Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bir " Umut " Yalnızlığı Sadece...







“ Cümleleri yine sana yordum…Kabul eyle..”

Ağlama sakın / Yıkılırım…

Sakın bir damla gözyaşı dökme kirpiklerinden. Yıkılır ölüme kurduğum barikatlar. Bağlanır dilim. Sakın akmasın yüreğin ayakuçlarına. Sarılır dudaklarım senden önce saklambaç oynadığım gecelere. Susuzluğuma bakıp da sakın nehirleri giyinme üzerine... Tel tel kızarmasın gözbebeklerin. Sancılanır yine umutla sardığın yamalarım… Kapanır kepenkler. Nice aynalar kırılır yüreğimin sahnelerinde… Ağlama diyorum sana. Bulutlara özenip sağanak halinde yağma üzerime... Bıçağın en keskin yüzü ol da saplan böğrüme. Ama kızarmasın gönül bahçem. Ellerimizle ektiğimiz ve gülüşlerimizle yeşerttiğimiz “ umut “ sahifesi ıslanmasın… Yetim kalan serçeler üşümesin ıslak kirpiklerinde. Gülümsemene alışmış gökyüzü yine kara bulutlara rehin düşmesin… Ağlama… Düşerim… Yalpalarım ağlayışların sessiz çığlıklarında. Biliyorum hayata rehin bir mültecisin kendi yüreğinde. Yangınlara verdin tüm defterleri. Elinde sadece birkaç umut yaprağı ve de yorgunluktan muzdarip ben… Aldırma sen… Her şeye inat bana dik durmayı sen öğretmiştin. Şimdi sıra sende… Bu zamana kadar akıttığın her gözyaşına bir gülü feda ettim. Sakın ağlama ne olur. Sen ağladıkça yüreğimden bir parçayı koparıyorum… Kopardıkça kaybediyorum. Kaybettikçe ölüyorum. Sorma neden diye. Sen sicim sicim yağdıkça üzerime… Ben yavaş yavaş ölüyorum…

Korkma sakın / Yanında ben varım…

Ben seni bir kelebeğin en narin dalında büyüttüm. Dünya’ya gözlerini yeni açmış bir bebeğin narinliğinde sakladım seni… Biliyorum dönsen karanlığın ayak dibi, yürüsen bir adım sonrası uçurum. Kal öylece... Çıkar kendini kuyulardan. Yetmedi mi kendinle savaşın? Yetmedi mi kendine zalimce saldırışın? Korkularınla savaşmaktansa ölmek çare ise vur kendini. Ama önce beni çiğnemelisin… Yılgın olabilirsin hayatın isimsiz ihtilallerinde… Her buluttan bir hüzün çalmış olabilirsin… Bu kadar çaresiz, bu kadar dirayetsiz olamazsın. Eğer benim sevdiğim isen bu kadar pes edemezsin. Bırak üzerine yürüsün hayat. Bırak üstüne çullansın acılar… Sığın bir nefeslik Cennetime. Sokul bir umut türküsüne..Korkun ölüm ise; dudaklarımda saklı son nefesin. Korkma kendinden. Korkma bizden… Biliyorum uçsuz bucaksız düşüncelerdesin. Diptesin. En derinde… Yetmedi mi kendini ipsiz uçurumlara saldığın? Yetmedi mi korkularına inat kendini “ kendi “ yüreğine astığın? Kendime yarım cümlelik adam dediğimde bana delice kızan “ sen “şimdi korkulara yenik düşen yüreğine çift sözün yok mu? Bırak korkular çerçevelesin etrafını. Eğme başını diyorum eğme. Bitâp düşsen de gece yarısı korkularından gözlerimde yeşeren hayatla umutlan sen..Sokul çatısı olmayan evimizin sıcaklığına..Yoksa sen korktukça tükenirim. Tüketirim bendeki beni...Bir serçeye özenirim yüzüm..Bir namlunun sıcaklığına kanar çocukluğum. Kaybolurum… Yok olurum… Tutuklu kalırım kalemin sızlayan dibinde. Akmaz sözlerim dilimin ucundan..Düşerim. Düştüğüm yer senin korkuların olmasın sakın…Gözlerini kapama sakın…Korkularında bir martı can verir...Bir de ben..Sabırsızımdır bilirim. Ya ben senden önce korkularına yenik düşersem… Ya ben ölümü mavzere hediye eylersem... Sığınacak bir yer olarak karanlığı belleme. Diren ve savaş. Kendin için savaşacak takat bulamıyorsan bari “ umut “ için savaş... Hadi bu gece uykusuzluğu sil at gözlerinden... Korkularına inat sen sevmeye devam et… Yoksa… Yoksa… Gözlerimdeki gökkuşaklarını bir bir sererim sabırsız toprağa…

Susma sakın / Her cümlende ben nefes alırım…

Göremezsen de gözlerimdeki kanatsız kelebekleri, sen cümleler kur bana dair. Yorgunluğuma, uykulardan arındırılmamış sevdama aldırmadan sen anlat beni. Bırak beni anlatmaya çalışırken katili ol alfabesin. Titresin dudakların adımı anınca. Ama sakın susma. Susarsan kefen olur nefesin. Bilmediğim okyanuslar çatlamış dudaklarıma el sürer. Sen sustukça kirlenirim çelimsiz duraklarda. Ve bilirsin suskunluğun kirini ancak ölüm paklar… Biliyorum mevsimlerden sonbahardasın… Dalların solmakta yine. Yine acılar yüreğinde başrolde. Gel etme. Diline kepenkler vurulsa da sen giyme susuzluğu… Bizim, benim sana ihtiyacımız var… Susarsan tek bir kum tanesi akmaz zaman zulasından. Dibe vurur köklerim… Bilirsin ben yüzme bilmem… Boğulurum sessizliğin kör derinliğinde… Eririm. Çözülürüm yavaş yavaş. Esirgeme beni dudaklarından… Olur, olmadık an ismimi. Her bir cümlene katmasan da her gülüşünde sayıkla bendeki “ seni “. Susma, karanfiller örtmesin üzerimi… Kıyısız kalmasın bendeki öznelerin. Susma, içimdeki dilenci kanamasın. Rehin düşmesin mürekkebim bozkır toprağına. Susma ne olur. Kopmasın sende saklı kıyametim..Biliyorum attığın her adım sonrası yangın yeri…Köşe başları tutulmuş..Eller tetikte. Her kelimende bir ölüm saklı... Ama sen konuş beni. Bedeli ne olursa olsun sen sadeliğimi kelimelerinle zenginleştir. Yeni anlamlar yükle sevdamın yalınlığına. Dudaklarındaki en değerli hazine olan nefesine kat. Öznesizliğim yeniden kanamasın… Sakın susma…

Etrafta bir yalnızlık kokusu…
Kuyularda Yusuf susturulmuş…
Köşe başları ise tutulmuş…
Korkular revaçta.
Başrollerde ise ölüm…
Ve mevsim sonbahar…
Ve gözlerden akan,
Bir “ umut “ yalnızlığı…
Hem de sicim sicim…

Doğrul eğildiğin yerden..
Kopar at serçe ıslaklığı kirpiklerinden…
Adının sadeliğinde yaşa sadece.
Sana reva görülen acıya inat,
Sen şükret Eyyubvari…
Bu kadar kolay olmamalı pes etmek?
Bu kadar zor olmamalı direnmek?
Alnının ortasına dayansa namluyu hayat,
Bu kadar suskun olmamalı ölmek?


Pes ediyorsan,
Namlu hazır…

Yenilgiyi kabul ediyorsan,
Mezar hazır…

Hayatı değil de,
Uykusuzluğu istiyorsan
Ölüm hazır…

Ama tek bir şartla…
Önce beni öldür…


“ Kazandığım her şeyi senden bildim ben…
Varsın ölüm sen diye gelsin kapıma…”




8 Aralık 2009 Salı

hüzünlerime geri dönüyorum ...






Ben,hüzünlerime geri dönüyorum ...

Yine mi dönüyorum hüzünlü saatlere?
Oysa geceye beş kala çağırışlarını duymuştum.
Belki sensindir diye bir umut kapladı içimi.
Nafile, sana uzanan bütün yollar kapalı...
öğrendim, evet geç de olsa öğrendim bunu.
Çok geç olsa da...
Uzaklardan bir ses olmak istedi bir dostum,
uzaklardan bir el...Üşüme diye.
Olamadı,olamazdı,yokluğun her şeyden daha soğuktu.Yokluğun soğuk, yokluğun buz gibi...
Hani; öyle üşürsün ki,artık hiç bir şey hissetmez uzuvların,uyuşur kalır da manâsız bir donukluğun çizgileri oluşur,ardından bir kabuk içindeki parçalanmayı döker,
ezip de geçer tüm bedenini,acısı en derinden gelir de yakar her yerini...
İşte ben de öyle üşüdüm gece yarısını beş geçe...Manâsız buluyorum sanki artık her şeyi.
Sevgi deseler sadece bir iç çekebilirim,sonra gülüp geçerim gibi geliyor.
Aşkı sorsalar,aynı dili mi konuşuyoruz diye anlamsızca bakabilirim gözlerine...
Anlatın derim durmayın,bırakın tüm şiirleri,şarkıları,masalları...
Dokunabilir miyim AŞK'a,dokunabilir miyim ellerimle diye sorarım,
geçer mi üşümesi yüreğimin,geçer mi üşümesi içimin... ??
Aşk dediğiniz şey gelince ansızın,anlar mı beni aşkla gelen, beni ben olduğum için mi, kendi var ettigi için mi ister...!!
Varolanlara,benden kalanlara hoş geldin mi der,
yoksa bir iki zaman sonra herkes gibi o da mı çekip gider...
Bakışlarım dondu sanki,yüreğim donunca.
Nasıl da manasız bakıyorum etrafa.
Görmesin istiyorum hiç kimse gözlerimi,görmesin hiç kimse hüzün tanelerimi...
Susuyorum artık derin derin.Nasıl da konuşmak istiyorum oysa.
Saatlerce susmadan konuşmak istiyorum.
Tüm biriktirdiklerimi en başından başlayıp sonuna kadar anlatmak istiyorum.
Anlatmak yetmez biliyorum,anlaşılmak da istiyorum...
Bir el istiyorum başımda...Saçlarıma dokunsun istiyorum,
tüm bedenimden söküp alsın yalnızlığımı tılsımıyla...
Bir el istiyorum dokunsun saçlarıma yumuşacık ...
ve alsın tüm donuklukları usulca.
Bir göz istiyorum gözlerimde...
Anlamsız bakan gözlerimin içini görsün,hâlâ arkalarda kalmış ışık huzmelerinin içine dalsın,çıkarsın tüm umutlarımı eski sandığın içinden,
açsın da ışığı ile umut olsun yollarıma,yolum olsun yordamım olsun istiyorum...
Bir omuz istiyorum...Başımı yaslayıp uzun uzun ağlayabileceğim.
Yıllardır biriktirdiğim hüzün tanelerini tek tek dökebileceğim bir omuz istiyorum.
Ona yaslanınca her şeyi unutmak istiyorum, sıcacık olmak...
İçimi huzur kaplasın istiyorum,hiç konuşmadan saatlerce orada kalmak,
hiç konuşmadan anlaşılabilmek istiyorum...

Biliyorum, ne de çok şey istiyorum...
Bunların sadece puslu bir hayal olduğunu da biliyorum.Seni bende var edişimi,aslında sadece bende olduğunu,aslında sadece bir hayal olduğunu çok iyi biliyorum.
Ama yine de seni çok özlüyorum,yine de çok üşüyorum,
ve yine de seni istiyorum...

Ben, hüzünlerime geri dönüyorum...



4 Aralık 2009 Cuma

Hüznümün rüzgârlı yanı...





Kırgın durduğuma bakma, aslında bende her şey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor.

"Hiç değişmeyeceksin" diyor bir dostum.
Bu söz, tarifi imkânsız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgâr müsait.Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulunamıyor. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir damla oluyor nefesimde.Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden.

Ben aslında rüzgâr olsam,hep doğudan eserim.
Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına eminim.
Ben aslında,hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım.

Ben aslında anladım,cami avlusuna terk edilen kundaklı bir çocuktan bir farkım olmadığını.
Ben aslında anladım,hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu.
Ben aslında, cürmü kadar yer yakardım.

'Neyse' deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı anlamalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildir artık.
Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktur. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim sıkca tutmalıydım bana uzanan elleri.

Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı…

Yine değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kar etmez. Kim bilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı'nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum.
Belki de oturup ağlayarak başlayalım değişmeye…
Oturup ağlayalım halime.

Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terk eder beni böylece, kim bilir…

Hüzün...

Ardımda yangın sonrası bir şehir var
Yıkıntılarının üstünde hala dumanların tüttüğü
Köşe başlarında gönlü yaralı insanların dalıp dalıp gittiği
Sokak aralarında kedilerin dolaştığı
Yangın yeri bir şehir...
Dönüp bakmıyorum
Sırtımda alevlerin sıcaklığı hâlâ
Gözyaşı kaynağım kurumuş
Gözyaşı... Yollarımda sararmış otlar
Gözlerim ufukta
Kaçıp giden rüzgârı, Yangını büyüten rüzgârı
Ve geciken yağmuru arıyorum...
Hüzün...
Acının çiçeği.


Hüzün uzakların çağrısıdır.
Her gün yüzlerce binlerce defa uzaklara düşer de düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kurtulamazsınız.
Hüzün uzakların çağrısıdır, gidemezsiniz.

Hüzün kaçıp giden trenin ardından bakakalmaktır,
Gece yarıları garlarda...

Hüzün üşümektir...
Gece yarıları sizi almak için çırpınan,
Karanlık dalgalara ve şehir ışıklarıyla oynaşan yakamozlara cevapsız kalırken...

Hüzün ağlayamamaktır.
Ağlamak için çırpınırken ağlayamamak...

Hüzün aşk satmaktır duvarlara.
Hüzün aşk da boğulmaktır.
Ve kimsenin anlamamasıdır feryadınızı...

Hüzün içten içe yanarken,
üşümek ve ürpermektir...
Hüzün yalnızlıktır.
Yalnızlıksa soylu bir duygudur,
kristal kadehte size sunulmuş ve alışkanlık yapar...

Hüzün uzaklara ait olup,
Yakınlara hapsolmaktır...
Hüznün rengi sarı mevsimi Eylül...

Her şeyin bir zamanı vardı, hüznün bile… Aşklar ilkbaharla doğardı, aşkını papatyalar ve güllerle anlatabilmesi için sevgilinin. Sancısına inat doğanın kıpırdanışı, rahmet pınarları yağmurların toprağın diriliş suyunu verdiği, yeşilin hâkimiyetini ilan ettiği, coşkunun ayları; ilkbahar ayları değil miydi? Gönül de tabiatın bu sesine karşı çıkamaz, coşmaya, hissetmeye, hazzetmeye başlardı, üstündeki ölü toprağını atar, mazideki aşk duygusunu hatırlamaya başlardı.

Ne zaman ki ışık dik geliyordu yeryüzüne, aşk da dikleniyordu hüzne, kovuyordu yeryüzünden. Gönül gözünü yalnız aşk için açıyor, hüznü gördüğü yerde görmezlikten geliyordu. Aşkın acısı kaybolurdu yaz ile, gönlünde aşk hissi vardı yalnızın bile... Tutkunun, aşkın ateşini yükselten yazdı ve tarih en büyük aşkları bu aylarda yazdı. Ama yazın bile bir sonu vardı, aşkın sonunun olduğu gibi. Ne büyük rastlantıydı ki, aşkın ateşi, güneşin ateşi ile birlikte sönmeye başlardı.

Esmeye başlardı rüzgâr, bir yandan dökülen yaprakları kovarken yerden, bir yandan aşkın ateşini söndürüp kovmaya başlardı gönülden. Sanki kırmızının sarıya dönme, aşkın hüzne dönme vakti gelmişti. Acıyı hissetmeyen gönül, hüznün ızdırabına hazırlanıyor, aşk yanığının üzerine hüzün kremini sürerken acı hissedeceğini tahmin bile edemiyordu. Derman dediği şeyin dert olduğunu bilse, hüzne hoşgeldin der miydi? Ama adettendir yeni gelene yer açmak ve buyur etmek; yeni gelen her sene aynı şeyi getirse de devir teslimi geciktirmenin bir alemi yoktur ve her yeni gelenin getirdiği umuttur. Hüzündür ve sonbahardır belki umudu en son hatırlatan ve gelen gideni aratır. Hüzün artık sarıdır, sarı artık hüzündür, sarı sonbahardır, sonbahar sarıdır, eylüldür… Eylül ayrılıktır, eylül buluşma vaktidir ancak sevgilinin beklediği ve sevgilinin bir türlü gelmediği aydır. Kaç Eylül geçerse geçsin, sevgilinin geleceği tren umut ve kavuşma istasyonundan geçmeyecektir. Çünkü o hüzün istasyonunda sonbaharın geçmesini bekleyecektir. Yazın yağmamakta inat eder yağmur, zira sevgilinin gözyaşı ile Eylül’de inecektir yeryüzüne. Beklenen rahmet gökten, dökülürdü sevgilinin gözünden. Belki aşina değildi göz buna, unutmuştu yaz boyunca yaşlar akıtmaya; ama sırası geldiğinde unutulan davranışlar, unutulan aşklar gibi hatırlanırdı. Acıyla akan yaşlar, sancıyla bitten aşkları hatırlatırdı ve hüznü onlardan daha iyi anlatan olmazdı.

Sonbaharsın, sarısın, Eylülsün,
Aşkın ateşini sen söndürürsün
Sevgiliye hediyen midir?
Ayrılık, özlem ve hüzün…

1 Aralık 2009 Salı

Bir Bayramın ardından...





http://kursunsabriomer.blogspot.com
Bütün anlamlı sözcüklerin iyi niyetle geleceğe dair güzel temennilere dönüştüğü ancak gerçekte birçoğunun anlamından uzaklaşarak yerini yine hüzünlere bıraktığı bir bayramı daha geride bıraktık. Milli ve dini olarak önemli sayılan gün veya günlerin sevinç ve neşe içinde kutlanmasına bayram denilmektedir. Gerek değişik anlamlar yüklenmesi ve gerekse de kutlanma şekli bakımından birbirinden farklı görünse de bayramlarda verilen mesajlar ve temenniler büyük benzerlik gösterir. Bayramların huzur, mutluluk ve sevinç kaynağı olarak algılandığı toplumda; saygı, sevgi, barış, kardeşlik, hoşgörü, yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma gibi birçok kavramın “ortak” paydada buluşması ve toplumun her kesimi tarafından benimsenmesi istenir.

Dünyanın birçok yerinde değişik şekillerde kutlanan çok sayıda bayram bulunmaktadır. Sosyal, kültürel, dinsel, tarihsel, psikolojik, ekonomik ve çevresel vs. gibi bir veya birden fazla faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkan bayramların birçoğu bugün gelenekselleşerek kutlanmaktadır.

Bir bekleyiştir bayramlar. O günden ziyade, o günün beklentileridir heyecan veren. Çoğu anlamını içinde hissetmez ama bir semboldür, adı konulmamış bir sembol… Ya da dillerden dillere uzanan yıllanmış deyimlerden öteye gitmez anlamı.

Çocuklar için bayramda alınacak üst başın, ayakkabının beklenmesidir heyecanla. Kaç kez yalvarmışlardır belki de annelerine babalarına aldırabilmek için ya sevdiği ayakkabıyı, ya oyuncağı ya da bir kazağı. Böyle başlar belki de onların dünyasında bayramların anlamı. İstediklerine kavuşmak için beklemeleri gereken o malum zaman... Bir de bayramda cebine dolduracakları harçlıkları vardır yine aynı heyecanla bekledikleri. Belki de en çok çocuklar karlı çıkar bayramdan. Kendisinden bir şey talep eden olmadan, hep bir şeyleri talep etmek onlar içindir ne de olsa. Bayramlar en çok çocuklar içindir...

Çoğu genç içinse, iple çekilen bir kavuşma anının son notalarıdır. İki bayram arası düğün dernek kurulmaz diye beklerler, bir anda geçmesini bekledikleri o malum zamanı. İlk bayramın ardından artan bir heyecanla sayarlar günleri...

Çoğu miskin için de, bayramlar özeldir. Bir kaç ay kala, ellerine alırlar takvimi. Haftanın ortasından başlayıp, hafta sonu tatilini de içine alması duasıyla hesaplarlar, keyifle yatacağı günlerin hesabını.

Birçokları için, bayramdan bayrama gördüğü ailesine, dostuna kavuşmaktır.

Kimileri için bayramdan bayrama midesine adam akıllı bir şeyler koymaktır.

Bayramlar herkes için bir şeyler vadeder...

Yalnızlar, evsiz-barksızlar, terk edilmişler hariç... Bir bayram sabahı en yakınlarını, canından bir parçalarını kaybedenler hariç. Hep bir yanı eksik olmasına rağmen, bayramlarda o eksikliğin tüm çıplaklığıyla kendisini kuşattıkları hariç...

Ay gibidir bayramlar. Hilal olur kimilerinin umutları harekete geçer, kimilerinin yüreğini sıkıştıran kasveti, hasreti. Ay gibidir, bir yüzü dolunay olur ihtişamla parlar gökyüzünde, getirir beklenenleri; karanlıkta kalan kısmı ise yakar diğerlerini...

"Bekleyen ile bekleyemeyenin", bekleme hakkını yitirmiş olanların hazin bir buluşmasıdır bayramlar. Kimileri enva i çeşit baharatın, şekerin, kıyafetin satıldığı çarşılarda telaşla yetiştirmeye çalışır listesindekileri. Birileri içindeki mahşeri kalabalıktan kaçmaya çalışır. Geçmişin kokularından, tatlarından deli gibi kaçmaya çalışır...


“Aaah nerede o eski bayramlar” demeye başlamışsanız bilin ki yaşlandığınızın resmidir. Gün be gün bir takım değerlerimizi globalleşme denen kültür bombardımanına kurban verdiğimiz de ayrı bir gerçek. İnsanlık, cemaat ve toplum okyanusundan hızla bireysel yaşamın ıssız sahillerine doğru sürükleniyor.

Çok fazla sayıda anlam yüklenmesinden olsa gerek çoğu zaman gerçekleşmez arzulanan güzellik ve iyi niyetler.“Nerde o eski bayramlar” hayıflanması bunun en tipik belirtisidir. Bu yıl da güzel bir hayatın en belirgin göstergeleri olarak kabul edilen neşe ve sevinçler yine gölgede kalmış görünüyordu bulutlu ve yağmurlu geçen bir bayramın ardından. Filizlenmesi yasaklanmış çiçekler gibi ya hiç görünmediler ya da fark edilmediler göründüklerinde. Hâlbuki onların varlığında günler özel anlamlar kazanıp bayrama dönüşüyordu. Çünkü tek başına ortaya çıkamıyordu bu kavramlar onların varlık sebebi olan mutluluk olmadan. Oysaki mutlulukların paylaşılması değimliydi bayramlar? Mutluluk değimliydi gönülleri neşe ve sevinçle dolduran aydınlık bayram günlerinde.

Sevinç ve neşenin daim olması gerektiği, insan ve toplumsal dayanışmayı hoşgörüyü ortak üstün değer sayılarak kutlanması gereken bir bayramdı geride kalan. Bayramların gücü ve etkinliği insanlar arasında birlik ve beraberlik oluşturacak güçte iken tebrik ve temennilerin sınırlandırılarak belli kesimlere gönderilmesi sevinçlerin kitleselleşmesini engellemektedir. Hoşgörü ortamında saygı ve sevginin oluşmadığı ve kendilerinden olmayanın farklılaştırıldığı durumlarda bayramları bütünleştirici işlevinin giderek zayıflamasına neden olmaktadır. Hâlbuki temel işlevi kutlandığı toplumun ortak üstün değerlerine yakınlaştırıcı ve birleştirici etki yaratması beklenir bayramların. Her seferinde samimi duygularla kutlanılması gerektiği telkinlerine rağmen, ya teknolojinin hayatımıza gereğinden fazla yerleşmesinden ya da yapmacık ve şekilciliğin her geçen gün pirim yapmasından dolayı sanal duygular daha fazla hâkim olmuştur toplumda.

İnsan ve toplumları bir arada tutan en etkili bağı oluşturan olgular ortak matem ve sevinç günleridir ve ancak bütünleşmiş toplumlar bayram ve matem günlerini ortak bir şekilde kutlama becerisine nail olmaktadır. Bu ortak paydanın gerçekleşmesi insanı“insanlık kimliği” içinde birbirine yaklaştıracaktır.

Toplumun bir bütün olması ise zorunluluktan değil ancak gönül birliğiyle sağlanması ile mümkündür. Göstermecilikten sakınarak gerçek anlamda duyguların paylaşıldığı ortamlarda gerçek dayanışma ve birliktelik, karşılıklı saygı ve sevgi birbirini besleyerek işlevsellik kazanacaktır. Bunu sağlamanın yegâne yolu ise kullanılan kavramların sözde değil, özde yani uygulamaya geçirmekle mümkün olacaktır.

Derken, bir bayram daha geçer, ağız tadıyla, gönül hoşluğuyla... Bir bayram daha geçer hatırlanılmış acılarıyla... İyisiyle, kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla bir bayramı daha geride bıraktık…Bir sonraki bayrama kadar kim öle, kim kala!.. Her şeyin hayırlısı!..

Özde hayatın vazgeçilmez kaynağı olan umutların yarınlara çekilen özlemi canlı tutmaya devam etmesi dileklerimle herkesin geçmiş bayramını tekrar kutluyor daha nice huzurlu, sevinçli, tasasız ve mutluluk dolu bayramlar yaşamanızı diliyorum…









Yine Sensiz Bir Bayram Geçti Babam

Yine sensiz bir bayram
Yine kanıyor yürek yaram
Sen gideli geçti kaç bayram
Özledim seni babam

Baba bayram sabahı erken kalkıyorum
Elim yüzüm yıkayıp abdes alıyorum
Sonra çıkıp balkona sokağa bakıyorum
Gözlerim seni arıyor baba
Her bayram bizden önce çıkardın
Elimizden tutar camiye koşardın
Ama sen yoksun şimdi
Annem dalgın dalgın dolu gözlerle
Bakıyor peşimizden sanki seni arıyor gözleri

Annemin ellerinden öpüyorum doluyor yaşlı gözleri
Sarıldıkça sarılıyor içi acıyor sanki
Ah babanız olsa diyor diyor da
Yüreğime sanki hançer saplanıyor
Dolmuyor her sabah kahvaltı masasındaki yerin
Düğümleniyor geçmiyor lokmalar boğazımdan
Sensizken hiç tadı olmuyor bayramların
Bir yanım hep hüzün bir yanım acıyor baba

Bak ben geldim baba
Uzat ver elini öpeyim
Öptüm baba hissettinmi nefesimi
Yok ağlamıyorum baba gözüme çöp kaçtı
Ondan sulandı küçük gözlerim
Baba sana çiçek getirdim
Cennet olsun mekânın
Şimdi gidiyorum ama aklımdan hiç çıkarmıyorum
Kalbimde bir başka senin yerin
Baba sana istemeyerek yalan söyledim
Evet ağladım baba ağladım işte
Her bayram ağlıyorum böyle işte
Ne yapayım özlüyorum
Her bayram böyle geçiyor
Sensizliğe alışamadım işte
Bir yanım acıyor üzülüyorum
Baba sensiz ne annemin yüzü gülüyor ne bizim
Senin yerine anneme sarılıyorum ama
Kesmiyor ana sevgisi başka
Baba sevgisi başka olmuyor işte
Sensiz bir bayram daha geçti babam

Hüseyin Önder


28 Kasım 2009 Cumartesi

nerede o eski bayramlar...





Bayram Arefesinden önce başladı telefonuma bayram mesajları gelmeye. Şudur budur, yapış yapış kafiyeler, bundan on yıl önce, yani cep telefonunun ülkemizde yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı günlerden beri değişmeden atılan, hâlâ aynı formatta yazılan, her bayram noktasına bile dokunmadan atılan mesajlar gelmeye başladı. Armut piş ağzıma düş zihniyeti de bir yere kadar canım!

Kaç kişi bayram tebriki için kart atıyor artık? Bakınız kutlama değil, tebriktir onun adı. Tebriktir çünkü kutlama dediğin törenle birlikte vuku bulur ve umumiyetle resmi makamlar tarafından icra edilir. Bayram dediğin tebrik edilir. Biz gene hayvanları kestik, sen de kes tebrik ederim dersin. Gene ortalığı kana buluyoruz seni de tebrik ediyoruz dersin, haydi kimin neyi niye kestiğini geçtim de, bunlar iki lafın belini kırdıkları ilk fırsatta da “nerede o eski bayramlar” cümlesini kuruverirler. Yahu sen o zaman kaç yaşındaydın, artık bak; kaç yaşındasın, o vakitler başka şehirdeki akrabandan veya senden ona bayram tebriki atılırdı kartlarla, artık SMS ile hallediyorsun meseleyi tüm “samimiyetinle”, e-posta ile bitiriyorsun tüm etkileyici cümlelerinle. Bari bir telefon ediver ondan sonra sağda solda söyle “nerede eski bayramlar” diye.

Nerede olduğunu tam olarak bilemiyorum ama nerede olmadığına adım gibi eminim, o eski bayramların. Üç günlük bayramı fırsat bilip, bir iki gün daha ilave ederek yaklaşık bir haftaya çıkardığın izin gününde gittiğin tatil beldesinde veya turla gittiğin kampanyalı otelde değil. O meşhur eski bayramlar geyiğini bırakıp samimi olmaya başladığın gün, o eski bayramı da bulacaksın inancındayım.

Ne demişti ünlü mütefekkir (şaka şaka şair) “Biz büyüdük ve kirlendi dünya!”






27 Kasım 2009 Cuma

Kurban bayramınız kutlu olsun...





Tüm arkadaşların Kurban Bayramı'nı en içten dileklerimle kutlar,sağlık,başarı ve mutluluklar dilerim.Her şey gönlünüzce olsun...



14 Kasım 2009 Cumartesi

ŞİİR ve HAYAT...!




ŞİİR;
Yaşam'ın şekillenmemiş adıdır.

HAYAT;
Gerçekleri sırtlayıp;
Taşıyamayacak kadar "ağır..!"
Bir kuş'un kanadına konup ta;
O na bile hissettirmeden,uçabilecek kadar "hafif..!"


ŞİİR;
Her mısrasını yaşamaya çalışmak için;
Nefes nefese koşturmayı göze alacak kadar "dolu..!"
Bütün yaşayışların;
Sadece bir hayal olduğunu hissettirebilecek kadar"boştur..!"


HAYAT;
Koskoca ömürde;
Bir yalnız gün daha nasıl geçecek.?
Şu saatler nasıl bitecek diye;
Şikayet edebilecek kadar"muamma..!"
Göz açıp,kapayıncaya kadar geçen sürede;
Nihayet'e erebilecek kadar da "basit..!"


ŞİİR;
Kendini oluşturan;
Her büyüyü,her cazibeyi,her rengi,
Yürekleri hoplatacak kadar"parlak ve güzel..!"


HAYAT;
Gözlerimizi;
Acılarla,hüzünlerle,ayrılıklarla,ölümlerle buluşturduğumuzda;
Sadece iki renk"gri ve siyah..!"

HAYAT,
Her anı nı tuvallere,yazılara,şiirlere,gösterilere döküp;
Sergileyebileceğin kadar"sanat..!"
Tek bir uyanışta görevinin,tek bir oyundan ibaret;
Tek bir rol olduğunu fark edebileceğin kadar da"kısır ve monoton..!
"

HAYAT;
Senin tek bir"EVET"inle;
Başkalarına bölüştürüp sunabileceğin..
Nefes alıp verişlerinle paylaştırabileceğin kadar;
"Hayret verici ve cömert..!
Senin tek bir"HAYIR"ınla;
Herşeyi mahvedebileceğin,yok edebileceğin kadar da;
"Cimri ve densiz..!"


ŞİİR;
Gerçek yaşam öykülerine katlanabilecek gücü bulup;
Daha da "Güzel'e koşmanın adıdır.,,!"


HAYAT;
Sevmeyi bilecek, bilmiyorsa öğrenecek.
Tadacak, sunacak, paylaşacak.
..Ve böyle sevgilerle,bütün sevgileri;
Çoğaltabilecek kadar"anlamlı...!"


 
HAYAT;
Gerçek yaşam öykülerine katlanmaya değecek kadar;
"Yaşanmaya değer...!"


HAYAT;
O nu kısaltmanın;
Haksızlık olduğunu anlatacak kadar"Öğretici...!"
Bir daha;
Bulunmayacak,yaşanmayacak kadar"tek...!"

HAYAT;
Sadece dilediğin kadar"UZUN...!"
Sadece dilediğin kadar"KISA...!"


ŞİİR' se;
"HAYATIN ÖTEKİ ADIDIR...!"





28 Ekim 2009 Çarşamba

29.Ekim.2009 Cumhuriyet bayramımız...


http://omersabrikursun.blogcu.com

 Sevgili arkadaşlarım, dostlarım,kardeşlerim, büyüklerim,küçüklerim,
 ülküdaşlarım,Şanlı Türk Bayrağı altında yaşayan tüm vatandaşlarım;
 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkarak Milli Mücadeleyi
 başlatıp, 29 Ekim 1923 tarihinde de “Türk Milletinin karakterine ve 
 adetlerine en uygun olan idare,Cumhuriyet idaresidir.” diyerek ilan 
 ettiği Cumhuriyet,Türk Milletine bırakılmış en büyük miras ve
 vazgeçilmez bir değerdir.

 Cumhuriyet’te egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.Halk kendi
 kendisini yönetme yetkisini temsilcileri aracılığıyla kullanır.Bu
 yönetimde yurttaşların seçme ve seçilme hakkı vardır.Devlet yönetimi,
 sınıfların, kişilerin ailelerin, bir zümrenin eline bırakılamaz.Milletin
 bütün bireyleri yönetime katılabilir ve söz sahibi olabilir.Çünkü
 cumhuriyet yönetiminde bütün vatandaşlar eşit haklara sahiptir.

 Cumhuriyetin en büyük erdemi,Türk toplumunu ulus olma bilincine
 kavuşturması ve bireyi yurttaş konumuna yükseltmesidir.Ulusumuz,
 Cumhuriyetle birlikte ulusal bir devletin, onurlu,özgürce düşünebilen
 ve eşit haklara sahip yurttaşları haline gelmiş, devletin tek ve gerçek
 sahibi olmuştur.

 Atatürk’ün hedef olarak gösterdiği çağdaş uygar ülke olma yolunda laik,
 demokratik Cumhuriyet rejimi ile kat ettiğimiz mesafe küçümsenecek
 gibi değildir.Cumhuriyet bize ulus olma,dünya milletlerinin onurlu bir
 üyesi olma bilincini kazandırmıştır.

  Ayrıca Türkiye Cumhuriyetinin 83 yıllık öyküsü bir başarı,bir
 uygarlaşma öyküsüdür.Cumhuriyetin başarıları ile haklı bir gurur
 duyuyoruz.Bugün Türkiye,İslâm dünyasındaki tek laik ve demokratik
 Cumhuriyet,çağdaş bir ülke, yaşanan ekonomik krizlere rağmen
 dünyanın en büyük 25 ekonomisinden biri, bölgesinde hatırı sayılan
 güç, bir istikrar unsuru ve Avrupa Birliğine aday ülkedir.

 Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik anlayıştan taviz vermeden,
 Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yolunda
 hızla ilerlemektedir.Buna hiçbir güç engel olamayacak ve Türkiye
 Cumhuriyeti devleti sonsuza kadar yaşayacaktır.Yeter ki bizler
 Atatürk’ün mirası olan bilimsel ve akılcı yoldan ayrılmayalım.

 Hak ve hürriyetlerden yoksun toplumların ayakta kalmaları ve
 yaşamaları mümkün değildir. Bu nedenle, bizlere ve gelecek nesillere
 düşen en önemli görev; Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle
 bölünmez bütünlüğünü savunmak,Atatürk ilke ve inkılâplarını
 koruyup,kollamak iç ve dış tehditlere karşı duyarlı olmaktır.

  Cumhuriyet, demokrasiyi geliştiren en iyi sistemdir.Kişinin hak ve
 özgürlükleri ancak bu sistem içinde güvencede olabilir.Türk Milleti
 Cumhuriyet’e bağlanıp, onu yüceltip geliştirebilirse demokrasinin
 nimetlerinden yararlanır ve çağdaş toplumlar içindeki yerini alır.Bu
 nedenle Cumhuriyeti yüceltip sürdürmek her Türk’ün milli görevidir...

 “Türk olmak, gurur duymaktır şanlı bir tarihe sahip olduğun için
 Türk olmak, özgür olmaktır hürriyeti damarlarında taşıdığın için
  Mutlu olmaktır Türk olduğunu söylemekten
  Türk olmak, tüyleri diken diken olmaktır İstiklal Marşı’nı dinlerken”

  Atatürk diyor ki:

 “Milli azim ve bilincin kıymetli eseri olan değerli cumhuriyetin
  bugünkü  ve yarınki neslin demir ellerinde her an yükselip
  sağlamlaşacağına güvenim tamdır.”

 Atatürk diyor ki:
  “Türk milletinin tabiat ve adetlerine en mutabık olan idare cumhuriyet
  idaresidir “
  “Bugün tarih boyunca hür yaşamış bir millet
  Üstüne çökse dünya hürriyet ister elbet
  İnsan için hürriyet ekmek gibi,su gibi
  Hürriyetsiz sürünmek ölüm uykusu gibi.”

 Atatürk diyor ki:
  "Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz.Siz, almakta
  olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin,vatan sevgisinin,
 fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.Yükselen yeni nesil,
 istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak
 sizsiniz. "

 “Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla,Türk milletini emin ve sağlam
  bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı
  güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.”

  M.Kemal ATATÜRK

  “Demokrasi ilkesinin en yeni ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet
  biçimi cumhuriyettir.”

  Mustafa Kemal ATATÜRK

 --------------------------------------

  “Dalgalansın her tarafta şanlı Türk'ün bayrağı
  Korumaktır ve yüceltmek azmimiz bu toprağı!
  Bu vatan hiç sensiz olmaz, ey güzel cumhuriyet
  Milletim öyle demiştir; ya ölüm, ya hürriyet !”

 “Bilmeyen anlasın, öğrensin soran
  Tarihin başından gelen milletiz
  Bir biri ardına devletler kuran
  Tarihten devletler silen milletiz.

 Yurdumuzu çiğnetmeyiz yabana
  Canımız kurbandır cennet vatana
  Hürriyet uğruna, bayrak uğruna
  Savaşırken ecele giden milletiz.”

 “Vur ozan tellere özgürcesine
  Milli egemenlik türküsüdür bu
  Dinle bak kulak ver Türk’ün sesine
  Milli egemenlik ülküsüdür bu
  Sen bize ekmeksin, havasın, susun
  İyice kulak ver, dinleyin, susun
  Tarihin yazdığı koca ulusun
  Milli egemenlik öyküsüdür bu”

 “Ey bizlere bu günü kazandıran şehitler,
  Ey hürriyet yolunda can veren Koçyiğitler.
  Ey kahraman Atatürk sizlere minnettarız
  Rahat rahat uyuyun nöbette bizler varız.”

  “O kadar dolu ki toprağın şanla
  Bir değil sanki bin vatan gibisin
  Yüce dağlarına çöken dumanla
  Göklerde yazılı destan gibisin”

  "Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip
  edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla
 yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan,
 yorulmadan yürüyecektir. "

 Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz.Cumhuriyeti biz kurduk, onu
 yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.

 Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
 Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır

 Kazanmak istersen sen de zaferi
  Gürleyen sesinle doldur gökleri
  Zafer dedikleri kahraman peri
  Susandan kaçar da coşana gider

 Türkiye cumhuriyeti yalnız 2 şeye güvenir biri ulus kararı, diğeri en
 acıklı ve güç koşullar içinde dünyanın beğenilerine hak kazanan
 ordumuz kahramanlığında, bu iki şeye güvenir….

  Ey Türk gençliği, birinci vazifen, Türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza
  ve muafa etmektir.

 Bu duygu ve düşüncelerle; Cumhuriyetin 86.Kuruluş yıldönümünü
 kutlar,nice Cumhuriyet bayramları coşkusu yaşamak dileklerimle
 saygılarımı sunar, Büyük önder Atatürk ve canlarını bu uğurda feda
 eden şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnet ve şükranla anarım.

http://omersabrikursun.blogcu.com

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



CUMHURİYET’İN İNSANLARIMIZA KAZANDIRDIĞI HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

Değiştirilemez Temel Hükümler

Anayasa'nın 4 üncü maddesine göre; Devletin şekli, Cumhuriyetin nitelikleri, Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti ile ilgili 1, 2 ve 3 üncü maddelerindeki hükümler değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

Anayasa ile kesin güvence altına alınan bu temel hükümler şöyle sıralanıyor :
Madde 1- Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.
Madde 2 - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Madde 3 - Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı "İstiklâl Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır.

Devletin Görevleri

Anayasaya göre Devlet, "Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmakla görevlidir.

Egemenliğin Kullanılması

Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. (Md.6)

Yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. (Md. 7) Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. (Md. 8)

Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. (Md. 9)

Kanun Önünde Eşitlik

Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (Md.10)



http://omersabrikursun.blogcu.com



12 Ekim 2009 Pazartesi

Dün…







Ben Dün’üm... Senden sonsuza kadar uzaklaştım... Senden ayrılıyorum; ama her zaman seninle olacağım. Bir zamanlar adım YARIN'dı!..
Sonra sana eşlik etmeye başladım ve adıma BUGÜN dendi...
Artık DÜN'üm ve üzerimde senin hiç çıkmayacak izini taşıyorum. Ben kitabın sayfalarından biriyim. Benden önce ve benden sonra da pek çok sayfa var. Solgun görünüyorum, çünkü hiç umudum yok. Elimdeki tek şey anılarım... Zenginim çünkü bilgilerim var...

Bir çocuk doğurdum sana bıraktım, adı DENEYIM!..
Bana bakmaktan hiç hoşlanmıyorsun. Hiç güzel değilim çünkü... Sadece heybetli, sadık ve ciddiyim... Ben DÜN'üm; Bugün'den veya Sonsuza Dek'ten farkım yok; çünkü ben SEN'im, kendinden kaçamazsın.

Seni sevmiyoruz, senden nefret de etmiyoruz.Yargılıyoruz seni!.. Şefkat duymuyoruz; yalnız BÜGÜN yapabilir bunu!

Seni cesaretlendiremiyoruz da... Bu da sadece YARIN’ın elindedir. Geçmişin kapısında durmuş, geçen günleri karşılıyoruz.
Yarınların bugün olduğunu görüyoruz; sonra onlar da aramıza katılıyorlar...
Yavaş yavaş hayatını emiyoruz; tıpkı vampirler gibi!.. Sen yaşlandıkça biz
düşüncelerimizi yudumluyoruz... Giderek daha bize dönüyorsun; YARIN'dan
yavaş yavaş uzaklaşıyorsun...

Yarınlar belirsiz, bugünler anlamadan geçiyor. Bugün'ü boğmak, Yarın’ın
önünü kesmek için geleneklerin uzun, güçlü, gri kollarına sığınıyoruz! Biz dünyanın DÜN'leriyiz... Eğer bize karşı ayak diremeyi bilseydin, daha hızlı yükselebilirdin. Ama bizim sırtına binmemize izin verdiğinde, sana baskı yapıyor, seni boğuyoruz...

Ben DÜN'üm. Benim yüzüme bakmayı, beni kullanmayı, benden korkmamayı öğren! Ben senin dostun değilim...Sadece seni yargılar ve korkuturum...Senin dostun YARIN'dır!..




1 Ekim 2009 Perşembe

Arada kalanlara merhaba...




http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/Image Hosted by ImageShack.us

ARADA KALANLAR

BİZLER 'BİLGİSAYARLAR' İLE ' DAKTİLOLAR' ARASINDA KALDIK.
'TEL DOLAPLAR' İLE ' BUZDOLAPLARI' ARASINDAKİ KUŞAĞIZ BİZ.
'NİHANSIN DİDEDEN' İLE ' LOVE STORY' ARASINDAYDIK.
VİTRİNDEKİ 'RENKLİ Tİ-Vİ' İLE EVDEKİ ' SİYAH-BEYAZ' ARASINDA NE KADAR GİDİP GELDİK, BİLEMEZSİNİZ
'HAMBURGER' İLE ' KÖFTE' ARASINDAKİ KUŞAKTIR BİZİM KUŞAK

'MAHALLE BAKKALI' İLE ' SÜPERMARKETLERİN' ARASINDA...
'VERESİYE DEFTERLERİ' İLE ' KREDİ KARTLARI'NIN TAM ORTASINDAYDIK.
'MİLLİYETÇİLİK' İLE ' YABANCI SERMAYE' ARASINDA BİR YERDE...
'G-STRİNG' İLE ' DANTEL DON' ARASINDA...
'YERLİ MALI' İLE ' MARKA' ARASINDA...
'AŞK' İLE ' FLÖRT' ARASINDA...
'UCU PARFÜMLÜ MEKTUPLAR' İLE ' E-MAİL'LER' ARASINDA...
'ALIN TERİ' İLE ' KOLAY PARA' ARASINDA...
'MEYHANE' İLE ' REİNA' ARASINDA KALDIK...

* * *
ARADA KALAN KUŞAĞIZ BİZ.
'TEL ÇEMBER' İLE ' ATEŞ EDEN PİLLİ ROBOT' OYUNCAKLARININ ARASINDA KALA KALA BÜYÜDÜK.
'ARNAVUT TAŞI' İLE ' ASFALT' SOKAKLARIN KESİŞTİĞİ KÖŞEYDİ YERİMİZ.
İŞTE BAKIN;

'CUMHURİYET' İLE ' DEMOKRASİ' ARASINDA SIKIŞTIK, BİRİSİNE KOŞSAK ÖBÜRÜNÜ YİTİRİYORUZ.
'NAMUS' İLE ' PARA' ARASINDAYIZ.
HANGİSİ?..
'HAVUÇ MASKESİ' İLE ' BOTOKS' ARASINDA...
'BERBER MAHMUT' İLE ' ERKEK KUAFÖRÜ LEMİ' ARASINDA KALMAKTI BİZİMKİSİ.

* * *
YİNE ŞAŞKINIZ BU GÜNLERDE.
EL ÖPÜLEN, ŞEKER İKRAM EDİLEN ZİYARETLER Mİ, YOKSA ANTALYA'YA GİTMEKMİ BAYRAM?..

ARADAYIZ YİNE DOSTLAR.

BÖYLE GÜNLER GELİP ÇATTIĞINDA BENİM CANIM SIKILIR.
UÇUK AKLIM ESKİ İLE YENİ ARASINDA SIKIŞIP KALIR.
TEK AYAĞIMIN ÜZERİNDE ZIPLAYA ZIPLAYA DÖNERİM.

SONUNDA...

GÜLMEK İLE AĞLAMAK ARASINDA...
BÜKERİM BOYNUMU.
BİR YANIMDA SEVİNÇ, BİR YANIMDA HÜZÜN...



28 Eylül 2009 Pazartesi

CADDELERDE RÜZGÂR, AKLIMDA AŞK...



http://omersabrikursun.blogcu.com-yagmurdavar.gif


Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları...

Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor.

Sen sanki yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin.

Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan "Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var." Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyarak telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine "......" desen, ben yine senin gözlerinde sorsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem.
Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.

Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.

Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Birde geceleri daha uzun sanki bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birseyler yok. Dedim ya her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.

Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikâyeler uydururum. Ama hikâyelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.

Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin simdi. Bense odamda senden uzak. Hayır, beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk basladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız.

Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum, yalnızca biraz, biraz üşüyorum.......................................








27 Eylül 2009 Pazar

Kuşlar kadar Özgür olmak vardı ya....




http://omersabrikursun1.spaces.live.com/arşiv/animasyon_resimler/kartal_ve_özgürlük



Kuşlar kadar özgür
Uçsuz bucaksız denizlerde olmak vardı şimdi
Tüm yasakların delindiği, arsız, umarsız, vurdumduymaz
Bir gecede, en kederli bir türküde, sessizce
Pupa yelken gitmek vardı şimdi
Ay ışığı yol yapmalıydı geceye
Teknenin en ucunda oturmalıydım
Hayallere dalmalı
Güneşli yarınlara yelken açmalıydım
Bir duble rakı olmalıydı elimde
Yosun kokusuyla
Çektiğim sigaranın dumanı
Karışmalıydı
Haykırmalıydım dağlara
Duyan duymalı
Duymayana duyan duyurmalıydı
Tüm sevdalarımı
Özgürlüğün tadıyla
Kadehteki rakının tadı kardeş olmalıydı
Paylaşmalıydım
Denizle, dağlarla ay ışığının yaptığı yolla
Yüreğimdeki sızıyı
Kardeş etmeliydim onları da
Onlar kardeş oldukça
Ben çoğalmalıydım şimdi
Sonra
Issız bir yerde demir atmalıydım
Gecenin karanlığında
Yıldızlar göz kırpmalıydı
Sarhoş olana dek içmeli
İçtikçe
Kusmalıydım...
Kustuğum
Kin değil
Nefret değil
Öfke değil
Yalnızlığım olmalıydı
Yalnızlığımı kusunca
Çoğalmalıydım yine
Bir limana yanaşmalı
Beni bekleyen babamı almalıydım
Yanında anam olmalıydı
Birlikte devam etmeliydik yola
Onlara da birer duble rakı koymalıydım şimdi
Kadehleri tokuşturmalı
Sevdalara içmeliydik
Sonra bir ezgi dolanmalıydı dilimize
Bıkmadan
Usanmadan söylemeliydik
Kadehleri bir bir devirmeli
Bu kez
Özgürlüğe içmeliydik...
Özgür olmak vardı şimdi
Kuşlar kadar özgür
Kuşlar teknenin kaptanı olmalıydı
Türküleri katmalıydık onlara da
Bizimle şakımalılardı...
Anam,
Babam,
Ben
Ve çoğalttıklarımız
Gitmeliydik o gece
Bağıra bağıra!
Ama sessizce uzaklaşmalıydık
Bitmeyen bir yolculuk olmalıydı
Özgürlüğe uzanan bir yolculuk adı
Şimdi Kuşlar kadar özgür olmak vardı

Sevgilerimle,

Tuğba Özay Paşakapı Cezaevi

Düzenleme;Ömer Sabri KURŞUN



(a)

DÜŞSEL BİR SEY-İR…




Kokuşmuş dünyanın, kokuşmuş bir kentinin, ortasında yürüyorum.
Her gece rüyamda gördüğüm, çıkmaz o dar uzun sokaklar. Gölgemin yakasına bedenimi iliklemişim sürükleniyorum.
Ensemde derin derin kızgın bir soluk ama zafer kazanmış bir soluk… Yüreğimin tam orta yerinde koca bir kara delik… Sebebini bilmediğim korkular…

Kilitli kalplerin kapıları zorluyorum…
Kokuşmuş bir kentin tam ortasından geçiyorum, ki sükûtu hayal dilim lal…
Rüzgâr sıyırırken tozlu ve kirden arınamayan kaldırımları, mevsimi gelmeden dalından bıkıp yere düşmüş,mevsimsiz sararmış yaprakların hüzün dansını izliyorum…
Cam bir vazo gibi düşüyor hayat, parmak uçlarımdan yere, karışır zamansız düşen yaprakların üstüne…
Öylece bakıyorum ve bırakıyorum bakışlarımı bu kirli karmaşanın üzerine, bakışımı ben görsem ben korkarım.
İşte diyorum işte bu; işgal edilmiş bir hayat paramparça ayaklarımın dibinde… Yitik aşklar, sahte dostluklar, yorgun bir hayatın çığlıkları…
Kulağımı tırmalayan sesiz bir ses sessizliğin içinde, kokuşmuş dünyanın, kokuşmuş kentinde yankılanır gecenin sessizliğinde, çarpar çıkmaz sokağın o dar uzun yolunda sıvaları dökülmüş duvarlarına…

Gözlerimi çekmek istiyorum dünyadan ve dünyada yaşanılanlardan.
Başka bir göz değil, başka bir görüntü görmek için çekilmek istiyorum bu manzaradan...

Nicedir seyrindeyim hayatın.
Önce mavi yeşil ülkemin üzerinde gezdirdim en derin bakışımı.Uzaktan bakınca sadece yeşildi düzlükleri ve boncuk boncuk maviliklerle süslenmişti terli coğrafyası.Nazar değmesin diye mavi boncuklar takmış bedenine ve teninin rengini yeşille örtmüş bir gizem abidesi gibi duruyordu gökyüzünden.
Teninin kıvrımları ince ve zarif,yüzünde dev bir geçmişin derin izleri.
Öylece sere serpe duruyordu göz seyrimde.
Yaklaştıkça mavisi suya döndü.Eriyik bir buz gibi yayılıyor ve büyüyordu mavinin hacmi yeşilliklerse bir bir seçilir oluyordu ufkun ötesinden.

Teninin kahvesi daha bir sırıtıyordu uzaktan görünen mavi-yeşiline inat.
Ayrıntılara yaklaşırken görülenler içinde görünmeyenler görünür oluyordu artık.
Bir anda ayrıntı yığını bir manzara serildi gözler önüne...
Kurak çöller.Yıkık harabeler. Renksiz hayatlar ve gözle görülmesi mümkün olmayan atomsu casuslar.Ve daha neler neler...

Yaklaştıkça görüntüsü bozulan ekranımı karıncalar istila ederken,uzaktan gördüğüm muhteşem manzarayı belki yeniden görürüm ümidiyle,hayatımın anteniyle oynuyordum.Döktüğüm terlerin ağırlığınca çekiliyordu karıncalarda istila ettikleri ekranımdan.
Ve netleşiyordu her şey yavaş yavaş…

Milyon göz vardı,gökyüzünden gördüğüm manzarayı arayan…
Milyon el vardı,maviyi,yeşili yerli yerine koymaya çalışan.
Milyon yürek vardı aşkla,o manzarayı duyumsayan.
Milyon düşünce vardı karanlığı ışıtmaya yol arayan.
Milyon beden vardı terli bir coğrafyada terini kurutmaya çalışan.

Ve binler vardı tüm bunları alt etmeye uğraşan.

Çekildim aralarından ve döndüm yüzümü karmakarışık bu manzaran.Kalsam yitik bir göz,kırık bir kalp,yorgun bir beden olup kaybolacaktım aralarında. Gitmek gerekti o an en uzak görüntüsünün kıyısına. Bir kez daha bakmak ve her bir milyona bir umut toplayıp yıldızlardan,yeniden düşmek gerekti ortalarına.

Bu yüzden karışmadan fikirlerine,dokunmadan eylemlerine ve tutunmadan hiç birine çekilmek gerekti kozmopolitin korkutan yüzünden.

Yüzümü dünyaya çevirdiğimde,göz bebeklerime çarpan bir ateş topuyla kana bulandı bakışlarım.Göz gözü görmeyen bir sis ve duman içinde yükselen alevlerde yanan ruhların,acı iniltileriyle sarsılırken evren,ateşi yakan eller gerisin geri çekiliyordu hayatın beyaz çehresinden.

Kirli ve kanlı eller dünyayı karışlarken karanlık içinde.Kör gözlerle birbirlerine sarılıyorlardı yılansı bedenleriyle.Alevler sönüp ,isli bulutlar çekildiğinde üzerlerinden o an fark edecekler ki; kirli ve kanlı elleriyle sarıldıkları ve ölümüne sebep oldukları kendilerinden başkası değildi.

O hazin sonlarını da görerek çekiyorum bakışımı karanlık dünyanın son perdesi üzerinden.
Şimdi ;
Yeni bir manzarada yeni bir dünyanın ve yeni hayatların kuruluşunun heyecanına ortak ediyorum gözlerimi.

Sabır,Umut ve İnançla….

27 09 2009
Ömer Sabri Kurşun

19 Eylül 2009 Cumartesi

Martım!..

http://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.com
Sahil çok kalabalık buğun...Sen sevmezsin kalabalıkları biliyorum martım...

Yazmak benim neyime aslında...Yazmak bile istemiyorum...


Bir yaz güneşinden ödünç aldığın yüzünü görüyorum buralardan...
Yarım kalmış mutluluklarla dolu olan ruhunu yansıtan yüzünü...
Napayım martım...Sıkılmaktan sarılıyorum “yokluğuna” senin...
Sarılıyorum belki kendimden kaçmak adına yazdıklarım...


Koyu lacivert dragosun denizine yaslanmış bir parkın köhne banklarında oturuyorum…Belkide denizin en derin mavisine...
Denizin iyot kokusunu her içime çekişimde kendi yalnızlığımın kokusunu duyuyorum…O keskin ve acı veren kokuyu...
Belki de “bir tek seni bu kadar çok sevdiğim için” korkuyorum karanlıkta kalmaktan...


Gökyüzünde yıldızlarımda yok...
Dağlarımda yağmurlarımda yok…cisil cisil çiğ damlacığı gibi yağacak...
Ruhumun karanlığını aydınlatan yaz güneşinden kalma bi gündeyim sadece…
Bakma sen bankın etrafındaki çiçek bahçesine...
Onlarda gül kokusunu unutmuşlar benim gibi...


Hani Paraya en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda, hiç beklemediği bir anda karşısına onun için çok değerli olan büyük bir elmas çıkan fakir bir köylü bulduğunu kaybetmekten nasıl korkar ve onu bir an için bile yanından ayırmak istemezse bende öyle korkuyorum seni kaybetmekten...


Ve istemiyorum beni bırakıp gitmeni bu kalabalıklarda…
Belki de “sana bu kadar çok bağlandığım için” korkuyorum yalnız kalmaktan...


Çünkü ben senin sıcaklığın eritinceye kadar hiç kıramamıştım…
O yalnız yaşadığım karanlık soğuk odanın duvarlarını…
Ve biliyorum ki sen bana arkanı döndüğünde odamın içi yine soğumaya başlayacak ve ben yine duvarlarımın arasında terkedilmiş yalnızlığıma döneceğim martım...


Canımda bir acı,canımda içli bir yüklem, nemli ve ağlamaklı...
Gözlerimden okunuyor bu yara,bedenimden çıkıyor sensizliğin hüznü...
Kederli bir mutluluk belkide yaşamak...Buna yaşamak denirse...
Büyük bir zaman,büyük bir alan içindeki her işte birbirine tamda uymayan bir renk... 


Zaman zamana bir an diğer bir an’a ne kadar uymuyorsa içimizde özlenenleri de bir heyecana sığdırmak güç oluyor belkide...
Her an’ın kıymeti bilinseydi,şimdi “özlem” diye bir kelime doğmamış olurdu değilmi Martım...


Sonunda kavuşma varsa kelimelerin anlamı değişir birden…
Sonrasında hasretlik olmaz duygularımız hep körelirdi değilmi,
Bir zamanı heyecanla içten beklemek ne güzeldir...Her heyecan bir bekleyişse eğer...


Sonunda sevimli yüzü ile bize dönecek, birde sabırsızlık eklenir ne coşulur ortada...
İyi hazırlandığın bir sınav sonrasını heyecan içinde zaman tüketerek geçirebilmek,sonuca bir an önce kavuşmak için yürek çarpıtmak,iyi ve doğru bir son ile koşuşturmak...


Bir bebeği beklemek sonunda geleceği bir zaman olan bu günleri heyecanla sabırsızca tüketmek yine coşkuyla heyecanla hayal ve umutlarla...
Bir aşkın ilk zamanlarında sevgiliyi beklemek, yarını,bugünü,dünü,hepsini özlemle sevgiyle anmak bir sonraki güne sabırsız fakat umutla başlayabilmek ve onunla...


Bir şarkıyı beklemek,sırası geldiğinde çalacak olan bize yine beklediğimiz özlemleri anımsatacak şarkıyı...Bir işin son deminde bakınmak,son noktayı koyabilmek ve peşinden bekleyişe prim vermek,yarışmak...
Çok acıkıldığında, gelecek menüyü, yemeğimizi beklemek yine sabırsız bir hevesle, peşinden yakaladığımızda tüketmek...
Bir kitabı okumaya başlamak...


Peşinden bizi sürüklerken ki sonuca bir an önce kavuşmak,netleşmek...
Kana kana su içmeyi beklemek,özlenen sevgiliden de çok büyük bir berraklıkla içimize doğru bir damla yine ve heyecanla...
Özlenen o “sevgiliyi” bulabilmek belkide yüreğinde...Sevdiceğimsin diye sarılabilmek...


Kalp atışları yaratmak,sevdalı gözlere bunu sormak...
Bin dilde yaymak adını... 


Hep bir çizgi ve renge verebilmek,Güneşi avuç içlerine sürüp el ele tutuşmak...


Yine çok şey yazdım sanırım sana martım...
Galiba ellerimiz daha çok yanacak... 


Yüreğimizdeki duygularımızı yazamasam da...yansıtamasam da...
Önüne ve ardına bir sıfat eklemeden “seni seviyorum” martım...
Başka sevdiceğim yok ki...






http://kursunsabriomer.blogspot.com

http://kursunsabriomer.blogspot.com




(a)


16 Eylül 2009 Çarşamba

15 yaşında hayatı anladığını sanan……..





• İçtikleri iki birayla arkadaş arasında ” abi geçen bi içmişim” muhabbeti yapan genç kanlar. Şıpsevdi sakızlarından çıkar bunların aşkları...
• Zorla Türkiye ye de bütünleşmiş edilen çarpık kültürün ve vahşet içindeki eğitim sisteminin sapık aşkından doğan nesildir.
• Hayatı anlamak için en azından bir 15 yıla daha ihtiyacı olduğunu anlayamayanlar

Kolaylıkla görülüyor ki birçok kişi bu nesil’i genelleyebiliyor ve fark edip etiketleyebiliyor.
Doğrudur, son derece bariz bir şekilde itiyor bazen bu tip gençler.

Ancak öbür kültürlerden farklı olarak Türkiye de bir kaç farklı etmenin göz önünde bulundurulması gerekir bu insancıklar genellenmeden önce.

1)Eğitim sistemi: sürekli geleceğin tehlike altında olması. Sürekli kendilerine büyük sorumlulukların yüklendiğinin hatırlatılması muhtemelen ister istemez hayatı sorgulamaya itiyordur bu ufak karamsarları ve bir kaç cevap bulmadan gerçekten yollarına devam etmelerinin zor olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi? Yoksa 15 yaşında bir bünye nasıl algılayabilir bütün sosyal konumunun ve gelecek hayatının bir kaç çemberi doldurmaktan ibaret olduğunu?

2)Sosyal-kültürel durumlar: bu insanları cinsler ve bireyler arasında hızla yitip giden iletişim yaratıyor biliyorsunuz değil mi? Yaşlı amcalar gibi konuşmayı sevmiyorum ancak sokakta bilye oynayan, oyundan oyuna koşan, top peşinde yorulan gençlerin, çocukların hayata karşı daha umutlu, daha basit ama samimi olduklarını hatırlamıyor musunuz? Elinizde iletişim namına sadece Fecebook, msn ve bilumum netsel ıvır zıvır kalmışsa eğer, sizden 10 satırlık alana kendinizi yazarak özetlemeniz bekleniyorsa eğer, elbette bu gençler hayatı çözdüklerini sanarak var olacaklar bu evrenlerde.

3)Çalkantılı gündemler: yaşı 15 ile 20 arasında değişen bireylerin hayatları boyunca görüp geçirdikleri gündemleri şöyle bir gözden geçirirseniz aslında hayatı çözdüklerini sanmalarının doğal bir psikoz olduğunu göreceksiniz.

Bombalar gördüler, tren kazaları yaşadılar, büyük depremler ve doğal felaketlere maruz kaldılar siyasi kamplaşmalara aile içinde bile şahit oldular, sık sık sapkınlık dolu haberler okudular ve doğumu, ölümü, yaşamı ve doğal süreçleri milyonlarla beraber gündemden takip ettiler.
Her ülke de olmuyor mu sarsıntılı günler, üzüntülü haberler? Oluyor elbette ama şöyle bir hatırlayın lütfen, bizimki kadar köklü değişimler ve yankılar yaratan bu kadar dalgalı ülke güncesi bulmak zor değil mi?

Küçük dünyasına sığmayan, bu yüzden sıkıntı duyan, küçük dünyasını fethettiği içinde, hayatın bu küçük dünyadan ibaret olduğunu sanan, hayatı sıradan tekdüzelik de akıp giden, kabuğunu kıramayıp bu kabuğu hapsolan, gelişemeyen, büyüyemeyen, anlayamayan, anlaşılamayan gençlik.

Kabuğu kırdığında yaşayacak olduğu, çıktığı kabuğu beğenmeyip, geçmişinden, ailesinde çevresinden uzaklaşıp, kendisine başka küçük bir dünya yaratacaktır.

Aslında şöyle düşünmek gerekmez mi; bir kere insan her yaşında hayatı anladığını zanneder(aksini iddia etse de içten içe böyledir bu). Bunu 15 yaşında düşününce mi geri zekâlı oluyor insanlar? Yine de belki yaşadığı kadarını anlamış olduğunu düşünüyor olabilir.

Büyüklerin kullandığı bana hayat çok şey öğretti lafını, ayrıldıkları her sevgilinin arkasından çokça kez tekrarlayarak, hayata dar baktıklarını bize gösterirler. "bin biliyorsan da bir bilene danış" atasözünün yerine, "seven,….(müstehcen) ….sevilir" sözünü kullanırlar. Hayatın onlara getirisi olarak aldıkları harçlıkları görürler ve harçlıkların azaltılması ya da istenilen artışın yapılmamasını işten çıkartılmak olarak görürler. bu çevreden bazıları üniversiteyi bitirdiklerinde emekli olur ve hayata ilk adımlarını atarlar. Gelecekte ise mutlu bir hayat yaşayıp kırkından sonra sapıtanlar kervanına katılmazlar. Bu nedenle on beşinde yapılan hatalar, kırkında ders olurlar ve bizlere atasözlerini yeniden yorumlama ihtiyacı duyururlar.

Hala yer yer itici buluyorum ve büyümüş halleri ile bile iletişimi zor buluyorum ancak kendi başlarına böyle olmadıklarını da unutmamak gerek sanırım.

60lar ve 70lerin x nesli sonrası 80li yılların sonlarına doğru hayata gözlerini açan evlatlarımızın geçtiği yoldur bu. Psikolog Dr. Jean m. Twenge "ben" nesli adlı kitabında şu sorularıyla sorgular bu yeni yetme nesli durumunu "bugünün gençleri niçin bu kadar özgüvenli ve iddialı. Fakat bir o kadar da depresif ve kaygılı?"

Kendi fikirlerini babalarının öğütlerinden daha makbul bulan 15 yaş grubu gençlerdir.20 yasına geldiğinde eğer "lan adam zamanında ne konuşmuş, doğru söylemiş valla" diyorsa, hayatı anlayabilme sürecinin teori kısmına hakim bir insan olmuş olur.

Yirmi yaşında görmüş geçirmiş olurlar, 25 yaşlarına geldiklerinde aslında hayatta anlayamadıkları çok fazla şeyin olduğu fark edenlerdir

Toplumun yetiştirmekten gurur duyduğu gençlerdir, çünkü hayat anlaşılırsa daha çok aranmaz, daha çok aranmazsa pek problem de çıkmaz. Ama bir de ergenlik bunalımı vardır ki onu bütün bunların dışında tutmak gerekir, o hormonaldir, geçici hasardır.
Hayatı anladığını, kimsenin onları anlamadığını sanan geri zekâlılar olarak başlayan insanlardır. hayatı anlamadığını ama kendini anladığını ve kimseyi anlamadığını görene kadar devam eder bu sendrom.
Kimisi 25–26 da, kimisi ömür boyu. Akıl yaşta değil baştadır lafı, aslen akılsızlık yaşla değil, başla bitirilir olarak değişsin, arz ederim.

75 yaşında "ulan ben hayatı onbeşimde anlamışım aslında ne diye vazgeçtim ki amma geri zekâlıymışım" derler.
Yaşadığı 15 yılın ardından, hayatın farklı yönlerini de keşfetmeye başlamasının verdiği heyecanla "hayatın anlamı"nı çözmeye çalışan insanlardır ki, zannımca hiçbiri geri zekâlı değildir. bu dönem bi nevi ergenlik dönemine denk geldiği ve böyle bir durumu herkes yaşadığı için bütün insanlar geri zekalı değildir muhakkak!

Hızlı yaşayan bir çoğuda 16–17 yaşını geçmeden ölür gider.


Eğer bir çocuk eleştiri ile yaşarsa...
... Kınamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk düşmanlıkla yaşarsa...
... Savaşmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk alayla yaşarsa...
... Utanmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk utançla yaşarsa...
... Kendini suçlu hissetmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk hoşgörü ile yaşarsa...
... Sabırlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk teşvik ve onayla yaşarsa...
... Kendine güvenmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk övgü ile yaşarsa...
... Değer vermeyi ve takdiri öğrenir.
Eğer bir çocuk dürüstlükle yaşarsa...
... Doğruyu öğrenir.
Eğer bir çocuk arkadaşlık içinde yaşarsa...
... Sevmeyi ve dostluğu öğrenir.



Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN