
Herkesin bir hayat hikâyesi vardır.
Bu hikâyelerde;
Yüreğin ve gözün nöbetleşe ağladığı anılar vardır,
Üzüntüyle ve içte burukluk bırakarak hatırlanan...
Mutluluğun kirpiklerinde yıllarca uyuyup hiç uyanmak istemediğimiz anılar vardır,
Tebessümlerle hatırlanan...
Kaybedecek bir şey bırakmadığını düşündüğümüz, Nisanlarımıza kar yağdıran acılar nedense daha çabuk hatırlanırlar.
Acaba derin izler bıraktıkları için mi?
Bazıları "Yazsam roman olur" "ben neler çektim" bu hayatta diyerek kendi hikâyelerinin üstüne hikâye olmadığını düşünürler.
Sadece çile çeken dert çeken kendisiymiş gibi...
Aslında,
Herkesin bir hikâyesi vardır...
Herkesin hikâyesi kendince kıymetlidir.
Herkesin hikâyesinde çileli kesitler muhakkak vardır.
Çevremizde mutlu zannettiğimiz kişilerde zaman zaman kapalı kapılar ardında içten ve sessizce ağlamaktadırlar...
Dış görünüşleri bizi imrendirse de bu kişiler acılarını içine tapulamışlar, Ser verip sır vermemek adına iç dünyalarını kimseyle paylaşmamaktadırlar...
Hayat hikâyelerinin anlatılabilen kesitleri olduğu gibi, Kimseyle paylaşamadığımız bölümlerde vardır.
Anlatılabilen hikâyeler kolaydır...
Zor olan paylaşılmayan hikâyelerdir...
Gizli kalması gereken,
Mevcut yaraya merhem olmayacağı için,
Bir başkasının bilmesine gerek görülmeyen hikâyeler...
Birisinin hayatını okurken, sohbet ederken veya kişisel sitesini incelerken gördüklerimiz herkesle paylaşılabilen hikâyelerdir...
Ya görmediklerimiz ve bilmediklerimiz
Ya buz dağının görünmeyen asıl kısmı
Yani kişide saklı olarak kalanlar...
Ya şiire veya yazıya dönüştürülerek geçmiş yıllara ait bir ajandanın arasında kalıyor ya da yüreğin zulasına atılıp yıllarca hatırlanmak üzere saklanıyor.
Sessizliği tercih ettiren,
Bir ortama çekip ağlatan,
Bir ömür bizimle kalacak,
Bizimle beraber mezara girecek olan
İşte bu anlatılamayan hikâyelerdir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder