Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

15 Ağustos 2009 Cumartesi

AİLE...


“Görüyor musun?” diye sordu.
Güneşin dokunduğu kirpiklerinin gölgesi göz kıvrımlarına doluyor,seçilemeyecek kadar silikleştiriyordu derin çizgilerini. Servilerin sık dallarından seken kızıl ışık hüzmeleri her vurduğunda,burnunun ucuna serpili lekeler ay tozu gibi parlayıp sönüyor ve kora dönüyordu yanağının üst tümseği.Hüzmelerin her çekilişindeyse,ızdırabın ak yüzü çıkıyordu yeniden açığa; soluk ten,yerçekimi kuvvetince uzamış gözenekler,köprücük kemiğinin oluşturduğu çukurda birkaç tabak yığılmış deri ve o deriyi seyrek dokulu bir kadife gibi örten incecik,şeffaf tüyler…Kırklarının ortalarındaydı o zamanlar.Ama yaşanmamış daha pek çok yılın usturası dolaşıp geçmişti sanki bedeninden,hastalığının o son dönemlerinde.
Gülüşü çilek kokardı eskiden.Artık kesif bir zencefil esintisi vardı zoraki kıvrılan dudaklarında.Mutsuzdu.Saklayabildiğini sanırdı,ancak suya değen bir yağ damlası kadar.Yine de ağlamazdı,söylenmezdi.Gecenin şakaklarında birkaç damla terdi gözyaşları.Hüznünün önüne koyduğu bentleri özenle kaldırır,yol verirdi sayılı gözyaşlarına,pencere önündeki ahşap kollu koltukta.Cıva olur kalırdı o yaşlar, sabaha dek.Gün doğumuna yakın süpürürdüm gece dökülen cıva toplarını; pencere önünden, ahşap kollu koltuktan, sömürülmüş izmaritlerden ve kalan son damlayı da içten bir öpücükle göz çukurundan,o henüz uykudayken.Bilmediğimi sanırdı,hiç iz bırakmadığını…O yüzden derin ve uzun bir uykudan uyanmış gibi taze gülümseme yerleştirmeye çalışırdı bakışlarına.Bilmiyormuşum gibi… Anlamıyormuşum gibi…
“Görüyor musun?” diye soruyordu,pürüzsüz taşı okşayarak yükselen gül ağacının yaprağındaki bir öbek teri işaret ederek.
Görüyordum tabii,görüyordum görmesine ama yine katıksız gerçeklerin oya gibi işlenerek,katlanılabilir görünmesini sağlayan konuşmanın başlamasını istemiyordum.
“Neyi?”
Bakışlarındaki parlaklığın söndüğünü fark edebilmiştim, başını sık ağaçların ıssızlaştırdığı aralıktan kalabalık dünyaya doğru çevirirken.Birkaç metre ötedeki sınır duvarının hemen bitişiğinde yanıp sönen ışıklara bakıyorduk birlikte;yeşil,sarı, kırmızı…Sabırsız kornalara insan sesleri karışıyordu.Yolun karşısındaki dükkânlardan birinden çekiç sesi çalınıyordu kulağıma.İki genç kız tiz sesleriyle gülüşüp,heyecan paylaşıyorlardı.Ağır ağır seyreden bir kamyonetin megafonundan,metalik bir ses yankılanıyordu;“Halı, kilim saçaklarına,yolluklara overlok yapılır…”
Bunlardı yaşamın gerçekleri.Gül yaprağındaki su damlacıkları,taze sürgün vermiş bir çiçeğin kokusu, toprağın yağmurla,buğdayla,ateşle soframıza ak bir ekmek olarak gelişi içinde aranacak anlamlarda değildi gerçek benim için o yıllarda. Onun, salt gerçeklere hayatın kanıksanmış mucizeleri kılıfını giydirmeye çalışması ve ‘bize’ şu sınır duvarı dışında yaşananları incecik bir tülle örterek gösterme çabasıydı gerçek olan.En yalın gerçek ise, yakın bir zaman sonra beni terk edeceğiydi.
Düşünüyordu.Az önce başlamaya çalıştığı konuşmayı,anlamazlıktan gelen sorumla kesmiştim.Anlamamış olma ihtimalimin olmadığını biliyordu.Çünkü benzer şekilde başlayan konuşmalar, neredeyse iki yıla yakın süredir aramızda geçiyordu. Ölümün ‘sevimli’ yüzüne dair öğrenmem gereken konuları içeren, katlanılmaz ders yılları içindeydik.Ölüm her canlı için kaçınılmazdı.Ama bu bir son değil,başlangıç anlamını taşırdı ona göre.Bedeni ölümle çoğalacaktı;topraktan suya, çiçekten meyveye dağılacaktı tüm hücreleri.Ölümü bu dünya için kayıp değil,bir kazanç olacaktı. Bedenî ölümünden sonra,bulunmaktan en mutluluk duyduğu yerde,doğada,erinçle yaşadığı düşüncesiyle mutlu olacaktım ben de.Doğanın dengesine her baktığımda ondan bir detay görebilecektim. Kendimi yalnız hissetmemeli,yaşamdan fikrî olarak olabildiğince kazanç elde etmeye bakmalıydım.Bana o bir öbek yaprak terini işaret ederken, yine aynı öykünün başlayacağını anlamış ve soruya soruyla karşılık vererek teklifi geri çevirmiştim.
Düşünüyordu.
“Niye yalnızız?” diye sordum sessizliği fırsat bilip,“Niye yalnızız anne?”
Henüz on beşimdeydim, annemin ölmeden önceki son baharında, sonbaharımızda.Defalarca geldiğimiz o mezarlıktaydık yine.Ve her seferinde olduğu gibi yine bambaşka bir mezar taşı gerisinde duruyorduk; tanımadığımız,bilmediğimiz bir isme ait,bir avuç toprağın başucunda.Uzun yıllardır giderdik mezarlıklara.Sanki özel birini arar gibi…Çoğunlukla annemin yılgın arayışları tanımadığımız birinin mezarı başında edilen dua ve mutlaka elinde taşıdığı tek dal çiçeği mezarlığa bırakmasıyla son bulurdu. Kimi, neyi aradığımızı defalarca sormuş,her seferinde aynı açıklamaya inanmaya mecbur bırakılmıştım; soyağacımızda kuruyan yapraklar bu mezarlıklara serpiliydi. Kimin, hangi cilalı taşın altında yattığını bilmemizin bir anlamı yoktu.Sonuçta ölüm herkesi eşit kılardı.Ve tüm yitirdiklerimizin anısına gidiyorduk mezarlıklara.Ölümün bile herkesi eşit kılmadığını,saray gibi süslenmiş,gösterişli mezarlar gördüğüm zaman anlayabiliyordum.Tıpkı gerisinde durup, anlamsızca hüzünlendiğimiz o mezarda olduğu gibi.
“Anne? Niye yalnızız? Şu dünyada kan bağımız olup da yaşayan hiçbir kimsemiz yok mu?Hepsi mi toprak altında?” Suskunluğu sorularımı alevlendiriyordu. Yıllardır sormaktan men edildiğim bir soru dilimden kayıp saçılmıştı ortalığa, “Neden babamın ailesini bulmuyoruz anne?”
Tanımadığım, bilmediğim bir babam vardı benim. Kimliğimde dahi adı geçmeyen bir babam…Sadece ‘ölü’ olarak tanıtılmış ve hakkında konuşulmayan biyolojik bir babam vardı.Annemin kocası olamamış bir babaydı bu. Bizi yasal bir kuruma ulaştıramadan bedenini terk etmiş bir babaydı yıllardır kısacık cümlelerle anlatılan.
Sorumu duymamış olduğunu sandım.Çünkü her zamankinin tersine yüzünde kırılgan bir gülümseme vardı annemin bu kez.Başını yana yatırmış bakıyordu mezar taşına.Bir süre ışığı gölgelenmiş kızıl saçlarında,tüm yorgunluğuna inat dimdik yükselen gür kirpiklerinde bakışlarımı dolaştırdıktan sonra,ılık ılık gülümsediği mezar taşına çevirdim ben de gözlerimi. Boş gözlerle süzdüğüm sıradan mezar taşının bir köşesine,küçücük harflerle bir dörtlük kazındığını fark etmiştim bir süre sonra.

Cam yeşili bir kız çok kirpikli
Saçları nasıl karanlık bir kızıl
Örtülü bir güzellik benzeri olamaz
Dudaklarındaki kan etkiliyor asıl
Duyarlığı alıngan gönlü ikircikli
Ne yazsam ona tutsak Adı Şehnaz (*)


Şehnaz! Bu annemin adıydı. Kızıl saçlar, gür kirpikler… Annemi anlatıyor olmalıydı bu dörtlük. Çok heyecanlanmıştım. Ama dilim çözülemiyordu bir türlü. Yanlış kelimelerle başlayacağım konuşmanın, çok yaklaştığım bir gerçeği yine cevapsız bırakabileceği endişesi içindeydim.Bu kez annem benim suskunluğumu fırsat bilip söze girdi:“Çünkü oğlum, aile kralların bile giremediği bir kaledir.** Biz, sen ve ben o kaleye vaktiyle giremedik.Bundan sonra,benim ölümümden sonra da seni kabul edeceklerini hiç sanmıyorum.”
İlk kez baştan savma cevaplarla susturulmamıştım.İlk kez kontrol altında tutmaya çalıştığı kızgınlığına hedef olmamıştım.İlk kez, bu soruyu ona sorduğum için pişmanlık duymamıştım.Sanki bu sözleri,ölümünün ardından benim gelecek yaşamımı kontrol etmek amacıyla söylemiş gibiydi.Bir vasiyetti sanki.
“Yalnız kalacağım, tamamen yalnız! Bunun senin için bir anlamı yok mu? Küçük bir aileden geldiğini söylüyorsun ve tümünü yitirdiğini. Ama en azından babamın ailesinden birileri mutlaka yaşıyordur.Belki bir dedem, babaannem,halam,amcam,kuzenlerim falan vardır,bilmek istiyorum bunları.Arkamda birilerinin olduğunu hissetmek istiyorum.Henüz on beş yaşımdayım anne.Hastalığın seni çok yakında benden ayıracak ve bu dünyada yalnız kalacağım.Ne zorluklar çekebileceğimi hiç düşünmüyor musun?Bunun için bile o kaleye bir daha girmeye çalışmaya değmez mi?”Hedefsizce çıkıyordu sözler ağzımdan, ağlıyordum.Dahası, korkuyordum!
“Bunu başarabilecek güçtesin,emin ol.Evet vardır,birileri mutlaka hayattadır.Ama babanın ailesini tanımış olmanın sana hiçbir yararı olmayacaktır. Bana güven lütfen. Hatta bu, yarardan çok zarar getirecektir.Baban öldü.Çok yıllar önce.Düşün ki kimsesi olmayan biriydi.O zaman da bu soruları soracak mıydın? Sonuç değişecek miydi?Yine benden sonra yalnız kalacaktın. Lütfen oğlum, lütfen! Çok yorgunum.Gitmek istiyorum.Eğer izin verirsen bu konuyu kapamış olduğumuzu varsayıyorum.Sana hiçbir şey kazandırmayacak bir aileyi tanımak için bundan sonra çaba harcamayacağını umuyorum.”
Kim olduklarını bilmemin bana hiçbir şey kazandırmayacağı bir aile…Soyadını alamadığım bir baba…
Birkaç gün sonrasında annem,pencere önündeki ahşap kollu koltukta bırakıp gitmişti bedenini.Ne bir yaprak kokusu, ne toprağın nimetleri,ne ateş,ne su…Ölüm,-yıllardır aldığım derslere inat- o günden sonra doğanın dengesiyle değil,yalnızca soğuk ve tek başınalık haliyle kazınmıştı belleğime.


“Görüyor musun?”diye soruyordu şimdi karım,bir mezar taşını işaret ederek.Yıllar önce kaybettiği babasına mutlu haberi vermek için gitmiştik oraya.Bir bebeğimiz olacaktı.Mutluyduk.Yani her şey sıradan bir mutlu son öyküsündeki gibiydi.Birkaç yıl öncesinde tanıdığım bu çilek kokulu gülüşü olan kadın, bana kocaman bir ailenin kapısını açmıştı.Birçok kişinin dâhil olmak isteyeceği, kalabalık, mutlu, güçlü ve ziyadesiyle varlıklı,geniş çevrelerce tanınıp,bilinen bir aile…Yıllardır sahip olabilme arzusuyla yanıp tutuştuğum ve ödül olarak en sonunda karşıma çıkan bir aile…Dayılar,teyzeler,halalar,kuzenler,kardeşler ve yeniden bir anne sahibi olmuştum bu ailede.Ve tabii harika bir eş…Mükemmel bir kadın…Doğacak çocuğumun müstakbel annesi…Ama ‘baba’ diyebileceğim kişinin varlığı eksikti bu ailede de.Hatta hiç kadar az geçerdi sohbeti aralarında.Hissettirilmemeye çalışılsa da,sanki onlarda da tabuydu baba kişisi hakkında sohbet edilmesi.Alışık olduğumdandı belki,üstelememiştim ben de.Sahip olduğum değerler gölgeliyordu merakımı.
Bugün, bugün aralanıyordu ‘baba’yla ilgili üstünde durmağım gizem kapısı. Karımın işaret ettiği mezar taşında susuyordu belleğim.Kırılıyordu içimde yükselen kocaman huzur ağacının dalları.
“Hiç unutmuyorum, söz verdirmişti bana,” diye anlatmaya başlamıştı karım,“ölümünden bir gün önce, yalnız kaldığımız o dakikalarda.‘Kızın olursa bir gün,Şehnaz adını da ekle adları arasına,’demişti.Küçücük bir çocuktum Ayhan.Nedenini bilemiyordum ama söz vermiştim.Vasiyetinin ilk maddesi bu mezar taşında yazılı dörtlüktü.Defalarca sesinden dinlemiştim bu şiirin mısralarını. Biliyor musun,ailemden hiç kimse babamdan bana iletilen bu vasiyeti dikkate almamıştı. Neden böyle büyük bir öfkeleri vardı hiç bilmiyordum.Ama onları ikna edebilmek için,o çocuk yaşımda açlıkla dikilmiştim karşılarına.Yemedim,içmedim bir süre.İkna oldular en sonunda…”
Yıllar önce annemle son mezarlık ziyaretimizde bir mezar taşı üzerinde okuduğum o dörtlüğe bakıyordum yeniden.Şairin dizelerinde adı geçen Şehnaz…Karanlık kızıl saçlı…Çok kirpikli…

Ah anne, burada mısın şimdi? Şu gül ağacının yaprağındaki bir öbek damlada mı gizlisin? Yoksa şu topraktan taze sürgün vermiş yaprakta mı?İzliyor musun olanları?“Kim olduklarını bilmemin bana hiçbir şey kazandırmayacağı bir aile,”diyordun hep.Hâlâ aynı şeyi söyleyebilir misin?
Benim gücüm şu noktada tükendi,acaba sen karıma gidip kardeşinin çocuğunu taşıdığını söyleyebilir misin?


(*) Atilla İlhan – Saklı Sevda adlı şiirinden.
(**) Emerson

DÖNDÜM MÜ BİLMİYORUM..


http://kursunsabriomer.blogcu.com

Kavgayı agacın bir yaprağına yazmak isterdik
Sonbahar gelsin,yaprak kurusun diye!
Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdik
Yağmur yağsın bulut yok olsun diye
Nefreti karların üzerine yazmak isterdik
Güneş açsın karlar erisin diye...
Ve dostluğu.....Ve sevgiyi
Tüm yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yazmak isterdik
Onlarla büyüsün dünyayı sarsın diye...


Bu şiiri neden yazdın diye düşüneceksiniz belki..Ama hayatta şunu gördüm dostluklar bile bir gün bir yerde bitiyor..O kadar zorlaşmış ki gercek dostları bulmak..Hani derler ya gücüm kalmadı..Tükendim..Yorulmuş ve yine kendimi kendimde bulmuşum yazıyorum..Rüzgarın bizi nereye savuracağını bilmeden yolumuza devam ediyoruz..Kimi zaman önümüzü görmeden acele kararlar vererek hareket ediyoruz..Bu kararlar öyle anlar geliyor ki karşımızda ki dostları kırmamıza neden oluyor..Sonunu düşünmeden hareket edip sonrada kara kara düşünüp ben ne yaptım ne ettim diye yakınıyoruz..Ama ne yazik ki oluyor iste..Keske yapmasak ama insanoglu diyorum artık..Hayatta herşey bizler için iyide kötüde..Bana sadece geriye kalan bir avuc dolusu gözyaşı..




SEN ÜSTÜNE ALINMA LÜTFENN!!!!


http://kursunsabriomer.blogspot.com

SEN ÜSTÜNE ALINMA LÜTFEN


Biliyorum konuşucak birşeyimiz kalmadı,paylaşacak hiçbişeyimiz yok.,Yinede yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum..seninle konuşuyorum..


Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım.


Sevgimi aldım avuçlarımın arasına,ona sığınıyorum..


Cümlelerimi kısalttım,kelimelerim buruk..Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysemde, engel olamadığım, gurursuz,ama umutlu hasretine..


Ben de olan seni hiç kırmadım,değiştirmedim ve hep korudum desem de,sende ki benin nasıl olduğunu anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum..


İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum..!!


Anlamsız cevapsız ve sorular hınzırca sırıtıyor;benn duymamaya çalışıyorum, düşler uzak gibi görünüyor ama...........ama ,belkide görmeyi istemek gerekiyor..



Gözlerini aç desem kapatacaksın,ama kapatma..!!


Gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş,düşüncelerim gururlu,hayallerim ve kalbim değil..


Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturucaktım içimdeki isyanı,


sevinçten ağlayacaktım bu defaa..!!Mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi, dokunucaktım sarılıcaktım, amaaa gelmedin..!! Gelemezdin..


Belkide gelmeye hiç niyetin yoktu aslında, kendimi kandırdığımda ağlıyordum..


Sevdiğim ne çok şarkı varmış meğer bunu sen gidince anladım..!!


Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda...


Nasıl beceriyorsun heryerde olabilmeyi..?



Bu bir marifetse eğer, nedenn BENİM YANIMDA DEĞİLSİN..?


Gittinn..!!


Belkide hiç gelmemiştin,ben geldiğini sandım...yokluğuna ayak uyduramıyorum..!!


HeR gelişimde " bir kez daha gönderdiğin oldum"...


İnanamadığın,yenemediğin,üzerinden atlayamadığın korkuların oldum..


Yüreğindeki kadın ben olmak isterken,tozlu bir anı oldum...!!


Sesin hep uzakları çağırıyordu,ve ben üstüme alındım vee sana geldim..Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların sonunda olması acıtıyor içimi...


En büyük silahınla vurdun beni..!!



Asıl acı olan unutulmak..!! unutulmayan olmak sende daha güzel duruyor..


Benim kırgınlığım AŞK'a sen lütfen üstüne alınma...!!!


 


HK Angel...


 




(a)


12 Ağustos 2009 Çarşamba

Google da kimmiş?



hurriyet.com.tr
12 Ağustos 2009
Google da kimmiş


Dünya'nın hemen her yerinde arama pazarı Google'dan soruluyor; ama bu ülkede Google'ın adı bile yok.

Google Çin arama motoru piyasasında yılın ikinci çeyreğinde düşüş yaşadı. Yıllardır Çinli kullanıcıların gönlünü kazanmak için ücretsiz müzikten tutun da hükümet ile yakın iş birliğine her şeyi göze almış durumda. Fakat kullanıcıların gönlü yerel arama motoru olan Baidu'da!

Çevrimiçi nüfusun %75.7'si bu senenin ilk çeyreğine göre %1.6'lık artışla Baidu üzerinden arama işlemlerini gerçekleştiriyor. Google cephesinde ise durum biraz karmaşık. Kullanıcıları cezp etmeye çalışan Google ne yazık ki %1.1'lik düşüş kaydederek %19.8'lere kadar geriledi.

Microsoft'un karar verme motoru Bing de Haziran ayında Çinli kullanıcıların dikkatlerini üzerine çekmiş gibi görünse de eğer iyi bir pazar payına sahip olmak istiyorsa daha fazla gelişmesi gerekiyor. Yılın 2. çeyreğinde Bing, Baidu'nun hakimiyetine boyun eğenlerden oldu ve %0.3'lük bir düşüş kaydetti. Fakat belirtmemizde fayda var; Microsoft'un Yahoo ile arama motoru alanında anlaşma sağlaması henüz Yahoo China'yı etkilemedi. Çünkü Alibaba Group tarafından yönetilen Yahoo China henüz Bing arama motorunu web sitelerine entegre etmedi.

Hergün yeni bir yeniliğin gerçekleştiği arama motoru piyasasında rekabetin kimi sınırları zorlaması kullanıcıları en mükemmel ürünü kullanmaya itiyor ve şüphesiz ki bu da iyi bir şey.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: ARAMA MOTORU DEVİ GOOGLE'IN ÇOK KISKANILACAK ÇALIŞMA ORTAMI




(a)


11 Ağustos 2009 Salı

Yüreğinde bir cümlecik yerim var mı?


http://kursunsabriomer.blogspot.com
  Yamalı yüreğimi iade ediyorum
  karanlığa.. Heybemde
  hüzünlerimle gidiyorum.
  Olur da bir gün aramak istersen
  beni,bir ömür uzaklıkta
  zannetme..
  Ben sana bir nefes kadar
  yakın olacağım...
  Çünkü ben “ beş harfli “ adında“
  Sana “ yaşıyor olacağım ... ”

 Yüreğimden tuza bandırılmış acılarımı elerken yine şehrimin soğuk kaldırımlarına bırakıyorum sensizliği. Sensizim. Senden sonra tüm sokaklar tek adresim. Öznesizim. Senden sonra tüm cinayetlerin tek failiyim. Davasını kaybetmiş sanık gibi boynu bükük cümlelerim.Sanki ayaklarından vuruldu geleceğim..(D)üşüyorum uluorta.. Soğuk kaldırım taşlarının arasına doluyor yol yordam bilmez harflerim..Kan revan içinde mevcudiyetim..Aşk tarafsızlığını yitirirken ben sensizliğin iktidarında sonumu hazırlıyorum..Eyyubvari susuyorum en yalın halimle.İçi kalabalık “ susmalar biriktiriyorum yüreğimin ipsiz uçurumlarında. Susuyorum olmuyor, konuşuyorum olmuyorum..Güpegündüz vuruluyorum sol yanımdan..Eksiliyorum yüreğinden / siliniyorum cümlelerimden. Yitip gidiyorum sensizliğin paragraf başlarında. Bu aşkın mağlubu ilan edilsem de, nafile..Eksiliyorum cümlelerinden..Siliniyorum adreslerinden...

Şimdi benden uzaklardasın..Bensiz olman senin için hiçbir şey ifade etmiyor. Etmemeli zaten. Ama “ sensizlik “ bende o kadar büyük ki; hiçbir kalıba sığdıramadım senli mutlulukları..Yokluğun öyle büyük yara ki; hiçbir kelimeyle dolduramadım bıraktığın boşlukları. Şimdilerde seni “ sensiz “ yaşatabilme azmi ile doluyum. Bizzat senin sözlerinden alıntı yaparak “ direniyorum yalnızlığına. ” Kaybetme pahasına sensizliği giydiriyorum omuzlarıma..Ayrılığın zafer çığlıkları kaplasa da etrafımı, ben yenilgiyi kuşanıyorum üzerime..Biliyorum ki; sonunda yalnızlığa boyun eğsem de, bir cümlelik yerim olacaktır yüreğinin derinliklerinde.. Gözlerim Filistin gibi ağlamaklı olsa da, yenilginin perde arkasındaki gizli zaferlerim İstanbul gibi boynu hep dik duracaktır tarihin tozlu sahifelerinde...Sensizlik yüreğime galebe gelse de, bu savaşta kazanan ben olacağım..Çünkü yüreğinin iç cebinde kefenini taşımayanların, tozlu meydanlarda zaferlerle anılmaya hakkı yoktur..Sebebim bensiz varlığın olmuşken örtün üzerimi..Kefenim yüreğinden kesilmişken kefenleyin yaralı bedenimi..

Bu satırları yazarken perdelerime gece misafirliğe geldi..Duvarlar siyaha boyanırken ben hala varlığının aydınlığında birşeyler karalıyorum satırlara..Basit cümleler kurarken karanlığı hesap edemedim..Cümlelerimin üzeri karanlık olsa da sen gözlerinle aydınlat sözlerimi.. Gitmeliyim şimdi..Kaçak bir yüreğin yıkımını gözlerimde görmeden gitmeliyim..Sığınmadan gözyaşlarıma toplamalıyım benliğimi. Sensizliğin en çok kanadığı geceyi yüreğime gömüp sabah seni “ sensiz “ sevmeye kaldığı yerden devam etmeliyim...

Gecenin infazındayım..
Gözlerimde uykusuzluk,çöllerimde susuzluk varken,dudaklarında soluyor geleceğim...
Oysa ben sana geliyorum sevgili..
Adımlarım ürkek olsa da, yollarım sana,sabrım sana..

Biliyorum bu firar girişimi..
Sana gelen vagonlara kaçak bindim ben..
Farkındayım...Biletsizim..
Bir o kadar da öznesiz..
Urbamda fakir yüreğim,avuçlarımda hüznüm sana gelmekteyim...
Senden ne bir ömür istiyorum,fakir yüreğime feda edilecek,ne de bir ten diliyorum,acılarımda heba edilecek...
Sadece benle başlayıp senle biten cümle..


Sana geliyorken,Yüreğinde “ bir cümlelik yerim “ var mı?


Gelme Bu Gece Ağlıyorum


http://kursunsabriomer.blogspot.com

 

çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
iner misin artık kirpiklerimden
geçiyorken hala acının çemberinden
yalnızlığı dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık yüreğimin içinden
yürüyorken yaşamda hep sırat köprüsünden
hüznünü dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık türkülerimden
yaratılmış renklerin en güzelinden
gözlerini dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık o düşlerimden
sensizliğin zehrini yudum yudum içerken
kokunu dost eyledim onunla yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum



çıkar mısın hayalimden zorlarsam seni
gider misin artık gözbebeğimden
siliniyorken yavaş yavaş yaşamın defterinden
gözyaşımla yaptığım resminle yaşıyorum
gelme bu gece gelme ağlıyorum

 

 

Ümit Atayman

Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN