ask zannediyorum satırlarda yasamayı. Kaç yara bandı kapatır ki bedeli çoktan ödenmiş acıları...
Korkmalı mıydım? Sevmeli miydim? Yasamalı mıydım?
Hangi sorunun cevabına denk gelirdi ki hayat...

Hadi ağla yüreğim, yine vakitsiz ringe atılıyor havlu, yine ıslanıyorum yağmursuz.
Yine çırılçıplak bir düşün ortasında uyanıyorum mutsuzluğa.

Doğruyu arayıp yanlış denklemde boğulma çabasında duygularım. Kim çıkartacak bana yakışmayan tuvalden renklerimi...
Kim yeniden boyayacak gözlerimi. Kim ısıtacak yüreğimi...
Yoksa aracın kaloriferlerine mi yapışmalı ellerim!..

Kimsenin sucu yok biliyorum.
Ödenmemiş fatura gibi her seferinde kesilen benim gülüşlerim, bu benim yanılgılarım...
Her çizdiğim resim de biraz mühür lekesi, biraz kelepçe…
Dokunulmazlığa sarıyordu her şeyi kader. Bense adına hayat dediğim geçmişimi topluyordum günlüklerden. Belki de sevgiliye yazılmış şiirlerden...

Haydi, çek artık yüreğimden ellerini... Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak hayatta...
Ondandır hala hissizlik geçiyor üzerimden... Saat, gitmeye kurulmalı bu kez...Bu kez nedensiz olmamalı hiçbir şey...

Ve “hoş” kal dememeliyim sevgili; biliyorum kimse hoş kalmıyor ayrılırken...

Öylece git sessizce.
Söylenmemiş ve yaşanmamış hayallerle...
Sevildiğini bilmeden.
Giderken bulduklarını yerli yerinde bırak...
Yalnızca sol yanımın çığlıklarını topla sessizce.
Hiç gelmemiş gibi öylece git ve sakın kimseler duymasın kimsesiz kaldığımı!..
Sessizce git, sakın kimseyi uyandırmadan aşk uykusundan. Kalbime bile duyurmadan... sen bile ayak seslerini duymadan… Sessizce git...


22 Eylül 2009
Ömer Sabri Kurşun

19 Eylül 2009 Cumartesi

Martım!..

http://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Sahil çok kalabalık buğun...Sen sevmezsin kalabalıkları biliyorum martım...

Yazmak benim neyime aslında...Yazmak bile istemiyorum...


Bir yaz güneşinden ödünç aldığın yüzünü görüyorum buralardan...
Yarım kalmış mutluluklarla dolu olan ruhunu yansıtan yüzünü...
Napayım martım...Sıkılmaktan sarılıyorum “yokluğuna” senin...
Sarılıyorum belki kendimden kaçmak adına yazdıklarım...


Koyu lacivert dragosun denizine yaslanmış bir parkın köhne banklarında oturuyorum…Belkide denizin en derin mavisine...
Denizin iyot kokusunu her içime çekişimde kendi yalnızlığımın kokusunu duyuyorum…O keskin ve acı veren kokuyu...
Belki de “bir tek seni bu kadar çok sevdiğim için” korkuyorum karanlıkta kalmaktan...


Gökyüzünde yıldızlarımda yok...
Dağlarımda yağmurlarımda yok…cisil cisil çiğ damlacığı gibi yağacak...
Ruhumun karanlığını aydınlatan yaz güneşinden kalma bi gündeyim sadece…
Bakma sen bankın etrafındaki çiçek bahçesine...
Onlarda gül kokusunu unutmuşlar benim gibi...


Hani Paraya en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda, hiç beklemediği bir anda karşısına onun için çok değerli olan büyük bir elmas çıkan fakir bir köylü bulduğunu kaybetmekten nasıl korkar ve onu bir an için bile yanından ayırmak istemezse bende öyle korkuyorum seni kaybetmekten...


Ve istemiyorum beni bırakıp gitmeni bu kalabalıklarda…
Belki de “sana bu kadar çok bağlandığım için” korkuyorum yalnız kalmaktan...


Çünkü ben senin sıcaklığın eritinceye kadar hiç kıramamıştım…
O yalnız yaşadığım karanlık soğuk odanın duvarlarını…
Ve biliyorum ki sen bana arkanı döndüğünde odamın içi yine soğumaya başlayacak ve ben yine duvarlarımın arasında terkedilmiş yalnızlığıma döneceğim martım...


Canımda bir acı,canımda içli bir yüklem, nemli ve ağlamaklı...
Gözlerimden okunuyor bu yara,bedenimden çıkıyor sensizliğin hüznü...
Kederli bir mutluluk belkide yaşamak...Buna yaşamak denirse...
Büyük bir zaman,büyük bir alan içindeki her işte birbirine tamda uymayan bir renk... 


Zaman zamana bir an diğer bir an’a ne kadar uymuyorsa içimizde özlenenleri de bir heyecana sığdırmak güç oluyor belkide...
Her an’ın kıymeti bilinseydi,şimdi “özlem” diye bir kelime doğmamış olurdu değilmi Martım...


Sonunda kavuşma varsa kelimelerin anlamı değişir birden…
Sonrasında hasretlik olmaz duygularımız hep körelirdi değilmi,
Bir zamanı heyecanla içten beklemek ne güzeldir...Her heyecan bir bekleyişse eğer...


Sonunda sevimli yüzü ile bize dönecek, birde sabırsızlık eklenir ne coşulur ortada...
İyi hazırlandığın bir sınav sonrasını heyecan içinde zaman tüketerek geçirebilmek,sonuca bir an önce kavuşmak için yürek çarpıtmak,iyi ve doğru bir son ile koşuşturmak...


Bir bebeği beklemek sonunda geleceği bir zaman olan bu günleri heyecanla sabırsızca tüketmek yine coşkuyla heyecanla hayal ve umutlarla...
Bir aşkın ilk zamanlarında sevgiliyi beklemek, yarını,bugünü,dünü,hepsini özlemle sevgiyle anmak bir sonraki güne sabırsız fakat umutla başlayabilmek ve onunla...


Bir şarkıyı beklemek,sırası geldiğinde çalacak olan bize yine beklediğimiz özlemleri anımsatacak şarkıyı...Bir işin son deminde bakınmak,son noktayı koyabilmek ve peşinden bekleyişe prim vermek,yarışmak...
Çok acıkıldığında, gelecek menüyü, yemeğimizi beklemek yine sabırsız bir hevesle, peşinden yakaladığımızda tüketmek...
Bir kitabı okumaya başlamak...


Peşinden bizi sürüklerken ki sonuca bir an önce kavuşmak,netleşmek...
Kana kana su içmeyi beklemek,özlenen sevgiliden de çok büyük bir berraklıkla içimize doğru bir damla yine ve heyecanla...
Özlenen o “sevgiliyi” bulabilmek belkide yüreğinde...Sevdiceğimsin diye sarılabilmek...


Kalp atışları yaratmak,sevdalı gözlere bunu sormak...
Bin dilde yaymak adını... 


Hep bir çizgi ve renge verebilmek,Güneşi avuç içlerine sürüp el ele tutuşmak...


Yine çok şey yazdım sanırım sana martım...
Galiba ellerimiz daha çok yanacak... 


Yüreğimizdeki duygularımızı yazamasam da...yansıtamasam da...
Önüne ve ardına bir sıfat eklemeden “seni seviyorum” martım...
Başka sevdiceğim yok ki...






http://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.com




(a)


Küçük Çeşmenin Tatlı Suyu


http://kursunsabriomer.blogspot.com

                                             Çeşmeden şırıl şırıl
                                             Nereye koşuyorsun?
                                             Kimsecikler yokken yanında,
                                             Susuyorsun.

                                             Ama,
                                             Eğilip avuç avuç
                                             İçince coşuyorsun.

                                             Susuzluktan ağzın kuru.

                                             Koşup yanına gelince,
                                             İki kardeş gibi özlemle,
                                             Elimi, yüzümü
                                             Ve sonra
                                             Yüreğimi okşuyorsun.

                                             Kim bilir kaç yıldır böylesine,
                                             Hiç bitmez türkülerle seslendiğin...
                                             Ağaca, toprağa, çiçeğe.

                                             Bana ümit ve mutluluk,
                                             Onlara kan taşıyorsun.

                                             Bir elin kaynaklara uzanmış,
                                             Arkanda kır çiçekleri.
                                             Yanı başında ağaç, bahçede meyve,
                                             Az ötede şu oynayan çocuklar...

                                             Dostça, kardeş kardeşe,
                                             Ne güzel yaşıyorsun!


                                             Rıfkı Kaymaz


(a)


18 Eylül 2009 Cuma

Şiir Gibi Yaşamak ...



















Yeniden yaşama şansım olsaydı
Şiir tadında sürdürmek isterdim hayatı
Devam etsin diye, virgüllerden ayrılmaz
Hiç koymazdım satır sonlarına noktayı
Hep heyecanlarım olsun diye sık kullanırdım ünlemleri
Soluksuz yaşamak için, kaldırırdım kesik çizgiyi
Asla bırakmazdım şiirde yapılan teşbihleri
Şiirimde yaşananların, yazılan repliklerin
Ezberlettiğim kişileri hep olmalıydı
Birinci ve ikinci tekil şahıs kahramanları
Kesinlikle bozmamak için büyüyü
Sokmazdım araya üçüncü tekil şahısları
Ve öyle lirik, romantik bitirirdim ki
Duygu dolu dizelerin sonlarını
Sonsuza dek sürsün diye uzatırdım
Hiç bitmeyen üç noktaları...

18 09 2009
Ömer Sabri Kurşun





Dostluk...


Biz Mevlana'nın torunuyuz; Yaratandan dolayı severiz Yaratılanı…
Bu güne dek birçok değerli kalem dostluk üzerine yazmıştır. Bende zaman zaman yazdım ama her zaman ustaların karşısında haddimi bilerek yazdım, bir iddiası olmaz hiçbir zaman kalemimin yazmak konusunda, takdir dostlarımdandır…
Dostlarım bu gün sizlere her birinden ders çıkaracağımız üç hikâye ile başlıyorum güne. Ve hikâyeler arasına konuyla ilgili şu an ki mevcut durumu değerlendirmek ve bunlarla bununla ilgili tespitte bulunduğum bazı düşüncelerimle desteklemeye çalıştım.
Bilemiyorum tabi ki; var olan O sesin hükmüne uyup kalemim yazabildi mi düşüncelerimi bu konuyla ilgili anlatabildim mi?
Takdir siz okuyan dostlarıma kalmış.... Anlayan anlamıştır, anlayanlar anlamayana anlatır. Çünkü benim yolum uzun, sırtımda bir yük yürüyorum bir bilinmeze…

Dostluk nedir?
Herhalde bir gösteriş, birine, aynı cinse, kadınsan erkeğe, erkeksen kadına karşı kendini beğendirme çabası, bir moda, bir gelgeç ruh hali değil... Sempati… İlgi… Bağlılık.. Yüceltme… Taçlandırma...
Sorumluluk duyma… Yürekten algılama… Bakışlarla anlaşma… Ses tonuyla destek verme…
Kesintisiz ilişki… Kayıp olmaz, yitmez. Yoktan var olmaz bir duygu…
Bunların hepsi bir araya gelip, zaman içinde gıdım gıdım birikerek dostluğun çimentosunu oluşturuyor.

Gazetelerde okuyoruz. TV'lerde seyrediyoruz. Sağda, solda konuşmalarda adı geçiyor:
Güzel yemek yeme dostu… Edebiyat dostu… Türk Sanat Müziği dostu… Çocukların dostu… Halkın dostu…

Dostluklar nasıl oluşuyor? Dostluk nedir? Unuttuk… Bu hızlı kent hayatı, dostluk duygusunu aklımızdan aldı… Yüreğimizden çaldı... Aldı götürdü nereye attı bilinmez...

*Sokrates'e öğrencileri sormuş:
Dostluk nedir?
Sokrates de onlara şu yanıtı vermiş; "Çocukluğumdan beri arzuladığım bir şey vardır.
Kimi insan atları olsun ister... Kimi insan köpekleri… Kimisi altını, kimisi de şanı, şerefi…
Bense bir dostum olsun isterim..." Demiş…

*Nasrettin Hoca bir Cuma günü camide cemaate namaz kıldırmak üzere ezan okunsun diye bekliyormuş.
Bir adam gelmiş. “Hocam” demiş! “Eşeğimi yitirdim…”
Hoca da adama; “Şu namazı kıldıralım, senin eşeğin çaresine bakarız” demiş.
Hoca namazı kıldırmış, vaazını vermiş ve cemaate dönmüş:
İçinizde, bir dostuyla birlikte bir bardak çay dahi olsa içmeyip saatlerce konuşmamış; dostuyla sekiz saatlik yürüyüşe çıkıp, yanındaki ile hiç konuşmadığı halde sıkılmadan yürüyüşünü tamamlamış; bir cenaze evine gidip başsağlığı dileyip, cenaze yakınlarının acısını paylaşmamış; düğün evine gidip, düğün sahiplerinin sevincini paylaşmamış; komşusunun kapısını çalıp hiç hal hatır sormamış biri var mı?” diye sormuş.
Arka sıralarda saf tutmuş bir kişi: “Ben varım hocam” demiş.
Hoca eşeğini yitiren adama dönmüş ve: “Al bu adamı git, bundan büyük eşek olur mu? Yitirdiğin eşeğin yerine kullanırsın” demiş.

Demek istemiş ki. Dostun yoksa eşekten farkın ne? Gerçek dostluk fayda ve menfaati paylaşabilmektir...

*Mevlâna’ya yakın müritlerden biri şöyle bir hikâye nakleder:
“Bir gün arkadaşımla birlikte gezmeye gidiyorduk. Uzaktan Mevlâna’nın tek başına gitmekte olduğunu gördük. Biz de ona ayak uydurarak onun peşinden takibe koyulduk. Mevlâna arkasına bakıp bizleri gördü ve:
–Siz arkadan yalnız geliniz, başka kimse gelmesin. Kalabalıktan hoşlanmıyorum. Benim halktan kaçışımın sebebi, onların el öpmek ve önümde eğilip saygı göstermek belâsından kurtulmak içindir, dedi.
Gerçekten Mevlâna herkesin onun elini öpmesinden ve önünde baş koymasından son derece incinirdi. Aşağı tabakadan olan insanlara ve talihsiz kimselere karşı büyük bir gönül alçaklığı gösterir, onların önünde eğilirdi. Bundan sonra Mevlâna yoluna devam etti, biraz ilerleyince bir virâneye geldik. Orada birkaç köpek birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş, uyuyorlardı.
Arkadaşım:
–Bu biçareler arasında ne kadar güzel bir birlik vardır; ne güzel uyuyorlar ve birbirleriyle ne kadar da güzel sarmaş dolaş olmuşlar, dedi. Bunun üzerine Mevlâna:
-Evet, dedi; sen bunların arasındaki dostluğun ve birliğin ne kadar samimi olduğunu bilmek istersen, onların aralarına bir leş veya bir ciğer atıver. O zaman bu dostluğun nasıl bir dostluk olduğunu görürsün. İşte bu gördüğün dünya ehli ve dünya malına tapanların aralarındaki dostluk da böyledir. Aralarında bir garez veya menfaat olmadıkça birbirlerinin dostudurlar; fakat dünyalık bir şey aralarına girince nice senelik namus ve şereflerini boşa verirler ve aralarındaki tuz ekmek hakkını bir tarafa atarlar.”

İnsanoğlu biriktiren yaratık...
Şan, şöhret biriktiriyor... Süper zenginse boğazda, Bodrum’da villa biriktiriyor. Tablo biriktiriyor.
Repoda para kasalarda naftalin kokulu döviz, antika biriktiriyor.
Antika lambalar, cam şişeler, eski koltuklar, tesbihler, tombaklar biriktiriyor.
Âlimse kitap biriktiriyor. Cahilse kin biriktiriyor.
Dost biriktirmeyi içimizde kaç kişi deniyor?

“Güzel hayat isteyen, Güzel insanlar biriktirsin.”
Cemal Süreyya, bazı insanlar dosttan öte aile gibi olur demiş.
Bedri Rahmi Eyüboğlu ise söyle seslenmiş şiirinde.
“Dostluk dediğin güzel bir kitap
Hava gibi
Su gibi
Ekmek gibi
Vazgeçilmez bir tat
Sonuna kadar dayanmak şart
Dostluk dediğin eşsiz bir kitap
Sevmediğin sayfaları varsa atla
Sayfayı kökünden yırtmak şart mı?”

Evet, kabul ediyorum, insan birçok kişiyle beraber mükemmel dost olamaz, tıpkı aynı zamanda birçok kişiye âşık olamayacağı gibi...
Fakat cinnete düştük. Dost biriktirmeyi unuttuk.
İyi halt ettik.

Sevgili dostlarım:
Allahuteala kusurları çift gözlü bir heybeye doldurmuş:
Kendi kusurlarımızı heybenin bir gözüne, başkasının kusurların ise heybenin diğer gözüne…
Ve insanoğlu da kendi kusurları olan tarafını arkasına, başkasının kusurları dolu olan kısmını ise önüne gelecek şekilde, heybeyi boynuna asmış.
İşte bu yüzden; başkalarının kusurlarını sürekli görür ve acımasızca eleştiririz. Kendi kusurlarımızı ise hep görmezden geliriz.

Nazik olmak için, bir gülümseme beklemeyin.
Sevmek için sevilmeyi beklemeyin. Bir arkadaşın, dostun değerini anlamak için, yalnız kalmayı beklemeyin.
Çalışmaya başlamak için, en iyi işi beklemeyin. Öğütleri hatırlamak için, düşmeyi beklemeyin.
Dua ‘ya inanmak için, acıları beklemeyin. Yardım edebilmek için, zamanınız olmasını beklemeyin.
Özür dilemek için, diğerinin acı çekmesini beklemeyin. Ne de barışmak için, ayrılığı beklemeyin.
Çünkü ne kadar zamanınız var bilmiyorsunuz...

Dostluk, gereğince tanımlanamazlardandır ve ancak, yaşamakla anlaşılır.
Bu yüzden dostluk, şiir gibi, aşk gibi anlatılmaz yaşanır. Dahası bir ucu şiire düşer dostluğun bir ucu aşka.
Şiiri ve aşkı bilmeyen bilemez dostluğu, dost olmayınca da şiiri ve aşkı.
Ucuz arkadaşlıkları dost olmak sananlar, kandan öte can kardeşliği olarak gelen dostlukları anlayamaz.
Dost dediğin senin geçmişinde, geleceğinde, bugününde yer almalı.
Dost dediğin senin her zaman yanında olduğunu bildiğindir.
Dost dediğin senin göremediklerini açıklamadan çekinmeyendir.
Dost dediğin sadece sevincini değil acını da paylaştığındır.
Ve hiç bir zaman sırtını yaslamaktan çekinmediğinindir.

Derdini dinleyecek bir dosta bir an bile ihtiyacın olursa, olacaksa eğer...
Yüzünde parıldayan gözyaşlarını silecek, kurutacak birini, yakınında istiyorsan eğer...
Herkesten sakladığın sırların varsa ve onları paylaşacak birini istiyorsan eğer...
Sıkıntılarından kurtulmak için, bir dost elini, desteğini arıyorsan eğer...
Zor gününü sana geçirtecek cıvıl cıvıl bir ses istiyorsan eğer...
Sana çok önem veren ve seni çok düşünen birini istiyorsan eğer...
Umutlarını paylaşan, tasalarını yumuşatmaya çalışan birini özlüyorsan eğer...
Sana saygı duyan biriyle beraber olup, kendini bulacaksan; ben, benim diyeceksen eğer...
Ve etrafında olup bitenlerden nasıl etkilendiğini anlayacak birine ihtiyacın varsa...
Buradayım... Burada olacağım...

Son sözü Rahman’ın ayetleriyle söyleyelim:
Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
-Hem iyi ameller yapıp hem de tüm varlığı ile Allah’a teslim olandan ve İbrahim’den tek ilahlı dine uyandan daha iyi bir dindar kim olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti. Nisa Suresi/125. Ayet

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki:
"Kişi, dostunun dini ve ahlâkı üzerinedir. Öyle ise herhangi birimiz dostluk edeceği kimseye baksın."
Arkadaşlık (dostluk) edeceğimiz kimselerin özellikleri neler olmalıdır? Gazâli bu özellikleri şöyle sıralıyor:
"- Akıllı olmalıdır. - Güzel ahlâklı olmalıdır. - Fasık olmamalıdır. - Bid'ad sahibi olmamalıdır. - Dünyaya düşkün olmamalıdır."

Sevin hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun güzel, sağlıklı ve umutlu, mutlu günler dilerim... Hoş kalın, hoşça kalın ama hep dostça kalın…

Bir Dost

18 Eylül 2009
Ömer Sabri Kurşun



Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN