Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

20 Haziran 2009 Cumartesi

Beni bende değil kendinde ara! ..



İşte böyle bir sevda benimkisi
Bu zamanda, bu devirde
Haklısın adam olacağım yok benim
En güzeli artık son vermek bu hayata
En korkunç uçurumlardan bırakmak kendimi
Ya da en yüksek tepelerden
En uçsuz bucaksız denizlere bırakmak bedenimi
Ama içimde sen varsın
Ya sana bir şey olursa?

Şimdi bir kır kahvesinde olsaydık seninle
Yine aynı masada yine aynı köşede
Yeniden düşler kursaydık seninle
Dağlar gibi sıra sıra
Ve yeniden yaratsaydık kendi dünyamızı
Ve de birlikte söyleseydik ikimizde kendi şarkılarımızı
Meydan okuyup ayrılıklara
Hem de teslim olmadan
Yıllara, yollara, yalanlara..

Şimdi bir düşün
Kim itti bizi bu kör olası ayrılığa?
Kim itti bizi bu pişmanlıklar denizine?
Kim yaktı bizi kim?
Hem de sırtımızdan vura vura
Görüyorsun değil mi görüyorsun
Bir ikimiz sığamadık bu koca dünyaya..

Yorgun bir hasretle dönersen bir gün
Beni burda değil kalbinde ara! ..
Ne kadar yıkılmış olsan da o gün
Beni bende değil kendinde ara! ..


(a)

Aşkta yarın yoktur sevgili..


http://kursunsabriomer.blogspot.com
Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili O ilkel bir acıdır,yaban bir ağrıdır.Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.Bu yolculukta artık para,tarifeler, beklentiler,randevular,taksitler,iş,anneler ve korkular yoktur.Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.İnsan bir başka ışığa teslim olur...

Aşkta yarın yoktur sevgili.Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar,bilgeleşir.Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur.Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.Hem dışındadır dünyanın,hem de ortasında.Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır,yitirdikleri de...Newyork'ta,bir sokakta,o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da.Her şey onunladır,ona emanettir sanki ama o,çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla,bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,kanımıza karışan ilkel acı,o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...Kim demişti hatırlamıyorum,aşk varlığın değil,yokluğun acısıdır diye.Belki de bu yüzden ilk gençliğimde,o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez,dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır,insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili.Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.Sevdiğimiz insanların çocuklukları da....Oradan üvey anneler,eksik babalar,parasız yatılılar geçer.Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,hep o ilkel acıya,o yaban ağrıya...İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini,kimselere kendini anlatamaz,evlere kapanır...Bazen denizler,kıyılar çeker insanı.İnsan bu kapılmayı anlayamaz,oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.Bu sizi,bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...

Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...İşte şimdi biz de sevgili,ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp,soluğu evlerde alacağız,ya da denizler,kıyılar çekecek bizi.Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak,yenilgimizi,umutsuzluğumuzu...
Birazdan sabah olacak...
Para,tarifeler,beklentiler,randevular,taksitler,iş,anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili.
Birbirimizi kandırmayalım...
Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü,sırlarını, cesaretini,bilgeliğini ve o ilkel,o yaban ağrısını geri alacak.Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek,sonra geçecek...
Hadi,oyalanma birazdan yarın olacak...
Aşkta yarın yoktur sevgili...


(a)


Ertuğrul Özkök/ Gizli pişmanlık düşüncesi


Ertuğrul ÖZKÖK

‘Hagakure', yani ‘‘Samurayların Gizli Kitabı'' felsefi bir soruyla başlıyor:
‘‘Bir kriz anında yaşamak ve ölmek şansınız eşitse hangisini tercih edersiniz?
‘‘Hagakure''nin samuraya tavsiyesi kesin ve çok net:
‘‘Derhal ölümü seç...''
Sıradan bir insan için ne kadar uzak, ne kadar acımasız ve zor bir tercih.
Oysa Hagakure'e göre, bu çok kolay bir şey.
Bunun için ihtiyacınız olan tek şey, biraz cesaret.
* * *
Bu kitap, 17'nci Yüzyılda yazıldı.
150 yıl boyunca samurayın gizli kitabı olarak kuşaktan kuşağa taşındı.
Bu kitap 150 yıl boyunca samurayın hayat ve ölümle hesaplaşmasının muhasebe defteri olarak kaldı.
Evet muhasebe devam ediyor:
Ünlü samuray Kirano Suke Şida yazıyor:
‘‘Ölüm veya hayat hakkında hiçbir bilginiz yoksa, yaşamayı tercih edin.''
Kirano sıradışı bir samuraydı.
O yüzden bu sözleri, gençler tarafından yanlış anlaşıldı.
Korkaklık ve alçaklıkla suçlandı.
Oysa ölümünden sonra bulunan bir yazısında şöyle diyordu:
‘‘Yemek veya yememek arasında bir tercih yapamıyorsanız, en iyisi yemek yemekten vazgeçmektir. Ama ölüm ve hayat arasında bir tercih yapamıyorsanız, ölmek daha iyidir.''
Bu ahlak, bu karakter, bu hayat ve ölüm muhasebesi bize ne kadar uzak.
Çünkü bizim için ölüm, kaybetmektir.
Yaşamak ise kazanmak.
İşte bu yüzden çoğu kez tercihimiz hep yaşamaktan yana olur.
Oysa bu bir samuray için kelimenin tam anlamıyla ‘‘alçaklıktır''.
* * *
Geçen hafta sonunda Paris'te ‘‘La Hune'' kitabevinden aldığım Yamamoto'nun kitabı, işte bize böylesine uzak bir şövalyelik ahlakının gizli kitabı.
Daha doğrusu, samuray ruhunu, hiç bitmeyen bir kriz iklimine ve her an gelebilecek bir ölüm ihtimaline hazırlama el kitabı.
Kitabın temel esprisi ise bana göre Üstad Joşo'nun şu sözlerinde özetleniyor:
‘‘Şimdi zamanı, zaman şimdi...''
‘‘Şimdi zamanı'', her an gelebilecek bir bilinmeyene karşı sürekli hazırlıklı olmak anlamını taşıyor.
O şeyin gelip gelmemesi hiç önemli değil.
Önemli olan samurayın hazırlıklı oluşudur.
* * *
Bir insanın ‘‘pişmanlık güncesi'' tutabileceğini ilk defa bu kitapta okudum.
O bölümü aynen aktarıyorum:
‘‘Gençken bir pişmanlık güncesi tutuyordum. İçine her gün yaptığım hataları yazıyordum. Ama her gün bu defteri 20-30 defa açmak zorunda kaldığımı fark ettiğim an günce tutmaktan vazgeçtim. Bugün bile hálá hata yapmadığım gün yoktur. Hata yapmadan yaşamak mümkün değildir. Ama entelektüeller henüz bu gerçeği kabul etmeye hazır değildirler.''
Oysa bizim kültürümüz, ‘‘Hatasız kul olmaz'' diyerek, bu gerçeği en azından halk dilinde ibra etmiştir.
* * *
150 yıl boyunca gizli tutulan bu kitap niye yazılmış?
Sadece samuraya ölebilmeyi öğretmek, onu bu ahlak güzergáhının ilk ve son durağı olarak kabul ettirmek için mi?
Hayır.
Hatta tam aksine.
Kitabın 66'ncı sayfası, samuray felsefesinin gerçek özüne iniyor:
‘‘İnsan hayatı sadece bir an sürer. (O yüzden) en hoşumuza giden şeyleri yaparak yaşama gücüne sahip olmamız lazım.''
Öyleyse bu gizli kitabın neredeyse üçte birinin, ‘‘ölümü tercih edebilme sanatına'' ayrılmasının bir manası var mı?
Var elbette.
Hayatı iyi yaşayabilmek için her an ölümü tercih edebilecek güce ve inanca sahip olmak gerekir.
Gerektiğinde ölümü tercih etmesini bilemeyenler, kaliteli hayatı yaşama şansına da sahip olamazlar.
Benim gizli samuray ahlakından çıkardığım sonuç bu.

Pişmanlık Noktaları
Amaç:

"İyi insan" olmak.

Neden pişmanlık?

-Pişmanlık duymak bir ihtiyaçtır..

-Zaman zaman pişman olacağımızı bildiğimiz işler yapmanın, sözler söylemenin ve gereksiz yerlere girip çıkmanın kayda değer bir zararı yoktur.

-Yediğimiz haltlardan pişmanlık duymak, ruhumuzu yücelten, bizi ?iyi insan' olma yolunda emin adımlarla yürüten faydalı bir faaliyettir.

-Pişman olmuş bir insan kadar yüzüne nur inmiş, eli öpülesi bir varlık az bulunur.

-Yaptığı hiçbir şeyden pişman olmadığını söyleyenler, eşine az rastlanan türde iç bayıcı yaşam formlarıdır.

-Bu bakımdan, pişman olabilmek için şartlar zorlanmalı ve torunlara anlatılacak kalibrede hikayeler yaşanmalıdır.

Neden "Pişmanlık Noktaları"?

-Önerilen pişmanlık noktaları size, bir şehir rehberi gibi yol gösterecek ve ruhunuz için elzem olan pişmanlıklarınızı yaşamanıza yardım edecektir.

-Bu noktalarda sadece kısa bir süre duraklamak, ?kendine acıma', ?kendini haklı çıkarma', ?kendini kutsama' ve ?kendime melek diyebilir miyim acaba?' aşamalarını tamamladıktan sonra süratle uzaklaşmak gerekir.

-Dikkat edilmesi gereken şey, bir pişmanlık noktasına defalarca uğramamaktır. Tadı damağımızda kalan bazı noktalar birkaç kere ziyaret edilebilir ancak önerilen, o tadın damak hafızasında kalması ve tekrarı yoluna gidilmemesidir. Çünkü suyu çıkmış pişmanlıklar kadar insanı doğduğuna pişman eden şey az bulunur ve bunun da ruhumuza gereksiz bir azap vermesi dışında hiçbir yararı yoktur.

Önerilen "Pişmanlık Noktaları"

-Bu bağlamda önerilen ilk pişmanlık noktası, lanet edip ayrıldığınız sevgilinize geri dönme kararıdır. Bir süreliğine sizi mutlu edebilme potansiyeli bulunan bu dönüş, kararı verirken harcadığınız zamandan daha kısa bir sürede mutlak bir pişmanlığa dönüşecek ve size hayatınızın en trajikomik pişmanlığını yaşatacaktır. Bunu yaşamadan "Ben de bu alemde yaşadım len!" demenin bir manası yoktur.

-İkinci nokta, mümkünse bir Beyoğlu barıdır. Popüler olmayan izbe bir bar tercih edilmeli ve iç kıyan bir müzik eşliğinde susuz rakı içilmelidir. Çevredeki insanların klonlanmış türevleri ortaya çıkmaya başladığında mayi tüketimi kesilmeli ve tadına varılacak pişmanlık için geri sayım başlamalıdır. Bu deneyimin en ilginç yanı, sadece ruhunuzun değil bedeninizin de pişmanlık nöbetlerinden payına düşeni almasıdır. Arzu edilen sonuç, size bir sonraki seans için "Zıkkım iç!" dedirtebilmesi ve midenizin, huzurlu bir geleceğe dair umutlarını pekiştirmesidir. Ancak özellikle birinci pişmanlık noktasına uğramayı adet edinmiş olanlar için bu sonucu beklemek, abesle iştigaldir.

-Bir diğer pişmanlık noktası ?intikam saati'dir.. Zaman içinde kendinizi bir meleğe dönüştürmenin ilk adımı olan bu nokta, her ne kadar ?intikam meleği' formatından yola çıksa da, sonuçta melek melektir ve intikam ateşiyle yanan bir ruh için de, bu tür kavram tartışmalarına girmenin gereği yoktur. İntikam seçenekleri, elde edilmesi düşünülen pişmanlık derecesine göre gözden geçirilir. Tercih edilen seçenek keyifle uygulanır ve pişman olmak üzere beklenir.. Beklenir, beklenir ve sonunda o temiz kalbiniz derin bir pişmanlık duygusuyla sarsılır. Tanrım o ne müthiş bir duygudur! İntikamınızın türüne göre, saatlerce hatta günlerce hissedilen bu pişmanlık, emin olun ki ruhunuz için, çamur banyosunda gençleşmek isteyen bedenlerin aldığı haz ile yarışabilecek yegane yoldur.

-Önerilmeden geçilmeyecek pişmanlık noktalarından birisi de, ?anlat açılırsın' formülüdür. Bir tür günah çıkarma ya da psikolog kanepesine uzanmaya benzeyen bu öneri, yakın arkadaşlardan, uzak akrabalara ve hatta chat muhabbetlerine kadar uygulama olanağı bulunabilen, nadide bir rahatlama yöntemidir. Sonucunda size sağlayacağı mız mız pişmanlık duygusu garantidir. Çenenize vurmuş olan bozuk sinirleriniz bir parça düzelir, ancak, kafa şişirme kapasitenizle yüzleşmenizin yarattığı pişmanlık hissi baki kalır. Böyle bir pişmanlık duymanın tek faydası "Allah'ım ne kadar saf, ne kadar içi dışı bir şeyim ben böyle!" deme keyfini size yaşatmasıdır.

Sonuç:

Pişmanlık duyabilmek için, çeşitlemesi yapılacak bir çok yaşam deneyimi bulunabilir. Önemli olan, teması ne olursa olsun pişmanlıkları? oh sefam olsun' tadında yaşayabilmektir. Her ne kadar sefası sürülen bir şeyle, pişman olunası bir şey yan yana gelemeyecekmiş gibi duruyorsa da, zaman zaman buluşan bu ikili şiddetle tavsiye edilir. Ruhumuzun gelişimi ve? iyi insan' nitelendirmesine tez elden kavuşabilmemiz için, hemen her konuda "Pişmanlık Noktaları" tespit etmeli ve bunların, bir acil eylem planı çerçevesinde değerlendirilerek, uygulaması yapılmalıdır.


Seni Seviyorum...




D O S T L U K


http://kursunsabriomer.blogspot.com
Marcus Tullius Cicero,Yaşlıktan(De Senectute),sonra Dostluk'u(De Amicitia) da övdü.Düşünce, Aristoteles'le Theophrastos'tan gelmektedir.Ancak, Romalı stoacı Cicero,dostluğun, Yunan kökünden gelen tanımını Romalılaştırmıştır.Tanım,stoacılığın temel düşüncesine uygundur:Dostluk,anlaşmaktır(symphonia).Dostluk,insanların insanlarla ve tanrılarla ilgili her şeyde,yakınlık ve sevgi duygularıyla anlaşmalarıdır.Ancak,iki insanın birbiriyle anlaşabilmesi kolay değildir.Dostluğu gerçekleştirecek bir anlaşmanın doğabilmesi için birtakım nitelikler ister.Bu nitelikleri taşımayanlar,dost olamayacakları gibi,dost da edinemezler.Cicero,yapıtında,bu nitelikleri bilimsel bir sıraya sokarak saymamıştır.Yapıtın bütünü içinde, konuşmanın gidişine göre serpiştirilen bu nitelikler,şöylece sıralanabilirler:
http://kursunsabriomer.blogspot.com
1- Dostluk, ancak iyi insanlar arasında gerçekleşebilir. İyilik, dostluğun en gerekli niteliğidir.İyi olmayan insanlar dost olamazlar.Ama iyiliğin ölçüsü nedir?..Cicero,iyilik konusunda,filozofların ölçülerini aşırı bulmaktadır.Filozoflara göre,bir insanın iyi olabilmesi için,bilge olması gereklidir.Cicero'ya göre,bu anlamda bir iyiliğe hiçbir ölümlü erişememiştir. Bilgelik,kıskançlık dolu,karanlık bir sözdür.İyi sayılmak için doğruluk, dürüstlük, hakseverlik ve cömertlik yolunu tutmak yeter.Katıksız iyilik, erdemli kişide bulunur.Çünkü dostluğu hem doğuran,hem sürdüren erdemdir.Genellikle iyi sayılan insanlar,iyi insanlardır.Onların erdemleri,günlük yaşayış için yeterlidir.Hiçbir zaman, hiçbir yerde bulunmayan insanları düşlemek gerekmez.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
2- Dostluk, sürekliliği gerektirir. Süreklilik niteliği bulunmayan yerde,dostluğun sözü edilemez.Sürekliliği de ancak erdemlilik sağlayabileceğine göre,bu nitelik,iyilik niteliğine sıkıca bağlıdır.Cicero'ya göre, gerçek
dostluklar ölümsüzdür.Ancak bu sürekliliği sağlamak da kolay bir şey değildir.Ortaya çıkar ayrılıkları çıkabilir,
siyasal düşünceler çatışabilir, insanların huyları değişebilir.Kara alınyazıları gibi,dostluğun üstüne çöken öyle
rastlantılar vardır ki,bunlardan kaçınmak,insan bilgeliğinin değil,talihin işidi
3- Dostluk, her alanda uyuşmayı gerektirir. Her alanda uyuşmamış olanlar,süreklilik niteliğini,bundan ötürü de dostluğu sağlayamazlar. Düşüncelerinde,beğenilerinde,yaşayışlarında benzerlik bulunanlar,birbirleriyle
uyuşabilirler.Ayrı düşünceler,ayrı beğeniler,ayrı yaşayış biçimleri uyuşma yerine,çatışma doğururlar.Her alanda uyuşmamış kişilerin dostluğu,yalancı bir dostluktur ve her yalancılık gibi günün birinde kırılıp dökülmek zorundadır.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
4- Dostluk, sadakati gerektirir. Çünkü uzun bir süre uyuşmuş bulunanlar,bu uyuşmanın bir,ya da birkaç niteliğini yitirebilirler.Önceden uyuşmamış kişilerin dostlukları ne kadar yalancı bir dostluksa,bu niteliklerin yitirilmesinden ötürü bozulan dostluklar da o kadar yalancıdır.Gerçek dostluk,ölümsüzdür.Talihin gözü kördür
derler ama,güler yüz gösterdiği kişilerin de gözlerini kör ettiği bir gerçektir.Onlar,çok kez,bir kendini beğenme ve dostunu hor görme duygusuna kapılabilirler.Hiçbir şey,talihli bir budaladan daha çekilmez olamaz.Kimilerinin; önceden erdemli insanlarken,kumanda ve yetki elde ederek mutluluğa eriştikten sonra,değiştikleri,eski dostlarını hor görüp yenilerine bağlandıkları görülebilir.Yetkileri ya da paralarıyla alınabilecek her şeyi elde edip de,dostluğu,evrenin bu en değerli ve en güzel süsünü elde etmemelerinden daha budalaca ne olabilir?Alınabilecek olan şeyler,kim güçlüyse onun malıdırlar.Dostluksa,sadece dostun malıdır.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
5- Dostluk,akıllılığı gerektirir. Herkesin mallarını alırken,sadece kendisinin olanı almasını beceremeyen budalalar dostluk kuramazlar.Bu akıllılık, sevgi alanında filizlenen bir akıllılıktır.Sevgi erdemi,dostlukları hem kurar,hem korur.Çünkü, onda her türlü ahenk,süreklilik,sağlamlık vardır.Kendini gösterip ışığını parlattığı zaman,başkasında da parladığını gördüğü erdem ışığına yaklaşır,ondaki ışıktan da ışık alır.Dostluk,işte bu ışıktan tutuşur.Sevgi ve dostluk sözcükleri aynı kökten gelirler(Amor, amicitia, amore).Sevmekse,hiçbir şeye
gereksinmeden,hiçbir yarar beklemeden,sevilen'e bağlanmak demektir.Akıllılık,gerçek olanla gerçek olmayanı
ayırmada tek ölçüdür.Yüze gülücüyle gerçek dostu,akıllılık ayırır.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
6- Dostluk,birliği gerektirir. Taras'lı Arkhitas (İ.Ö. dördüncü yüzyılda yaşayan Pythagorasçı filozof) ne doğru söylemiş:Bir insan,göğe yükselerek evreni ve yıldızların güzelliğini seyretseydi bu seyir ona hoş gelmeyecekti.Oysa yanında gördüklerini anlatabileceği bir dostu bulunsaydı bundan pek hoşlanırdı...Evet, doğa yalnızlığı sevmiyor. Dostluğun en tatlı yanı da, doğanın istediği bu birlikteliği gerçekleştirmesidir.Doğa,ne istediğini,ne aradığını bu kadar açık olarak belli ettiği halde,bilmem nasıl oluyor da bu kadar sağırlaşabiliyor,doğanın uyarmalarına kulaklarımızı bu kadar tıkayabiliyoruz?..Dostlar arasında,sadece sevgi ve beğenme değil,saygı da bulunacaktır.Doğa,dostluğu,erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir,kötülüklerin yardakçısı olsun diye değil.Onun amacı şudur:Erdem,tek başına en üstün iyi'ye erişemediğine göre,oraya başkasıyla birleşip ortak olarak erişsin.İşte,bence,diyor Cicero, insanların peşinde koşmaya değer saydıkları her şeyi, şerefi, ünü, ruhun sükun ve sevincini içine alan birlik, bu birliktir.Bütün bunlar var olunca,yaşamak, mutlulukla dolar.Bunlar olmadan mutlu olunamaz.Mademki bu birlik,en üstün iyiliktir, onu elde etmek istiyorsak,erdem kazanmaya çalışalım.Erdemsiz,ne dostluğa,ne de herhangi bir şeye erişebiliriz.Erdeme değer vermeden dost edindiklerini sanan insanlar bir gün kötü bir olayla karşılaşmak zorunda kalırlarsa,o zaman;ne kadar yanılmış olduklarını anlayacaklardır.Atinalı Timon bile(insanların nankörlüğünden tiksinerek yalnızlığı arayan Atinalı zengin),tiksintisini dökebilecek bir insan aramamaya katlanamamıştır.

Cicero,yapıtında,dostluğun sınırlarını da çizmeye çalışıyor.Soruyor:Acaba,Coriolanus'ün(İ.Ö. V'nci yüzyılda yaşayan Romalı komutan, önceleri pek sevildiği halde,sürgün cezasına çarptırılınca Roma'nın üstüne yürümeye kalkmıştı)dostları olsaydı,vatana karşı,onunla birlikte silaha sarılırlar mıydı?.. Doğa,dostluğu,erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir,kötülüklerin yardakçısı olsun diye değil.Dostluğun temeli,erdeme karşı duyulan saygıya dayandığına göre,insan erdemden ayrılırsa,dostluk süremez.Utanç verici bir şey istememek,istenince de yapmamak,dostluğun en kutsal yasasıdır.Dosttan şerefli şeyler istemek,dost uğruna şerefli şeyler yapmak,dostluğun en kutsal yasasıdır.

Bu konuda üç düşünce ileri sürülmektedir:
http://kursunsabriomer.blogspot.com
a) Dostumuza karşı,kendimize beslediğimiz duyguların aynını beslemek düşüncesi: Bu düşünce,doğru bir
düşünce değildir.Çünkü,kendimiz için yapamayacağımız nice işler vardır ki,dostlarımız uğrunda pekala
yapabiliriz.Örneğin,kendimiz için yalvarmak şerefsizlik olduğu halde,dostumuz için yalvarmak ne büyük şereftir.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
b) Dostumuza karşı,dostumuzun bizim için beslediği duyguların aynını beslemek düşüncesi: Bu düşünce de,doğru değildir.Yapılan ve görülen iyiliklerin eş olmasını istemek,dostluğu çok ince ve derin hesaplara vurmak demektir.Gerçek dostluk,daha zengin, daha cömerttir. Aldığından çok vermemekte bu kadar titiz davranmaz.
http://kursunsabriomer.blogspot.com
c) Dostumuza karşı,onun kendisine beslediği duyguların aynını beslemek düşüncesi: Bu düşünce de yanlıştır.Çünkü,kimi insanların güçleri kırılmış,ya da başarıya ulaşma umutları yitirilmiş olabilir.Dostunun da onun gibi düşünmesi dostluğa yaraşmaz.Tersine,dost,dostunun güçsüzlüğünü gidermeye,yitirilen umutlarını desteklemeye çalışan kişidir.

Öyleyse,gerçek dostluğun sınırları başka türlü çizilecektir:Töresel bir temizlik içinde katıksız bir anlaşma.

Dostluk üstüne söyleyeceklerim işte bunlar,diyor Cicero,size gelince,siz erdeme öylesine değer verin ki,onsuz dostluk olamaz erdemden başka hiçbir şeyin dostluğa üstün tutulabileceğine inanmayın.
http://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.com


(a)


18 Haziran 2009 Perşembe

Gökyüzü Aşkına Ağlıyor!


Yeni bir günün sabahı, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. Saat sabah 8 suları ve ben uyanığım. Tek sebebi henüz uyumamış olmam elbette. Tam uyumaya hazırlanıyordum ki, yağmur başladı. Eh, şimdi bu manzara bırakılır da yatılır mı?

Gökyüzü Aşkına Ağlıyor!


Aşkı destekleyen, aklına aşk denildiğinde gelenler listemde ilk sıradakiler, yağmur, tango ve lila olurdu. Yağmur, doğada hüzne dek gelir mi bilmiyorum ama bünyemdeki tam karşılığı hüzündür. Her hüzün de içinde acıtan şeyler barındırmaz. Bende tuhaf bir coşkuyla beraber  yaşarlar. Kurtlar puslu havayı severmiş ya, öyle bir durum.

Çocukken, ne zaman yağmur yağsa, gökyüzü ağlıyor sanırdım. Fiziksel oluşumunu bilmeme rağmen, hala ağladığını düşünmek ve inanmak hoşuma gidiyor. Çok şiddetli yağışlarda içimi basan hüznün sebebi, yukarının haline üzülmemden kaynaklanıyor sanırım. Kim bilir diyorum, neye üzülmüştür? Güneşle kavga etmişler, Güneş almış başını babasının evine gitmiş. Gökyüzü de oturmuş bir masaya, bir duble rakı, biraz beyaz peynir, fonda acılı bir arabesk ile kahrediyor gibi geliyor. “Ah Güneş, ah, bunu bana nasıl yaparsın?” diyerek, gözlerinden yaşlar boşalıyor.

Güneş’in durumu daha kötü. Yanında iki parça eşya ile gitmiş baba ocağında küskün küskün oturuyor. Babası da, evlilikte böyle şeyler olabileceğini, fazla uzatmaması gerektiğini, birkaç gün içinde evine dönmesini öğütlüyor. Güneş eğer inat eder de uzun kalırsa, biz kış diye bir mevsim yaşıyoruz. Güneş olmadığından, Gökyüzü’nün uyurken üstünü örtecek kimsesi olmuyor. Üşüyor zavallıcık, çok üşüdüğü zaman akan gözyaşları kara dönüşüyor.

Bir müddet bekliyor Gökyüzü, bakıyor ki, biricik aşkı gelmiyor, hüznü sinire dönüşüyor. Evi, barkı kırıp geçiriyor. Eşyaları, masaları deviriyor. Yalnızlığın intikamını alıyor, suçu olmayan eşyalardan. Bir de okkalı küfür savuruyor, bağıra bağıra kaderine. İşte, o zaman bizler fırtınayı yaşıyoruz aşağıda. Rüzgarda zorlukla yürüyoruz, deniz coşuyor, dalgalar boyu geçiyor.

Sonunda dayanamıyor evrenin sonsuz aşıkları, zaten Güneş’in babası araya giriyor, barışıyorlar. Güneş eve dönünce, ışığı yayılıyor evrene, bizim de gönüllerimize umut serpiliyor. Eve dönen Güneş, öyle hemen yelkenleri suya indirmiyor tabii, biraz nazlanıyor. Bir anda her şey güllük gülistanlık olmuyor. Arada suratlar asılıyor evde yine, kavga ettikleri konu neyse, masaya yatırılıyor. Ortalık geriliyor biraz ama düzeliyorlar. Bizim tam da o zaman, aşağıda dengemiz bozuluyor. Sıcak diye dışarı ince çıktığımız zaman, hava bir bozuyor, donuyoruz. Sonra tekrar açıyor. Böyle zamanlara da bahar deniyor.

Dertler ve naz yapma süresi bitince Güneş’in, evde aşk zamanı başlıyor. Güneş, evin içinde şen sesiyle şarkılar söyleyerek salınıyor. Gökyüzü’nün keyfinden geçilmiyor. Yukarıda bir neşe, bir huzur sormayın gitsin. Biz de aşağıda yaz yaşıyoruz. Doğa bütün hediyelerini evrenin sonsuz aşıkları için sunuyor. Ağaçlar, kuşlar, denizler, bu aşkın şerefine coşuyorlar. Dünyaya renk geliyor. Bizim de ruhumuzdan aşk fışkırıyor. Yaz aşkları herkesin hayatına bir tebessüm ekliyor.
Ta ki, Güneş ve Gökyüzü yeniden kavga edene kadar!

Aşkın döngüsü yukarıda başlıyor, bize de yansıyor. Kişiler değişse de aşk kendi tarihini tekrarlıyor. Ben her şeye rağmen, yağmuru seviyorum. Bir gün yağmur yağmazsa, Gökyüzü sevdasından vazgeçmiş olacak diye korkuyorum. Yağmur, aşkın görünen yüzüdür, gözyaşı gibi, arada yağan yağmur sevdayı dengeler, sevginin değerini ve kaybetmemeyi hatırlatır. Yağmur yağsın, yağsın ki aşk, hüznüne rağmen var olmaya devam etsin…


(a)


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN