Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

19 Aralık 2018 Çarşamba

Ölümden Kaçış Yok



Azrâil’den kaçan adam

Hz. Süleyman’ın hüküm sürdüğü devirlerde, bir adam koşa koşa saraya gelerek, Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkar. Benzi sapsarı, korkudan tir tir titrer bir halde, Süleyman aleyhisselâmdan kendisine yardım etmesini ister.

Hz. Süleyman bu adama sorar: ”Ne oldu sana böyle? Seni bu kadar korkutan şey nedir?”

Adamcağız nefes nefese: ”Azrâil bana öyle öfkeli baktı ki, canımı alacağından korktum. Koşup sana geldim.” Hz. Süleyman, ”Peki, benden isteğin nedir?” der. Adamcağız, ”Ey canları koruyan adaletli padişah! Senin hükmün rüzgâra geçer, emret de beni Hindistan’a götürsün. Bel ki o zaman canımı kurtarırım” der.

Süleyman aleyhisselâm adamın, kaderin bir sırrından bir başka sırrına intikal edeceğinin idrâki içinde rüzgârı çağırdı ve rüzgara ; “‒Bu adamı hemen al, istediği yere,Hindistan’a bırak!” emrini verir.
Süleyman aleyhisselâmın bu emriyle rüzgâr bir esti, kükredi ve adamı aldığı gibi bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürdü. adamı istediği yere bırakmasını emreder. Rüzgâr adamı Hindistan’ın iç taraflarında bir yere uçurarak bırakır.

Ertesi gün her günki gibi divan kurulur ve herkes Hz. Süleyman aleyhisselâmın huzurunda toplanır. Zaman zaman insan suretinde peygamberlerle görüşen ölüm meleği Azrail (a.s.), Hz. Süleyman’ın ziyaretine gitmişti o gün.
Hz. Süleyman Azrâil’e, ”Dün bana bir adam geldi. Kendisine öfkeyle baktığını söyledi. O müslümanı evinden barkından, çoluğundan çocuğundan uzaklaştırmak için mi öyle baktın? Sebebi nedir?” der.

Azrâil, ”Ey Süleyman! Ben ona öfkeyle değil, şaşkınlıkla baktım. Çünkü Cenâb-ı Hak bana, O kulumun canını bugün Hindistan’da al’ diye emir buyurmuştu. Ben dün buraya Rabbimizin emriyle başka canı götürmeye gelmiştim.
Çünkü Allah bana o günün gecesinde de onun ruhunu Hindistan’da almamı emretmişti.
Ben de o adamı burada görünce şaşırarak kendi kendime, ‘Bu adamın burada ne işi var? Yüzlerce kanadı olsa Hindistan’a gece varması çok zor’ dedim. Onun için adama tuhaf ve şaşkınlıkla baktım.
Fakat Hindistan’a gittiğim zaman adamı orada buldum, ve vazifemi yerine getirdim” diyerek Hz. Süleyman’ın sorusunu cevaplar.

İşte böyle:
Ölümden Kaçış Yok.

İnsanlar ihtiraslarına kapılarak yoksulluktan ve ölümden korkarlar. Hâlbuki bütün dünya işlerimizi ölüm gerçeğini kabullenip, göz önünde bulundurarak yapmalıyız. Ölümün hikmeti insanın imtihanında gizlidir. İnsan, iyi ya da kötü her işlediği şeyin karşılığın görecektir.

Aslında ölümün insanı korkutmasının altında yatan gerçek sebep, ölümün mahiyetinin bilinmemesi, insanın emellerini gerçekleştirmeye imkân vermemesi ve onu sevdiklerinden ayırmasıdır. Allah’ın yaratmış olduğu bütün canlı ve cansızlar varlıklar ölümü tadacaklardır… Canlı olan varlıklardan; insan, hayvan ve bitkilerin çok da uzun yaşamadığını, er geç ölümle tanıştıklarına şahit oluyoruz… Bazı canlıların ömrü bir gün olurken bazıları bin yıldan fazla yaşayabiliyor… Ortada bir ölüm tarihi var ve her canlı o adrese doğru tıpış tıpış gidiyor…

Bitkiler dışındaki canlılara baktığımızda hiçbir insan ve hayvanın ölmek istemediği ve ölümden kaçtığına şahit oluruz… Elimize konan sinek dahi ölmemek için anında kaçıyor… Ortada bir ölüm tarihi var ve bu tarih asla değişmeyecek…
İster peygamber ol, ister Allah’a en büyük düşman ol fark etmez;
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır;…”

Allah Teâlâ hikmetli kitabı Kur'an-ı Kerim'de:
"O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır..."(Mülk, 67/2)

İnsanlar ihtiraslarına kapılarak yoksulluktan ve ölümden korkarlar. Halbuki bütün dünya işlerimizi ölüm gerçeğini kabullenip, göz önünde bulundurarak yapmalıyız. Kimden, neyi kaçırıyoruz? Allah’tan kaçabileceğini düşünmek büyük bir cahillik değilmidir?

Önümüzde hiç unutmamamız gereken, ama aksine, unutmak için ne lâzımsa yaptığımız büyük bir hakikat var: Ölüm. Bu gafletimizin en büyük ilacı:
“Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” (Nesai, Cenâiz, 3) hadis-i şerifidir...

Bu hadis-i şerifte ölümü çokça hatırlamamız ve üzerinde önemle durmamız tavsiye ediliyor. Bu tavsiyeye kulak tıkamak akıl kârı değil. Zira göz kapamak hiçbir hakikati gizleyememiştir. Ölüme sırt çevirip yarını düşünmekten kaçan insanlar, kabre geri geri gitmekten başka bir şey yapmıyorlar.

Akıllılık, ölümü unutmak değil, dünya yolculuğunun kabre doğru olduğunun ve ölümle bittiğinin şuuru içinde, ölümü aşmanın, onu geride bırakmanın yollarını aramaktır.

Derdini unutan bir hasta kısa bir süre rahat edebilir. Ama bu gaflet, hastalığın daha da ilerlemesine yol açar. Bu kısa sefanın cefası çok uzun sürer…

İmtihanları unutmak, öğrenciye, geçici bir eğlence fırsatı verebilir. Ama bu gafletin neticesi; sıkıntılar, çileler ve ıstıraplar olur. Sermayesini ölçüsüzce harcayan bir tüccar, bir süre aldatıcı bir sefa sürer. Ama bu sefanın sonu iflâsa varır...

Ölümü unutmaya çalışanların hâli, şuna benzetilebilir: Odanızda otururken, yahut bir parkta dinlenirken, yalnız kalmış bir böceğe gözünüz takılıyor. Biraz vakit geçirmek niyetiyle eğiliyor ve elinizi ona doğru yaklaştırıyorsunuz. Böcek hemen gerisin geri dönüyor ve -kendisine göre- büyük bir süratle kaçmaya başlıyor. Siz onun bu kaçışını zevkle seyrediyorsunuz. Gidiyor ve meselâ yere atılmış bir kibrit kutusunun arkasına saklanıyor.

Başınızı biraz uzatıyor, onu seyre koyuluyorsunuz. Heyecanla soluduğunu hisseder gibi oluyorsunuz.
Derken bir başka böcek onun yanına geliyor. Sizden kaçan böceğin, diğerine: “Az önce büyük bir tehlike atlattım. Bir karartı çıktı karşıma. Hemen kaçtım. Çok şükür kurtuldum.” dediğini duyar gibi oluyorsunuz...

Bizim, ölüm meleği karşısındaki durumumuz da bundan pek farklı değil. Nereye gitsek, neyin arkasına saklansak, hangi eğlenceye dalsak, onu unutmak için nelerle oyalansak netice hiç mi hiç değişmiyor. O bizi her an süzmede ve ruhumuzu almak için Rabbinden emir beklemede.
O hâlde ölümden kaçmak akıllılık değil. Akıllılık ölümü sevmek ve ruhumuzu ölüm meleğine kirsiz, lekesiz teslim etmeye çalışmaktır. İleriyi düşünmemek, ölümü unutmak insana yakışan bir hayat felsefesi olmasa gerek...

Bir insanın saklanabileceği her yer ölüm meleğinin uğrayacağı adrestir… Kesinlikle kimin canı alınacaksa yer ve zaman dilimi bellidir ve ölüm meleği o kişiyi tam Allah’ın takdir etmiş olduğu adreste bulur…
“… sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!...”

Bu ayetimizi Üstad Seyyid Kutub şöyle tefsir eder:
-“Ölüm, takdir edilmiş zamanında kesinlikle meydana gelir. Ölümün savaş ve barışta kişinin sığındığı yerin sağlam oluşu veya az sağlam oluşu ile bir ilgisi yoktur. O halde savaş izninin geciktirilmesi ölümü geciktiremez. Aynı şekilde cihatta insanlarla karşı karşıya gelmek de belirlenen süresinden öne alamaz ölümü.
Yani ölümden kaçış yoktur… Ve dönüş de âlemlerin rabbi olan Allah’adır…

Çokça insan vardır. Ölümü duymak, düşünmek istemez. Adını duyduğunda boş bakar boş düşünür. Farkında olmadan kaçar ölümden. Çünkü ”dalar.” Oyunlara dalar, oyalanmalara dalar. Boş dizilere, arkadaşlarla çekişmeye, ay çok havalıyızlara, küfürlere, okul sınavlarına, maaşlara, kavgalara…
Bazıları yaşlanmaya başladığında bile, ölümün varlığına değil; kırışıklıklarına dalar. Yaşı hatırlatıldığında huzursuzlaşır çünkü ona göre yaşlanması sadece dün gençken, bugün daha yaşlı olmasıdır.
Dev gözlüklerle oturulan kafede, ılık yaz akşamında kaçılır ölümden. Kül tablasında birikilen sigaralarda, hep dünyevi dertler düşünülürken koltukta kaçılır ölümden.

Etrafımda ibret verici, düşündürücü çok şeye rastlıyorum. Lüks ve depreme dayanıklı evler görüyorum mesela. İçerisindekiler deprem olmadan da bir anda hastalıktan, trafik kazasından ya da başka bir şeyden ölebiliyor. Hatta yaşa bile bakmıyor ölmek. Yeni yeni yürüyen bir bebek bile olabiliyor ölen.
Kazanılan para, alınan yeni spor ayakkabılar ölen anne babayı geri getirmiyor.
Her tarzdaki evin duvarlarından sızıyor ölüm içeriye…
Ölüm var işte! Kaçılmıyor!..
Bilgisayar oyunlarında, futbol maçlarında, çarşı buluşmalarında, klip izlemelerinde akıp giderken zaman, ölüm yaklaşıyor.
Bizse hiçbir şey yapmıyoruz. Hala sadece her hafta izlediğimiz dizileri, okul derslerini, borçları, daha fazla parayı, yarının işlerini düşünüyoruz. Ölüm ve sonrasına hazırlık yapmıyoruz, inandığını söyleyenler olarak da yapmıyoruz. İnancımızı bile tartmıyoruz, eleştirmiyoruz. İnancımızla yüzleşmiyoruz. İnancımıza uygun yaşamadıkça, sadece inanç sahibi olmak hiçbir anlam ifade etmiyor. Kafamızdaki soru işaretlerinin doğru cevaplarını öğrenmek için çırpınmıyoruz.

En büyük buluşmamızı unutuyoruz:
Dönüşünüz Allah’adır. (Fatır Suresi, 18)
Apartmanın her katında güvenlik kamerası da olsa, ölüm el feneri ve hırsız başlığıyla girmiyor odamıza. Güvenlik kameralarında görülmüyor, yangın alarmlarında ötmüyor. Ne inşa edersek edelim, ne çok kazanırsak kazanalım, ölüm var. İleri tarihte bir yerlerde bizi bekliyor. Bugün atlatsak da, yarın muhakkak var.

O halde ne yapmalı dostlar henüz yaşarken ve nefes alırken.
Hayatı sevin zaman kaybetmeden sevin…
Sevin çünkü hayat sevince, sevilince güzel ve diyelim ki her bir cümleye,” bu Vatanın sahipleri, yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Bu gününüz ve gelecek günlerinizin her anı sağlık, mutluluk dolsun, gün mavi, gün umut, gün ışık, gün sevinç, her gününüz şiirler/şarkılar-türküler tadında, pür neşe muhabbet olsun…
Işığınıza, yaşam kavganıza, yüreğinize, düşlerinize, sabrınıza, dostluğunuza, gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun... Hoş kalın, hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın...

19 Aralık 2018

Ömer Sabri Kurşun


1 Kasım 2018 Perşembe

“ DÜNYA”- “İNSAN”- “SEVGİ”


Bir hüzün saklıdır ve bin umut vardır her yeni gün doğumunda! Hüzünsüz uyuyup bin umutla uyanmışsınızdır diye düşünüyorum ve bu yönde oldu sabaha dek dualarım…
Ve sesleniyorum Ülkeme- Dünyama- Evrene________________ Günaydın…
Benim şiir ruhlu gül bakışlı arkadaşlarım: Eğer ki gününüz fırtınanın ardındaki dinginlik ise günaydın…
Fırtınadan sağ çıkanlar günaydın. Günaydın benim candan öte canlarım…
Eğer ki yüzyıllarınız karanlık içinde geçti ise günaydın…
Uyanırken günaydın diyorum canlara…

Veeeeeeeee________________________ gün-ay-dı-nı heceliyorum. Eklerine köklerine ayırıyorum ve size veriyorum diyorum ki: Bir günaydınla aydınlansın gününüz, gülüşleriniz çoğalsın, mutlulukla bakan gözlerinizde, yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, kalbinizde ki sevgi ile umuda hoş geldin diyen, dudaklarınızda ki tebessüme barış ve sevgi şarkılarının takılı olduğu bir gün olsun diliyorum…
Umudu, hasreti ve barışı ve dahi sevgiyi içinde barındıran egosunu yenebilmiş benlik kisvesini üzerinden sıyırmış biz kisvesini giymiş yüreğinde çiçekler açmış her bir yüreğe günaydın…
“ MUTLU SABAHLAR…”

Birde ne istiyorum biliyor musunuz dostlar;
Nazım Hikmet’in dediği gibi.
"Bir ülke istiyorum adı “ DÜNYA” Bir tek ırk istiyorum adı “İNSAN” Bir tek kaynak istiyorum adı “SEVGİ…” Ve ardından ben bağırıyorum diyorum ki tüm dünyaya; bir tek slogan istiyorum; adı “ YAŞASIN TÜRKİYE CUMHURİYETİ- YAŞASIN CUMHURİYET ” olan…
......diyor avaz avaz devam ediyorum______ “Ve bir Ülke istiyorum her bireyin dost olduğu, bencillikten kopup, egolarından sıyrılmış, insan gibi insanca insanların yaşadığı.

Güçlünün haklı olduğu değil, Haklının güçlü olduğu, insanların ekmekle özgürlük arasında tercihe zorlanmadığı, Esnafı, sanatkârın, tüccarın ve sanayicinin hükümetin sosyal ve ekonomik politikalarında söz sahibi olduğu bir ülke istiyorum.
Demokratik standartların yüksek olduğu, hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının güçlü olduğu bir ülke istiyorum Mahkemelerin kendilerini halkın iradesiyle seçilen hükümetlerin yerine koymadığı, kanuni formalitelerin ve keyfi kararların olmadığı bir ülke istiyorum.

Şehit annelerinin acısının hissedildiği, paylaşıldığı, şehit annelerinin döktüğü gözyaşlarının hesabının adalet ve hukuk önünde sorulduğu ve sorumluların bulunup, yargılanıp cezalarının insanlık adına verildiği bir ülke istiyorum.
Kökleri, dinleri, inançları, mezhepleri ne olursa olsun herkesin barış ve özgürlük içinde mutlu bir şekilde yaşayabildiği bir ülke istiyorum.

Sesleniyorum önce ülkeme sonra evrene BİZ;......
“Nice güz iklimler bırakıp geride
Uyanışa uzanana ezgiler yükledik bahara…
Nice kışlar vurulmak istendi yazımıza!
Güneş bile ısıtmazken evreni
Vurup özgürlüğe umudumuzu
Sonsuz yollar boyu her düşeni sinemizde süren yangınlarla kucakladık.
Ölürken bile gülüşlerimizi bahar sofrasında sunduk dostlarımıza…
Ki; Onlar ayaklanışıydı düşenlerin ve parçalanışın karanlığın…
Onlar!
Birer birer düşerken çığlıklara,
Kızılca kıyametler içinde göğe yükselişiydi başların…
Ve sözümüzdür;
Nasırlı ellerimizle göğün bütün renklerini taşıyacağız açlık sofrasına.
Umudun resmini çizeceğiz baharın doğurganlığında.
Yorgun nehirleri aşıp ummanlara yelken açacağız.
Dağların doruklarından yükleneceğiz baharı
Beklenen bahar kapıdadır artık
Sözümüz bahara, çağrımız bahardır.—“

Demiş ya Torosların Efesi Yaşar KEMAL ‘ Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir, BARIŞ ’tır…’

Zor mu?
Olmamalı!
Oysaki düğüm haldeyiz…
Üst üste atılmış düğümler gibiyiz…
Çözülmek için birbirimize ihtiyacımız var…
Ama ne zaman yaklaşsak, çözmek yerine, bir düğüm daha atıyoruz birbirimize… Bir düğüm daha… Ve bir tane daha… Garip ama zevk de alıyoruz bu halden… İçinden çıkılmaz hayatların esaretinden… Sevgisizlikten…
Bir yazarın dediği gibi, “ne çok sustuk, en derin yaralarımıza…”
Haklısınız Sn yazarım;SEVGİSİZLİĞİMİZ en derin yaramız… Birbirimize olan ÖFKEMİZ de bundan… ANLAMAMA çabamız da…
Hâlbuki o kadar kolay ki…

Hani Müşfik Kenter demiş ya…
Seven; senin hatan yerine “Özür dilerim” diyendir. “Neredesin” yerine “Ben buradayım” diyendir. “Nasıl yaparsan yap” yerine ; “Niye yaptığını anlıyorum” diyendir!

Peki, o DİYEN niye olamadık?
Zor mu?
Olmamalı! Bence olmamalı.
Peki, sorun ne?
HAYAT denen tarife SEVGİ mi eklemedik? Ondan mıdır dersiniz?
Sorunumuz, kavgalarımız da tam olarak bu mu? Dersiniz?
O zaman o kavgalara ara verelim mi? Haydi dostlar hep birlikte şu hayat denen sicime düğüm atmayalım. Çünkü düğümler can yakıyor…
Bitirelim kavgaları…
Ama en çok da kendimizle olanına…

Biz hep yaşadığımız sorunların nedenlerini başkalarında aramaya kodlanmışız. Kendimizi sır gibi saklamışız. Kol kırılıp hep yen içinde kalmış. Suçluluk hissetmeyi, kendimiz gibi olmayan herkesi yargılamayı öğrenmişiz.

”Unutma, dünyanın problemi sensin. Problem sensin ve sen çözülmedikçe yaptığın her şey olayları daha da karmaşıklaştıracaktır. Önce kendi evini düzene sok, orada bir kozmos yarat; o bir kaostur. Antik bir Hint masalı vardır, çok eski ama çok büyük bir öneme sahip bir öyküdür.
“Her Şeyin Çözümü Sensin” der.
“Çok büyük ama aptal bir kral sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır derisiyle kaplanmasını emretmiş. Ancak sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla gülmüş; o bilge bir adammış. Demiş ki: “Kralın fikri en basitinden komik.” Kral çok kızmış ve maskaraya demiş ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster yoksa öldürüleceksin.” Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın” demiş. Ve ayakkabılar bu şekilde doğmuş. Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangıcı budur. ”

Hep derler ya hayat merdivene benzer. Bir iner bir çıkarsın soluklanınca bekler hızlı çıkınca aniden düşer başa dönersin ya, İşte o zaman elini uzattığında kalmak için, kimse yoksa yanında çözüm sensin.

Bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Sevin doya doya… Sevgi dolu güzel bir günleriniz olsun…

1 Kasım 2018
Ömer Sabri Kurşun



27 Temmuz 2018 Cuma

Okan Uslu & Hatırım İçin



Hatırım İçin

Öyle hasretim ki güzel kokuna
Vuruldum yenildim aşkın okuna
Yüreğim elimde geldim kapına
Gel de gör halimi hatırım için

Bıktım bu çileli yaşam yolundan
Tutmuşum kaderin zalim kolundan
Sevdim seni diye kırdın dalımdan
Gel de sar yaramı hatırım için

Sevmek bir günahsa günah işledim
Ömrümce böyle bir sevgi düşledim
Kendimi suçlayıp kalbi boşladım
Gönlümü dar etme hatırım için

Bi çare aşığım kapında arsız
Gönlümde yangın var kalbimde hırsız
Sevdamı kandırma kalırsın yarsız
İçime kor atma hatırım için…

30.01.2016 05.00- İZMİR(2)
Ömer Sabri Kurşun

Bu şiirim Bestekar Y. Türker Atik(İzmir) tarafından TSM olarak bestelenmiştir... Makam: Nihavend/ Usül : Nim Sofyan

Yaklaşık 1 yıldır üzerinde çalışıp emek verdiğimiz ''YEMİNLER ETMİŞTİK'' isimli albümümüz tüm digital platformlarda yayına çıkmış ve 07.07.2018 cumartesi günüde müzik marketlerde yerini almıştır.
Sevgili sanatseverler, amatör ve profesyonel sanatçılar. Türk musikisi formunda, düzenleme, aranje ve yönetmenliği Atilla Irgıza ait olan ‘’Yeminler Etmiştik’’ albümü tamamlandı. Bestelerin tamamı Türker Atik'e ait olduğu albüme de İzmir'in değerli 10 farklı söz yazarı şairin eserleri yer aldı…

10 farklı söz yazarı şairin (1-Yasemin Mirahmetoğlu- 2- Feridun Benal Özçelik- 3- Çakmar Çakmak- 4- Halim Akin- 5- Gaffar Güllü- 6- Türker Atik- 7- Sevgi Çetinbilek- 8- Turan Atasever- 9- Erman Öcal- 10- Ömer Sabri Kurşun) birbirinden etkileyici duygu dolu o naif şiirlerinin, Bestekâr Türker Atik’in besteleri ve değerli ses sanatçımız Okan Uslu yorumları ile birleştiği enfes bir çalışma. TRT'nin en özel sanatçılarından Lale Mumcu Başel'in vokalleriyle destek verdiğini ve hep birlikte dillerden düşmeyen şarkılara imza atıldı…
Değerli dostumuz Uğur Filiz yoğun bir emek sarf etti sarf etmekte duyurular için…
İzmir’in en iyi enstrüman sanatçıları enstrümanları ile destek verdikleri bu albümde klasik ve modern batı müziği armonisi, başka Dünya müzikleri ve formlarını kullanıldı. Bir yıl gibi bir çalışmanın ürünü olan bu albümde hep birlikte emek harcandı. İyi bir şeyler yapıldı.

Dinlerken hatıraların, mutluluk ve güzel anların yaşanacağından eminim. Herkese iyi dinlemeler. albümümüzü itunes, fizy, spotyfy, muud,YouTube ve yurt dışından da amazon.de adreslerinden de ulaşabilirsiniz. Bunlar yasal sitelerdir. Yasal olmayan sitelere taviz vermeyelim...

21 Haziran 2018 Perşembe

BARIŞ - SEVGİ - AŞK



Gün/aydın dostlarım…

Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…

BARIŞ - SEVGİ - AŞK

Bilim insanları sevginin kalbin işi değil, beyin işi olduğunu söylüyorlar…
Atalarımız, dedelerimiz, babalarımız ve biz, hep sevginin, aşkın ve saygının kaynağını kalbimiz zannettik. Ne çare güneş yüce dağları aşınca, vadilerde karanlık başlayınca, gün akşam olunca anladık ki sevginin mimarı beyinmiş.
Meğer kalp sevginin işlevini görmüyormuş.

Yani çam kozalağı büyüklüğündeki bu kıymetli et parçası kalp, beynin gölgesinde yatan bir yiğit mi?. Öyleyse sevgiyi meydana getiren kalp değil.
Vah ki, vah biz hep Aşk ve Sevginin kalpte başladığını sanmıştık. Birde o çam kozalağı büyüklüğündeki kalp için ne şiirler, ne yazılar yazılmıştı.

Öyleyse dostlar:
Bu gün BARIŞ, SEVGİ ve AŞK diyelim ve AŞK'ı şöyle bir kenarından kaldırıp bakalım kısaca... Aman yanılıp ta aşk bu kadarmış demeyin aşk anlatmayla bitmez...
Hele Hele BARIŞ hep olsun, SEVGİ ise gönüllerde hep taze sürgün kalsın... Lafı fazla uzatmadan bu kadar girizgahtan sonra konuya gireyim: 

Kimileri "Aşk bir hastalıktır; geçici bir deliliktir," derler; "Aşk, köpekliktir" diye eklerler...
Bunun içindir ki, hiç mi hiç kale almam, "Aşk mı insanı budala yapıyor, yoksa yalnızca budalalar mı âşık oluyor?" sözünü Orhan Pamuk'un!

Veya Chuck Palahniuk gibi, "Her aşk, bitki isimleriyle başlayıp, hayvan isimleriyle son bulur," derler; ya da Denis Diderot'nun, "Aşk, akıllının aklını başından alır, akılsıza verirmiş"; Charles Bukowski'nin, "Aşk, pençesinden hiç kurtulamadığımız çok ciddi bir hastalıktır," sözleriyle betimlemeye kalkışırlar! Aldırmayın onlara!

Thedor W. Adorno'nun, "Sadece sevgiye tutunacak gücü olan yaşar... "Var olanın hakkını verebilen de sadece kara sevdadır"; Sait Faik Abasıyanık'ın, "Her şey bir şeyi sevmekle başlar"; W. Goethe'nin, "Âşık olmadıktan sonra, kalbimiz ne işe yarar ki?" uyarılarına kulak verin!

"Aşk yoktur" diye yırtına dursun kimileri, aşk vardır; hakikattir; yaşamdır; yaşatandır...
"Aşk", Kaf Dağı'nın ardında yaşayan Anka Kuşu‘nun yuvasındaki "Felsefe Taşı"na insanların verdiği addır...
Çocuksu masumiyettir aşk; yani Leyla'nın, bir hayalin peşinden koşan, bir hayal için dövüşendir.
Deli cesaretidir; sonunun ne olacağını bilmesen de; "son “unu göremesen de...
Kolay mı? Deliye sormuşlar "Aşk nedir?" diye; yanıtı "Benim hâlim" olmuş...
Bu nedenle de Ferhat'tır Şirin için dağları delen; Kerem'dir Aslı için yanmakta bir an dahi duraksamayan! AŞK söylenmemiş sözlerin tümü, gidilmemiş yerlerin umutlu hayalidir.
İş bu nedenle "Aşık oldum," demek herkesin harcı değildir...

Özetle sarmaşık nasıl bir ağaca sarılır sımsıkı, onunla bütünleşir, onun bir parçası olursa, aşka düşen insan da sevdiğine tutunurmuş sarmaşık gibi, sımsıkı...
Derler ki; "Kanatları vardır kalbin; sevince uçar, sevilmeyince göçer..."
Onun için sarılın sarmaşık gibi sevdiğinize göçmesin…

Epiktetos’ un, “Hareket etmenin nedeni ‘istek’ ve ‘sevmektir’, bu ise düşünmektir. Aşk tutkudur. İyi ya da kötünün ne olduğunu fark edemeyen insan nasıl sevebilir,” saptamalarında ki aşk; isyancı bahardır; söz değil, eylemdir…
İş bu nedenle “Âşık oldum,” demek herkesin harcı değildir.
Aşk, devrime benzeyen, onunla türdeş bir çoğullaşma dır; kendisinden başka seçeneği olmayan, olamayan dır. Evet aşk ve devrimin alternatifi yoktur; Ahmet Arif’in, “seni sevmek,/ felsefedir, kusursuz./ imandır, korkunç sabırlı,” dizelerindeki üzere…
Aşk ve devrimin yokluğu, cehennemin öbür adıdır.
Aşk ve devrimin ötesi, berisi, öncesi, sonrası yoktur; sonsuzluktur onlar.
Aşk ve devrim yaratıcı bir yıkımdır.
Aşkı tek başına tanımlamak, devrimden soyutlamak mümkün müdür?
Elbette ki hayır!

O zaman hayırsa bende; “AŞK” denen üç kelimeyi parçalara ayırıyor, çoğul kazandırıyor meteor yağmurları gibi üstünüze serpiyorum. Dağların ardından yine sancılı doğan güneşe bakıyor, avaz avaz bağırarak Dünyaya kalemimle “GÜNAYDINI” heceliyorum, eklerine köklerine ayırıyor ve diyorum ki; Bir günaydınla aydınlansın gününüz, gülüşleriniz çoğalsın, mutlulukla bakan gözlerinizde, yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, kalbinizde ki sevgi ile umuda hoş geldin diyen, dudaklarınızda ki tebessüme BARIŞ, SEVGİ ve AŞK şarkılarının takılı olduğu bir gün olsun…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Umutlarınız ve düşleriniz gerçek olsun... Gününüz huzur dolu olsun… Umut, Sevgi, Aşk ve Barış gönül sofranızın baş tacı olsun... Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbet dolsun…
Sevgi ve Aşkla ama illaki "Barışla" kalın her dem…

21 Haziran 2018
Ömer Sabri Kurşun



30 Ocak 2018 Salı

Vazgeçemedim



Cefayı çekip durma unut sevme dediler
Gönlüme aşk ateşi saçamadım be dostum
Kalbimde ki acıyı derdi hiç bilmediler
Bu sevdanın önüne, geçemedim be dostum

Her gün akasya gibi, bembeyaz açtım ona
Sevgi böceği gibi sevdayla uçtum ona
Şafakla birlik olup güneşi saçtım ona
Bu sevdanın önünden, kaçamadım be dostum

Kalpten silmek çok zordur, aşktır bunun nedeni
Anılarım yaşatır şu gördüğün bedeni
Sevgi bahçem kurusa unutsa da o beni
Gönlüme ondan başka, seçemedim be dostum

Yıldızlara bakarak fal tuttum gökyüzünde
Dayanmıyor artık can yüzüyorum hüzünde
Derman arıyorum ben cananın bir sözünde
Derdimi hiç kimseye, açamadım be dostum

Yalnız gecelerime bir yoldaşım olmadı
Oturup dertleşecek hiç sırdaşım olmadı
Şerefine diyecek bir candaşım olmadı
Bu sevdayı unutup, içemedim be dostum

Toplansa tüm âlimler düşünseler boşuna
Gönlüne düşerse aşk bakılır mı yaşına
Onu çok sevdi diye yazın mezar taşına
Bu sevdaya bir kefen, biçemedim be dostum…

30.01.2018-04.30- İZMİR(2)

Ömer Sabri Kurşun

Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN