Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

21 Haziran 2018 Perşembe

BARIŞ - SEVGİ - AŞK



Gün/aydın dostlarım…

Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…

BARIŞ - SEVGİ - AŞK

Bilim insanları sevginin kalbin işi değil, beyin işi olduğunu söylüyorlar…
Atalarımız, dedelerimiz, babalarımız ve biz, hep sevginin, aşkın ve saygının kaynağını kalbimiz zannettik. Ne çare güneş yüce dağları aşınca, vadilerde karanlık başlayınca, gün akşam olunca anladık ki sevginin mimarı beyinmiş.
Meğer kalp sevginin işlevini görmüyormuş.

Yani çam kozalağı büyüklüğündeki bu kıymetli et parçası kalp, beynin gölgesinde yatan bir yiğit mi?. Öyleyse sevgiyi meydana getiren kalp değil.
Vah ki, vah biz hep Aşk ve Sevginin kalpte başladığını sanmıştık. Birde o çam kozalağı büyüklüğündeki kalp için ne şiirler, ne yazılar yazılmıştı.

Öyleyse dostlar:
Bu gün BARIŞ, SEVGİ ve AŞK diyelim ve AŞK'ı şöyle bir kenarından kaldırıp bakalım kısaca... Aman yanılıp ta aşk bu kadarmış demeyin aşk anlatmayla bitmez...
Hele Hele BARIŞ hep olsun, SEVGİ ise gönüllerde hep taze sürgün kalsın... Lafı fazla uzatmadan bu kadar girizgahtan sonra konuya gireyim: 

Kimileri "Aşk bir hastalıktır; geçici bir deliliktir," derler; "Aşk, köpekliktir" diye eklerler...
Bunun içindir ki, hiç mi hiç kale almam, "Aşk mı insanı budala yapıyor, yoksa yalnızca budalalar mı âşık oluyor?" sözünü Orhan Pamuk'un!

Veya Chuck Palahniuk gibi, "Her aşk, bitki isimleriyle başlayıp, hayvan isimleriyle son bulur," derler; ya da Denis Diderot'nun, "Aşk, akıllının aklını başından alır, akılsıza verirmiş"; Charles Bukowski'nin, "Aşk, pençesinden hiç kurtulamadığımız çok ciddi bir hastalıktır," sözleriyle betimlemeye kalkışırlar! Aldırmayın onlara!

Thedor W. Adorno'nun, "Sadece sevgiye tutunacak gücü olan yaşar... "Var olanın hakkını verebilen de sadece kara sevdadır"; Sait Faik Abasıyanık'ın, "Her şey bir şeyi sevmekle başlar"; W. Goethe'nin, "Âşık olmadıktan sonra, kalbimiz ne işe yarar ki?" uyarılarına kulak verin!

"Aşk yoktur" diye yırtına dursun kimileri, aşk vardır; hakikattir; yaşamdır; yaşatandır...
"Aşk", Kaf Dağı'nın ardında yaşayan Anka Kuşu‘nun yuvasındaki "Felsefe Taşı"na insanların verdiği addır...
Çocuksu masumiyettir aşk; yani Leyla'nın, bir hayalin peşinden koşan, bir hayal için dövüşendir.
Deli cesaretidir; sonunun ne olacağını bilmesen de; "son “unu göremesen de...
Kolay mı? Deliye sormuşlar "Aşk nedir?" diye; yanıtı "Benim hâlim" olmuş...
Bu nedenle de Ferhat'tır Şirin için dağları delen; Kerem'dir Aslı için yanmakta bir an dahi duraksamayan! AŞK söylenmemiş sözlerin tümü, gidilmemiş yerlerin umutlu hayalidir.
İş bu nedenle "Aşık oldum," demek herkesin harcı değildir...

Özetle sarmaşık nasıl bir ağaca sarılır sımsıkı, onunla bütünleşir, onun bir parçası olursa, aşka düşen insan da sevdiğine tutunurmuş sarmaşık gibi, sımsıkı...
Derler ki; "Kanatları vardır kalbin; sevince uçar, sevilmeyince göçer..."
Onun için sarılın sarmaşık gibi sevdiğinize göçmesin…

Epiktetos’ un, “Hareket etmenin nedeni ‘istek’ ve ‘sevmektir’, bu ise düşünmektir. Aşk tutkudur. İyi ya da kötünün ne olduğunu fark edemeyen insan nasıl sevebilir,” saptamalarında ki aşk; isyancı bahardır; söz değil, eylemdir…
İş bu nedenle “Âşık oldum,” demek herkesin harcı değildir.
Aşk, devrime benzeyen, onunla türdeş bir çoğullaşma dır; kendisinden başka seçeneği olmayan, olamayan dır. Evet aşk ve devrimin alternatifi yoktur; Ahmet Arif’in, “seni sevmek,/ felsefedir, kusursuz./ imandır, korkunç sabırlı,” dizelerindeki üzere…
Aşk ve devrimin yokluğu, cehennemin öbür adıdır.
Aşk ve devrimin ötesi, berisi, öncesi, sonrası yoktur; sonsuzluktur onlar.
Aşk ve devrim yaratıcı bir yıkımdır.
Aşkı tek başına tanımlamak, devrimden soyutlamak mümkün müdür?
Elbette ki hayır!

O zaman hayırsa bende; “AŞK” denen üç kelimeyi parçalara ayırıyor, çoğul kazandırıyor meteor yağmurları gibi üstünüze serpiyorum. Dağların ardından yine sancılı doğan güneşe bakıyor, avaz avaz bağırarak Dünyaya kalemimle “GÜNAYDINI” heceliyorum, eklerine köklerine ayırıyor ve diyorum ki; Bir günaydınla aydınlansın gününüz, gülüşleriniz çoğalsın, mutlulukla bakan gözlerinizde, yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, kalbinizde ki sevgi ile umuda hoş geldin diyen, dudaklarınızda ki tebessüme BARIŞ, SEVGİ ve AŞK şarkılarının takılı olduğu bir gün olsun…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Umutlarınız ve düşleriniz gerçek olsun... Gününüz huzur dolu olsun… Umut, Sevgi, Aşk ve Barış gönül sofranızın baş tacı olsun... Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbet dolsun…
Sevgi ve Aşkla ama illaki "Barışla" kalın her dem…

21 Haziran 2018
Ömer Sabri Kurşun



30 Ocak 2018 Salı

Vazgeçemedim



Cefayı çekip durma unut sevme dediler
Gönlüme aşk ateşi saçamadım be dostum
Kalbimde ki acıyı derdi hiç bilmediler
Bu sevdanın önüne, geçemedim be dostum

Her gün akasya gibi, bembeyaz açtım ona
Sevgi böceği gibi sevdayla uçtum ona
Şafakla birlik olup güneşi saçtım ona
Bu sevdanın önünden, kaçamadım be dostum

Kalpten silmek çok zordur, aşktır bunun nedeni
Anılarım yaşatır şu gördüğün bedeni
Sevgi bahçem kurusa unutsa da o beni
Gönlüme ondan başka, seçemedim be dostum

Yıldızlara bakarak fal tuttum gökyüzünde
Dayanmıyor artık can yüzüyorum hüzünde
Derman arıyorum ben cananın bir sözünde
Derdimi hiç kimseye, açamadım be dostum

Yalnız gecelerime bir yoldaşım olmadı
Oturup dertleşecek hiç sırdaşım olmadı
Şerefine diyecek bir candaşım olmadı
Bu sevdayı unutup, içemedim be dostum

Toplansa tüm âlimler düşünseler boşuna
Gönlüne düşerse aşk bakılır mı yaşına
Onu çok sevdi diye yazın mezar taşına
Bu sevdaya bir kefen, biçemedim be dostum…

30.01.2018-04.30- İZMİR(2)

Ömer Sabri Kurşun

12 Aralık 2017 Salı

İnsanda Duruş ve İlke

Bir duruşu olmalı insanın, sevmeli insan yaşamayı, sevdikçe yeşermeyi bilmeli…
Bir gülüşü olmalı insanın, bir yüreğe sahip olmalı…
Bir duruşu olmalı insanın, bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir sevdası bir davası olmalı, bir ilkesi, olmalı, bir tarafı efe olmalı insanın…
Dimdik, başı yukarıda, gözleri çakmak çakmak, dosta düşmana karşı…
Her yeni gün yeni sabahları olmalı insanın… Yeni umutları, yeni dostları, birlikten kuvvet doğurmalı insan, her daim dalgalanmalı, düşmanını bilmeli insan, saygıyı bilmeli insan, önce saygılı ortam yaratmayı, sonra içinde saygı aramayı bilmeli, dostuna ışık tutabilmeli, sözü dinlenmeli, kuşlara yem vermeli insan, doğayı, sevmeli yaratandan dolayı yaratılmışları sevmeli…

Bir çiçek büyütmeli insan, adı ne olursa olsun, oturup okumalı geçmişi, oturup dinlemeli…
Özlemeli saflığı, temiz değerleri, kirletmemeli geçmişini, bu yüzden durmalı dimdik, bu yüzden bir baltaya sap olmalı, kesmeli cehaleti, ışık tutmalı karanlığa, tuttukça aydınlanmalı insan, aydınlığı sevmeli… Hep nehir gibi olmalı derin ve sonsuz, akmalı insan, her taşın altından çıkmalı, her sokakta gezmeli, her ananın ayaklarını öpmeli, öğretmeli insan, öğretmen olmalı, vatanı kurtarmak yetmemeli, daha fazlasını öğretmeli.
Gözlerini kısıp güneşe bakmalı insan, baktıkça ağlamalı, gözyaşlarını tutmamalı insan, tutunacak dalı olmalı, tutunduğu dalın meyvesini toplamalı…

Her insanın bir duruşu ve de ilkesi vardır. Bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek ortaya koyduğu, hayatı boyunca sergilediği bir duruş ve ilke…
Kişiliği karakteri, kimliği, yapısı, ırkı, kanı, ailesi, okulu, eğitimi, tarihi ve coğrafyasının etkisiyle şekillenen bir kişilik duruşu vardır herkesin… İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri, belki de en önemlisi “duruşu ”dur. İnsan, duruşuyla insandır. İfadesi, düşüncesi, tavır ve davranışları kendisine has olan duruşunu yansıtır. İnsanın; insan, hayat, dün, bugün ve gelecek anlayışı bu duruşun bir özetidir...
Bir kişinin ilkeleri yoksa ondan her şey beklenir, değerleri yoksa ondan hiçbir şey beklenmez. İlkeler; evrenseldir, insanı dik tutar, onurlu kılar. Değerler insana hayat verir, can verir, onu huzurlu kılar. Birbiriyle iç içedirler.
Bazen fırça, pürüzleri düzeltmek ve üzerimizdeki tozları ve lekeleri gidermek içindir.

Şahsiyetli bir insan, kızdığı zaman da dengeli olur... Devirip dökmez, sövmez, acımasızca saldırmaz...
İşte şahsiyet dediğimiz olay da bu; her şart ve durumda da duruşu ve insanlığı bozmamak gerek...
Merhametli ve dengeli olmayı terk etmemek gerek...
Hayatın çizgileri net değildir her zaman... Hayatın dolambaçlı yolları çoktur...
Direnmek lazım... Duruşu bozmamak lazım...
Hayat yolunda sendelemeden yürümek lazım... Düştüğü zaman sabredip ayağa kalkmaya gayret etmek lazım...

İşte bu nedenle…
İlkelerin olmalı hayatta. Ve bir duruşun… Bir Kıblen olmalı, ayçiçeği gibi güneşe karşı yön değiştirmemelisin. Hatta bir çizgin olmalı, menfaate ve rüzgâra göre yön değiştirmemelisin.
Dün akım dediğine bugün … dememelisin mesela…
Kolayca satmamalısın yol arkadaşlarını…
Yoksa her yolun yolcusu olursun, sonu hiçbir yere varmayan.
Ya da zaten 'mış' gibi yapanlardansındır, hiçbir yola ait olmayan, sadece yolcuymuş gibi yapan…
Yalandan korkmalısın mesela. Rahatça yalan söyleyenlerden uzak durmalısın. Çamurdur onlar ve muhakkak sana da bulaşırlar.

Ötekilerin kötülüğü acıtmaz seni.
Adı üstünde onlar "ötekiler" dir, dış kapının mandallarıdır. Önemsiz kişiliklerdir.
Peki ya "inandıkların"? "Yakın" sanıp halden anlar dediklerin?
Asıl onlar kanırtır hayatının yüklerini ve seni sıradanlaştırdıklarında.
Ve kızamazsın bile onlara. Onlar anlamasa da seversin çünkü "yakınım" demişsindir bir kere.
Seversin yüreğinde kocaman bir eziklikle. Kabullenirsin sessizce ruhun avaz avaz haykırsa bile.
Bilirsin bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, artık o eski bağ hiçbir zaman kurulmayacak.
Onlar hala yakındır, ama gizlice ötekileşmiştir.
Çamur bulaşıp canın yanmasın diye, sonu bir yere varmayan yolun yolcusu olmayasın diye çok dikkatli olmalısın… Yan yana durduğun insanları iyi seçmelisin. Başkaları hakkında iştahla ileri geri konuşanlar yeni hedefler ararlar. Bir bakmışsın bir gün hedef sensin.
Senden daha ileride diye bir insanı kıskanmak yerine, gölgesiyle kendi kendine kavga etmek yerine o insana bakıp bir şeyler öğrenmeye çalışmalısın. Nasıl adım atıyor da orada acabayı sorgulamalı, kendinle yarışmalısın.
Doğru bildiğin yoldan şaşmamalısın. Doğru insan olup doğru yolda yürümeli, ardında can kırıkları, haksızlıklar, kötülükler bırakmamalısın. Tohumdur onlar. Elbet bir gün başak olacaklar, belki de boyunu aşacaklar, seni görünmez kılacaklar.

Bunların hepsini yaparken yanında bugün olanlar yarın olmayacaklar belki. Gün gelecek bir başına kalacaksın, çok yorulacaksın, “neden gittiler” diye kendini sorgulayacaksın.
Ne onları ne kendini sorgulama da yargılama da…
Ve böyle anlarda Gandhi’nin sözlerini hatırla:
“Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmesi yerine, adaletli olup yalnız kalman daha iyidir.”

İnsanı insan yapan en önemli etkenlerden birisi de insanların benimsediği ilkeleridir. İlkeler, insanların kimliğinin göstergesidir. İlkeli insanların vakur duruşu toplum tarafından her daim saygıyla karşılanmakta, takdir edilmektedir.
Bunun aksine ilkesiz, duruşu olmayan, her dönem değişenlere kimse güven ve saygı duymaz. İlkesizlerin ne onuru, ne gururu, ne haysiyeti vardır. Hayat bir maraton, sabır gerektiren uzun bir iştir. Bu maratonda herkes kendi kulvarını kendi belirlemekte ve ilkelerini kendi seçmektedir. Hayat bir tercihtir, kendine nasıl bir yol belirlersen o yoldan ilerlersin.
Hayatta onurlu yaşamak istiyorsanız, ilkelerinizi satmayın ve duruşunuzu bozmayın!..

Duruşunu bozmayan, ilkelerine sıkı sıkıya bağlı, bilinçli ve asla taviz vermeyen insanlara az rastlanır hayatta. İlkeci insanlar saygı görür toplumun içinde. Bugün aramızda olmayan ve unutulmayan devlet adamı, siyasetçi, yazar ve aydınların unutulmamalarının nedeni ise ilkeli duruşlarında saklıdır. Benimsediğin ilkeleri savunmak, arkasında durmak kolay bir şey değildir, bazen insanların hayatına mal olur. Ancak ilkeli duruş bugün olmazsa gelecekte mutlaka takdir görür ve ilkeci insanlar da toplumun belleğinde kalır…

Yüzünüzden gülümseme kalbinizden umut eksik olmasın, gününüz aydın mutluluğunuz daim, neşeniz bol olsun. Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…

12 Aralık 2017

Ömer Sabri Kurşun


23 Eylül 2017 Cumartesi

HAYATIN ANLAMI NEDİR?


Merhaba dostlar!..

HAYATIN ANLAMI NEDİR?

Yaşamak; Sevinçle, acıyla, hüzünle, kederle, insanların birbirleriyle olan iletişimleriyle, ilişkileriyle, hayallerle, geçmişte olanlarla, tartışmalarla hayattan büyük bir zevk çıkarmasını bilmektir.
Hani Shakespeare "Yaşam bir Rüyadır" adlı eserinde hayatın ne olduğunu açıklıyor ya. Hani başlık atıp sorduk ya! “Hayatın Anlamı Nedir?” diye…
Hayat nedir? Bir delilik mi?. Hayat nedir? Bir yanılsama, bir gölge, bir masal mı?.

Ne için yaşıyorsunuz? Yaşam amacınız nedir?
Para kazanmak, kariyer yapmak, aile kurmak, mal mülk edinmek, yaşamın tadını çıkarmak, bunlar mı amacınız?
Arkasından koşturarak elde ettiğiniz her şey sonunda yok olacak; kesinlikle yok olacak. O halde bütün bu yok olacak şeyler, insanın amacı olabilir mi?
Gerçekte birbirini sevmeyen, ama birbirleri de olmadan da yaşayamayan, zorunluluklara dayalı sentetik bir topluluk bu insanlar.
Yaşamın büyük olanaklarına sahip olduklarını düşünürken, yaşamın en büyük olanaklarını nasıl solladıklarının farkına bile varmayanlar, bir birini sevmeden seviyormuş gibi yapanlar topluluğu…
Düşünün bir kez; Ne için yaşıyoruz?

Sabah işe gidiyoruz veya gezmeye gidiyoruz, eğlenmeye gidiyoruz ama akşam eve dönüyoruz…
“Yahu danalar da sabah çayıra gidiyor, akşam ahıra dönüyor. Sen hiç akşamları ahırında kitap okuyan bir dana gördün mü? Varoluşun gizemini çözmeye çalışan bir dana? Hayır… Göremezsin. Neden? Çünkü danalar hayatın anlamını bilmeden de yaşayabilirler. Dana bostana girer, bostancı da onu kovalar hepsi bu! Hedef, o lahanayı yemektir; bunun için yaşar yani. Peki, insan ne için yaşar? Lahana için mi?”
Hadi canım sende, hiç öyle olur mu? Dediğinizi duydum. Evet haklısınız… Çünkü Tanrı biz insanları her bir şeyden farklı yaratmış. Aslında aldığımız her nefes buna cevap ama alırken farkına varamıyoruz. Yaşamak için yaşatmak için çok neden var güzellikler var ama biz hep ters taraftan baktığımız için nedensizleştik sanıyorum…

E o zaman!!!
Siz ne için yaşıyoruz?..
Hiç değişmez yaşananlar. Neşe, acı, heyecan, sinir harbi, bazen kıskançlık bazen vurdumduymazlık hepsi birleşip seni tek bir kapıya götürür fakat yorar aslında tüm bu yaşananlar. Yıpratır, bıktırır.
Hepsinden önemlisi o kapıdan geri dönmene sebep olur yani seni sevmekten korkar hale getirir. Aslında sevmek insanoğluna bahşedilmiş muhteşem bir duygudur. Doğayı, hayvanları en önemlisi insanı sevebilmek çok harikadır…
İnsan sevdikçe yücelir fakat bunun farkında değildir. Sevmek merhameti beraberinde getirir, iyiliği, vicdan sesini getirir. İyi olmak yüceltir insanı, her şeyden önemlisi egoyu yener. İnsan sevebiliyorsa bence iyi biri olmayı başarmıştır ya da başaracaktır.
Ha, sevgisi uğruna türlü oyunlar, türlü pislikler yapan yok mu var elbet ama onların sevgisi hastalık gibi, yani sevdiklerini zannedip aslında destek almayı gerektiren bir hastalığa yakalanıyorlar. Bu nedenle ben sevginin insanları güzelleştireceğine inanıyorum…
O yüzden diyorum ki, giden tarafta olsan, kalan tarafta olsan, hiç fark etmiyor, sevmek bizim doğamızda var.
Sen yürekten sev, herkesi, her şeyi sev, sevdikçe güzelleş çünkü iyiliğin döner dolaşır doyumsuz mutlulukla bir gün mutlaka seni bulur…

Aslında çok şey var söylenmesi gereken şu yalanların cirit attığı yalan Dünyada. Bir bakıma düşünürsek Dünyayı yalan yapan biz insanlarız, yoksa dünyanın yalan falan olduğu yok, bakın tam bir gerçek çünkü üzerinde yaşıyoruz. Neresi yalan, onu yalancı yapan biz insanların yalancılığı...
Şimdiye kadar hangimiz kendimize " Mükemmel bir insan nasıl ya da bir insan nasıl olmalı? " diye sorduk mu? Siz sordunuz mu?
Kendini tanımak isteyen bir insan kendine sorular sormalı ve cevabını aramalıdır. Kendini tanıma zorlu bir süreçtir. Kendini tanımak isteyen insan büyük bir azim ve kararlılıkla kendi üzerinde çalışmalıdır.
Hayatın anlam ve amacını bilmeden yaşayan birçok insan, görev ve sorumluluklardan uzak bir hayat sürdürüyor. Bir insanın ulaşabileceği en yüksek düzey, kendi düşüncelerinin farkına varmak, kendini tanımaktır. Kendini tanıyan insan bulunduğu her ortamı iyileştirmeye çalışır. İnsanlara kızmak yerine onlara yardım eder. Kendini tanıyarak ışığa ulaşan insan diğer insanlarında bu aydınlığa ulaşması için yardım eder.
Kendini tanıyan insan " Doğrularımla ve yanlışlarımla ben buyum" der ve yanlışlarını düzeltmeye çalışır.

İnsanlığa "KENDİNİ BİL!" diye seslenen Eflatun'un bu sözünde birçok anlam gizlidir. Bu söz bize; ne istediğini bil, kendi sınırlarını ve zayıflıklarını bil, kendi isteklerinin ve niyetlerinin farkında ol, etrafında olup bitenlerin farkında ol, her alanda farkında oluşunun derecesini artır demektir.
Şöyle bir bakılsa etrafa her şey apaçık ortada… İnsanların kimi yanımızdan gelip geçiyor kimisi ise arkasına bile bakmadan yol alıyor…
İnsanoğlu çok garip değil mi dostlar…
Hele ki bu zamanda…
Kimi dinsiz-imansız, kimi anlamsız, kimi işsiz, kimi ise hiçbir şey…
Ne olduğu önemli değil. Aslında önemli olan insan olması!
İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan ister Yahudi, ister aptal olsun, ister zeki, ister işsiz olsun, ister yönetici…
Hiçbir sıfat içimizde sahip olduklarımızdan öte değil…
Ne düşünüyoruz, ne istiyoruz, kimin elini tutuyoruz, kimin arkasındayız ve neyiz?
İster Allah’a inan istersen bir taşa, önemli mi? İster yönetici ol, ister hademe, önemli mi?
İster uçuyor ol, ister yürüyor, önemli mi?
İnsan olmadıktan sonra!
İnsan olup saygı göstermedikten sonra, çevrendekilere sevgi göstermedikten sonra, hayatındaki her şeye bağımlı olmadıktan sonra, seni doğurana karşı bir şey hissetmedikçe bedenin ne önemi var?
Ne önemi var isminin önündeki sıfatların, ne önemi var arkandan konuşulmasının?

Soruyorum şimdi?
Siz ne için yaşıyorsunuz?
Kimin için yaşıyorsunuz?
Kendiniz için mi, yoksa başkaları için mi?
Vicdanınız için mi, yoksa başkalarının vicdanları için mi?
Kimin için yaşıyorsunuz?
Ne için yaşıyorsunuz?

Bana sorarsanız eğer; 'sen ne için yaşıyorsun?' diye... Size söyleyeyim; ben bana babamdan kalan tek miras onurum, gururum, şerefim, haysiyetim olan soyadım ve Vatanım, Vatanımda öğrendiklerimi Vatanımım insanına bırakıp göçmek için yaşıyorum.

Hayat aslında bir gösteri… Var mı ötesi… Yapımcısı, sunucusu, prodüktörü hepsi birbirinin aynısı olan bir gösteri. Yönetmeni olan, “Yaratan” bizi gösteri esnasında serbest bıraksa da aslında kendimizi bile unutuyoruz ara ara…
Ee ne olmuş? Aç bir bira! Reytinglerin düştüğüne yan. Bak havalarda sıcak, sıcak havada yalan balonların güzel uçar…
Sonra nasıl olsa reyting getirecek bir program doldurursun. Dedikodusunu yapacağın birilerini bulursun… Nasıl olsa izlenme rekorları üstüne inşa edilmiş bir hayat kurarsın… Nasıl olsa hem kendini hem de neden yaşadığını unutup, yeni bir sayfa deyip kendini avutursun…

Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.
Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar ya.
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir.
İnsanlığa attığın ilk adım budur... Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın. Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun…

Güzel bir Cumartesi günü gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun... Hayat ağacınıza asılan yeni günde yürüdüğünüz yolunuz açık olsun...
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle değerli okurlarım…

23 Eylül 2017
Ömer Sabri Kurşun

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Kolay Alışıyoruz Her Şeye…




“İnsan, her şeye alışabilen bir varlıktır.” demiş Dostoyevski.

Görünen o ki insan her şeye alışıyor. Bir gün şok etkisi yaratan, dayanılmaz gibi gelen şey, zaman geçtikçe sıradan, önemsiz bir şeye dönüşebiliyor.
“Hayat akıp giderken avuçlarımızdan, eğilip yerden toplayamıyoruz parçaları.
Belki de “Artık her şey için çok geç demek için.”
Kim bilir Belki çok geç, belki de geç değil…” demiş Kıraç; “Oysa Bir Umuttu” şarkısında.

Hiçbir zorluk daimi değildir insanın hayatında. Allah ´Bir zorluk ile birlikte bir kolaylığı da birlikte verdiğini muştular biz insanoğluna. Acılar daha katlanılabilir olsun diye belki de.
İşte bu zorluğun yanında verilmiş bir kolaylıktır ´Alışma Hissi´ biz insanoğlu için.
Hiçbir acı, ilk gün ki gibi taze kalmaz. Her şeye alışır insanoğlu.
Alışmak olmasaydı eğer, her ayrılık, her hasret, her hüzün aynı tazeliğiyle kalsaydı hayatımızda, acılarımız büyüdükçe büyürdü ve yaşam katlanılmaz olurdu bizler için.

Alışmak hayatımızın ve çağımızın en büyük sorunu haline geldi bana göre.
Çevremizde olup bitenleri bir düşünün? Ne kadar kolay alışıyoruz her şeye. Dünün şaşkınlıkları, bugünün umursamadığımız şeyleri oluyor.
Yarın ise bunları doğal bile karşılayabiliyoruz.
Toplumsal bağlılıklarımızın birer birer yok oluşuna alışıyoruz mesela. İlk değerimizin tehdit edildiğinde ya da yok olduğunda verdiğimiz tepkiyi düşünün. Sonrası acıtmıyor bile. Bir yerden sonra aman deyip işimize devam etmiyor muyuz? Çünkü alışma aşamasını çoktan geçip kabullenme aşamasına gelmiş oluyoruz. Bu aşamadan sonra ki de duyarsızlık oluyor artık.
Ama farkına varmıyoruz şu gerçeğin; “alışmak ömürden yiyor ve asla doymuyor...”

Şükür ki, kolay alışıyoruz her şeye…
Sevmeye, sevilmeye kolay alıştığımız gibi, ayrılıklara da kolay alışıyoruz. Birlikte yaşamaya kolay alıştığımız gibi, ayrı yaşamaya da kolay alışıyoruz. En kıymet verdiklerimizin, etrafımızdan yitip gitmesine bile alışabiliyoruz.

Hiçbir zorluk daimi değildir insanın hayatında. Allah ´Bir zorluk ile birlikte bir kolaylığı da birlikte verdiğini muştular biz insanoğluna. Acılar daha katlanılabilir olsun diye belki de.
Ölüm olgusu da bunlardan bir tanesi… Alışılmaz, kanıksanmaz dense de, insanoğlu ölüme de alışıyor.
Ölüm denen olgu yaşamımızın en kaçınılmaz olgularından bir tanesi... Sevdiğiniz birinin ölümünün ardından önce eşsiz bir acı duyuyor ardından da kanayan bir yara gibi, zamanla kanın durmasını bekliyorsunuz.
Ve kan duruyor alışıyor insan;
Hasretten ölünmediğini gördüğünde, gidenin dönmediğini öğrendiğinde ve acının eşiğini geçtiğinde.
Alışıyor insan...
İnsan bu her şeye alışıyor zamanla. Sıcaklığını, hissettiklerinin yokluğuna, seni yanlış anlamalarına, gitmelere, haykırıp bağırmaya ve hatta dayanılmaz acılara bile alışıyor insan zamanla.
Alışıyor insan...
Alışıyor gidenin gittiğine, bitenin bittiğine.
Alışıyor alışmasına da insan, her şeye alışıyor da; varlığına alıştığı kişinin yokluğuna alışamıyor! Ama insan unutkan… Bir o kadar da unutamayan.
Yaratan’ını unuttuğu için acı çeken, yaratılanı unutamadığı için acı çeken…
Ne diyordu Murathan Mungan, ” Hatırlamak için bir hafızamız varken, unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması; hayatın bize attığı en büyük kazıktır .”
Hâlbuki seçebilse neyi unutup neyi hatırlayacağını… Seçebilir aslında. İnsan seçme hakkının olduğunu da unutuyor ki…

İnsan bu her şeye alışıyor zamanla. Sıcaklığını, hissettiklerinin yokluğuna, seni yanlış anlamalarına, gitmelere, haykırıp bağırmaya ve hatta dayanılmaz acılara bile alışıyor insan zamanla.
Güneş doğarken bile, karanlığa alışıyor insan. Savaşmaya, güçsüzken bile mücadele etmeye, İnsan her şeye alışıyor zamanla ama her zorluğa da kolay alışılmıyor elbette.
Önce kanıyor yaralarımız, acı veriyor. Sonra kabuk bağlıyor üzeri yaramızın ve sonra bir şey olur aniden, bir bakış, bir göz, Bir söz, bir şiir belki de işte o ana kadar unutulmuş acılarımız ilk gün ki gibi acı vermemeye başlar bize.
Alışıyoruz nihayetinde ama bazı duygular vardır karanlıktan aydınlığa çıkar, sonra yansıtmalar başlar.
Yansıtmaların arkasında gizlidir o küçücük duygular. Duygular büyür, akıllanır güven ister, tam güvendim derken acılar peş peşe koşar. Acılara alıştım derken gizli güzellikler unutulur.
Kimi zaman elde etmek konusunda gözümüzde büyüttüğümüz her şey, gün geliyor yaşamımızın en sıradan olgusu haline geliyor. Sıradanlaşmak ya da sıradanlaştırmak, gün gelip bizi de sıradanlaştırır diye o an hiç aklımızdan geçmiyor. Ve bazı insanların ne kadar sahte olduklarını ne kadar hain olduklarını öğrenince; hayatın acı cilvesini öğrenip alıştığın gibi ona da alışıyor insan…

Güneş doğarken bile, karanlığa alışıyor insan. Savaşmaya, güçsüzken bile mücadele etmeye.İnsan her şeye alışıyor zamanla...
Biliyor çünkü yarının bugünden farklı olmayacağını… Biliyor yüreğindeki boşluğun bir daha dolmayacağını, kimsenin onun yerine konmayacağını. Ve alışıyor her şeye, her şeye rağmen yaşamaya…

İnsan her şeye alışır diyorlar ya, öyle değil aslında. Başka çaren olmadığı için katlanıyorsun ama alışmıyorsun. Ve alıştıranlar diyor ki; bu yara burada dursun. "Ben yeri geldikçe kanatırım…"
Ona da alışıyorsun çaresiz. Alışkanlık işte…
Ve akşam olunca deriz ki; gece ola hayrola, gece olunca deriz; sabah ola hayrola. Alışıp gidiyoruz işte hayrola diye diye. İnsan oğlu bu yaratılmışların en zekisi!...
Dedim ya; İnsan her şeye alışıyor zamanla…
Benim korkum da bu ya!
Alışmalara da alışacağız sanırım zamanla...

Her gecenin bir sabahı vardır___...
Karanlığa küsmeyip, alışanlara ve sabırla sabahı bekleyenlere selam olsun…

26 Temmuz 2017
Ömer Sabri Kurşun




21 Haziran 2017 Çarşamba

Paylaşmak




“Hiç kimse, kendisiyle paylaşandan daha cömert değildir.”
– P. Luís Carlos Aparicio

“Herkes ile paylaşmasan iyi olur” derler. “Nasıl yani, olur mu öyle şey, hayatımdaki güzellikleri paylaşmazsam güzel benim olmuş neye yarar” der ve deneyimimizi dostlarımızla paylaşırız. Çünkü “Paylaşmak Çok Güzeldir.”
İslam dini iyilik, yardımlaşma ve Allah'ın verdiği nimetleri paylaşmayı emretmiştir...
“Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız. Ve ayrıca her ne harcarsanız hiç kuşku yok ki Allah onu bilir. (3 / Al-i İmran Suresi, 92. Ayet)”

İnsanın öğrendiklerini diğerleri ile paylaşması çok güzeldir. Evet, paylaşmak çok güzeldir.
Bir paylaşırız, iki paylaşırız, üç paylaşırız ve bu böyle sürüp gider. Biz ne biliyorsak onlar da bilmelidir.
Paylaşmak güzeldir... Güzeldir, hayatı daha da anlamlı kılmak için.
Bir lokmayı paylaşırcasına, acıları paylaşarak onlara meydan okumak ve sevinçlerin, mutluluklarının artmasını sağlamak, sevdiğimiz bir dostumuza, arkadaşımıza, komşumuza onu sevdiğimizi söyleyerek, davranışlarımıza yansıtarak paylaşmak onu mutlu etmenin en kısa yoludur belki de.

Paylaştıkça çoğalır yaşam... Paylaştıkça yakın olur uzaklıklar. Paylaştıkça büyür sevgimiz… Paylaştıkça umudu katık yaparız yarınlara... Emek demektir paylaşmak… Umut demektir... Yarınlarından ümidi olmayanlara sunulmuş taze bir güvendir paylaşmak...

Paylaşmak güzeldir... Ölüm ile kalım arasında ödenen en güzel bedeldir paylaştıklarımız. Kalbimizin ürpertileri paylaştığımız sevgi ile azalır...
Paylaşmak güzeldir... Muhtaçlığımızı hatırlatır bize paylaşmak. Yaratıcının himayesine muhtaç olduğumuzu ve paylaştıkça yitiren değil kazanan olduğumuzu anları...
Paylaşmak güzeldir... Paylaştıkça nasibi çoğalır en kıt zamanların. Zaman kurtulur zamansızlığın yüklediği cezalardan. Kâğıtlar dürülür gecenin koynuna. Kelimeler çoğalır biz paylaştıkça.
Kelam susar, hitabı başlar sevenin sevdiğine. Israrlı sevmelerin başı ve sonudur paylaşmak. Kaçamadığımız duygular sığınağı olur paylaştıklarımızın. Paylaştıklarımız mükâfatı olur yarınlarımızın...

Paylaşmak güzeldir… Uzun ayrılıklardan sonra vuslatı paylaşmak... Cılız sözcüklerin ardından kalbe yönelen hitapları paylaşmak güzeldir. Yetim bir çocuğun gözlerindeki ürkekliği sıcak bir okşayışa teslim etmek... Gözlerimizin ferini paylaşmak bütün yetimlerle... Yalnızların hayatına el değdirmek güzeldir. Güzeldir paylaşmak dillerin niyazını yalnızlarla...

Güzeldir paylaşmak... Umudu paylaşmak, hüznü paylaşmak, sevinci paylaşmak güzeldir. Güzeldir karanlık gecelerde dolunayın ışığını paylaşır gibi paylaşmak en koyu kederleri. Güzeldir gecenin koynunda saklanmış sevinçleri paylaşmak.
Kazandığımızın bir kısmını aktarmak ihtiyacı olana güzeldir. Yağmur bereketi iner sanki kazandıklarımıza. Bölüştükçe artar tebessümü çehrelerin. Yıldız yıldız olur artar sevinçler...

Güzeldir paylaşmak dostlar... Kardeşliği paylaşmak, dostluğu paylaşmak, hayalleri paylaşmak güzeldir. Özlemi paylaşmak, özgürlüğü paylaşmak, aldığımız havayı paylaşır gibi sabrı paylaşmak güzeldir. Tesellisi kalmamış olan biçarelerle dermanı paylaşmak güzeldir.
İmsak vakitlerinde veya iftar sofralarında sıcacık bir aş ile duayı paylaşmak güzeldir. Suretimizin gönül aynasına yansıdığı ramazan ayında kazandığımızı paylaşmak güzeldir.
Sofra kurmak ihtiyacı olanların gönül sarayında güzeldir. Kimsesizlerin kimsesi olmak, rızkını bölüşmek onlarla güzeldir.

Güzeldir paylaştıklarımızla çoğalmak... Çoğalırken kıyama kalkmış yüreğimizden sevgiyi de dağıtmak güzeldir.
Güzeldir umudu katık yapmak yarının çocuklarına. Efkârı dağıtmak, hazzı tarif etmek, hazanı bahara çevirmek güzeldir paylaştıklarımızla. Paylaşmak güzeldir, paylaşılacak duyguların azalmadıkça hayatında.
Paylaşmak… Yaşamı anlamak dışa dönük bir yolculuktur. Bizi başarı, yaratıcılık, başkalarına yararlı olmak ve alçak gönüllülüğe götürür. Yaşamımızı başkaları ile paylaşmak bu yolda bize tecrübe, bilgi, yeni düşünce pratikleri kazandırır.
Kendimizi anlamak içe doğru bir yolculuktur. Bizi huzura, aydınlanmaya, kendimize ve Tanrı’ya güvene götürür...
En zor yolculuk budur. Güvendiğimiz dostlar ile bu yolculuğu paylaşmak yolu kısaltır. Paylaştıklarımız bu kişilere de öngörü, tecrübe ve aydınlanma kazandırır.
İnsanı anlamak ise insan ilişkilerinin yolunu açar. İnsanı anlamak hem içe hem dışa yönelik zor bir yolculuktur. Gidiş-geliş zorunluluğu vardır. Bizi uyuma, mutluluğa, olumlu ilişkiler dengesine, bilgeliğe taşır. Paylaşmak da bu dik yokuşu tırmanmamızı kolaylaştırır.

Şefkat olmadan vermek hiçbir anlam ifade etmez. Kendi çıkarınız için birine iyilikte bulunmak, dostane bir hareket değildir ve sırf mecburiyetten birini düşünmek, gelip geçicidir. Ama yaptığınız şeye, paylaştığınıza sevgi kattığınızda, her şey değişiverir. Samimiyeti fark etmek zor olabilir ama imkânsız değildir...
Bu yüzden eğer duygunuzu katarsanız, verdiğiniz hediyeyi zenginleştirmiş olursunuz. Maskelerinizi kaldırır, en kırılgan parçalarınıza çıkan kapıyı açar ve en saf hâlinizin gözükmesine izin verirsiniz.
Yaşamımıza doğru ve güzel bir anlam katmak adına unutmayalım ki, paylaşmak mutluluktur... Paylaşmak erdemdir...

Acıyı ve üzüntüyü paylaşmak daha da yakınlaştırır insanları. Yüz yüze konuşamadıkları şeyler olsa da birbirleri için ne kadar önemli olduklarını bilirler her zaman. Bir insanın acısını paylaşmaktan çok, o acıyı anlamaya çalışmak kadar samimi ve içten bir davranış daha yok.
Eğer ki paylaşınca canın acıyorsa daha erdemli olamamışsındır.
Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır, sevgi insanlarla paylaştığımız sürece değerlidir.

Yüreğinizde ki sevgi hiç bitmesin ve her daim paylaşın ki gönül çiçeğiniz solmasın… Her güzellik paylaştıkça çoğalır kötülükleri mağlup eder. Her kötülük paylaştıkça çoğalır iyilikleri mağlup eder...
Yaptığınız iyilikleri, kazandığınız şeylerin ve yerden sizin için çıkardıklarımızın, iyi ve güzel olanlarından seçerek yapın. Sakın kendinizin bile gözünüzü kapamadan alamayacağınız, bayağı ve kötü şeyleri başkasına vermeye niyetlenmeyin...

Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım.’
Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir...
Bu aziz mübarek günlerde gül kokulu mutlu bir yaşam ve yaşamınızın içerisinde umutlarınızın tebessüm koktuğu, nice güzellikleri paylaşacağınız günleriniz olması dileğiyle sevgi ve muhabbetlerimi iletiyorum...

21 Haziran 2017
Ömer Sabri Kurşun
#öskurşun#


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN