Yeni bir günün sabahı, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. Saat sabah 8 suları ve ben uyanığım. Tek sebebi henüz uyumamış olmam elbette. Tam uyumaya hazırlanıyordum ki, yağmur başladı. Eh, şimdi bu manzara bırakılır da yatılır mı?
Gökyüzü Aşkına Ağlıyor!
Aşkı destekleyen, aklına aşk denildiğinde gelenler listemde ilk sıradakiler, yağmur, tango ve lila olurdu. Yağmur, doğada hüzne dek gelir mi bilmiyorum ama bünyemdeki tam karşılığı hüzündür. Her hüzün de içinde acıtan şeyler barındırmaz. Bende tuhaf bir coşkuyla beraber yaşarlar. Kurtlar puslu havayı severmiş ya, öyle bir durum.
Çocukken, ne zaman yağmur yağsa, gökyüzü ağlıyor sanırdım. Fiziksel oluşumunu bilmeme rağmen, hala ağladığını düşünmek ve inanmak hoşuma gidiyor. Çok şiddetli yağışlarda içimi basan hüznün sebebi, yukarının haline üzülmemden kaynaklanıyor sanırım. Kim bilir diyorum, neye üzülmüştür? Güneşle kavga etmişler, Güneş almış başını babasının evine gitmiş. Gökyüzü de oturmuş bir masaya, bir duble rakı, biraz beyaz peynir, fonda acılı bir arabesk ile kahrediyor gibi geliyor. “Ah Güneş, ah, bunu bana nasıl yaparsın?” diyerek, gözlerinden yaşlar boşalıyor.
Güneş’in durumu daha kötü. Yanında iki parça eşya ile gitmiş baba ocağında küskün küskün oturuyor. Babası da, evlilikte böyle şeyler olabileceğini, fazla uzatmaması gerektiğini, birkaç gün içinde evine dönmesini öğütlüyor. Güneş eğer inat eder de uzun kalırsa, biz kış diye bir mevsim yaşıyoruz. Güneş olmadığından, Gökyüzü’nün uyurken üstünü örtecek kimsesi olmuyor. Üşüyor zavallıcık, çok üşüdüğü zaman akan gözyaşları kara dönüşüyor.
Bir müddet bekliyor Gökyüzü, bakıyor ki, biricik aşkı gelmiyor, hüznü sinire dönüşüyor. Evi, barkı kırıp geçiriyor. Eşyaları, masaları deviriyor. Yalnızlığın intikamını alıyor, suçu olmayan eşyalardan. Bir de okkalı küfür savuruyor, bağıra bağıra kaderine. İşte, o zaman bizler fırtınayı yaşıyoruz aşağıda. Rüzgarda zorlukla yürüyoruz, deniz coşuyor, dalgalar boyu geçiyor.
Sonunda dayanamıyor evrenin sonsuz aşıkları, zaten Güneş’in babası araya giriyor, barışıyorlar. Güneş eve dönünce, ışığı yayılıyor evrene, bizim de gönüllerimize umut serpiliyor. Eve dönen Güneş, öyle hemen yelkenleri suya indirmiyor tabii, biraz nazlanıyor. Bir anda her şey güllük gülistanlık olmuyor. Arada suratlar asılıyor evde yine, kavga ettikleri konu neyse, masaya yatırılıyor. Ortalık geriliyor biraz ama düzeliyorlar. Bizim tam da o zaman, aşağıda dengemiz bozuluyor. Sıcak diye dışarı ince çıktığımız zaman, hava bir bozuyor, donuyoruz. Sonra tekrar açıyor. Böyle zamanlara da bahar deniyor.
Dertler ve naz yapma süresi bitince Güneş’in, evde aşk zamanı başlıyor. Güneş, evin içinde şen sesiyle şarkılar söyleyerek salınıyor. Gökyüzü’nün keyfinden geçilmiyor. Yukarıda bir neşe, bir huzur sormayın gitsin. Biz de aşağıda yaz yaşıyoruz. Doğa bütün hediyelerini evrenin sonsuz aşıkları için sunuyor. Ağaçlar, kuşlar, denizler, bu aşkın şerefine coşuyorlar. Dünyaya renk geliyor. Bizim de ruhumuzdan aşk fışkırıyor. Yaz aşkları herkesin hayatına bir tebessüm ekliyor.
Ta ki, Güneş ve Gökyüzü yeniden kavga edene kadar!
Aşkın döngüsü yukarıda başlıyor, bize de yansıyor. Kişiler değişse de aşk kendi tarihini tekrarlıyor. Ben her şeye rağmen, yağmuru seviyorum. Bir gün yağmur yağmazsa, Gökyüzü sevdasından vazgeçmiş olacak diye korkuyorum. Yağmur, aşkın görünen yüzüdür, gözyaşı gibi, arada yağan yağmur sevdayı dengeler, sevginin değerini ve kaybetmemeyi hatırlatır. Yağmur yağsın, yağsın ki aşk, hüznüne rağmen var olmaya devam etsin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder