Ömer Sabri Kurşun
Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak,bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem...
Gururdur, namustur bayrak ve sancak, aksa da kanım korkma; haini güldürmem...
"Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa doğru tutup,
bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu?
İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz.
Cumhuriyete sahip çıkınız."
GİRİŞ
Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!
Ömer Sabri KURŞUN
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...
19 Temmuz 2014 Cumartesi
HAYAL
Ben Sensizliğe değil, seninle olan günlerime hayal kurdum… Ömrüme seni koyduğum sol yanımda uyurken…
Tüm gün evde yalnız dinlenmeye ayırdığım zamanlarda, kafamın içinde ki seninle dinleniyorum bugün ki gibi ben…
İleriyi bekliyorum ben tüm hafta sonlarımız bizim olsun istiyorum böyle. Dizine yattığımda tüm işler, yorgunluklar unutulsun, saçını severken televizyon izleyip uyuyakalalım mesela…
Herkesten uzak birbirimizin sesine, sessizliğine, kokusuna bulanıp geçsin dinginleşmiş yüreklerimizde ilkbaharlarda ki gibi sonbaharımız…
Yâda bugün hava çok güzel deyip dışarı çıkalım bu seferlik, mesela el ele gezelim yaz akşamları aşka bulanmış İzmir sokaklarında, kordon boyunda, aşıkları seyredelim. Deniz kenarında suyun aksine yansıyan birbirimize bakalım, aşkı görelim orda yine.
Yine aşık olalım birbirimize. Bir sonra gelecek bahar havasını solur gibi dönelim yuvamıza bir İzmir sabahında…
Mesela; senin o gün tembelliğin üzerinde olsun, ben sana kıyamayıp yatağa getireyim kahvaltını.
Ellerimle yedireyim bebeğime seve öpe… Yada erkenden uyanıp sürpriz yapmalı bu sefer de…
Sen uyuyup dinlenirken en sevdiklerinin kokusu sarsın huzurlu yuvamızı…
Kokuya uyan, gel bana sarıl arkamdan. Ben sevdiğin omletini yapmaya çalışırken…
Hayaller kurdum bugün. Gerçek olması yakın olan…
Heyecanlandırıp bi yandan da hemen olması için iki ayağımı bir pabuca sokan. Duaya amin der gibi hem yüreğimle hem dilimle anlattım kendime bizi…
Tüm güzel günlerimizi… Tüm hayallerimizi… Geçmişten geleceğe geçireceğimiz günlerimizi planladım ben sanki yeniden yaşar gibi yaşayacak gibi…
Her sabah uyandığımda uyku mahmuru gözlerimle yanıma döndüğümde sen ol orada…
Uyku arasında sarıl bana mesela, en güzel sıcaklıkla bölünsün uykum…
Seninle olsun tüm gözlerimi açışım, tüm uyanışlarım…
Hayal kurdum ben bugün. Ömrüme seni koyduğum sol yanımda uyurken…
Dua gibi konuştum, amin der gibi sustum…
Bir ses geliyordu kulağımdan beynimin ta derinlerine, dinledim… Anladım bir süre sonra kapının ziliydi kulağımdaki ses.
Birden doğruldum, uyuya kalmışım koltukta kıvrılmışım bir böcek gibi yalnızlığıma sarılarak, rüya görüyormuşum demek gece yalnızlığımla.
Kalktım kapıyı açtım uykulu yorgun gözlerle. Kapıda tanımadığım birisi. “Buyurun” dedim şaşkın gözlerle. “Pardon” dedi; “yanlış çalmışım. Uyandırdım galiba…”
Çak dedi şeytan, çak bir tane pardon yanlış oldu, kapıyı çarpacaktım de. Rüyamı bozdu, hayallerimi yıktı diye.
Şeytan dedi “ben karışmam.” “Baksana o güzel yaratılmış biri…” ” Olsun dedim, zararı yok kapadım kapıyı. Yalnızlığıma döndüm…
Offff- önce şu namussuz aynayla konuşayım, biraz daha uyurum belki.
Görür müyüm yine rüya, kurar mıyım yine hayal. Ya tekrar kapım çalarda uyandırılırsam. Dayanamam bu sefer çakarım bir tane, hem de okkalısından bir sinkaf promosyonu da yanında hediye.
olmaz be yapamam, en iyisi kalk uyuma işine gücüne bak. Bak sen uydukça yalnızlığında sıkılıyor dedim ve uyamadım, aldım yalnızlığımı ait olduğu yere sol yanıma astım…
Haydi eyvallah hayallerim bir geceyi daha senle mutlu geçirdik…
19.07.2014
16 Temmuz 2014 Çarşamba
Mutluluk
Bir uçumluk da olsa varabilmek için dostların doruklardaki yüreklerine, biledim kalemimi, başladım yazmaya… Mutlulukla başlayalım güne deyip mutluluğa düşürdük kalemin izlerini bu sabah, bakalım kalem ne der dostlar ne der diye şu mutluluk denene...
Nedir mutluluk?
Peki;
Tanımlanabilir mi? Ölçülebilir mi? Artırılabilir mi? Belirleyicileri nelerdir?
Mutluluk, konusu ilk çağlardan beri insanların gündeminde olmuştur. Aristo’dan beri mutlulukla ilgili açıklamalar yapılmış ve sözler söylenmiştir. Herkesin sahip olmak istediği “en yüce amaç” olarak ifade edilen mutluluk kavramı ile ilgili bilimsel çalışmalar ise 1960’ lardan sonra görülmeye başlanmıştır.
Herkes tutturmuş bir mutluluk isteği, aldı başını gidiyor. 'Mutlu olmak istiyorum' diyenler ne istediklerini biliyorlar mı acaba? Mutlu olma kriterlerinin farkındalar mı? İyi hissetmek için ne bekliyorlar bu dünyadan böyle, senelerce erişemiyorlar?
Hayatımıza can veren, renk getiren olgulardan birisi ve en önemlisidir mutluluk… Kimi zaman üzüntü dediğimiz o ateşten gömleği giyme pahasına ulaşırız mutluluğa; kimi zaman piyangodan çıkar önümüze veya bir sabah sürprizi gibi karşılarız mutluluğu, mahmur gözlerle kapımızda...
Belki mutluluk, gök kuşağında bir renk olmayı istemek, bir çocuğun elinde hünerlerini sergileyen bir uçurtmanın, rüzgâra böbürlenmesi; yaşlı bir bünyenin göz bebeklerindeki manadır. Birbirleri için hızla çarpan kalplerin adrenalin yüklü tınısıdır belki de… Belki de mutluluk güneşli bir sabahın gizeminde, denize nazır sabah kahvaltısını, simit ve ayranla açmaktır. B ir kaç saat sonra da şöyle şerbet niyetine bir bardak çay yuvarlamaktır mideye…
Kundaktaki bir bebeğin altının temiz olması, etrafına neşe saçması ya da mışıl mışıl uyuması için yeterlidir. Daha başka beklentisi yoktur anne babasından. Dört beş yaşlarında bir çocuk, birkaç oyuncak sahibi olduğunda sevgiyle sarılır ailesine. Sokakta daha fazla kalabilme istediği dışında olağan şeyler beklemez.
Peki yaşı biraz daha büyültsek öyle olur mu dersiniz? Hele ki bu devirde, her şeye sahip olma yaşı gün geçtikçe küçülürken. Ne mümkün ortaokula giden bir çocuğu memnun etmek, lisedeki gencin sınırlarını ailesinin sınırları ile örtüştürmek. Üniversiteye giden bireyden örnek vermeye bile gerek yok, her şeyin acısını çıkartırcasına hoyrat davranmak çekici gelir ona.
Ne gençlerin arzuları biter ne ailelerin endişeleri. Baskıcı olmayan, ölçülü ailelerde durum farklıdır zaten, onlar konu dışı. Nesiller arası farklar büyüyor; bunun yanında çağ ilerledikçe beklentiler de büyüyor. Artık memnuniyet sınırı uç noktalarda. O kadar az insan var ki elindekiyle yetinebilen, çok şükür diyebilen. Bu sebepten dolayı mutsuz insan sayısı artıyor. Hoşnutsuzluk okunuyor gözlerden. ‘Aradığım sadece mutluluk’ diyor çoğu kişi; ama mutlu olmamak adına da özel bir çaba harcıyor sanki. Az olan sevindirmiyor, yüzleri somurtulmaktan kurtaramıyor.
Mutluluğu tarif edebilir misiniz? Diye sorsam ortaya bir karışık ne dersiniz acaba bu konuda. Mutluluk, insanın yaşamının en önemli anlarının unutulmayışıdır. Mutluluk, beklenen sevgi, birileri tarafından sevilmektir. Mutluluk yaşamaktır. Söz etmektir bir dostla bir kaç kelime ya da bir anneyle hasret giderme. Unutmaktır acıları, unutulmuşları hatırlamak ve bir daha unutmamak ömür boyu...
Şiir yazmaktır Mutluluk, kağıda dökmek aşkları. Okumaktır Mutluluk cevap bulmak için sorulara; soru sormak için yâra. Bir çiçektir Mutluluk, renk renk, çiçek çiçek...
Birilerinin gülmesidir Mutluluk ya da birilerinin sevinç gözyaşları. Bir çocuğun Anne deyişi, bir babanın Yiğidim deyişi yada bir sevgilinin Aşkım diye bağırışıdır Mutluluk.
Nice yaşanmışlardır, yaşanmak istenilen anlardır Mutluluk. Hayal edilen, rüyaları süsleyen bir gezidir belki de… mi dersiniz benim gibi… Ama en güzeli “Seviyorum” diyebilmektir korkmadan;
kabullenebilmektir bazı şeyleri gücenmeden. Kötü insanların pişmanlığı, iyilerin çabalarıdır Mutluluk.
Hepsi ve daha niceleridir Mutluluk. Hepsinin bir yeri vardır ve ortak bir özelliği. Yürektendir ve huzurdur.
Peki siz mutluluğu tarif edebilir misiniz? Diye tekrar soruyorum...
Ben naçizane derim ki; küçücük detaylarla bile gülümsemeyi bırakmayın. Büyük beklentiler peşinde koştururken ıskaladığınız güzelliklere bir kere dönüp göz kırparsanız mutluluk elinizi tutmaya devam edecektir.
Es geçmeyin ... ları.
Üç noktaların gizemi sizde...
Boşluğu doldurmak elinizde
Mutluluğa hoş geldin demek yok mu?
Hoşça kalın, mutlu kalın ve seviyorum diye bağırın…
16 Temmuz 2014
Ömer Sabri Kurşun
10 Temmuz 2014 Perşembe
Ayrılık Çilesi
Bıraktın gittin beni, bencilliğinle kaldın
Sevdamın hırsızıydın, düşlerimi de çaldın
Keşke çekip vursaydın, ruhumu benden aldın
Bu ayrılık çilesi, beni kul eder ezer
Gözlerim hep yollarda, gözyaşım durmaz akar
Hasret çok ağır geldi, boynum bükük bakar
Terk edilmek çok zormuş, kalbi kavurur yakar
Bu ayrılık çilesi, soldurur beni üzer
Elbet bir gün gelecek, ahım seni bulacak
Bana çektirdiklerin, bir gün senin olacak
Ben buradan gidersem, kalbinde kim kalacak
Bu ayrılık çilesi, aşk dolu kalbi çizer
Benim hayallerimi, sen acımadan yıktın
Acı serptin içime, yaktın kalbimi çıktın
Unutur muyum sandın, beni sen niye yaktın
Bu ayrılık çilesi, aşkta ölümü sezer…
17.07.2014
Ömer Sabri Kurşun - 06:35 - İZMİR (2)
5 Temmuz 2014 Cumartesi
İnsanları tanımak… Bir insanı tanımak…
İnsan, hiç şüphesiz, doğa yaratıklarının içinde en üstün ve mükemmel olanıdır. Aklını kullanma ve bu yoldan kendi kendini eğitme yeteneği vardır. Sezgi, akıl, duygu, çalışma ve tecrübeyi birleştirerek «Faziletli bir birey» olma imkânına sahiptir.
Bütün bunlara rağmen, insanlar genellikle kendilerine verilen bu imtiyazlardan yararlanmayı tam manasıyla bilmezler. Birbirlerinin karşısına türlü maskeler takarak türlü rollerde çıkarlar. Oynak kişiliklerin varlığı ister istemez insanlara karşı inancımızı sarsar, içinde bulundukları şartlar insanların kişiliklerini etkiler.
İnsanlar belli bir dönemlerinde geniş arkadaş çevrelerine sahip olurlar. Kalabalığın çevresinde toplanması hoşuna gider.
Kendini dünyanın merkezi olarak görür. Ama zaman ilerledikçe kıyımlar başlar insanların hayatında. Bu kayıplardan bir ders çıkarmak insanı olgunlaştırır. Yapılan seçimlerde daha dikkatli davranmasını sağlar.
Her zaman derim en iyi tecrübe en pahalı tecrübedir...
Tanımadığınız bir insan, gitmediğiniz bir şehire benzer...
Onun hakkında pek çok şey duymuşsunuzdur. Kimi olumlu şeyler söyler, kimi de olumsuz... Sanki bir gazetenin gezi sayfalarına bakıyor gibi bakarsınız tanımadığınız insana... Ve bir gün, tıpkı o bilmediğiniz şehri gezip görmek, tanımak ister gibi, o insanla da tanışmak istersiniz.
İlk kez gittiğiniz bir şehirde nasıl davranırsanız, ilk kez tanıştığınız insana karşı da aynı şekilde davranırsınız. Şehrin önce ana yollarında gezersiniz, en bildik ana arterlerinde… En canlı, en hayat dolu gördüğünüz kısmıdır bu şehirlerin…
Oysa bir şehri şehir yapan görünmeyen kuytularıdır. Sabah sofranıza gelen sıcacık ekmek, odanızı aydınlatan ışık, yüzünüze çarptığınız serin su, okuduğunuz gazete, yürüdüğünüz yollar; hepsi şehrin kuytularında yaşayan insanların çabalarıyla donatır hayatınızı…
Ve o bilmediğiniz şehri gezerken yolunuzu bir kere kaybeder bir kere hata yaparsınız. Aynı hatayı ikinci kez tekrarlamak akıllı insanların işi değildir zaten...
Hayatın doğası gereği onu yaşanır kılan hiç şüphesiz arkadaşlar, dostlar, aile, sevgili diye devam eden bir sürü sevgi bağıdır. Mutlu anların da bir arkadaşınızın size bir zararı ya da kötülüğü dokunmaz. Yeter ki siz ondan bir adım öteye gitmeyin.
Bu yönünü karşınızdaki size mutsuz olduğu anlarda gösterir.
Dost dediğin zaten insanın hayatında ya bir ya da iki tanedir.
Daha ileri gitmez. Siz dostlarınızın birden fazla olduğunu düşünseniz de hayat bunun doğru olmadığını size gösterecektir...
Ki o zaman bir kez daha düşüneceksiniz, ama kalbinizde bir çatlak daha oluşmuş olacak...
Birine güvenmenin gitgide zorlaştığı dünyada çevrenizde ki insanlardan korunmak için kendi kendinize savunma metotları oluşturursunuz. Bunlardan bazıları şöyledir:
Size karşı sözünü sakınan insanlardan(umursamaz)
Cebinde parası varken hesap ödemekten kaçanlardan (cimri)
Bilmediği konularda biliyormuş gibi davrananlardan (cahil)
Sürekli kendinden bahsedip, kendini üstün kılmaya çalışanlardan (bencil)
Başkalarının arkasından atıp tutan dan sonrada yüzüne gülücükler atanlardan(ikiyüzlü)
Sadece mutlu olduğunuz anlarda yanınızda olanlardan (çıkarcı)
Bunların hepsi bir insanı hayatınıza katarken, ona değer verirken kullanılması gereken metotlardır.
Güneşli havalarda yanınızda olup da yağmurlu anlarınızda sizi terk edenlerden her zaman uzak durun dostlar…
Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşmayın!
Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar seni...
Okyanus Yürekli Dostlar bulmanız dileklerimle..
05 Temmuz. 2014
Ömer Sabri Kurşun
İNSANLARI TANIMAK… BİR İNSANI TANIMAK…
İnsan, hiç şüphesiz, doğa yaratıklarının içinde en üstün ve mükemmel olanıdır. Aklını kullanma ve bu yoldan kendi kendini eğitme yeteneği vardır.
Sezgi, akıl, duygu, çalışma ve tecrübeyi birleştirerek «Faziletli bir birey» olma imkânına sahiptir.
Her birimiz ilk tanışma anında, o ilk bir kaç dakikada karşımızdakiyle ilgili bir öngörü oluştururuz. İlk andaki fikrimiz çoğu zaman yanlış da olabilir veya değişkenlik de gösterebilir. Fakat ilk karşılaşmada, hani deriz ya, “gözümüzün tutması olayı” birinci şarttır. Göz tutar, gönül ısınır. İlk anda hissedilen enerji büyük oranda ilişkinin en azından sonraki basamağı için fazlasıyla önem teşkil eder. “Gözler yalan söylemez” sözü bir klişe değildir bana göre. Kişinin gözleri çok şey anlatır. Sıcak, canlı bakan, içi gülen gözler doğru yolda olduğumuzun işaretidir bazen. İçten, yapmacıksız gülümseme, samimi ses tonu ve kendine has tavırlar karşımızdakiyle ilgili net olmasa da bir görüntü çizdirir bize.
Fakat tüm bunlar o kişiyi gerçek anlamda tanımamız için yeterli olmayacaktır. Eğer bir insanı analiz etmek, bir insanı okuyabilmek böyle birkaç özelliğe bakarak mümkün olsaydı herkes insan sarrafı olurdu, öyle değil mi?
İnsan duygu, düşünce ve davranışlarıyla bütün bir varlıktır. Bu yüzden de tanımlanabilmesi zordur. Bir insanın derinine inebilmek, duygu dünyasına girebilmek belki de özel bir iletişim şekli gerektirir.
Bir zamanlar, sağlıklı ilişkilerin tartışmasız olması gerektiği gibi yanlış bir inancım da vardı. Böyle bir inancınız olduğunda hayatınızın yüzeyinde neredeyse hiç sarsıntı olmaz. Siz hayatla derin bir ilişki kurmaya niyet edene kadar ya da içinizden doğan beklenmedik bir sarsıntıya kadar da her şey yolunda sanırsınız.
Ancak gerçekler öyle ya da böyle bir gün mutlaka ortaya çıkacak ve ifade edilemeyip içe atılan her şey bir depremle zemininizi test edecektir. Binaların yıkılmasından korktuğumuz için sarsıntıyı önlemeye çalışmanın ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu böyle öğreniriz. Önemli olan temeli sağlam binalar yapmaktır.
Ben insanları yıllarca sadece söylediklerini dinleyerek tanımaya çalıştım. Birini tanımak istediğimde ona sorular soruyor veya kendisiyle ilgili anlattıklarını dinliyordum. Sonra, bu bilgileri tuğla gibi üst üste dizip kafamın içinde o kişinin karakterini inşa ediyordum.
Uzun yıllar boyunca gözüm kapalı dizdiğim tuğlalardan enfes gökdelenler yarattım. Dışarıdan baktığımda “kusursuz” görünüyorlardı…
Bütün bunlara rağmen, insanlar genellikle kendilerine verilen bu imtiyazlardan yararlanmayı tam manasıyla bilmezler. Birbirlerinin karşısına türlü maskeler takarak türlü rollerde çıkarlar. Oynak kişiliklerin varlığı ister istemez insanlara karşı inancımızı sarsar, içinde bulundukları şartlar insanların kişiliklerini etkiler.
İnsanlar belli bir dönemlerinde geniş arkadaş çevrelerine sahip olurlar. Kalabalığın çevresinde toplanması hoşuna gider.
Kendini dünyanın merkezi olarak görür. Ama zaman ilerledikçe kıyımlar başlar insanların hayatında. Bu kayıplardan bir ders çıkarmak insanı olgunlaştırır. Yapılan seçimlerde daha dikkatli davranmasını sağlar.
Her zaman derim en iyi tecrübe en pahalı tecrübedir...
İnsanları gerçekten tanımak için sözlerinin ötesini görebilmek gerekir…
Tanımadığınız bir insan, gitmediğiniz bir şehire benzer... Onun hakkında pek çok şey duymuşsunuzdur. Kimi olumlu şeyler söyler, kimi de olumsuz... Sanki bir gazetenin gezi sayfalarına bakıyor gibi bakarsınız tanımadığınız insana... Ve bir gün, tıpkı o bilmediğiniz şehri gezip görmek, tanımak ister gibi, o insanla da tanışmak istersiniz. İlk kez gittiğiniz bir şehirde nasıl davranırsanız, ilk kez tanıştığınız insana karşı da aynı şekilde davranırsınız. Şehrin önce ana yollarında gezersiniz, en bildik ana arterlerinde… En canlı, en hayat dolu gördüğünüz kısmıdır bu şehirlerin…
Oysa bir şehri şehir yapan görünmeyen kuytularıdır. Sabah sofranıza gelen sıcacık ekmek, odanızı aydınlatan ışık, yüzünüze çarptığınız serin su, okuduğunuz gazete, yürüdüğünüz yollar; Hepsi şehrin kuytularında yaşayan insanların çabalarıyla donatır hayatınızı…
Ve o bilmediğiniz şehri gezerken yolunuzu bir kere kaybeder bir kere hata yaparsınız. Aynı hatayı ikinci kez tekrarlamak akıllı insanların işi değildir zaten...
Hayatın doğası gereği onu yaşanır kılan hiç şüphesiz arkadaşlar, dostlar, aile, sevgili diye devam eden bir sürü sevgi bağıdır. Mutlu anların da bir arkadaşınızın size bir zararı ya da kötülüğü dokunmaz. Yeter ki siz ondan bir adım öteye gitmeyin.
Bu yönünü karşınızdaki size mutsuz olduğu anlarda gösterir.
Dost dediğin zaten insanın hayatında ya bir ya da iki tanedir. Daha ileri gitmez. Siz dostlarınızın birden fazla olduğunu düşünseniz de hayat bunun doğru olmadığını size gösterecektir... Ki o zaman bir kez daha düşüneceksiniz, ama kalbinizde bir çatlak daha oluşmuş olacak...
Peki, hayatınızdaki insanların doğal davranışlarını anlamamın bana ne faydası var? Onları değiştirebilir miyim? Hayır, kimseyi onlar istemediği sürece değiştiremeyiz ama hayatımızdaki her insan bizim kendimizi tanımamız için bir fırsattır.
Şimdi hayatınızdaki insanlara tekrar bakın. Onların davranışlarında ne görüyorsunuz? En sevdikleriniz ve en sevmedikleriniz özellikle onları gözlemleyin. Varlıkları sizde hangi duyguları uyandırıyor, hangi korkularınızı tetikliyorlar?
Birine güvenmenin gitgide zorlaştığı dünyada çevrenizde ki insanlardan korunmak için kendi kendinize savunma metotları oluşturursunuz. Bunlardan bazıları şöyledir:
Size karşı sözünü sakınan insanlardan(umursamaz)
Cebinde parası varken hesap ödemekten kaçanlardan (cimri)
Bilmediği konularda biliyormuş gibi davrananlardan (cahil)
Sürekli kendinden bahsedip, kendini üstün kılmaya çalışanlardan (bencil)
Başkalarının arkasından atıp tutandan sonrada yüzüne gülücükler atanlardan(ikiyüzlü)
Sadece mutlu olduğunuz anlarda yanınızda olanlardan (çıkarcı)
Bir insanı tanımanın en iyi yollarından biri de zorda kaldığı anlarda nasıl tepki verdiğidir. İyiyken herkes iyidir; mühim olan kötü olunduğunda iyi kalabilmesidir. Çıkarların çatışması da bir insanı tanımanın en iyi yoludur. Ortak çıkarlar devreye girdiğinde mevcut maske varsa düşmesi kaçınılmazdır. Birde insanı tanımak konusunda şu konuya dikkat çekmek istiyorum; verdiğiniz sırrı iyi saklayabiliyor mu? Bunu size karşımı kullanmaya kalkıyor ya da kullanıyor?
Bunların hepsi bir insanı hayatınıza katarken, ona değer verirken kullanılması gereken metotlardır. Güneşli havalarda yanınızda olup da yağmurlu anlarınızda sizi terk edenlerden her zaman uzak durun dostlar…
Kötü insan yoktur. Size uyan veya uymayan insan vardır. Kısacası bir insanı tanımak için, biraz gözlem, biraz zaman, biraz sağduyu, biraz duygudaşlık, biraz hoşgörü, biraz emek ve sabır biraz da iyi niyetli olmak ve bir parça akışına bırakmak, iç sese kulak vermek ve ilk görüşteki tılsıma tutunmak yeterlidir belki de...
Güzel görünen herkes bir gün yaşlanacak ama iyi insanlar yaşlansa da iyi insan olarak hep kalacak...
05 Temmuz 2014
Ömer Sabri Kurşun
1 Temmuz 2014 Salı
Gönül Yarası
Gönül yarası kapanmaz, hele bir de "O" iliklerine işlemişse... sağ da "O", solda "O"… gözlerinin buğulanması için illa bir neden gerekmez… çünkü neden "O"...
Saat gecenin bilmem kaçı yine sensizlik nöbetçi başımda. Düştün yine en sızısından aklıma. Bu gece epey uzun olacak anlaşıldı…
Hafiften burnum sızlamaya başlıyor gerisinin gelmesi yakın.. Ellerim yumruk halini alıyor, istemeden gözlerimden usul usul akan yaşlar gittikçe hoyratlaşıyor mu ne?
Hıçkırıklar yankılanmaya başladı bile… Gözlerim kan çanağı olmuş kirpiklerim ne kadar da ıslak. Dilimde ise sürekli bir şeylere isyan eden kelimeler… Dualarım seni aklımdan çıkarmaya yönelik hep hayallerim bulanık seçemiyorum…
Sen yığıntısının altında kalmış tozlu bir “CAN” ım artık… Hıçkırıkların kucakladığı karanlık ve uykusuz gecelerdeyim… Bitimsiz zamanların kucağında sensizlik çöktü üstüme yine ve yine…
Tüm gücümle göğüslemeye çalışıyorum seni ve senden arta kalanları…
Sen yoksan sensizlik sarar beni üzülme…
Aşkın "ben" hali ağzına kadar dolu iken, aşkın "sen" hali yok gibiydi hep…
Burası sensizlik kokuyor.
"Mutluluk" yanımda küflenmiş sanki bana bakıp gülüyor… Veda acısının sıcaklığı geçmedi üstümden…
Yalnızlığımın sesini dinliyorum gözyaşlarım eşlik ediyor bu gece yine?
Yanımda kırık dökük hayaller birazda sitem var işte…
Birazda özlem belki de…
Söylesene; her gün biraz daha mı unutuyorsun beni. Alışıyor musun bensizliğe?
Gözyaşların bir iki damla mı akıyor, yoksa öylesine mi?
Hangi gönüllerde meze oluyorsun?
Kimler çeliyor aklını?
Söylesene; Gitmek için mi gelmiştin?
Ya ben; unutmak için mi sevmiştim seni?
Cevapsız sorulardı bilirdim…
Gittiğin gündü… Damarlarımdan çekildi sanki yaşama gücüm. Sensizliğin kabuk bağlayacağını iliklerime kadar hissettiğim zamandı…
Hiç unutmam; beni dağıttığın gündü o gün…
Bitirdiğin gündü; ardından bir boşluk oluştu içine çekiyordu beni. Senin içinde boğuluyordum adeta… Çırpınmanın faydasız olduğu elimi uzatmanın çok geç olduğu bir zamandı…
Ve kurtulamadım…
Hiç unutmam; beni yok ettiğin gündü o gün…
Üzerimden umutlar akıyor, döneceksin diye düşlerimin adresi belli…
Birbirimize doyamazken iki yabancı mı olduk şimdi?
Ben şimdi senin yalnızlığında kaldım, hadi sar beni diyor iç sesim hadi sar… Gözünden akan tuzlu gözyaşının sıcaklığı geçmeden gel…
Gel ki? Ya da!! neyse boş ver… ben alışmışken gecelerimin yalnızlığına, sen gittiğin yerde gözyaşlarınla kalıver…
01.07.2014-01:55
Ömer Sabri Kurşun
Son durak...
Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
Yerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!