Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2009 Perşembe

Mutluluk ve Huzur..



İnsan, doğası geregi huzura, rahata ve mutluluğa koşar. Hayat denen yalancı sahtekar, uzman ama tatlı kumarbaz, insanı eninde sonunda kendi çıkarlarını korumaya ve mutlu olmaya yöneltir. Bundandir, özünde insan bir yandan zevkine düskün öbür taraftan da tembeldir. İşine yarayacağını anlasa üşenir yapmaz. Bir çok kişi gözatar, ama işine yarayacağını anlasa bile bu makaleyi sonuna kadar okumaya üşenir. Sonra da ben de onlardan birimiyim diye düşünür.

Herkesin mutluluktan anladığı farklıdır. Nadir olanı mutluluğu yakalar, hemen hemen hiçbiri ise orada kalmayı bilmez. Herkes mutluluğa farklı şekilde koşar.

Mutluluğu çogu insan başkasında arar. Bu diğer insan genelde sevgilidir. Bu ilke üzerinde yaşayan ve sevgilisi olmayanlar mutlu olmak için yana yakıla sevgili ararlar. Aslında seven diğerinin iki dudağının arasına girer. Kimisinde salyası olursun sevdiğinin. Senden sanki kurtulmaya çalışır. Kendini asalak hissetsen de onun asalağı olmak sana mutluluk verir. Ufacık şeylerden dahi mutlu olmaya çalışırsın. Düştüğün durumların ne kadar komik olduğuna çok sonraları farkına varırsın. Kimisinde rujusundur sevgilinin, seni daha güzel görünmek için tasir yaninda. Gözlüğünden, saatinden ya da aksesuarlarindan cok az farkın vardır. Çok azı dudaklara öpücük olarak konar. İki kişi nadiren aynı oranda cok sever. Aslinda asktan daha büyük bir aci varmidir bu hayatta. Sevgi o kadar büyük bir hazdır ki anlatmaya, dinlemeye ömür yetmez ama kim sevgiden mutlu olmuşki sen de olasın. Askin ne zaman huzur getirdigi görülmüşki. Öte yandan evlat sevgisi ise anlatılamayacak bir haz ve mutluluk kaynağıdır. Bu konu o kadar derindirki kitaplar yetmez bu hayatın anlamı ya da mutluluğunu anlatmaya.

Mutluluk arayanların başka bir kaynağı ise yakın arkadaşlarıdır. Bu kişiler mutluluğun bulaşmasını istedikleri için mutlu insanları arar ve onlardan ayrılmazlar. Mutluluk bulaşıcıdır. Mutlu insanlar mutluluklarını gizleyemez kendilerinden taşırır başkalarına da aktarırlar. Bu tür insanlar mutlu etmek icin değil mutlu olmak için çalar kapını. Bu arkadaşlıklar çıkarların örtüşmesi, karşılıklı ihtiyaçların giderilmesi halinde dostluğa dönüşebilir. Mutluluk kadar, mutsuzluk da bulaşıcıdır. Bazen bu insanlar karamsar ve mutsuz insanlara rastlarlar. Dışa bağımlı bu insanlar iç mutluluklarını saglamayı bilmedikleri için hayatlarının o döneminde cehennemi yaşarlar. Aslında insanın kalıcı mutluluğu baskasında bulması mümkün değildir. Dışardan ikame kaynaklar, taşıma suyla dönen değirmenler gibidir. Mutluluk için taşıma su degil, azgın bir akarsu, çağlayan gerekir. Başkası öncelikle kendisi mutlu olmak için yanaşır sana. Başkasının sağladığı mutluluk, gördüğün rüyalarin kadar kalıcı olabilir.

Mutlulugu fakir olanlar para ya da mevkide zannederler. Bunun ne kadar yanlış olduğunu ancak zenginler anlayabilir. Para yokluktan çıkış sırasında geçici bir süre mutluluk verir insana. Azla yetinmez insanoğlu. Belirli bir süre sonra mevcut düzey varolması gereken düzey kabul edilir ve daha fazlası istenir. Doyurulmamış ego gereksiz dahi olsa kendisine bir ihtiyaç yaratır. Karşılanmayan ihtiyaç o kişiye mutsuzluk olarak dönecektir. Mutluluğu para da arayanlar kendilerine dert edecek biseyler illaki bulurlar. Bunun yanında para ve mevki yönetilmesi gereken bir sorumluluktur. Sorumluluğun artması insanı mutlu etmez. Para ve mevki yani artı deger arı kovanı gibi sadece bir dolu gereksiz ve nankör insanı toplar etrafına. Mutlu insanlar sahip olduklarıyla yetinebilen kanaatkar insanlardır. Yetinmeyi bilmeyen ne kadar zengin ya da mevki sahibi olursa olsun mutlu olamaz.

Bazı kisiler mutlulugu zamanda arar. Kendilerine sürekli yeni bir hedef koyarlar. Mutlu olmaları için sürekli birseylerin olması gerekiyordur. O hedefe genelde hiç ulaşılmaz. Ulaşıldığında ise mutlu olunmaz, çünkü yeni bir hedef çoktan konulmustur bile.

Mutlulugu bazisi yasadigi kötü olaylardan kaçarak arar. Sonrakinin kendisini daha mutlu edeceğini zanneder. Sonraki öncekinden genelde farkli degildir. Ayni hastalıklı ve hatalı davranış biçimi her ortamda birbirine yakın sorunlar yaşar ve birbirine yakın karakterleri etrafına toplar. Bundan dolayı, ilişkiler yaşanan hikayeler sanki cok farklıymış gibi başlar ama sonu genelde birbirine cok yakındır.

Bilmek diken gibidir insani sadece mutsuz eder. Bilmek farkındalık düzeyini artırır. Çok sey bilen çok acı çeker, çünkü gerçekler katlanılamayacak kadar çok acıdır. Gerçekleri bilen, ayıkken açık kalp ameliyatı geçirir. Doktor, hastane, hemşire değişir ama ameliyat farklı şekillerde devam eder. Mutlu olabilmek için biraz unutkan, biraz da vurdumduymaz olmak gerekir.

Mutlulugun aslında ön koşulları vardır. Bunlar olmadan mutlu olabilmek mümkün değildir. Mutluluğun en önemli koşulu saglıktır. Sağlıklı dilenci, hasta kraldan daha mutludur. İkinci önemli mutluluk koşulu ise özgürlüktür. Bu uğurda insanlık tarihi birçok savaşa sahne olmuştur.

Ön koşullar sağlandıktan sonra, mutluluğu yakalamak için kişinin uzaklara, başkalarına değil sadece kendi içine bakması gerekir. Kişi mutluluğu sadece kendi içinde yakalayabilir. Mutluluk ancak yakın gözlüğü takılarak görülebilir. Yakın gözlüğünü takmasını bilenler eksikliklerinin, ihtiyaçlarinin, kişilik özelliklerinin farkındadırlar. Kişi sadece kişisel özellikleri sayesinde mutlu olabilir. Insani mutlu kılan kişisel özellikler kişinin derinliği, meşguliyeti, kanaatkar olması, hareket etmesi ve en önemlisi sevebilmesidir.

Derinlik yeteneklerin kullanılmasi ve gizli yeteneklerin keşfedilmesiyle saglanir. Yetenekler kişinin yaratıcılığı ve içsel zenginliğinden beslenir. İnsan yetenekli olduğu alanlarda diğerlerinde olduğundan daha fazla başarılı olur ve bu alanlarda daha hızlı gelişir. Bu alanlar insanın konfor alanıdır. Çoğu zaman bunları yaparken kişi yorulmaz bile. Yeteneklerin keşfi için farklı şeyler denenmelidir.

Yeteneklerin olması ve bulunması kadar kullanılması da mutluluğun olmazsa olmaz koşuludur. Hayat zaman harcından yapılmıştır. Aslında mutluluk zamanın huzurlu bir şekilde kullanılmasıdır. Kişinin yetenekleriyle mesgul olması gerekir. Meşguliyet kişinin ne kadar çalışkan ya da tembel olmasına bağlıdır. Meşguliyet kendi başına mutluluk getirmez ama meşgül olmayan insan kesinlikle mutsuz olur. Mutluluğun formülü, Yetenekleri kullanabilmek ve zenginleştirmek, geri kalan zamanlarda ise önemsiz seylerle mesgul olabilmektir.

Mutluluk bir açıdan kisinin içinde saglanan iç barış, iç dengedir. Gerçek ihtiyaçlarının farkında olan, elindekilerle yetinebilen insan başına ne gelirse gelsin mutsuz olmaz. O kişi her seferinde mutlu olacak birşey bulacaktır. Bu kişinin bir tarafta ihtiyaçları, umutları, öbür tarafta imkanları arasındaki denge her zaman aynı olacaktır. İhtiyaçları ve umutlarını imkanlarına göre değiştiren kişiyi kim üzebilir ki.

Sevebilmek aslinda bir sanattir. Herkes sevemez. Herkesde, gördüğün herşeyin içinde bir güzellik vardir. Sevebilmek için bu güzelliği cımbızla çekip çıkarmak ve görebilmek gerekir. Güzelliği görmek tek başına yetmez güzelliği zenginleştirmek, özgürleştirmek de gerekir. Sen ilgi duyduğuna bir seyler katinca sevmeye başlarsın. Genelde insanlar guzelligi sahiplenmeye çalisir. Hatta bazisi bunun icin fiziki kuvvet bile kullanır. Sahip istesede sevemez, sahip olunan mal senindir, sevmene de gerek yoktur. Öte yandan sahip ne yapsa sevilmez. Bundan dolayı hiçkimseyi ya da hiçbir şeyi sahiplenme. Zaten istesende hiçbirinin sahibi olamazsın. Zenginleştir, güzelleştir, özgürleştir. İşte o zaman, çoğu kendiliğnden kul olmaya gelir.

Son olarak doğa topluca bir mutluluk kaynağıdır. Onu ve içindeki güzelliği gören ve elinden geldiğince ona kaynaşan, onun içinde hareket eden kişi herhangi bir şey yapmasa dahi mutlu olur. En derindeki içgüdüler harekete geçer. Doğada yani denizde, ormanda geçirilen bir günün ardından geçirilen gece kadar huzurlu olanı varmıdır.

Sonuçta mutlu olmayı bilen ve mutlu olan insan mutluluğu saklı tutamaz, kendinden taşırıp diğer insanlara da yansıtır. Mutluluk paylaşılarak azalmaz, artar. Mutluluk çok ucuz bir kaynaktir ama o kadar nadir bulunurki insanlar onu gördükleri yerlere ve kişilere gitmekten kendilerini alamazlar. Hiçbir makyaj onun kadar güzel yakismaz bir insana. Mutluluk başkasına verilebilecek en güzel hediyedir. Ya o hediyeyi alır ya da kendi kısır döngünde devam eder, kaderine lanet edersin.

Param yok, bilgim yok, umudum yok ama ihtiyacım da yok. O zaman benden mutlu insan da yok.


NOT: İnsanlar çok farklı geçmişlere ve algılara sahiptir. Aynı şey iki kişide farklı şeyler ifade eder. Bu makale konuyu genel olarak ele almıstır. Bu noktaya kadar okuduğunuz için teşekkürler ve mutlu günler...



Cenk Kaan ÖRNEK'den alıntı.

13 Mart 2009 Cuma

Yaşamak, yaşamaktır...



http://kursunsabriomer.blogspot.com/

Yaşamak fırsattır yararlanmayı bil.
Yaşamak güzelliktir,kıymetini bil.
Yaşamak mutluluktur,tatmayı bil.
Yaşamak rüyadır,gerçekleştirmeyi bil.
Yaşamak meydan okunmasıdır sana,karşı çıkmayı bil.
Yaşamak görevdir,tamamlamayı bil.
Yaşamak oyundur,oynamayı bil.
Yaşamak servettir,korumayı bil.
Yaşamak aşktır, sevgidir,keyfini çıkarmayı bil.
Yaşamak bilmecedir,çözmeyi bil.
Yaşamak verilmiş bir sözdür,tutmayı bil.
Yaşamak hüzündür,aşmayı bil.
Yaşamak şarkıdır,söylemeyi bil.
Yaşamak mücadeledir,kabullenmeyi bil.
Yaşamak trajedidir,göğüslemeyi bil.
Yaşamak maceradır,göze almayı bil.
Yaşamak şanstır,kullanmayı bil.
Yaşamak çok kıymetlidir,mahvetmemeyi bil.
Yaşamak, yaşamaktır,uğruna savaşmayı bil.





12 Mart 2009 Perşembe

Herkesin bir hikayesi vardır!



http://kursunsabriomer.blogspot.com

Herkesin bir hayat hikâyesi vardır.
Bu hikâyelerde;
Yüreğin ve gözün nöbetleşe ağladığı anılar vardır,
Üzüntüyle ve içte burukluk bırakarak hatırlanan...
Mutluluğun kirpiklerinde yıllarca uyuyup hiç uyanmak istemediğimiz anılar vardır,
Tebessümlerle hatırlanan...
Kaybedecek bir şey bırakmadığını düşündüğümüz, Nisanlarımıza kar yağdıran acılar nedense daha çabuk hatırlanırlar.
Acaba derin izler bıraktıkları için mi?
Bazıları "Yazsam roman olur" "ben neler çektim" bu hayatta diyerek kendi hikâyelerinin üstüne hikâye olmadığını düşünürler.
Sadece çile çeken dert çeken kendisiymiş gibi...
Aslında,
Herkesin bir hikâyesi vardır...
Herkesin hikâyesi kendince kıymetlidir.
Herkesin hikâyesinde çileli kesitler muhakkak vardır.
Çevremizde mutlu zannettiğimiz kişilerde zaman zaman kapalı kapılar ardında içten ve sessizce ağlamaktadırlar...
Dış görünüşleri bizi imrendirse de bu kişiler acılarını içine tapulamışlar, Ser verip sır vermemek adına iç dünyalarını kimseyle paylaşmamaktadırlar...
Hayat hikâyelerinin anlatılabilen kesitleri olduğu gibi, Kimseyle paylaşamadığımız bölümlerde vardır.
Anlatılabilen hikâyeler kolaydır...
Zor olan paylaşılmayan hikâyelerdir...
Gizli kalması gereken,
Mevcut yaraya merhem olmayacağı için,
Bir başkasının bilmesine gerek görülmeyen hikâyeler...
Birisinin hayatını okurken, sohbet ederken veya kişisel sitesini incelerken gördüklerimiz herkesle paylaşılabilen hikâyelerdir...
Ya görmediklerimiz ve bilmediklerimiz
Ya buz dağının görünmeyen asıl kısmı
Yani kişide saklı olarak kalanlar...
Ya şiire veya yazıya dönüştürülerek geçmiş yıllara ait bir ajandanın arasında kalıyor ya da yüreğin zulasına atılıp yıllarca hatırlanmak üzere saklanıyor.
Sessizliği tercih ettiren,
Bir ortama çekip ağlatan,
Bir ömür bizimle kalacak,
Bizimle beraber mezara girecek olan
İşte bu anlatılamayan hikâyelerdir




MEDYAMEDYAMEDYAMEDYAMEDYA


6 Mart 2009 Cuma

'Mutluluğun sırrı'...



http://kursunsabriomer.blogspot.com

Toplanın, mutluluğun sırrını veriyorum!
Bir kere şu ortaya çıktı: Para, mutluluk getirmiyor kardeşim! Modern dünya, sadece 'daha zenginlerin', 'daha az zenginlerden' biraz daha mesut olduğunu, bu saadetin de 'üstünlük' hissinden kaynaklandığını ve uzun sürmediğini keşfetti! Psikologlar 'mutluluk' konusuna takmış durumdalar. Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor.
Peki, kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayısı, birçok bilim adamının bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan ilginç sonuçları konu alıyor. Mutluluk, bizim sandığımız etkenlerden çoğuyla hiç bağlantılı değil!
Para? Hiç alakası yok!
Eğitim? Hiç etkisi yok!
Zekâ? Aynı şekilde!
Gençlik? Bilakis! Yaşlıların hayattan gençlere göre daha çok zevk aldıkları ve depresyona daha az meyilli oldukları kanıtlanmış!
Evlilik? Araştırmalara göre, evli insanlar bekârlara göre biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanların evlilikleri daha kolay yürütmesiyle ilgili olabilir!
Güneşli havalar? Hayır! Amerika'nın bol yağmurlu bölgelerinde yaşayanların Kaliforniyalılara göre daha depresif olmadığı kanıtlanmış!
O zaman insanları mutlu eden ne?
Bulgulara göre dini inanç insanların mutluluğunu artıran önemli bir etkenmiş. İnanan insanlar zorluklara karşı daha kolay göğüs geriyor ve daha iyimser oluyorlarmış.
Arkadaşlar, mutsuzluğa karşı müthiş bir ilaçmış! Ahbapları, dostları, aileleri ve çevreleriyle daha yakın ve sık ilişki kuran insanlar karamsarlıktan uzak kalmak için en etkili formülü bulmuşlar.

Bu arada, mutlu olmak için bir grup psikoloğun kullandığı 'gün inşa etme' metodundan bahsetmek lazım. Denekler bir gün önce dakika dakika ne yaptıklarını hatırlayıp, bu aktivitenin onların açısından mutluluk düzeyini birden yediye kadar işaretliyorlar. Bu test 900 kişide uygulanıyor. Sonuçlar ilginç...

En çok mutluluk veren aktiviteler, arkadaşlarla sosyalleşme, evde yatıp gevşeme, dua etme ve yemek yeme... Bunları spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor. Tuhaf ama 'çocuklarla ilgilenmek' listenin en altlarında, ev işinin bir sıra üstünde yer alıyor! Çoğu insanın hayatında mutluluğunun kaynağı olarak gördüğü çocukların, günlük hayatın mutsuzluk sebeplerinden biri olması ilginç! Demek ki, mutlu ettiğini sandığınız her şey mutlu etmiyor! Ancak, günlük hayatta insanı sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar, hayatın genelinde mutluluk kaynağı olabilirmiş! Sürekli şikayet ettiğiniz stresli işiniz, hayatınızın en önemli rengi olabilir örneğin.
Psikologların bu konuyla ilgili edindiği farklı bir bulgu da: 'Sonların gücü'! Sözgelimi, sizi çok mutlu eden bir ilişki, son bir haftasında berbat kavgalar ve gözyaşı dolu bir ayrılıkla sonlanıyorsa, bütün hayatınız boyunca o ilişkiyi kötü hatırlıyorsunuz!
Bu konu, kolonoskopi yaptıran bir grup insan üzerinde test edilmiş. Biliyorsunuz kolonoskopi, bağırsaklarla ilgili rahatsız edici, biraz acılı bir muayene metodu. Bir grup hastaya standart kolonoskopi yapılmış. Diğer grupta ise kolonoskopi aleti, muayeneden sonra 60 saniye hareketsiz bırakılmış. Hastalara acı veren bölüm aletin hareketleri olduğu için, uygulama 60 saniye daha uzun sürdüğü halde, muayenenin sonu 60 saniyelik acısız bir zaman dilimiyle bittiği için, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayı, ilk gruba göre daha az rahatsız edici bulmuşlar!
Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996'da yapılan bir araştırmaya göre, bir insanın hayatından memnun olması, yüzde 50 oranında genetik yapısına bağlı! Genler neşeli, rahat bir kişilik yapısını, stresle başa çıkma kapasitesini, depresyon ve endişeye mehili yönlendiriyor! Eğer bir insan genetik olarak mutluluğa meyilliyse, başına berbat şeyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman içinde, eski mutluluk seviyesine ya da ona yakın bir noktaya dönebiliyor!

Bütün psikologların üzerinde fikir birliğine vardıkları üç mutluluk formülü var:
Şükretmek, iyilik yapmak ve yaptığın işi sevip daha çok konsantre olmak! Şükretmek, hayattan duyduğun memnuniyeti ifade etmek, hatta bunu düzenli olarak yazmak ve söylemek, sadece insanın keyfini yerine getirmekle kalmıyor; Kaliforniya Üniversitesi'nin araştırmasına göre fiziksel sağlığı düzeltiyor, enerji seviyelerini yükseltiyor, acı ve yorgunluğu azaltıyor! İyilik yapmak, sözgelimi düzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komşuya yardım etmek, babaanneye mektup yazmak, mutluluk derecesini ani ve dramatik biçimde artırıyor!
Ne para, ne aşk, ne güneş, ne gençlik. Yaptığınız işi sevip, o işe bütün konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de, mutluluğun formüllerinden biri. Marangoz olsanız da, doktor olsanız da böyle. O kadar araştırma, kolonoskopide ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazışmalar, toplantılar, istatistikler... Psikologlar yine bize anaokulunda öğretilenlerle kutsal kitaplarda yazılanları bulmuşlar:
Mutlu olmak için çalış, iyilik yap, şükret!



**Gülse Birsel'den** (alıntı)


İnsan ve kalite

http://kursunsabriomer.blogspot.com

BİRKAÇ SORU


Hangi sabah sizin için fırsatlarla dolu başlangıçtır?
  Her sabah!

Bir şeyi başarmayı çok isteyen bir insan neyi başarır?
 Herşeyi!

Başarılı insanlar zamanı kullanma konusunda en çok neye dikkat ederler?
 Önceliklere!

Kişisel gelişim için ilk şart nedir?
 Değişim!

Bilginin miktarından daha önemli olan nedir?
 Kalitesi ve kullanılma biçimi!

İnancına uygun yaşamayanlar bir müddet sonra neye inanırlar?
 Yaşamına uygun inançlara!

Karşınızdaki insan ne zaman sizin ne istediğinizi anlamaz?
  Eğer siz ne istediğinizi bilmiyorsanız!

İnsanlar ne zaman yenilmiş sayılır?
  Kabul edince!
-------------------------oooOOOOooo-------------------------


Emeğini bilmeyenlere sunma ve tartışma...



http://kursunsabriomer.blogspot.com

HİNDİSTANDAN ÖYKÜ


Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış...
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş...
Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş...
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş...
Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Racaçi..
artık senin resmini halk değerlendirecek; diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.
Yanına da kirmizi bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmiş...
Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki,tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor...
Çok üzülmüs tabii.Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki..
Alıp resmi götürmüş Ranga guru'ya ve ne kadar üzğün oldugunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.
Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru...
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çesitli renklerde yaglı boya,birkaç fırça ile birlikte...
Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmiş...
Birkaç gün sonra gittigi meydanda görmüs ki resmine hiç dokunulmamış,fırçalar da, boyalar da kullanılmamış...
Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..
Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi,sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün...
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı...
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin,yapıcı olmalarını istedin...
Yapıcı olmak eğitim gerektirir...
Hiç kimse bilmedigi bir konuyu düzeltmeye kalkmadı,cesaret edemedi...
Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez,bilge de olmalısın..
Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın...
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur...
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma...

((alıntı))



Evliliğe giderken...

http://kursunsabriomer.blogspot.com


<&>Evlenmeden önce düşünülmesi gereken 11 şey<&>


1. Önce hazırmısın düşün

Evlilik, dizi filmlerdeki gibi pembe düş değildir. İki bilinmeyenli bir denklem gibidir. Bünyesinde birtakım problemler olacaktır. Evliliğe hazır olmadan evlenmeye kalkışmayın.

2. Deli gibi seviyorum

"Deli gibi sevmek" mutlu olmaya yetmez. Denklik de önemlidir. Sadece siz değil, aileniz de denk olmalı. Kültür seviyenizden dinî inançlarınıza kadar her şeyiniz. Birbirini "deli gibi severek" nikâh memurunun önüne koşan nice gençler, denk olmadıkları için üç gün sonra soluğu hakim karşısında almışlardır. Arabanızı da çok seversiniz ama benzin olmadan onu iterek ne kadar götürebilirsiniz?

3. Ailem beni anlamıyor

"Ailem beni anlamıyor" yerine onların da fikirlerine değer verin. Bütün anne-babalar, çocuklarının mutlu olmasını ister. Kesinlikle art niyet taşımazlar. Eğer itiraz ediyorlarsa mutlaka bir bildikleri vardır. "Çünkü gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti göremez." (Gerçi çocuklarının iyiliğini düşündüklerini sanarak kendi istedikleriyle evlendirmek isteyen aileler de vardır.)

4. Önce kendinizi tanıyın

Nasıl birisiniz? Sinirli, sakin, kıskanç, bunun gibi hangi huylarınız var? Evleneceğiniz aday nasıl olmalı ki, onunla anlaşabilesiniz? Önce kendinizi tanıyın.

5. Adayınızı iyi tanıyın

Kendinizi tanıdıktan sonra da adayınızı iyi tanıyın. Bunun için ailenizden yardım isteyin. Çünkü yıllarca flört ettikleri halde evlendikten sonra "seni tanıyamamışım" diyenlerin sayıları hayli kabarıktır.

6. Kendinizle barışık olun

Kendisiyle kavgalı olan, eşiyle de kavgalı olur. Şayet depresyondaysanız veya psikolojik başka bir rahatsızlığınız varsa tedavi olun. Tedavi olmadan asla evlenmeye yanaşmayın. Hem kendinizi hem de eşinizi bedbaht edersiniz.

7. Sakın yalan söylemeyin

Nikâh masasına kadar "evet", ondan sonra "her şey bitti" mantığıyla hareket etmeyin. "Nasıl olsa ben ona dediğimi yaptırırım." veya "onu değiştiririm" düşüncesiyle kendinizi kandırmayın. Çünkü sonradan hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

8. Olgunlaşın

Evlilikte olgunluk çok önemlidir. Çocuk tabiatlı, en küçük şeyde küsen, alıngan, şımarık ve bir ailenin sıkıntısını göğüslemekten aciz insanlar, eşlerini mutlu edemedikleri gibi kendileri de mutlu olmazlar.

9. Maddiyata dikkat!

Aşırı derece maddiyata önem veren adaylardan uzak durun. Çünkü madde mutluluk değil, mutluluğa basamaktır.

10. Fazla beklentide olmayın

Evlilikten çok şey bekleyenler, mutsuz olurlar. Evlilik güzel şey! Fakat o güzelliğe ulaşmak emek ister, alın teri ve çaba ister. Bunu bilerek ve evlilikten olağanüstü mutluluk beklemeyerek evlenenler, daha çok mutlu olurlar.

11. Hayalperest olmayın

Realist davranın. Hayal ülkesinin bulutlarında gezenler, dünya gerçekleriyle yüzleşemezler. İlk gerçekle karşılaştıklarında kafalarını sert kayaya çarparlar.


Yaşamak bir sanattır...



http://kursunsabriomer.blogspot.com-YASAMAKSANATTIR
YAŞAMAK BİR SANATTIR!

Önüme kattığım hüzünlerimle şehrin sokaklarında dolaşıyorum.
Ben gölgem ve siyah beyaz hayallerim...
Düşünüyorum hayat ne kadar zorlaşıyor bazen.
İnsanlarla geçinmek,çevremizdekileri mutlu etmek;en önemlisi kendimizi mutlu etmek ne kadar zor?
Biz insanlar Küçük üzüntüler altında enkaz yığını gibi nasıl da rahatça kalabiliyoruz.
Neden tatsız bir olay yaşadığımızda hayatın ayaklarımızın altından kayıp gittiğini düşünüyoruz.
Peki,küçük sevinçlerle neden mutlu olamıyoruz?
Çoğu kez yaşamın kıyılarında dolaşma kolaycılığına kaçıyoruz.Yaşamın içine girmekten korkuyoruz.Ama bilmiyoruz ki irademiz dışında gelişen olaylar bizi yaşamın kıyısında da bulabilir...
Yanlışı nerede yapıyoruz?
Yaşamak nedir?
Sadece nefes alıp vermek midir?
Yaşamak; küçük şeylerden mutlu olmak,tatsız olaylardan yıkılmamak,evi çekip çevirebilmek,eşi yönetmek,çocukları yönetmek,velhasıl hayatı yönetmek için;sanatkâr gibi davranmak değimlidir?
Hayata geniş pencereden baktığımızda sevinçler ve hüzünler tabiî ki olacak tabiîki vücudumuz sevinçve hüzünlere doğal tepkisini verecek...
Ama kendimizi kaybetmeden,aklımızla ve düşünce gücümüzle ruhumuzda ve bedenimizde oluşacak yıkıcı depremleri önlemeye çalışacağız.
Zaten emeksiz elde edilen mutlulukların ne tadı olabilir ki?
Belki de zor olduğu için,güzel yaşamak bir sanattır.
Zaten çoğu insan bunu başaramadığı için toplum içinde sefil ve perişan vaziyette dolaşmaktadırlar.
Başarabilenler;dimdik ayaktadır.
Hayat bana hangi oyunu oynarsa oynasın,benim de karşı oyunlarım var,
mücadele gücümü yitirmedim,demektedirler.
Bu sanatı icra ettiğimizde bizim payımıza düşecek olan şey mutluluk ve güzel bir hayattır...
Bu sanatı icra ederken emek vermeliyiz,özveride bulunmalıyız,çaba göstermeliyiz...
Hayat bize çoğu zaman hazır çizilmiş bir mutluluk tablosu vermez.
Boş bir kâğıt atar önümüze bizim çizmemizi,ustalığımızı ve sanatkârlığımızı göstermemizi ister.Akılımızı kullanarak,düşünce gücümüzü bizzat yöneterek,bakış açımızı pozitif yaparak,yüreğimizdeki sevgi gücü nü kullanarak boş kâğıda çok hoş hayat tabloları çizebiliriz...
Çevremizde bazen iyi sanatkârlarla karşılaşırız hayatı mutluluk tablosuna çevirdiklerini yüzlerindeki mimiklerden anlarız.Bazılarının yüzüne baktığımızda da kâğıdı anlamsızca karaladığını hissederiz...
Hapishanelerde yaşayanları,savaş meydanlarında bulunanları,
Esir kamplarında yaşayanları düşünüyorum...
Onlar gittikleri yerlerde hayatı bulmadılar.
Zaten gittikleri yerlerde hayat yoktu.
Onlar gittikleri yerlere hayatla mücadele gücünü,yaşama azmini ve kurtuluş ümitlerini beraberinde götürdüer...

En büyük sanat;
Hayatı yaşama sanatıdır...
En iyi sanatkâr;
Bulunduğu ortamdaki hayat şartlarını önemsemeden hayata dair ufacıkta olsa tutunacak dal bulan,
Zorluklar karşısında sanatını iyi yapıp hayatı her halükarda yaşanabilecek hale getirendir.




3 Mart 2009 Salı

BURÇ DEDİĞİN BÖYLE YORUMLANIR



KOÇ
Canım benim.Ya ben yerım senin o duygusal,mütevazi,ince,anlayış yumağı duyğularını!Sen seçildinde mi gönderildin bu dünyaya.Bir insan bu kadar mı düzgün, bu kadar mı proğramlı,bu kadar mı anlayişlı olabilir..
Bu koçlar var ya,IQ seviyesi yüksek insanların burcudur.
Dost insan,güzel insan.İnsan gibi insan.
Allah seni başımızdan,yanımızdan eksik etmesin.İyi ki varsın!
Allah herkese koç gibi dostlar nasip etsin insallah.
Bitanem benim,canım canım...


BOGA
Ayy benim güzeller güzelim.Bu boğalar var ya dünya tatlısı,yer gök harikası, şeker mi şeker insanlardır.Bal bunlar bal.
Bunun sohbetine doyum olmaz.!İyi sevgili, iyi arkadaş,iyi,iyi,iyi,......say say bitmez bunlar.
Hatta bak yazmayayım dedim,ama dayanamayacagim ve sizinle de paylasacagım bu gerçeği.Biliyor musunuz ki sizler; 'bir boğa bir dünyaya bedeldir'...Onlar şanlı burç aleminin,yere göğe sığmaz, harikulade burç gurubudur.


İKİZLER
Halt etmiş sana iki yüzlü diyenler.Onlar seni çekemiyorlar.Rahatlığın,her ortama uyum sağlayışın,pratik zekan...Taaa biii ki kıskanırlar seni şekerim.Kim senin gibi kadar özgüven sahibi olmayi istemez ki.Sen hiçbir zaman unutma ikizler,seni hayatın boyunca çekemeyenler olacaktır.Sen hiç takma o güzel kafanı onlara.Sen burçların en sevimlisisin.
Adın ikizler ama,sen bitanesin.


YENGEÇ
Allah seni yarattı,melekleri niye yarattı.Ya kardeşim nedir bu zerafet, karizma...Sen miknatıs mısın nesin?Bir insan her girdiği ortamda bu kadar ilği çekmeyi nasıl başarır.Hem de hiçbir çaba bile sarf etmeden.
Yoksa sen!mükemmelliğin eş anlamı mısın?Kim istemez annesi yengeç burcu olsun,eşi bir yengeç burcu olsun.
Sen var ya olmazsa olmazsın.Burçlarin baş tacısın.



ASLAN
Heyt bee..gözümüzün şenliği,gönlümüzün nuru.Afet-i devran,mükemmel-i cihan.Aslan mı bu aslan.Senin kadar aynalarla barışık olan var mı şu dünyada.Sen ki güzelliğin simgesi,yer yüzünün güneşi.Senin bütün fallarında nazar çıkacaktir.Mümkündür.Baska mümkünati da yoktur.Allah seni kem gözlerden korusun inşallah,emi?

BAŞAK
Merhametlim benim.Karıncayı bile incitemeyen,hassas,sevgi dolu,güzel başağım benim.Efendiliğin simgesi,kibar insan.Seni varya anlatacak kelime bulamıyorum.Nesin sen?Yoksa kanatsız bir melek mi?Herkesin iyiliğini düşünen,verici,vefakar başak. Senin adın başak değil,barışın,temizliğin simgesi beyaz güvercin olmalıydı.Neyse canım üzülme.Biz biliyoruz ya yeter.Üzülme tamam mı? Beyaz güvercinim benim.

TERAZİ
Hay sana dengesiz diyen o dengesizler.Ben onlara ne diyeyim bilmiyorum ki!
Yahu sen olmasan varya,şu insanoğlu soyunda bir eksiklik bir yitim olurdu.
Sen dengesin insanlık için.Alem buysa kral sensin.
Sen susarsan bir neden,konuşursan ayrı bir neden vardır.Marifetli,kabiliyetli,en artılı burç sensin.Senin üstüne burç tanıyan,megalomandir.Söylesene senin üstüne burç mu vardır?
Ben ki şahsi fikrim,senden iyisini bilmem,tanımam,görmem.


AKREP
Herkes bir akrep olarak doğmayı isterdi inan bana.Güzel gözlerin,gururun, alfabeninin temel taşı akrep.Senin kadar hayatına hakim,senin kadar yaptığı işin arkasında durabilen kaç kişi kaldı artık.Allah senin soyunu eksik etmesin.Sen ki, bir bakışıyla buzları eritebilen,insana senin için Ferhat olup dağları delmeyi istettirebilen insan.Kim demişse sana fesat diye,onlarin hepsi....... ........ Neyse,yine açtıracaklar ağzımı.Senin güzel gözlerin bile yeter o kıskançlara.
Sen görmezden, duymazdan gel o fesatları.


YAY
Kainatın bir burcu olsa,kesin yay olurdu.Sanatkar,vefakar,doğru dürüst insan dedikleri sen olsan gerek.İçinde bir tek yay olmayan bir arkadaş grubunu,ugruma ölecek olsalar bile tanımam ben.Senin heyecan budalası oldugunu sanan bir grup kendini bilmez,senin o insana hayat veren enerjini çekemeyenlerdir.Burçlar aleminin kozmik mucizesisin sen.Senin havan bile yeter güzelim.Çatlasın çekemeyenlerin.

OGLAK
Sana inatçı diyorlar diye üzülme.Onlar senin istikrarına gıptayla bakıp,senin yarın bile edemeyen kişiler.Dürüstlük senin burç genlerinde var.Bütün alimler, bilginler genelde oğlaktir.Oglak burcu olmak bile,tek başına bir şereftir.Hatta oğlak burcu olarak doğamamış kadersizler için,oglak burcunu birinci dereceden akrabası olmak bile ayrı bir şereftir.
Sen kıvrak zekanla,zaten her zaman bir sıfır öndesin.


KOVA
Hep çevresindekileri düsünen,insancil duygulari fazla gelismis,sevgi dolu kovalar.Allah sizin iyiliginizi versin emi?Ayol bu ne vericilik,bu ne genis bir yürek öyle.Sana sabit fikirli diyenler,senin her fikrinin bir cevher olduğundan habersiz mi?Eşitlik senin için ne kadar önemli.Ah keşke herkes senin çeyreğin kadar bile olabilse.Sen çok yaşa emi?

BALIK
İnsanlar öyle duygu yoksunu olmuşlar ki,senin bu yaradılışın özü duyğusallığını alaya alacak kadar saçmalayabiliyorlar bazen.Sen paranoyak değilsin canım,ince fikirlisin.Ama nerdeee,bu ayrımı yapacak kafa bazılarında.Ben senin o yanağına düşen göz yaşını seviyorum,o hüzün dolu bakışını seviyorum,o sevgi dolu,gizemli yüreğini seviyorum.Sana sıkıcı diyenler bogum bogum sıkıla inşallah.
Sen ferah tut kendini.Rahat ol,boşver,takma o çan çan çeneleri kafana


Erkeğin Duası!



http://kursunsabriomer.blogspot.com
Adamın biri hastalanıyor. O gün canı, işe gitmek istemiyor.İçinden Allah'a şöyle bir dua edeceği tutuyor:
-'Allah'ım, her gün işe gidip 8 uzun saat boyunca evim ve eşimin rahatı için çalışıyorum. Eşim ise sadece oturuyor. Ne olur, bir gün benim yerime geçip, ne kadar zor bir hayat yaşadığımı görmesini sağla.'

Hikaye bu ya, birdenbire adamın dileği yerine geliyor. Ertesi sabah , karısının bedeninde uyanıyor.
Hemen yataktan fırlıyor.


* Eşinin kahvaltısını hazırlıyor.
* Çocuklarını uyandırıyor.
* Elbisele rini hazırlıyor.
* Onların da kahvaltılarını yaptırıyor.
* Beslenme çantalarını hazırlıyor.
* Çocukları okula götürüyor.
* Eve dönüp, evi toparlıyor.
* Yıkanacak bulaşıkları ve çamaşırları hallediyor.
* Temizleyiciye götürülecek olanları eline alıp telefon faturasını ödemek
* için bankaya gidip sıraya giriyor. Faturayı ödedikten ve temizlikçiye
* uğradıktan sonra, akşam yemeği için alışverişe gidiyor.
* Eli kolu dolu bir vaziyette eve dönüyor.


Bu arada öğlen oluyor.
* Evi süpürmeye başlıyor.
* Eşyaların tozunu alıyor.
* Mutfağı siliyor.
* Çocuklarının okuldan gelince yiyeceği keki pişiriyor.
* Eee artık çocukları okuldan alma zamanı da geliyor.
* Yolda onlarla sohbet ediyor.
* Okulda olanlar konusunda akıl fikir veriyor.
* Eve geldiklerinde derslerini kontrol edip, çalışma masalarına oturmalarını sağlıyor.
* Süt ve kek getiriyo r.
* Bu arada yıkadığı çamaşırları ütülemesi gerekiyor.
* Ütü bittiğinde ancak akşam yemeğini hazırlayacak kadar vaktinin kaldığını fark ediyor.
* Hemen patatesleri soymaya başlıyor.
* Salata malzemelerini yıkıyor.
* Pilav için pirinci ıslatıyor.
* Etleri çıkartıp, fırın için hazırlıyor.
* Kocası eve geldiğinde, onu sofraya tabakları yerleştirirken buluyor.
* Akşam yemeğinden sonra, önce eşinin kahvesini pişiriyor.
* Masayı topluyor ve bulaşıkları hallediyor.
* Eşinin ve çocuklarının ertesi gün giyeceği kıyafetleri kontrol ettikten sonra çocukları yatırıyor.
* Onlara hikaye okuyor.
* Televizyon seyretmeye ve biraz da gazete okumaya salona dönüyor ki, eşi onu yatak odasına çağırıyor. Ne de olsa , adamcağız bütün gün onlar için çalışıp, yoruldu, şimdi rahatlaması ve gevşemesi gerekiyor. Bu da zaten onun görevi.


Ertesi sabah uyandığında hemen Allah'a y alvarmaya başlıyor :
-'Allah'ım özür dilerim. Ben ne dediğimi bilmiyormuşum. Karımın hayatını rahat zannetmekle ne halt ettiğimi şimdi anladım. Lütfen beni eski halime döndür.'

Allah cevap veriyor :
-'Evet, dersini aldığını görüyorum. Herşeyi değiştireceğim ama maalesef 9 ay beklemek zorundasın, çünkü dün gece hamile kaldın


((alıntı))


1 Mart 2009 Pazar

Eğer ;



O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,

ve O, her durduğunuz yerde duruyor,

her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,

hüzünlendikçe ağlıyorsa...

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu

bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,

O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez

özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,

iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın

O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...

özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,

vuslat sehere denkse...

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;

bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...

uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...

dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,

bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,

sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can Dündar


27 Şubat 2009 Cuma

Hangi viteste çalışıyoruz?



http://kursunsabriomer.blogspot.com/Ne için ( niçin) çalışıyorsunuz sorusuna insanlar nasıl yanıt verirler? Birçok şey anlatırlar ama çalışma nedenlerini sıralasak ve bunları bir aracın vitesine benzetsek bakın ortaya neler çıkacak?

Boş viteste çalışan insanlar, zorunlu oldukları için çalıştıklarını söyleyeceklerdir. Aynı, aracın boşta olması gibi; birisi veya bir olay onları iterse çalışırlar, yoksa enerji (yakıt) boşa gider. Zaten araç da bir yere gitmez. Sabah işe gitmek için birisinin onları uyandırması gerekir.

Birinci viteste çalışan insanlar “ işim bu” derler onun için çalışıp giderler ama ne devir sayıları artar ne hızları. Sabah uyanırken “yine işe gideceğiz, ne yapalım ya” diye söylenirler.

İkinci viteste gidenlerise para için çalışanlardır. Onlar yalnız paraya odaklanmışlardır ve çalışma nedenlerini para ile kısıtlarlar. İyi çalışamadıkları zaman ise size köfte ve ekmek örneğini verirler. Sabah işe gitmek için pek kalkmak istemezler ama alacakları parayı düşünüp isteksiz yola koyulurlar.

Üçüncü viteste gidenler kendi hayatları için planları olan kişilerdir. Onların kendi hedefleri vardır ve bu hedeflere ulaşmak için çalışırlar. Sabahleyin kalktıkları zaman “bugün hangi hedefime ulaşacağım?” diye kendilerini motive ederler. Üçüncü vites hayatta yaşanası bir seviyeye getirir insanları. Bu viteste yaşayıp, çalışanlar çalışmaktan tat almayı öğrenmeye başlarlar.

Biraz daha hızlandıkça, devir sayısı arttıkça,

Dördüncü vitese geçeriz. Bu viteste çalışan insanlar çalıştıkları şirketin değerini bilmeye başlarlar. Kendi hedeflerine ulaşmanın yolunun şirketinin hedeflerine ulaşmasını sağlamak için çalışmak olduğunu anlamışlardır. “Şirketime ne fayda sağlayacağım?” diye düşünerek karar verir, eyleme geçerler. Sabahleyin uyandıklarında içleri içlerine sığmaz, çünkü o gün yapacağı hamleler onu heyecanlandırmaktadır.

Bu arada bu metafora eklememiz gereken bir açıklamayı yapmanın zamanı geldi.

Burada vitesler birbirinin üstüne inşa edilir. Yani beşinci viteste kalkamazsınız. Tabi vitesleri büyüterek hızlanır insanlar. Bu nedenle işi olmak, para kazanmak, hedef sahibi olmak tabii gerekli ve zorunlu viteslerdir.

Beşinci viteste çalışan insanlar hizmetlerinin ve ürünlerinin ulaştıkları insanlara neler sağladığını düşünerek çalışan kişilerdir. “Müşterilerime ne fayda sağlıyorum?” diye düşündükleri ve buna paralel çalıştıkları için yaptıkları işten haz alırlar, severek yaparlar. Sabahleyin kalkarken onları motive eden şey insanlara/ müşterilere yarattığı faydadır. Çünkü o bilir ki diğer insanlara fayda sağlamadan altıncı vitese geçilemez.

Çünkü...

Altıncı ve son vites kendine, ailesine, toplumuna, ülkesine, dünyaya ve tüm insanlığa “ ne fayda sağladım?” diye düşünerek çalışan insanların vitesidir.

Bu insanlar çalışırken sevgiyle gülümserler.

İşlerini kusursuz hallederek mükemmel sonuçlara ulaşırlar. Bu insanlar sabah kalkarken bugün insanlığa ne katkı sağlayacağım diye düşünerek kalktıkları için ayaklarına çoraplarını geçirirken oflamazlar. Pazartesi sendromu diye bir kavramı kullanmazlar. Örnek olacak şekilde çalışır ve diğer insanlara ışın saçarlar.

Şimdi çevrenize bakın, size hizmet eden görevli ( satıcı, garson, çaycı, postanedeki görevli, vergi dairesindeki çalışan) nasıl davranıyor.

Bakın bakalım onun vitesini görebiliyor musunuz?

Ya yan masadaki arkadaşınız? Ya sizin yanınızda çalışanlar? Ya amiriniz?

Onları radarınızla gözlemleyebiliyor musunuz?

Hadi gelin bir de kendinize bakın; bugün kaçıncı viteste gittiniz?

Ö.S.KURŞUN

17 Şubat 2009 Salı

Yaşam için 13 satır


Yaşam İçin 13 Satır Ne Dersiniz Belkide Okumaya Değer 


http://kursunsabriomer.blogspot.com/arşiv/y1p_wm-kNscmCWe5R_H4JDwPpIyXDkJbgp_L-XVFoDwfatfEFxTn_CJqgLKbTHHUc3NiIUYy9YHECAhttp://kursunsabriomer.blogspot.com/arşiv/y1phcBSrDBj-macZZsTSBsq_evTQLi564rCCtQhSBYSLGr5591tiUKHrx2wJGguQN9ZnaFXFd76sy4http://kursunsabriomer.blogspot.com/arşiv/y1p_wm-kNscmCWe5R_H4JDwPpIyXDkJbgp_L-XVFoDwfatfEFxTn_CJqgLKbTHHUc3NiIUYy9YHECA


Yaşam için 13 satır
1. Seni sen olduğun için değil, seninle birlikte olduğumda ben olduğum için seviyorum.
2. Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara layık olan kişi ise seni ağlatmaz.
3. Sen istediğinde sana aşık olmaması, sana aşık olmadığı anlamına gelmez.
4. Gerçek arkadaş, elini tutan, kalbine dokunandır.
5. Birisine yabancılaşmanın en kotu biçimi yanında oturuyor olup ona hiç bir zaman ulaşamayacağını bilmektir.
6. Hiç bir zaman gülümsemekten vazgeçme, üzgün olduğunda bile! Gülümsemene kimin, ne zaman aşık olacağını bilemezsin..
7. Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin fakat bazıları için sen bir dünyasın.
8. Zamanı onu seninle birlikte geçirmeye hazır olmayan biriyle geçirme.
9. Belki de Tanrı uygun kişiyi tanımandan önce yanlış kişilerle tanışmanı, onu tanıdığında minnettar olman için istedi.
10. "Bitti" diye üzülme, "yaşandı" diye sevin.
11. Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir.
12. Birini daha iyi tanımadan ve bu kişinin senin kim olduğunu bilmesinden önce kendini daha iyi bir kişiye dönüştür ve kim olduğunu bilerek kendine güven.
13. Kendini çok zorlama, en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur.
“YAŞANAN HER ŞEYİN BİR SEBEBİ VARDIR”

16 Şubat 2009 Pazartesi

GİTTİN ÖYLEMİ...?




Yüzün güneşe bakardı, günebakanlar kıskanırdı..
Zaten sen bakmasan güneş parlamazdı..
Ben senin yüzüne hayranlıkla bakarken, gözlerin bir sevdayı anlatırdı..
Ben o sevdanın tutkunuydum ve bir sevda ancak böyle tutkulu yaşanırdı..
Hüznün karanlığna teslim olmus gecelere senin varlığınla direnirdim..
Varlığın beni çoğaltırdı..Nekadar çoğalırsam aşkım o kadar büyürdü..
Ve aŞK sadece SeNiN aDıNLa VaRDı..Elimdeki birkaç umut kırıntısını hergün; ama hergün yeniden besteleyip,Bitmeyen bir aşk senfonisine dönüştürürdüm.
Her notası seni anlatırdı.Sen duymazdın; ama dinleyen herkes seni anlattığını anlardı.Günler solar, mevsimler değişir,zaman delice akardı.Yanlızlık bir KıLıÇ olup yüReĞiMe saplanırdı.Sensizliğe günce yazıp kimsenin bulamayacağı yere saklardım.Sensiz olduğum bilinsin istemezdim..
Çünki bu yüReK sadece seninle atardı..
Ağlardım, kimse görmezdi..Gözyaslarım içimde akardı..
Seni özlemek bir fırtınayı andırırdı...
Fırtınalar içimdeki sevda ağaçlarını kökünden kopartırcasına sallardı...
Her seferinde bir yolunu bulup ağaçlarımı kurtarırdım..
Bu yüzden benim sevdam yıkılmazdı..
Aşkın yarını yoktu; ama bizim beklediğimiz hep yarındı..
Bugun hiç yaşanmadı..Bune sana uyardı nede bana uyardı; ama, çaresizlik elimizi kolumuzu bağlardı...Hayata isyan ederdim..İsyan tek arkadaşımdı..
Bu sevdayı yaşamak ayakta tutmak kolay deildi..Yorardı..
Yinede şikayet etmezdim..
Çünki senin için herşey göze alınırdı..
Hain deildim ben..Seni aldatmadim..Sadece yarınlarımız için üzdüm..Beynimde yüreğimde seninleyken bir başkası bana sadece yabancıydı..Ben yabancılara teslim etmedim kendimi..Kimsede beni teslim alamaz..Alamayacakda..
Mükemmel değildim ben..Hatalarım vardı..Ama hatalarımı fark edip düzeltmeyi bilirdim..Yaptığım en ufak hata seni biraz incitse beni yıkardı..Ama olmadı..
Sadece bilmek yetmiyor demekki..
Şimdi " GİTTİM " Diyorsun öylemi?
Hiç kalmadınki benimle gidesin..Benimle kalan hep yanlızlıkdı..
Olmayışının hiçbir önemi yok..
Bir tarafında hep sen olsanda, benim aşkım bağımsızdı..
Seni sensiz sevmeyide bilir..
Hayatta hep tatlı anlar yoktur ya,nasıl yaşadıysam seni,
acıyıda yaşamayı bilirim ben..
Aslında çokta üzülecek birşey yok..Çünki bu aŞk baştan sona imkansızdı..
Herşeye rağmen sen benim canımdın..Oylede kalacaksın..
Şimdi canımın bir yarısı yok artık..
Canıma iyi bak canım..

Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN