Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

2 Haziran 2009 Salı

...mutluluk...



Saklı mektuplar...


http://kursunsabriomer.blogspot.com

"Seni içimin en ücra köşesine gizledim;ürkek,tedirgin, temkinli...”

Her temmuz,bana şehrimi anımsatıyor dünyanın her neresinde olursam olayım.Çok zaman geçirip,çok anı biriktirdiğim;bol tuzlu denizinde,üzerimde taşıyıp da sevmediğim her ne var ise dalgalarıyla atmaya çalıştığım;salkım saçak dolaşırken,siyah etek uçlarımdan yerlere istemediklerimi saçtığım;kavurucu güneşinin altında,incir kokulu yollarda, nar çiçeği endamında her bakan göze dokunup saklandığım; aşk tadında gece yürüyüşlerine çıktığım...

Minik temmuz sıcağı şehrimi yeniden yaşamak arzusu doluverince gözlerime, yüreğimdeki pır pır eden kanatları susturamıyorum işte. Yeniden’i olmayan geçmişin, geçmişte kilitlendiği gerçeği ile ıhlamur ağacı altına uzanıp temmuz şarkıları döküyorum dilimden bu yabancı toprağa. Hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki Şiraze.

Kimseler bilmesin öykülerimi diye ketûm direnişlerle gömdüm mektuplarımı saklı kentime.İlk bûsenin açtığı yaranın bir daha kapanmayacağını,ilk bûsenin kopardığı fırtınanın ömür boyu dinmeyeceğini,ilk bûsenin tüm‘hayır’lara bir asi yetiştirmede maharetinin yıllara değin uzanan dokunuşlarının artarak çoğalacağını,ilk bûsenin bedeni dolaşan bütün damarları nasıl da‘çat’diye bir bir çatlatacağını,ilk bûsenin ne varsa aniden değiştirivereceğini nereden bilebilirdin ki Şiraze.

Mektuplarım benimdir,mektuplarımın ıhlamur kokusu benimdir,mektuplarımın canımı yakan her harfinin kıvrımları benimdir; temmuz sıcağında yeniden yazılıp,yeniden toprağa verilen,benimdir mektuplarım Şiraze.

Şehirler değiştiriyorum,şehirlerle değişiyorum.Yüzleri yüzüme yansıyor,kokuları siniyor tenime, seslerinde yitip içimin feryatlarına sekte koyuyorum.Derûni bağlılıklarımı bir hilkat garibesi şekline bürüyüp yalnızlığına mahkum ediyorum.

Şehirler değişiyor Şiraze,ben değişiyorum.
Ben değişiyorum,dünya değişiyor Şiraze.
Bir, yaşanmışlar olduğu gibi duruyor.
“Sen yok desen de,ayın tamamı orada” diyorum.
“Hayat zaten zor,onu daha da zorlaştırmak için neden bu çaba?” diye soruyorum.
“Yanlışlar birbirini izler” gerçeğine uyanıyorum.
“Yapmamız gereken, bize zaman verildiğinde yapacağımıza karar vermek” diyerek bir gayret yerimde doğrulup göğe avuç açıyorum.
Ve hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklarına...

Ben Şiraze, her sabah yeniden doğuyorum; öykülerime bir yenisini eklemek, yeni bir mektuba başlamak için...
Seni temmuz ile selamlıyorum...


Ş İ R A Z E 

(a)


Saklı mektuplar...


http://kursunsabriomer.blogspot.com
sabahları yağmur düşerdi yollara

ben düşerdim yağmur damlalarına,bir başka hoşluk içimde

tanıyan tanırdı,tanımayan tanımazdı

bir dokundular mı bir dahası olmazdı

kaçardım ya ben,ya kaçarlardı benden

bir günah koşardı peşimden

korkardım...

Çok eskidendi sanki şiraze.Bundan kırk asır mı öncedeydi,yoksa bin asır mı geride yaşandı bitti.Hiç bilmiyorum,bilemiyorum.Birbirine giriyor yaşanmışların tümü.Çözemiyorum düğümlerini, çetrefilleşen dönemleri ayıramıyorum birbirinden.Beceremiyorum şiraze.Yaşandı bitti’ler hep öyle kenetlenmiş duruyorlar sayfaların üzerinde.Belli ki istemiyorlar dokunulmayı,belli ki onlar da küsmüşler birşeylere,belli ki terkedildikleri yerde kalmak arzuları şiraze.Ben de anlıyorum ki birileri hep küsüyor.Birileri hep kızıyor.Birileri hep çekiliyor hayatımdan.

Her şeyi kaybediyoruz şiraze.Sen beni,ben seni... her şeyimizi zamanın “geçmiş” safına bırakıyoruz.Kimileri eskiyor şiraze.Kimiler yitiyor şiraze.Kimileri kayboluyor şiraze.Ne kadar da üzülsek,ne kadar da dövünsek,ne kadar da devirsek yüzümüzü... eskiyen,yiten,kaybolan gelmiyor şiraze.Boynumdaki fular uçuyor rüzgara kapılıp.Bir acip bakıyorum uçuşuna,nasıl böyle deli divane.Rüzgara aşık olmak zordur şiraze. Bilir misin rüzgar acıtır hep.Ne hızına yetişir sevdalı,ne dokunabilir tenine,ne görür güzelliğini,ne de aşk cümleleri duyar dilinden.Bir deli hırçınlıktır onunkisi şiraze,eser geçer.Sevdalı kanatlanır ardısıra.Rüzgar umursamaz,rüzgar dönüp bakmaz şiraze.Hep haşin,vurur yerden yere,yetmez alır yerinden yurdundan fırlatır uzak ve alakasız yerlere,yetmez savurur da savurur.Şiraze ben rüzgarın girdabında,ıslıkları kulağımda,içimde o titreten hep üşüten soğuğu,durmak nedir bilmez yorgunluktayım.

Yağmur da yağıyor üstelik.

Eskimeyen bir fistan üzerimde,az kala sona döküyor çizgilerini.

Bir çilek en kırmızı haliyle yanaşıp,“ye beni” diyor.

“Ben çilek severim.”

Elimi uzatıyorum tutayım diye.

Avucuma düşer düşmez yakıyor elimi.

Bir çığlık bırakıyorum havaya, karşımda asılı kalıyor.

Çığlık çığlık bağırıyor,çığlık çığlık bağırıyor;kulaklarım acıyor, içim bulanıyor.

Avucumda kalan bir çilek acısı,bir de karşımda çığlıklarım;yağmur da yağıyor üstelik.

Eskimeyen fistanım en çizgisiz haliyle,üzerimde.

Bir delinin arta kalan yanıyım şiraze.

Bir delinin en deli haliyim.

Neredesin şiraze?

Şiraze sen arayıp bulamadığım,şiraze sen sesini duyamadığım;şiraze sen en uzağım,en yakınım,en telaşım,bir de en aşkım.Yağmur da yağıyor üstelik. Aşk bu anlatılmıyor işte.Yaşansa farkına varılmıyor,bulunsa tanınmıyor,yakalansa hemen kaçıyor,ben“mor”desem yeşil çıkıyor.Yeşil de aşk’a bence şiraze hiç yakışmıyor. Üstelik yağmur da yağıyor.Islak bütün yeni çiçeklenmiş ağaçlar.Islak bütün şemsiyesi olanlar.Islak bütün şarkılar.Islak şiraze.Bir ıslandım mı bitiyor,ne acı ki uçamıyorum şiraze.

Sen beni bırak şiraze,nasılsa ben hep seninleyim...

ŞİRAZE


(a)


Demli Bir Çay ile Zeytin Dalı...


http://kursunsabriomer.blogspot.com


Sen Anadolu'nun yangın yeri çocuğu!..
Kanadı kırık bir zeytin dalı...
Ben Doğu Karadeniz'in yüreği avuçlarında kızı!..
Demli bir çay buğusu...
İki ayrı kıtada yaşarız hem sızı hem sevdamızı...
Yağmurludur benim memleketim...
Ondandır yüreğimin sırılsıklam oluşu...
Ondandır her daim hayallerimin su sızdırıyor oluşu...

Sen puslu bir kentin yoldaşı...
Ben denizi hırçın bir kentin limansız martısı...
Kanadı kırık zeytin dalı!..
Demli bir çay tavşan kanı!..
Bizimkisi gri bir resme yağan kar taneleriyle
demli bir çayın aşk öyküsü...
Bil ki bu kentin dağına taşına haykırdım adını...
Çivit mavisi denizine,asi gülüşlü yeşiline!..
Mısır püskülü karayeline ve parçalanarak akan
derelerine ezberlettim adını...
İlikledim adını bir madalya gibi
kimsesizliğimin lacivert göğüne...

Sen akasya kokulu sokakların gri izdüşümü!..
Ben bolca Milliyetçilik oynanan sokakların kızı!..
Düşer omuzlarımdan aşağıya bir şal gibi Karadeniz rüzgarı...
Dalgalar hırçın notalarla döver yüreğimin kayalıklarını...
Vargit çiçeklerinden çelenkler örerim yüreğine...
Ve sana kırık cümlelerden mektuplar yazar!..
Bütün kelimeleri diz çöktürürüm önünde...
Heybemde adına adanmış nasırlı şiirler...
Yaralı kırlangıç çığlıkları...
Ve dilek tutmaya elverişsiz yıldızlar...
Anadolu olurum!..
Karışırım çatlamış dudaklarının egzotik coğrafyasına...

Bilesin sevgili!..
Şimdilerde kültürü yok olan bir memleketin
çaresizliğine büründü bakışlarım...
Ve uysallaştırdım ayrılığa yürüyen bütün rahvan atları...
Bilesin sevgili!..
Bu kent çaldı sana biriktirdiğim aşk şarkılarının
mitolojik notalarını...
Biraz sahra...
Biraz kedi...
Biraz Leyla...
Yüzüm solgun gülüşler mezopotamyası...

Biz seninle sınırları çizilmemiş bir ülkenin
iki yorgun savaşçısı...
Acı yüklü sevdaların birer neferiyiz sadece...
Pusulamız kırık...
Haritamız yırtık...
Geçmeye ne bir köprü kurabildik, ne de bir duvar örebildik...
Hissemize düşen biraz ayrılık, biraz da yalnızlık...
Biz seninle sadece örselenmiş iki kentin
iki yürek işgali olabildik...
Yeniden savaşmak...
Yeniden aşkı uzağımıza düşürebilmek için...
Bir yayla hanında mola vermekten öteye geçemedik!.

Sen Anadolu'nun yangın yeri çocuğu!..
Kutsal ışıklara hasret bir dağ mabedi...
Ben Doğu Karadeniz'in yüreği avuçlarında kızı!..
Fersiz sokak lambalarının asi yıldızı...
Nefesinle nefesime sevdanın mistik dağlarını çizmedikçe
dize gelmeyeceğim biline!..

Doğu Karadeniz'in yüreği avuçlarında kızına selamlarımla :)

Sana dair harflerim bulaştı yine kalemime..!


http://kursunsabriomer.blogspot.com

"Dilime dolanmış adınla başlıyorum sonu gelmez satırların en başına..."

Sana dair harflerim,kalemimden akan mürekkebe bulaştı yine
Silinmez bir daha ak sayfanın silüetinden…

Yazdığım her bir satır,keşkelerin dudağıma hapsolduğu buruk bir tebessüm suratıma çarpıyor senden yansıyanlarla...
Acıtıyor canımı,sızısı yakıyor genzimi,ağlamaklı oluyor gözlerim,yaşlar inat ediyor yanaklarımdan süzelmek için…

İlk defa pişmanlık duyuyorum oysaki…
Ve ilk defa kelimelerimin peşinden kalemimi isteyerek koşturuyorum...

"Belki bir anda,bir virgülde veya ucu açık kalmış cümlemin sonundaki üç noktada seni yakalar umuduyla..."
İkimiz için yazılmış senaryoda iki acemi aşığın üstlendiği rolün altında ezildik... Yanlış zamanlarda,yanlış yerlerde repliklerimiz ezberimizi bozdu..

Rolümüzü yanlış oynadık...
Perde acımasızca kapandı yüzümüze,bir daha açılmamak üzere...
Üzerimize yıkılan dekorun altında kaldık…
Harab oldu duygular, ezildi umutlar,kırıldı can...
Ve can kırıkları batmaya başladı en can alıcı yerlere…

Kanıyor…
Kanatıyor…
Kan ağlıyor...

"Bir zamanlar canımın attığı "sen", canımı yakıyor artık.."
Ya yakmalı senin için biriktirdiğim tüm harflerimi...
Ya da yazmalı...
Kalemimle beraber bitene kadar "seni"…


(a)


30 Mayıs 2009 Cumartesi

ADINI SİZ KOYUN ANLARIMIN DOSTLAR…


HAYAT MI? HAYATIM MI? YAŞAM TARZI MI? YAŞAM TARZIM MI?


  Haklısınız tabiki. Bence herkes haklı. Belki bende haklıyım, beklide bende haklıyım. Ama benim sevdiklerime göre herhalde hep ben haksızım.Bilmem..neden…belki agresiflik,belki haksızlığa isyan,belki arayış,belki yaşama isyan,belki yeterince dinlenmemek…

belki,belki,belki…ve hep bir belki var içimde arayan.Belki bir gün bulacağım…belki yi bulduğumda belki bir ömür daha sürgün edilecek yaşamdan.


  Ama genelde her insan o uç noktaya hayat da bir sefer gidip geliyor. Şu da var ki uç nokta kişiye hayatın anlamını çok daha iyi öğretiyor… hayata daha sıkı sıkı tutunduruyor insanı sonunda.

  Tabiki hayat güzel..ama ne var ki ihtiyacımız yokmuş sandığımız,ama ihtiyacınızın olduğunu, arkamızı yasladığımız duvarı kaybedince anlıyoruz.Belki o ana dek arkamızdaki duvarın farkında bile değilizdir çoğu kez…Bu duvarın ismine ne derseniz deyin.

  Dede, nene, amca, dayı, teyze, enişte, kardeş, anne, arkadaş, dost, eş, evlat, para, servet, şan, şöhret, sayğınlık ve de yaşamınız süresince hayatınıza giren herkes, herşey. Heyhat bunların birisinin arkanda ki duvar olduğunu anlıyorsun… ama zaman geç… O en baba duvar. İnsanın şartları ne olursa olsun, ister fakir, ister zengin, ister şöhretli, ister şöhretsiz, ister inançlı, ister inançsız, ne olursan ol, o gidince hayatın karmakarışık oluyor.

  Evet, O BABA… her şeyi onun üzerine kuruyor sanırım insanoğlu. Özellikle de erkek çocuklar… babası onun için bir idol, bir tarz. İyisiyle, kötüsüyle bir yaşam tarzı, bir yönlendirici, bir pusula, bir hedef. Ona bakarak, onu izleyerek büyüyor, büyüyorsun… Soruyorum; insanoğlu yaşam tarzını kaybedince, idolü kaybolunca boşluğa düşer mi? Bu kadar bağlanmak ve ya bağlanmamak doğrumu dur? Ben bilmiyorum… ya da ne kadar doğrudur?

  Neden insanoğlu canı yanınca, bir şeye sıkılınca, sıkışınca, anasından bile dayak yiyince ANA der? Ağzından; o can havliyle bile o iki kelime çıkmaz da… neden acaba, neden… Ama neden hep Baba’dan bekler eli? O bir türlü uzanamayan; örflerin, geleneklerin, adetlerin, o yıkılısıca yanlış öğretilerin… arkasında bekleriz o cesaret verecek eli, elleri… ve bir gün bakarsın, ele uzanamadan gitmiş koca çınar.

Neden?... Neden?... Neden?...

  Hep bunu sorasınız aradan bir senede geçse, bin senede geçse hep bekler insan, hep o duyguyla yaşar, hep bakar o elin geleceği yöne. Fakat boştur ümitler. Arkasındaki duvar yıkılmıştır. Yapılması ve kazanılması zordur artık. Bu hayali duvar her evladın arkasında vardır. Şartlar ne getirirse de, götürürse de orada durur. Hemen arkanızdadır, hissedersiniz onu. Ya hissedemediğiniz zaman. Beden ve ruhta bir şeyler bitmiş, sonun başlangıcımı dır…hayatın anlamı ne,nereye kadar…

 

---“Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğunu kendi kendine sormaya başlamış.

Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş... Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş... Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zaman da durmuyor tabi ki.

Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona - "Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir. " demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye; Hayatın anlamının ne olduğunu" sormuş...

Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş...

Adam kabul etmiş... Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytin yağ doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel... Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytin yağ eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin..

Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı(!)

Adam şaşkın... Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki... Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge... Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü... Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş... Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış..

Bilge gülümsemiş, ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş

-Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın... Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır...”---



  Son dönemler de ve özellikle de son birkaç aydır çok soruyorum bu soruyu kendime. hayatın anlamı ne ?...

  Hayatın anlamını hayatımı kaybetme korkusuna kapıldığım an cevapladım: benim için hayat o an için aldığım her nefesti. Şükretmiştim bunu için ve ona söz vermiştim' Ey Yaradan sen bana hayatımı bağışladın bende sana bunu için her gün şükredeceğim' diye. Sözümü tutuyorum ama sanırım sadece şeklen yerine getiriyorum bu yükümlülüğü esasa hiç dokunmadan. Peki, şimdi ne yapıyorum elimdeki zeytinyağını dökmemek için gerekirse o bahçedeki çiçekleri böcekleri eziyorum. Peki, yolun sonuna kadar gidebileceğimin garantisi var mı? Ne yapmalı o halde yarın ölmeyecekmiş gibi bugünü mü yaşamalı yoksa herşeye rağmen bu korkuyu içimizden atıp geleceğe hem de çok ilerisine mi bakmalı?

  Hayatın anlamı yaşadığın değerlerle yada yasamak istediklerinle ölçülebilir sen ne yasamak istiyorsan onu yasarsın.. insanın hayatında en önemli ve hiç sevmediği kelime keşke olsa gerek.. Ne zaman keşkeler azalırsa hayatın o zaman anlam kazanacaktır diye düşünüyorum.

  Sorun,değerlerinle yaşamak istediklerinin çatışması anında ortaya çıkıyor. Şimdiyi yaşamak isterken yapmak istediklerini yapamamanın mı söylettiği bir 'keşke' ya da ilerde geçmişi anımsadığında sana keşke şunları yapmasaydım dedirten 'keşke' ...
Bunlardan hangisi doğru hangisi bana hitap ediyor işte bunu kestiremiyorum. Sanırım ben bunalıma girdim tüm bunları düşünürken.

  İçinden geleni yapıyorsan keşkeler olmamalı zaten hayatında ama içinden gelenlere hep engel çıkacaktır engelleri aşabilmek cesaret ister ki bu cesaretinle keşkeler son bulacaktır... hayatın imkansız diye bir şeyi yoktu sadece biraz zaman alır imkansız ile mümkün arasındaki tek fark kararlı olmaktır karalı olmakta cesaret ister.....

  Hayatın bir gerçeği de burada gizlidir.
Zeytinyağı bir öğe eğer sadece zeytinyağına odaklanırsanız hayatı ıskalarsınız ne var ki diye aval aval bakarsanız zeytinyağınız kalmaz demek ki hem zeytinyağını elde tutmak hem de bakıp görmek gerekir bakar kör olmadan Yaşam elimizden o kadar süratli akıp gidiyor ki hırsların arzuların esiri olarak kaybettiğimiz aslında kendi yaşamımız bize bahşedilen çok kısa bir süre ( mistizme göre de tersi ama konu o değil ) Önemli olan tarihi yaşarken görebilmek bir bira köpürtüsünü bir deniz sesini bir martının kanat sesini bir kelebeğin evresini sevdiklerimizi sevmediklerimizi umutlarımızı hayal kırıklıklarımızı hayat hepsinin içeren bir bütün olarak her anı değerlendirilmelidir. Aynı akarsuda iki kere nasıl yıkanılamıyorsa geçip giden anında dönüşü yoktur. Onun için yaşadığımız her anın erdemini bilerek kıymetinin değerini vermeliyiz...

  Hayatın bir anlamı insanın öleceğini bilen tek canlı olmasından kaynaklanan bir değerdir aslında...

  Keşkeler yapılan hatalar istenip de yapılamayan şeyler için denir öyleyse ıskalamamakta yarar var. Elbette yolun sonuna kadar gidilecek ama o yolun ne olduğunu bilmek çok önemli yolun sonu nedir ki? Avukat için baro başkanı tanınmış ve zengin bir avukat olmak mı? Savcı için cumhuriyet başsavcısı olmamak mı? Subay için genelkurmay başkanı olmak mı? Nedir? Yolun sonu bunların hiçbiridir. Yolun sonu erdemli bir yaşam sürerek onurlu ve yararlı bir insan olabilmektir. Kimsenin arkasından kötü laf edemeyeceği bir kişi olmaktır. Kendisine ve ailesine vatanına ve de dünyaya muhabbetle hizmet etmektir. Yaşadığının farkına varmak yaşanacak dünya üretmektir. İnsan gibi insan olabilmektir. Yolun sonu gerisi laf…

Belki sadece arkadan söylenecek şu dizeler kalır akılda…

Belki yazdıracaksınız mezar taşına anısına…

Ruhun şad olsun baba…

yarın bir yıl oluyor bizi bırakıp gideli babam...

İntihar… Yaprak… Ben… ve… Damlalar…

 

yine baharında… yemyeşil bir yaprak
asırlık çınar ağacından atlayarak… intihar etti hazana ermeden
yağmur damlaları... apar topar cenazeyi götürürken
sıkı sıkı sarılıp… ağlamak geldi içimden…

zamana aldırmadan…
bir ömür daha sürgün edildi yaşamdan…
sessizce gözyaşı döktü toprağa… yüreği yaprakta bir adam…

Ömer Sabri KURŞUN




=========================================

BİR YIL ÖNCE.....

 Ege Hürriyet

Çiftçi babası kalbine yenildi




Çiftçi babası kalbine yenildiİzmir Ziraat Odası’nda 40 yıl başkanlık yapan Reşit Kurşun 85 yaşında hayata gözlerini yumdu. Kurşun, 7 yıl önce kaybettiği oğlu Serdar Kurşun’un yattığı Buca Kaynaklar Mezarlığı’nda toprağa verildi.

İzmir Ziraat Odası’nda 40 yıl başkanlık yapan, Doğru Yol Partisi’nin (DYP) kurucuları arasında yer alan 85 yaşındaki Reşit Kurşun, tedavi gördüğü Yeşilyurt Devlet Hastanesi’nde yaşama veda etti. 28 yıldan bu yana kalp rahatsızlığı bulunan Kurşun, geçtiğimiz yıl da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 1.5 ay yatarak tedavi görmüştü. Son olarak 6 Mayıs gecesi rahatsızlanan Reşit Kurşun, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırarak tedaviye alındı. Aort anevrizması rahatsızlığı bulunan Kurşun’a by-pass ameliyatı yapıldı. Ancak Kurşun’un kalbi daha fazla dayanamadı ve geçen cumartesi günü durdu. Yapılan müdahalelere rağmen Kurşun kurtarılamadı.

Hayatını tarıma adayan Reşit Kurşun, 40 yıl boyunca İzmir Ziraat Odası’nda başkanlık, bir süre de Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nde başkan yardımcılığı yaptı. Çiftçinin sorunlarını Ankara’ya taşıyarak, çözüm yolları bulmak için adadığı ömründe, DYP’nin de ayrı bir önemi vardı. Kurşun, DYP’nin kurucuları arasında yer aldı. 32 yıllık gelini Fatoş Kurşun, Reşit Kurşun’u kendi babası gibi bildiğini anlatarak, "Bizim dünyamızdı. Muhteşem bir insandı. Hayatını tarıma, çiftçilere adadı. Nur içinde yatsın" dedi.

Emel Kurşun ile 61 yıllık evliliği bulunan Reşit Kurşun’un 3 oğlu, 5’i erkek biri kız 6 torunu vardı. Çocuklarından ikisi hayatta.

 


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN