Ömer Sabri Kurşun
Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak,bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem...
Gururdur, namustur bayrak ve sancak, aksa da kanım korkma; haini güldürmem...
"Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa doğru tutup,
bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu?
İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz.
Cumhuriyete sahip çıkınız."
GİRİŞ
Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!
Ömer Sabri KURŞUN
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...
28 Eylül 2021 Salı
GİTMESEYDİN YAR___
Söze nereden başlayacağımı bilmiyorum. Hangi yüzünü anlatayım ki seni özleminin?.. Hangi yanını sıralayayım" seni " senden uzakta seninle yaşamanın büyüklüğünü?..
Zaman, kimse arasında ayrımcılık yapmayan bir işverendir. Yeni bir güne başlarken herkes aynı sayıda saat ve dakikalara sahiptir. Örneğin zenginler parayla daha fazla saat satın alamazlar. Aynı şekilde bilim adamları yeni dakikalar icat edemez. Ya da yarın kullanmak üzere bugünün zamanını biriktiremezsiniz. Ancak yine de zaman son derece adil ve bağışlayıcıdır. Geçmişte vaktinizi ne kadar boşa harcarsanız harcayın, hala koca bir yarına sahipsinizdir hayatın.
Sen, solgun baharlardaki mavi yağmurum, akşam kızıllığında yorgun gölgem, kış ayazında yaz güneşimsin. Bulutlardaki saklı düşlerim, her günün sonunda özlediğimsin. Yüzün kadar temizdir kalbin, hangi sevgi alabilir yerini?.. Yokluğun yağmura yazı yazmak kadar zor, sensizlik ölüm kadar acı geliyor. Özellikle sabah gözlerimi açtığımda sol yanımda yoksan…
İşte o zaman tam da o saatlerde sabahın alaca karanlığında: Hani insan ağlamak ister, gözlerinden yaş gelmez. Hani gülmek ister, yürekten gülemez. Hani birini beklersin ama o hiç gelmez. İste o zaman ölmek istersin de ecel gelmez. İşte öyle bir şey o an yaşadıklarım sevdiğim…
Ama biliyorum ki; tabiatı bile ayrılık üzerine kurmamış mı Yaradan, yaprak düşer dalından damla ayrılır bulutlardan, seviyorum derken bile ayrılır sözler dudaklardan. Fakat kalbimden geçen dudaklarımdan düşüyor yine de…
Çünkü bu gün günlerden; yüreğime AYRILIK gönlüme ÖZLEM…
Sen uzaklara gidince ben yıldızları seyrederim tutam tutam ışıklarını çekip içime, sen uzaklardayken ben gidişini resmederim, umudun beyazıyla karanlığı tuval yapıp gelişini beklerim sevdiğim.
Şarkıda dendiği üzere;
“Benim bu sevdada ne işim vardı
Kalbimi eline vermeyecektim
Yansam da ölsem de aşkınla senin
Seni seviyorum demeyecektim
Eyvah!..
Yine ayrılık göründü Eyvah!..
Kalbim yerinden söküldü Eyvah! Ey benim deli gönlüm
Ey benim belalı başım
Yine hasretler göründü”
Hayat; Su gibi akıp gidiyor…
Ama çaktırmadan, sinsi sinsi gidiyor hem de…
Nasıl olduğunu bile anlayamadan, bir bakmışın aylar, bir bakmışın seneler geçmiş…
Kaç sene geçti sen gideli saymayı unuttu aklım…
Sen aklımda şiir olup gitmeseydin, ben şair olup gelmezdim kalbimle. Ve ne zaman aklıma gelsen, Bir şiir gitmezdi benim aklımdan anlamadan.
Anlamadım... Neden insanlar ayakta alkışladı, sen neden gittin... Anlamadın, giderken... Duruldum kanımla... Yazıldım ezgilerde... Gece örtüyordu gerçeklerimizi, yalanlar dolduruyordu yerimizi. Varlığın her gece üstüme üstüme geliyor, yokluğuna sarılıyorum… Gitmeseydin, gelişine ayak seslerini taklit etmezdi bu parkeler… Gitmeseydin, her gece tacize uğramazdı kulaklarım…
Gittin gidenim, gelmedin gelmeyenim... Gidenim gitti, ben geldim gelmeyenime... Ama gidenim yoktu ben gelince…
Gelince anlatacaktım sana ama sen dinle şimdi beni:
Bazı erkekler sol göğsünün altında mayın taşır. Bir kadın oraya ayağını basıp çektiğinde o mayın patlar erkek dağılır. Kadın ölür erkeğin sol göğsünde. Sonra kim giderse gitsin sol göğsün altındaki o eve, asla aynı etki yaşanmaz. Bir mayın bir defa patlar, bir şiir bir kere yazılır, bir kitap bir kere okunur, bir erkek gerçekten bir defa sever. Ve sen, sana gelince eğer bir gün uğrarsan sol göğsümün altındaki o eve hüzünlü bir sesle; ‘buralar bir zamanlar hep benimdi’ ‘diyeceksin ama gördüğün manzaradan korkacaksın çünkü giderken arkana bakmamıştın ki. Gördün işte şimdi, bak iş işten geçmiş, ayağını çekince patlayan mayın orayı harabeye çevirdi…
Mevsimlerden Eylül… Yaprak yaprak döküldü yaralarım kan damlayarak…
Dökülürken güldüm gazel oldum; hayatın dallarında ki kalan son yapraktım!
Düştüm bugün sararıp dalımdan… Toprağa karıştı bedenim, geldiğim yere geri döndüm ama sen gittin…
Keşke gitmeseydin yar, her gece göğsüne sokulup, kulağına şiirler fısıldayarak uyutsaydım seni kollarımda… Keşke gitmeseydin yar birlikte yaşlansaydık yaşarken seninle... Keşke gitmeseydin yar, birlikte bükülseydi belimiz, yaşarken seninle… Keşke gitmeseydin yar, birlikte saçlarımıza aklar düşseydi, yaşarken seninle… Keşke gitmeseydin yar, son nefesi birlikte verip ölseydik, yaşarken seninle… Ölmezdin kalbimde keşke terk edip gitmeseydin yar…
Keşke gitmeseydin şimdilik belki aklına gelmiyor olabilirim; lakin bir gün bir şarkı çalar sen beni ömrünce unutamazsın… 'İçine atma acını, gurur her zaman iyi gelmiyor yaraya, biliyorum ki senin de içinde kanayan yaraların var, çünkü senin de benden aldıkların, emin ol ki bana bıraktıkların kadar.' Keşke terk edip___
GİTMESEYDİN YAR
Beni bu dertle böyle bırakıp
Keşke terk edip gitmeseydin yar
Aşk acısıyla kalbimi yakıp
Keşke terk edip gitmeseydin yar
Son kez görseydin şu gözlerimi
Bir dinleseydin sen sözlerimi
Söndürmeden bu aşk közlerimi
Keşke terk edip gitmeseydin yar
Canı önüne sermiştim canım
Kalbimi sana vermiştim canım
Yoluna güller dermiştim canım
Keşke terk edip gitmeseydin yar
Yokluğunda ben beni unuttum
Pencereleri hep mesken tuttum
Yandım aşkınla zehirler yuttum
Keşke terk edip gitmeseydin yar…
28.09.2021 05.30 – İZMİR (2)
Ömer Sabri Kurşun
Sevgiyi ve umudu içinizde yeşerttiğiniz mutlu ve günün bir içine serpilmiş güzellikte saatleriniz anlarınız olsun gönlünüzce ve sevdiklerinizle birlikte geçen...
Gönlü güzel insanlara çıksın tüm yollarınız...
Mutlulukla sarıp sarmalamalı insan, coşku gibi yaşam verir, umut verir canlara. Hüzün çiçekleri ekmeyelim umut, sevgi mutluluk saçalım. Gülelim ki mutluluğumuz artsın ve saçılsın evrene, yakın çevrene, uzak çevrene. Mutluluk yemeğimiz nefesimiz olsun. Kahkahalar yüreğimizi, yaşlar mutluluktan gözlerimizi doldursun…
28.09.2021
Ömer Sabri Kurşun
12 Ekim 2019 Cumartesi
Dün/Bugün/Yarın
Dün nasıl oldu birçoğumuz unutmuşuzdur bile. Yarın bugünden belki farklı olacak ama o kadar da farklı olmayacak.
"Ey insan;Senin için dün geçmiştir. Bir daha geri gelmez.
Yarın ise kesin değildir.
O halde dem bu demdir…
İçinde bulunduğun anı iyi değerlendir!.."
Hz. Ali (R.A.)
Güneşi bulan mumu ne yapsın? Ey güneşler güneşi! Ey nurlar nuru! Bir küçük tecellin bile neler yapmaya kâdirdir Senin.
Kendini bile sevmeyen insanın, şükür ki onu seven bir Rabbi var.
Ümidini yitirme ey insanoğlu, işte böyle Sevgili bir Rabbin var!..
Geçip de aynaya bakıp soran var mı?
Her nereye bakarsan kendi yüzündür. Kimde ne görürsen kendi özündür…
Aynalar gerçeği söylüyor, aynalarla yüzleşmeye var mısınız? Aynalar konuşuyor, aynaları dinlemeye, aynalara bakmaya cesaretiniz var mı? Geçip de aynaya soran var mı?..
Diyor musun yoksa?..
‘Ya Rab aynaya bakacak yüzüm yok, cesaretim yok, çünkü aynalar konuşuyor.
Her şeyi söylüyor bir bir: “Boşa gecen günlere yanmanın faydası yok, şimdi tövbe ve istiğfar etmenin vaktidir.” diyor. Aynalara bakmaya korkuyorum çünkü aynalarda görüneni sevemiyorum.
Ama aynalar konuşuyor: “Sen kendini bile sevmezken, seni bir sevenin var, unutma.” diyor, “Suretlere bakıp takılma.” diyor.
“Evet evet, sen kendini sevmesen de, sen kendine kıysan ve kendini harcasan da seni bir seven, sana kıyamayan, harcanmana razı olmayan biri var. O seni öyle seviyor işte. Sen kendine tahammül edemesen de, sana tahammül eden en güzel bir sabır sahibi olan Rabbin var.”
“Yoklayın kalbinizi; Allah için sevmenin, Allah için çalışmanın ve Allah için yaşamanın neresindesiniz?..
O büyük yolculuğa ve büyük mahkemeye ne kadar hazırsınız?.. “
‘Bir psikolog: “Kendi kalbine bakmayanın hayatı bulanıktır.” diyor ve ekliyor: “Kendi yüreğine bakabilme cesaretini gösterenler, gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.”
Ben de öyle yapıyorum, içime bakıyorum, aynalarda kendimi keşfe çalışıyorum. Hayatımı inceliyorum sayfa sayfa.
Çünkü “İncelenmemiş bir hayat yaşamaya değmez.” diyor bilge bir zat.
Ben de öyle yapıyorum. Aynaya bakıyorum, sorular soruyorum.’
Ve diyorum ki aynalara:
“Kimler geldi, kimler geçti şu köhne dünyadan. Her biri bu aynaya baktı da geçti. Kimi elinde dolu bir tasla, kimi başucunda bir taşla geçti bu dünyadan. Kimi de malını değil, adını bile götüremedi. Her şey burada kaldı, çünkü mülk senindi. Âkil olana yakışan, suretlere takılmamaktı. Bilen öyle yaptı, bilmeyen bu yolda şaştı. Bazen taşkınlık yaptı, haddi aştı. Bu beden, kendinin sandı ve insan aldandı…
Nerde bir zamanlar o ışıldayan genç ve güzel yüzler? Şimdi eser yok hiçbirinden. Gençti, güzeldi, gül gibiydi hepsi. Ömürleri, güller kadar kısa sürdü.
Şimdi ben de öyleyim. Dalından düştü düşecek ömür ağacımın son yaprağı. Başımı kaldırıp bakmaya cesaretim yok. Sahip olduğumu zannettiğim ve kıymetini bilemediğim bu elbisenin içindeyim.
Dar geliyor bedenime artık. Ruhum, eskimiş yuvasından çıkmaya hazırlanıyor. Belki de can atıyor. Emanetin mühleti bitmek üzere… Son yaprak dalından düşmek üzere…
Nasıl yaşadığın kadar, neyi nasıl sevdiğinde önemli…
Kıymet verdiğin senide kıymetlendiriyor mu?
Severken kendinden verebiliyor musun? Yoksa borç tahsili peşinde misin?
İçtenlik, en büyük sermayesidir insanın…
Az ya da çok değil, güzel sevin…
En sevdiğiniz şeyleri başkalarıyla paylaşmanın keyfine varın…
"Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır asla unutma..!" Âl-i imran/92
Ne güzel demiş; “Eskimek ne güzel, eksilmedikçe...” diye Nazım Hikmet…
Ama eksiliyoruz be ustam gittikçe eksiliyoruz bedenimizden her gün bir şeyler eksiliyor, yürüdüğümüz yol eksiliyor…
Ama mutluluğu yakalayamıyoruz…
Aslında, ‘Bana sorarsanız tam bir mutluluk yoktur bu hayatta.
Yani nasıl desem! Herkesin kendine göre bir derdi vardır. Kime sorsan hep bir şeyler yarım, hep bir şeyler eksiktir…
Hani demiş ya adam; “kiminin ekmeği bayattır, kimininse pırlantası ufak.” Bana da sorarsan yarım bir battaniye gibidir hayat… Omuzlarına çekersin ayakların üşür, ayaklarına çekersin kolların üşür. Ne tarafa çekersen çek hep bir tarafın açıkta kalır üşürsün. Çünkü seni ısıtacak bir can bir nefes yoktur…
Yine de dostlarım; her şeye rağmen, tüm olumsuzluklar inat yüzünüzden gülümseme kalbinizden umut eksik olmasın, gününüz aydın mutluluğunuz daim, neşeniz bol olsun…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Hoş kalın, hoşça kalın, hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle… gönül soframdan gönül sofranıza muhabbetler gönderdim…
12 Ekim 2019
Ömer Sabri Kurşun
3 Mart 2019 Pazar
19 Aralık 2018 Çarşamba
Ölümden Kaçış Yok
Azrâil’den kaçan adam
Hz. Süleyman’ın hüküm sürdüğü devirlerde, bir adam koşa koşa saraya gelerek, Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkar. Benzi sapsarı, korkudan tir tir titrer bir halde, Süleyman aleyhisselâmdan kendisine yardım etmesini ister.
Hz. Süleyman bu adama sorar: ”Ne oldu sana böyle? Seni bu kadar korkutan şey nedir?”
Adamcağız nefes nefese: ”Azrâil bana öyle öfkeli baktı ki, canımı alacağından korktum. Koşup sana geldim.” Hz. Süleyman, ”Peki, benden isteğin nedir?” der. Adamcağız, ”Ey canları koruyan adaletli padişah! Senin hükmün rüzgâra geçer, emret de beni Hindistan’a götürsün. Bel ki o zaman canımı kurtarırım” der.
Süleyman aleyhisselâm adamın, kaderin bir sırrından bir başka sırrına intikal edeceğinin idrâki içinde rüzgârı çağırdı ve rüzgara ; “‒Bu adamı hemen al, istediği yere,Hindistan’a bırak!” emrini verir.
Süleyman aleyhisselâmın bu emriyle rüzgâr bir esti, kükredi ve adamı aldığı gibi bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürdü. adamı istediği yere bırakmasını emreder. Rüzgâr adamı Hindistan’ın iç taraflarında bir yere uçurarak bırakır.
Ertesi gün her günki gibi divan kurulur ve herkes Hz. Süleyman aleyhisselâmın huzurunda toplanır. Zaman zaman insan suretinde peygamberlerle görüşen ölüm meleği Azrail (a.s.), Hz. Süleyman’ın ziyaretine gitmişti o gün.
Hz. Süleyman Azrâil’e, ”Dün bana bir adam geldi. Kendisine öfkeyle baktığını söyledi. O müslümanı evinden barkından, çoluğundan çocuğundan uzaklaştırmak için mi öyle baktın? Sebebi nedir?” der.
Azrâil, ”Ey Süleyman! Ben ona öfkeyle değil, şaşkınlıkla baktım. Çünkü Cenâb-ı Hak bana, O kulumun canını bugün Hindistan’da al’ diye emir buyurmuştu. Ben dün buraya Rabbimizin emriyle başka canı götürmeye gelmiştim.
Çünkü Allah bana o günün gecesinde de onun ruhunu Hindistan’da almamı emretmişti.
Ben de o adamı burada görünce şaşırarak kendi kendime, ‘Bu adamın burada ne işi var? Yüzlerce kanadı olsa Hindistan’a gece varması çok zor’ dedim. Onun için adama tuhaf ve şaşkınlıkla baktım.
Fakat Hindistan’a gittiğim zaman adamı orada buldum, ve vazifemi yerine getirdim” diyerek Hz. Süleyman’ın sorusunu cevaplar.
İşte böyle:
Ölümden Kaçış Yok.
İnsanlar ihtiraslarına kapılarak yoksulluktan ve ölümden korkarlar. Hâlbuki bütün dünya işlerimizi ölüm gerçeğini kabullenip, göz önünde bulundurarak yapmalıyız. Ölümün hikmeti insanın imtihanında gizlidir. İnsan, iyi ya da kötü her işlediği şeyin karşılığın görecektir.
Aslında ölümün insanı korkutmasının altında yatan gerçek sebep, ölümün mahiyetinin bilinmemesi, insanın emellerini gerçekleştirmeye imkân vermemesi ve onu sevdiklerinden ayırmasıdır. Allah’ın yaratmış olduğu bütün canlı ve cansızlar varlıklar ölümü tadacaklardır… Canlı olan varlıklardan; insan, hayvan ve bitkilerin çok da uzun yaşamadığını, er geç ölümle tanıştıklarına şahit oluyoruz… Bazı canlıların ömrü bir gün olurken bazıları bin yıldan fazla yaşayabiliyor… Ortada bir ölüm tarihi var ve her canlı o adrese doğru tıpış tıpış gidiyor…
Bitkiler dışındaki canlılara baktığımızda hiçbir insan ve hayvanın ölmek istemediği ve ölümden kaçtığına şahit oluruz… Elimize konan sinek dahi ölmemek için anında kaçıyor… Ortada bir ölüm tarihi var ve bu tarih asla değişmeyecek…
İster peygamber ol, ister Allah’a en büyük düşman ol fark etmez;
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır;…”
Allah Teâlâ hikmetli kitabı Kur'an-ı Kerim'de:
"O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır..."(Mülk, 67/2)
İnsanlar ihtiraslarına kapılarak yoksulluktan ve ölümden korkarlar. Halbuki bütün dünya işlerimizi ölüm gerçeğini kabullenip, göz önünde bulundurarak yapmalıyız. Kimden, neyi kaçırıyoruz? Allah’tan kaçabileceğini düşünmek büyük bir cahillik değilmidir?
Önümüzde hiç unutmamamız gereken, ama aksine, unutmak için ne lâzımsa yaptığımız büyük bir hakikat var: Ölüm. Bu gafletimizin en büyük ilacı:
“Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” (Nesai, Cenâiz, 3) hadis-i şerifidir...
Bu hadis-i şerifte ölümü çokça hatırlamamız ve üzerinde önemle durmamız tavsiye ediliyor. Bu tavsiyeye kulak tıkamak akıl kârı değil. Zira göz kapamak hiçbir hakikati gizleyememiştir. Ölüme sırt çevirip yarını düşünmekten kaçan insanlar, kabre geri geri gitmekten başka bir şey yapmıyorlar.
Akıllılık, ölümü unutmak değil, dünya yolculuğunun kabre doğru olduğunun ve ölümle bittiğinin şuuru içinde, ölümü aşmanın, onu geride bırakmanın yollarını aramaktır.
Derdini unutan bir hasta kısa bir süre rahat edebilir. Ama bu gaflet, hastalığın daha da ilerlemesine yol açar. Bu kısa sefanın cefası çok uzun sürer…
İmtihanları unutmak, öğrenciye, geçici bir eğlence fırsatı verebilir. Ama bu gafletin neticesi; sıkıntılar, çileler ve ıstıraplar olur. Sermayesini ölçüsüzce harcayan bir tüccar, bir süre aldatıcı bir sefa sürer. Ama bu sefanın sonu iflâsa varır...
Ölümü unutmaya çalışanların hâli, şuna benzetilebilir: Odanızda otururken, yahut bir parkta dinlenirken, yalnız kalmış bir böceğe gözünüz takılıyor. Biraz vakit geçirmek niyetiyle eğiliyor ve elinizi ona doğru yaklaştırıyorsunuz. Böcek hemen gerisin geri dönüyor ve -kendisine göre- büyük bir süratle kaçmaya başlıyor. Siz onun bu kaçışını zevkle seyrediyorsunuz. Gidiyor ve meselâ yere atılmış bir kibrit kutusunun arkasına saklanıyor.
Başınızı biraz uzatıyor, onu seyre koyuluyorsunuz. Heyecanla soluduğunu hisseder gibi oluyorsunuz.
Derken bir başka böcek onun yanına geliyor. Sizden kaçan böceğin, diğerine: “Az önce büyük bir tehlike atlattım. Bir karartı çıktı karşıma. Hemen kaçtım. Çok şükür kurtuldum.” dediğini duyar gibi oluyorsunuz...
Bizim, ölüm meleği karşısındaki durumumuz da bundan pek farklı değil. Nereye gitsek, neyin arkasına saklansak, hangi eğlenceye dalsak, onu unutmak için nelerle oyalansak netice hiç mi hiç değişmiyor. O bizi her an süzmede ve ruhumuzu almak için Rabbinden emir beklemede.
O hâlde ölümden kaçmak akıllılık değil. Akıllılık ölümü sevmek ve ruhumuzu ölüm meleğine kirsiz, lekesiz teslim etmeye çalışmaktır. İleriyi düşünmemek, ölümü unutmak insana yakışan bir hayat felsefesi olmasa gerek...
Bir insanın saklanabileceği her yer ölüm meleğinin uğrayacağı adrestir… Kesinlikle kimin canı alınacaksa yer ve zaman dilimi bellidir ve ölüm meleği o kişiyi tam Allah’ın takdir etmiş olduğu adreste bulur…
“… sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!...”
Bu ayetimizi Üstad Seyyid Kutub şöyle tefsir eder:
-“Ölüm, takdir edilmiş zamanında kesinlikle meydana gelir. Ölümün savaş ve barışta kişinin sığındığı yerin sağlam oluşu veya az sağlam oluşu ile bir ilgisi yoktur. O halde savaş izninin geciktirilmesi ölümü geciktiremez. Aynı şekilde cihatta insanlarla karşı karşıya gelmek de belirlenen süresinden öne alamaz ölümü.
Yani ölümden kaçış yoktur… Ve dönüş de âlemlerin rabbi olan Allah’adır…
Çokça insan vardır. Ölümü duymak, düşünmek istemez. Adını duyduğunda boş bakar boş düşünür. Farkında olmadan kaçar ölümden. Çünkü ”dalar.” Oyunlara dalar, oyalanmalara dalar. Boş dizilere, arkadaşlarla çekişmeye, ay çok havalıyızlara, küfürlere, okul sınavlarına, maaşlara, kavgalara…
Bazıları yaşlanmaya başladığında bile, ölümün varlığına değil; kırışıklıklarına dalar. Yaşı hatırlatıldığında huzursuzlaşır çünkü ona göre yaşlanması sadece dün gençken, bugün daha yaşlı olmasıdır.
Dev gözlüklerle oturulan kafede, ılık yaz akşamında kaçılır ölümden. Kül tablasında birikilen sigaralarda, hep dünyevi dertler düşünülürken koltukta kaçılır ölümden.
Etrafımda ibret verici, düşündürücü çok şeye rastlıyorum. Lüks ve depreme dayanıklı evler görüyorum mesela. İçerisindekiler deprem olmadan da bir anda hastalıktan, trafik kazasından ya da başka bir şeyden ölebiliyor. Hatta yaşa bile bakmıyor ölmek. Yeni yeni yürüyen bir bebek bile olabiliyor ölen.
Kazanılan para, alınan yeni spor ayakkabılar ölen anne babayı geri getirmiyor.
Her tarzdaki evin duvarlarından sızıyor ölüm içeriye…
Ölüm var işte! Kaçılmıyor!..
Bilgisayar oyunlarında, futbol maçlarında, çarşı buluşmalarında, klip izlemelerinde akıp giderken zaman, ölüm yaklaşıyor.
Bizse hiçbir şey yapmıyoruz. Hala sadece her hafta izlediğimiz dizileri, okul derslerini, borçları, daha fazla parayı, yarının işlerini düşünüyoruz. Ölüm ve sonrasına hazırlık yapmıyoruz, inandığını söyleyenler olarak da yapmıyoruz. İnancımızı bile tartmıyoruz, eleştirmiyoruz. İnancımızla yüzleşmiyoruz. İnancımıza uygun yaşamadıkça, sadece inanç sahibi olmak hiçbir anlam ifade etmiyor. Kafamızdaki soru işaretlerinin doğru cevaplarını öğrenmek için çırpınmıyoruz.
En büyük buluşmamızı unutuyoruz:
Dönüşünüz Allah’adır. (Fatır Suresi, 18)
Apartmanın her katında güvenlik kamerası da olsa, ölüm el feneri ve hırsız başlığıyla girmiyor odamıza. Güvenlik kameralarında görülmüyor, yangın alarmlarında ötmüyor. Ne inşa edersek edelim, ne çok kazanırsak kazanalım, ölüm var. İleri tarihte bir yerlerde bizi bekliyor. Bugün atlatsak da, yarın muhakkak var.
O halde ne yapmalı dostlar henüz yaşarken ve nefes alırken.
Hayatı sevin zaman kaybetmeden sevin…
Sevin çünkü hayat sevince, sevilince güzel ve diyelim ki her bir cümleye,” bu Vatanın sahipleri, yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Bu gününüz ve gelecek günlerinizin her anı sağlık, mutluluk dolsun, gün mavi, gün umut, gün ışık, gün sevinç, her gününüz şiirler/şarkılar-türküler tadında, pür neşe muhabbet olsun…
Işığınıza, yaşam kavganıza, yüreğinize, düşlerinize, sabrınıza, dostluğunuza, gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun... Hoş kalın, hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın...
19 Aralık 2018
Ömer Sabri Kurşun
1 Kasım 2018 Perşembe
“ DÜNYA”- “İNSAN”- “SEVGİ”
Bir hüzün saklıdır ve bin umut vardır her yeni gün doğumunda! Hüzünsüz uyuyup bin umutla uyanmışsınızdır diye düşünüyorum ve bu yönde oldu sabaha dek dualarım…
Ve sesleniyorum Ülkeme- Dünyama- Evrene________________ Günaydın…
Benim şiir ruhlu gül bakışlı arkadaşlarım: Eğer ki gününüz fırtınanın ardındaki dinginlik ise günaydın…
Fırtınadan sağ çıkanlar günaydın. Günaydın benim candan öte canlarım…
Eğer ki yüzyıllarınız karanlık içinde geçti ise günaydın…
Uyanırken günaydın diyorum canlara…
Veeeeeeeee________________________ gün-ay-dı-nı heceliyorum. Eklerine köklerine ayırıyorum ve size veriyorum diyorum ki: Bir günaydınla aydınlansın gününüz, gülüşleriniz çoğalsın, mutlulukla bakan gözlerinizde, yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, kalbinizde ki sevgi ile umuda hoş geldin diyen, dudaklarınızda ki tebessüme barış ve sevgi şarkılarının takılı olduğu bir gün olsun diliyorum…
Umudu, hasreti ve barışı ve dahi sevgiyi içinde barındıran egosunu yenebilmiş benlik kisvesini üzerinden sıyırmış biz kisvesini giymiş yüreğinde çiçekler açmış her bir yüreğe günaydın…
“ MUTLU SABAHLAR…”
Birde ne istiyorum biliyor musunuz dostlar;
Nazım Hikmet’in dediği gibi.
"Bir ülke istiyorum adı “ DÜNYA” Bir tek ırk istiyorum adı “İNSAN” Bir tek kaynak istiyorum adı “SEVGİ…” Ve ardından ben bağırıyorum diyorum ki tüm dünyaya; bir tek slogan istiyorum; adı “ YAŞASIN TÜRKİYE CUMHURİYETİ- YAŞASIN CUMHURİYET ” olan…
......diyor avaz avaz devam ediyorum______ “Ve bir Ülke istiyorum her bireyin dost olduğu, bencillikten kopup, egolarından sıyrılmış, insan gibi insanca insanların yaşadığı.
Güçlünün haklı olduğu değil, Haklının güçlü olduğu, insanların ekmekle özgürlük arasında tercihe zorlanmadığı, Esnafı, sanatkârın, tüccarın ve sanayicinin hükümetin sosyal ve ekonomik politikalarında söz sahibi olduğu bir ülke istiyorum.
Demokratik standartların yüksek olduğu, hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının güçlü olduğu bir ülke istiyorum Mahkemelerin kendilerini halkın iradesiyle seçilen hükümetlerin yerine koymadığı, kanuni formalitelerin ve keyfi kararların olmadığı bir ülke istiyorum.
Şehit annelerinin acısının hissedildiği, paylaşıldığı, şehit annelerinin döktüğü gözyaşlarının hesabının adalet ve hukuk önünde sorulduğu ve sorumluların bulunup, yargılanıp cezalarının insanlık adına verildiği bir ülke istiyorum.
Kökleri, dinleri, inançları, mezhepleri ne olursa olsun herkesin barış ve özgürlük içinde mutlu bir şekilde yaşayabildiği bir ülke istiyorum.
Sesleniyorum önce ülkeme sonra evrene BİZ;......
“Nice güz iklimler bırakıp geride
Uyanışa uzanana ezgiler yükledik bahara…
Nice kışlar vurulmak istendi yazımıza!
Güneş bile ısıtmazken evreni
Vurup özgürlüğe umudumuzu
Sonsuz yollar boyu her düşeni sinemizde süren yangınlarla kucakladık.
Ölürken bile gülüşlerimizi bahar sofrasında sunduk dostlarımıza…
Ki; Onlar ayaklanışıydı düşenlerin ve parçalanışın karanlığın…
Onlar!
Birer birer düşerken çığlıklara,
Kızılca kıyametler içinde göğe yükselişiydi başların…
Ve sözümüzdür;
Nasırlı ellerimizle göğün bütün renklerini taşıyacağız açlık sofrasına.
Umudun resmini çizeceğiz baharın doğurganlığında.
Yorgun nehirleri aşıp ummanlara yelken açacağız.
Dağların doruklarından yükleneceğiz baharı
Beklenen bahar kapıdadır artık
Sözümüz bahara, çağrımız bahardır.—“
Demiş ya Torosların Efesi Yaşar KEMAL ‘ Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir, BARIŞ ’tır…’
Zor mu?
Olmamalı!
Oysaki düğüm haldeyiz…
Üst üste atılmış düğümler gibiyiz…
Çözülmek için birbirimize ihtiyacımız var…
Ama ne zaman yaklaşsak, çözmek yerine, bir düğüm daha atıyoruz birbirimize… Bir düğüm daha… Ve bir tane daha… Garip ama zevk de alıyoruz bu halden… İçinden çıkılmaz hayatların esaretinden… Sevgisizlikten…
Bir yazarın dediği gibi, “ne çok sustuk, en derin yaralarımıza…”
Haklısınız Sn yazarım;SEVGİSİZLİĞİMİZ en derin yaramız… Birbirimize olan ÖFKEMİZ de bundan… ANLAMAMA çabamız da…
Hâlbuki o kadar kolay ki…
Hani Müşfik Kenter demiş ya…
Seven; senin hatan yerine “Özür dilerim” diyendir. “Neredesin” yerine “Ben buradayım” diyendir. “Nasıl yaparsan yap” yerine ; “Niye yaptığını anlıyorum” diyendir!
Peki, o DİYEN niye olamadık?
Zor mu?
Olmamalı! Bence olmamalı.
Peki, sorun ne?
HAYAT denen tarife SEVGİ mi eklemedik? Ondan mıdır dersiniz?
Sorunumuz, kavgalarımız da tam olarak bu mu? Dersiniz?
O zaman o kavgalara ara verelim mi? Haydi dostlar hep birlikte şu hayat denen sicime düğüm atmayalım. Çünkü düğümler can yakıyor…
Bitirelim kavgaları…
Ama en çok da kendimizle olanına…
Biz hep yaşadığımız sorunların nedenlerini başkalarında aramaya kodlanmışız. Kendimizi sır gibi saklamışız. Kol kırılıp hep yen içinde kalmış. Suçluluk hissetmeyi, kendimiz gibi olmayan herkesi yargılamayı öğrenmişiz.
”Unutma, dünyanın problemi sensin. Problem sensin ve sen çözülmedikçe yaptığın her şey olayları daha da karmaşıklaştıracaktır. Önce kendi evini düzene sok, orada bir kozmos yarat; o bir kaostur. Antik bir Hint masalı vardır, çok eski ama çok büyük bir öneme sahip bir öyküdür.
“Her Şeyin Çözümü Sensin” der.
“Çok büyük ama aptal bir kral sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır derisiyle kaplanmasını emretmiş. Ancak sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla gülmüş; o bilge bir adammış. Demiş ki: “Kralın fikri en basitinden komik.” Kral çok kızmış ve maskaraya demiş ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster yoksa öldürüleceksin.” Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın” demiş. Ve ayakkabılar bu şekilde doğmuş. Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangıcı budur. ”
Hep derler ya hayat merdivene benzer. Bir iner bir çıkarsın soluklanınca bekler hızlı çıkınca aniden düşer başa dönersin ya, İşte o zaman elini uzattığında kalmak için, kimse yoksa yanında çözüm sensin.
Bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Sevin doya doya… Sevgi dolu güzel bir günleriniz olsun…
1 Kasım 2018
Ömer Sabri Kurşun
27 Temmuz 2018 Cuma
Okan Uslu & Hatırım İçin
Hatırım İçin
Öyle hasretim ki güzel kokuna
Vuruldum yenildim aşkın okuna
Yüreğim elimde geldim kapına
Gel de gör halimi hatırım için
Bıktım bu çileli yaşam yolundan
Tutmuşum kaderin zalim kolundan
Sevdim seni diye kırdın dalımdan
Gel de sar yaramı hatırım için
Sevmek bir günahsa günah işledim
Ömrümce böyle bir sevgi düşledim
Kendimi suçlayıp kalbi boşladım
Gönlümü dar etme hatırım için
Bi çare aşığım kapında arsız
Gönlümde yangın var kalbimde hırsız
Sevdamı kandırma kalırsın yarsız
İçime kor atma hatırım için…
30.01.2016 05.00- İZMİR(2)
Ömer Sabri Kurşun
Bu şiirim Bestekar Y. Türker Atik(İzmir) tarafından TSM olarak bestelenmiştir... Makam: Nihavend/ Usül : Nim Sofyan
Yaklaşık 1 yıldır üzerinde çalışıp emek verdiğimiz ''YEMİNLER ETMİŞTİK'' isimli albümümüz tüm digital platformlarda yayına çıkmış ve 07.07.2018 cumartesi günüde müzik marketlerde yerini almıştır.
Sevgili sanatseverler, amatör ve profesyonel sanatçılar. Türk musikisi formunda, düzenleme, aranje ve yönetmenliği Atilla Irgıza ait olan ‘’Yeminler Etmiştik’’ albümü tamamlandı. Bestelerin tamamı Türker Atik'e ait olduğu albüme de İzmir'in değerli 10 farklı söz yazarı şairin eserleri yer aldı…
10 farklı söz yazarı şairin (1-Yasemin Mirahmetoğlu- 2- Feridun Benal Özçelik- 3- Çakmar Çakmak- 4- Halim Akin- 5- Gaffar Güllü- 6- Türker Atik- 7- Sevgi Çetinbilek- 8- Turan Atasever- 9- Erman Öcal- 10- Ömer Sabri Kurşun) birbirinden etkileyici duygu dolu o naif şiirlerinin, Bestekâr Türker Atik’in besteleri ve değerli ses sanatçımız Okan Uslu yorumları ile birleştiği enfes bir çalışma. TRT'nin en özel sanatçılarından Lale Mumcu Başel'in vokalleriyle destek verdiğini ve hep birlikte dillerden düşmeyen şarkılara imza atıldı…
Değerli dostumuz Uğur Filiz yoğun bir emek sarf etti sarf etmekte duyurular için…
İzmir’in en iyi enstrüman sanatçıları enstrümanları ile destek verdikleri bu albümde klasik ve modern batı müziği armonisi, başka Dünya müzikleri ve formlarını kullanıldı. Bir yıl gibi bir çalışmanın ürünü olan bu albümde hep birlikte emek harcandı. İyi bir şeyler yapıldı.
Dinlerken hatıraların, mutluluk ve güzel anların yaşanacağından eminim. Herkese iyi dinlemeler. albümümüzü itunes, fizy, spotyfy, muud,YouTube ve yurt dışından da amazon.de adreslerinden de ulaşabilirsiniz. Bunlar yasal sitelerdir. Yasal olmayan sitelere taviz vermeyelim...
Son durak...
Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
Yerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!