Söylenmeyen sözlerin ağırlığı, demir balyalar gibi çöktü yüreğime…
Bir yanardağ misali gönül dağım! Hani bazen diyorum ki patlasa bu yanardağ. Dökse içindeki her şeyi dışarı! …Boşalsa! …Rahatlasa artık!
Hangi tükenmez kalem tükenmeden yazabilir acaba benim acılarımı?
Hangi şair anlatır mısralarında, kimseye duyuramadığım sessiz çığlıklarımı?
Hangi Âşık çalar sazında, benim hüznümü, kalbimin çaldığı gibi…
Ve hangi şarkı seslendirir, benim nefrete dayalı, prangalara vurulmuş kalbimin feryatlarını?
Hüzünlerime meze olur o şarkılar…
Sana sevgiyle yanan kalbimin üstüne, hüzün ateşi bırakıp gitmen niye?
Söyle, söyle hadi cesaretin varsa.
Hangi Okyanus, deniz, hangi ırmak, nehir söndürür benim bu sönmek bilmeyen yüreğimin yangınını?
Sana iki beden büyüktü gelmiş sevgim.
Sordular bana seni severken…
- Korkuyor musun?
- Korkmak mı? Asla dedim, asla onu sevmekten korkmadım.
Çünkü yüreğim sendin, seni yüreğimde taşıyordum…
Sonra herkes geldi, oturdular karşıma. Anlat dediler nasıl gidiyor aşkı yazdığın yazılar.
Güldüm ve döndüm geceye. Anlattı gece, aşk aşksa eğer anlatamaz yaşamadan aşka yazılanlar.
Şimdi soruyorum kendime; bana mı yazıklar olsun aşkı yazan kalemime mi, yoksa sana mı?
Dayan be gönlüm… İçindeki aleve attığın tohumları gözyaşınla yeşert! Dayan ki her şey bitecek bir gün, kalmayacak ne gam ne dert!. Bil ki… Bil ki bir gün mutlaka bitecek bu!.
Hani Sezen diyor ya; “ciğerimden yanıyorum…”öyle bir şey işte… Kadehimdeki acının mezesi şarkı…
Ben seni kalbimde tertemiz bir aşkla severken, seni alnımda kara bir leke gibi taşıyormuşum meğer...
Ellerini tutup, gözlerimi gözlerine dikip sevgiyle baktığım kadın!. Bunca zaman nefesin nefesim senle yaşıyorum dediğim kadın!
İşte sen! Sen ki bana bunca çileleri çektiren... Sen ki bana kanlı gözyaşları döktürüp te, acıdan simsiyah kefenler giydiren...
Sen o bembeyaz hayallerimin üstüne kapkara bulutlar çöktürdün. Sen her baharda açan o rengârenk çiçeklerimi soldurdun.
Sen daha yaşayamadığım bu masum aşkımı diri diri topraklara gömdün.
Anlar mısın ki ey yar! Sen bilir misin sormadığım soruların cevaplarını. Bir açık kapı olsaydı, güneşi de baharı da Getirebilir misin geri? Anlar mısın dilimden, konuşmadan susar mısın yoksa öylece. Anlar mısın ki ey yar!
Şimdi yaptığın gibi, yıllarca git geller arasında ölüp ölüp dirilmeyi…
Her zil çaldığında sevdiğin gelmiştir diye heyecanla kapıya koşmanın ne demek olduğunu?
Sen anlar mısın ki ardı ardına sigara yakıp ta, sabahlara kadar isyan etmeyi?
Bilir misin ki ey yar!
Kaç geceyi yalnızlığımla birlikte hıçkırıklara boğulmuş ve tek bir söz söylemeye bile takati kalmamış bir hasta gibi geçirttin bana...
Sevdiğin sana ömrünü bağlamışken, onu aldattığında utanır mısın ey zalim!
Utanır mısın o masum aşkı kirli bir mendil gibi sokaklara atıp ta çiğnettiğinde?
Ama biliyorum utanmazsın. Sen utansan zaten bunları yapmazsın!
Nesin sen? Kimsin? Ne sanıyorsun kendini Hint kumaşı falan mı?
Metrelerce boyun olsa yine de bir milim etmez senin kadınlığın!..
Kalıba da vursan hani 10 tane kadına bedelsin, ama gerçekte tek bir kadın bile etmezsin!..
Güldüğünde gülemiyorum artık senin kadar!
Biliyorum, öğrettin bana her tebessümün bir sonu var…
Değişecek bundan sonra, hayatım, yolum ve bütün duygularım! Ağlamayacak gözlerim artık acı ve hüzünle, sensiz olacak gelecek yarınlarım…
Artık susuyorum, bir şey demiyorum sana, gidiyorum mutlu ol.
Anladım ki sana sevgim yük geldi, sen sevgi değil macera arıyormuşsun ezelden... Pekâlâ, bundan böyle uzak olalım, yollarımız kesişmesin…
Tamam mı? Bitti mi söyleyeceklerin? Yıllarca sevgime karşı biriktirdiğin nefret söylemlerin...
Buruşturup attığım müsvedde kâğıtlar gibisin! Sen ve ağzının içinde ki o yalancı dilinden çıkan gereksiz cümleler…
E ne yaparsın… Şerefsizlik son moda olmuş. . O da gelmiş beni bulmuş…
Giderayak içimde bana yadigâr bıraktığın nefretin hatırına, alıyorum senden o anlamlı adını ve soyadını, adını "YALANCI" koyuyorum, soyadını da "ŞEREFSİZ!.."
12 MART 2009
Ömer Sabri KURŞUN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder