Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

23 Eylül 2017 Cumartesi

HAYATIN ANLAMI NEDİR?


Merhaba dostlar!..

HAYATIN ANLAMI NEDİR?

Yaşamak; Sevinçle, acıyla, hüzünle, kederle, insanların birbirleriyle olan iletişimleriyle, ilişkileriyle, hayallerle, geçmişte olanlarla, tartışmalarla hayattan büyük bir zevk çıkarmasını bilmektir.
Hani Shakespeare "Yaşam bir Rüyadır" adlı eserinde hayatın ne olduğunu açıklıyor ya. Hani başlık atıp sorduk ya! “Hayatın Anlamı Nedir?” diye…
Hayat nedir? Bir delilik mi?. Hayat nedir? Bir yanılsama, bir gölge, bir masal mı?.

Ne için yaşıyorsunuz? Yaşam amacınız nedir?
Para kazanmak, kariyer yapmak, aile kurmak, mal mülk edinmek, yaşamın tadını çıkarmak, bunlar mı amacınız?
Arkasından koşturarak elde ettiğiniz her şey sonunda yok olacak; kesinlikle yok olacak. O halde bütün bu yok olacak şeyler, insanın amacı olabilir mi?
Gerçekte birbirini sevmeyen, ama birbirleri de olmadan da yaşayamayan, zorunluluklara dayalı sentetik bir topluluk bu insanlar.
Yaşamın büyük olanaklarına sahip olduklarını düşünürken, yaşamın en büyük olanaklarını nasıl solladıklarının farkına bile varmayanlar, bir birini sevmeden seviyormuş gibi yapanlar topluluğu…
Düşünün bir kez; Ne için yaşıyoruz?

Sabah işe gidiyoruz veya gezmeye gidiyoruz, eğlenmeye gidiyoruz ama akşam eve dönüyoruz…
“Yahu danalar da sabah çayıra gidiyor, akşam ahıra dönüyor. Sen hiç akşamları ahırında kitap okuyan bir dana gördün mü? Varoluşun gizemini çözmeye çalışan bir dana? Hayır… Göremezsin. Neden? Çünkü danalar hayatın anlamını bilmeden de yaşayabilirler. Dana bostana girer, bostancı da onu kovalar hepsi bu! Hedef, o lahanayı yemektir; bunun için yaşar yani. Peki, insan ne için yaşar? Lahana için mi?”
Hadi canım sende, hiç öyle olur mu? Dediğinizi duydum. Evet haklısınız… Çünkü Tanrı biz insanları her bir şeyden farklı yaratmış. Aslında aldığımız her nefes buna cevap ama alırken farkına varamıyoruz. Yaşamak için yaşatmak için çok neden var güzellikler var ama biz hep ters taraftan baktığımız için nedensizleştik sanıyorum…

E o zaman!!!
Siz ne için yaşıyoruz?..
Hiç değişmez yaşananlar. Neşe, acı, heyecan, sinir harbi, bazen kıskançlık bazen vurdumduymazlık hepsi birleşip seni tek bir kapıya götürür fakat yorar aslında tüm bu yaşananlar. Yıpratır, bıktırır.
Hepsinden önemlisi o kapıdan geri dönmene sebep olur yani seni sevmekten korkar hale getirir. Aslında sevmek insanoğluna bahşedilmiş muhteşem bir duygudur. Doğayı, hayvanları en önemlisi insanı sevebilmek çok harikadır…
İnsan sevdikçe yücelir fakat bunun farkında değildir. Sevmek merhameti beraberinde getirir, iyiliği, vicdan sesini getirir. İyi olmak yüceltir insanı, her şeyden önemlisi egoyu yener. İnsan sevebiliyorsa bence iyi biri olmayı başarmıştır ya da başaracaktır.
Ha, sevgisi uğruna türlü oyunlar, türlü pislikler yapan yok mu var elbet ama onların sevgisi hastalık gibi, yani sevdiklerini zannedip aslında destek almayı gerektiren bir hastalığa yakalanıyorlar. Bu nedenle ben sevginin insanları güzelleştireceğine inanıyorum…
O yüzden diyorum ki, giden tarafta olsan, kalan tarafta olsan, hiç fark etmiyor, sevmek bizim doğamızda var.
Sen yürekten sev, herkesi, her şeyi sev, sevdikçe güzelleş çünkü iyiliğin döner dolaşır doyumsuz mutlulukla bir gün mutlaka seni bulur…

Aslında çok şey var söylenmesi gereken şu yalanların cirit attığı yalan Dünyada. Bir bakıma düşünürsek Dünyayı yalan yapan biz insanlarız, yoksa dünyanın yalan falan olduğu yok, bakın tam bir gerçek çünkü üzerinde yaşıyoruz. Neresi yalan, onu yalancı yapan biz insanların yalancılığı...
Şimdiye kadar hangimiz kendimize " Mükemmel bir insan nasıl ya da bir insan nasıl olmalı? " diye sorduk mu? Siz sordunuz mu?
Kendini tanımak isteyen bir insan kendine sorular sormalı ve cevabını aramalıdır. Kendini tanıma zorlu bir süreçtir. Kendini tanımak isteyen insan büyük bir azim ve kararlılıkla kendi üzerinde çalışmalıdır.
Hayatın anlam ve amacını bilmeden yaşayan birçok insan, görev ve sorumluluklardan uzak bir hayat sürdürüyor. Bir insanın ulaşabileceği en yüksek düzey, kendi düşüncelerinin farkına varmak, kendini tanımaktır. Kendini tanıyan insan bulunduğu her ortamı iyileştirmeye çalışır. İnsanlara kızmak yerine onlara yardım eder. Kendini tanıyarak ışığa ulaşan insan diğer insanlarında bu aydınlığa ulaşması için yardım eder.
Kendini tanıyan insan " Doğrularımla ve yanlışlarımla ben buyum" der ve yanlışlarını düzeltmeye çalışır.

İnsanlığa "KENDİNİ BİL!" diye seslenen Eflatun'un bu sözünde birçok anlam gizlidir. Bu söz bize; ne istediğini bil, kendi sınırlarını ve zayıflıklarını bil, kendi isteklerinin ve niyetlerinin farkında ol, etrafında olup bitenlerin farkında ol, her alanda farkında oluşunun derecesini artır demektir.
Şöyle bir bakılsa etrafa her şey apaçık ortada… İnsanların kimi yanımızdan gelip geçiyor kimisi ise arkasına bile bakmadan yol alıyor…
İnsanoğlu çok garip değil mi dostlar…
Hele ki bu zamanda…
Kimi dinsiz-imansız, kimi anlamsız, kimi işsiz, kimi ise hiçbir şey…
Ne olduğu önemli değil. Aslında önemli olan insan olması!
İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan ister Yahudi, ister aptal olsun, ister zeki, ister işsiz olsun, ister yönetici…
Hiçbir sıfat içimizde sahip olduklarımızdan öte değil…
Ne düşünüyoruz, ne istiyoruz, kimin elini tutuyoruz, kimin arkasındayız ve neyiz?
İster Allah’a inan istersen bir taşa, önemli mi? İster yönetici ol, ister hademe, önemli mi?
İster uçuyor ol, ister yürüyor, önemli mi?
İnsan olmadıktan sonra!
İnsan olup saygı göstermedikten sonra, çevrendekilere sevgi göstermedikten sonra, hayatındaki her şeye bağımlı olmadıktan sonra, seni doğurana karşı bir şey hissetmedikçe bedenin ne önemi var?
Ne önemi var isminin önündeki sıfatların, ne önemi var arkandan konuşulmasının?

Soruyorum şimdi?
Siz ne için yaşıyorsunuz?
Kimin için yaşıyorsunuz?
Kendiniz için mi, yoksa başkaları için mi?
Vicdanınız için mi, yoksa başkalarının vicdanları için mi?
Kimin için yaşıyorsunuz?
Ne için yaşıyorsunuz?

Bana sorarsanız eğer; 'sen ne için yaşıyorsun?' diye... Size söyleyeyim; ben bana babamdan kalan tek miras onurum, gururum, şerefim, haysiyetim olan soyadım ve Vatanım, Vatanımda öğrendiklerimi Vatanımım insanına bırakıp göçmek için yaşıyorum.

Hayat aslında bir gösteri… Var mı ötesi… Yapımcısı, sunucusu, prodüktörü hepsi birbirinin aynısı olan bir gösteri. Yönetmeni olan, “Yaratan” bizi gösteri esnasında serbest bıraksa da aslında kendimizi bile unutuyoruz ara ara…
Ee ne olmuş? Aç bir bira! Reytinglerin düştüğüne yan. Bak havalarda sıcak, sıcak havada yalan balonların güzel uçar…
Sonra nasıl olsa reyting getirecek bir program doldurursun. Dedikodusunu yapacağın birilerini bulursun… Nasıl olsa izlenme rekorları üstüne inşa edilmiş bir hayat kurarsın… Nasıl olsa hem kendini hem de neden yaşadığını unutup, yeni bir sayfa deyip kendini avutursun…

Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.
Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar ya.
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir.
İnsanlığa attığın ilk adım budur... Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın. Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun…

Güzel bir Cumartesi günü gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun... Hayat ağacınıza asılan yeni günde yürüdüğünüz yolunuz açık olsun...
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle değerli okurlarım…

23 Eylül 2017
Ömer Sabri Kurşun

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Kolay Alışıyoruz Her Şeye…




“İnsan, her şeye alışabilen bir varlıktır.” demiş Dostoyevski.

Görünen o ki insan her şeye alışıyor. Bir gün şok etkisi yaratan, dayanılmaz gibi gelen şey, zaman geçtikçe sıradan, önemsiz bir şeye dönüşebiliyor.
“Hayat akıp giderken avuçlarımızdan, eğilip yerden toplayamıyoruz parçaları.
Belki de “Artık her şey için çok geç demek için.”
Kim bilir Belki çok geç, belki de geç değil…” demiş Kıraç; “Oysa Bir Umuttu” şarkısında.

Hiçbir zorluk daimi değildir insanın hayatında. Allah ´Bir zorluk ile birlikte bir kolaylığı da birlikte verdiğini muştular biz insanoğluna. Acılar daha katlanılabilir olsun diye belki de.
İşte bu zorluğun yanında verilmiş bir kolaylıktır ´Alışma Hissi´ biz insanoğlu için.
Hiçbir acı, ilk gün ki gibi taze kalmaz. Her şeye alışır insanoğlu.
Alışmak olmasaydı eğer, her ayrılık, her hasret, her hüzün aynı tazeliğiyle kalsaydı hayatımızda, acılarımız büyüdükçe büyürdü ve yaşam katlanılmaz olurdu bizler için.

Alışmak hayatımızın ve çağımızın en büyük sorunu haline geldi bana göre.
Çevremizde olup bitenleri bir düşünün? Ne kadar kolay alışıyoruz her şeye. Dünün şaşkınlıkları, bugünün umursamadığımız şeyleri oluyor.
Yarın ise bunları doğal bile karşılayabiliyoruz.
Toplumsal bağlılıklarımızın birer birer yok oluşuna alışıyoruz mesela. İlk değerimizin tehdit edildiğinde ya da yok olduğunda verdiğimiz tepkiyi düşünün. Sonrası acıtmıyor bile. Bir yerden sonra aman deyip işimize devam etmiyor muyuz? Çünkü alışma aşamasını çoktan geçip kabullenme aşamasına gelmiş oluyoruz. Bu aşamadan sonra ki de duyarsızlık oluyor artık.
Ama farkına varmıyoruz şu gerçeğin; “alışmak ömürden yiyor ve asla doymuyor...”

Şükür ki, kolay alışıyoruz her şeye…
Sevmeye, sevilmeye kolay alıştığımız gibi, ayrılıklara da kolay alışıyoruz. Birlikte yaşamaya kolay alıştığımız gibi, ayrı yaşamaya da kolay alışıyoruz. En kıymet verdiklerimizin, etrafımızdan yitip gitmesine bile alışabiliyoruz.

Hiçbir zorluk daimi değildir insanın hayatında. Allah ´Bir zorluk ile birlikte bir kolaylığı da birlikte verdiğini muştular biz insanoğluna. Acılar daha katlanılabilir olsun diye belki de.
Ölüm olgusu da bunlardan bir tanesi… Alışılmaz, kanıksanmaz dense de, insanoğlu ölüme de alışıyor.
Ölüm denen olgu yaşamımızın en kaçınılmaz olgularından bir tanesi... Sevdiğiniz birinin ölümünün ardından önce eşsiz bir acı duyuyor ardından da kanayan bir yara gibi, zamanla kanın durmasını bekliyorsunuz.
Ve kan duruyor alışıyor insan;
Hasretten ölünmediğini gördüğünde, gidenin dönmediğini öğrendiğinde ve acının eşiğini geçtiğinde.
Alışıyor insan...
İnsan bu her şeye alışıyor zamanla. Sıcaklığını, hissettiklerinin yokluğuna, seni yanlış anlamalarına, gitmelere, haykırıp bağırmaya ve hatta dayanılmaz acılara bile alışıyor insan zamanla.
Alışıyor insan...
Alışıyor gidenin gittiğine, bitenin bittiğine.
Alışıyor alışmasına da insan, her şeye alışıyor da; varlığına alıştığı kişinin yokluğuna alışamıyor! Ama insan unutkan… Bir o kadar da unutamayan.
Yaratan’ını unuttuğu için acı çeken, yaratılanı unutamadığı için acı çeken…
Ne diyordu Murathan Mungan, ” Hatırlamak için bir hafızamız varken, unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması; hayatın bize attığı en büyük kazıktır .”
Hâlbuki seçebilse neyi unutup neyi hatırlayacağını… Seçebilir aslında. İnsan seçme hakkının olduğunu da unutuyor ki…

İnsan bu her şeye alışıyor zamanla. Sıcaklığını, hissettiklerinin yokluğuna, seni yanlış anlamalarına, gitmelere, haykırıp bağırmaya ve hatta dayanılmaz acılara bile alışıyor insan zamanla.
Güneş doğarken bile, karanlığa alışıyor insan. Savaşmaya, güçsüzken bile mücadele etmeye, İnsan her şeye alışıyor zamanla ama her zorluğa da kolay alışılmıyor elbette.
Önce kanıyor yaralarımız, acı veriyor. Sonra kabuk bağlıyor üzeri yaramızın ve sonra bir şey olur aniden, bir bakış, bir göz, Bir söz, bir şiir belki de işte o ana kadar unutulmuş acılarımız ilk gün ki gibi acı vermemeye başlar bize.
Alışıyoruz nihayetinde ama bazı duygular vardır karanlıktan aydınlığa çıkar, sonra yansıtmalar başlar.
Yansıtmaların arkasında gizlidir o küçücük duygular. Duygular büyür, akıllanır güven ister, tam güvendim derken acılar peş peşe koşar. Acılara alıştım derken gizli güzellikler unutulur.
Kimi zaman elde etmek konusunda gözümüzde büyüttüğümüz her şey, gün geliyor yaşamımızın en sıradan olgusu haline geliyor. Sıradanlaşmak ya da sıradanlaştırmak, gün gelip bizi de sıradanlaştırır diye o an hiç aklımızdan geçmiyor. Ve bazı insanların ne kadar sahte olduklarını ne kadar hain olduklarını öğrenince; hayatın acı cilvesini öğrenip alıştığın gibi ona da alışıyor insan…

Güneş doğarken bile, karanlığa alışıyor insan. Savaşmaya, güçsüzken bile mücadele etmeye.İnsan her şeye alışıyor zamanla...
Biliyor çünkü yarının bugünden farklı olmayacağını… Biliyor yüreğindeki boşluğun bir daha dolmayacağını, kimsenin onun yerine konmayacağını. Ve alışıyor her şeye, her şeye rağmen yaşamaya…

İnsan her şeye alışır diyorlar ya, öyle değil aslında. Başka çaren olmadığı için katlanıyorsun ama alışmıyorsun. Ve alıştıranlar diyor ki; bu yara burada dursun. "Ben yeri geldikçe kanatırım…"
Ona da alışıyorsun çaresiz. Alışkanlık işte…
Ve akşam olunca deriz ki; gece ola hayrola, gece olunca deriz; sabah ola hayrola. Alışıp gidiyoruz işte hayrola diye diye. İnsan oğlu bu yaratılmışların en zekisi!...
Dedim ya; İnsan her şeye alışıyor zamanla…
Benim korkum da bu ya!
Alışmalara da alışacağız sanırım zamanla...

Her gecenin bir sabahı vardır___...
Karanlığa küsmeyip, alışanlara ve sabırla sabahı bekleyenlere selam olsun…

26 Temmuz 2017
Ömer Sabri Kurşun




21 Haziran 2017 Çarşamba

Paylaşmak




“Hiç kimse, kendisiyle paylaşandan daha cömert değildir.”
– P. Luís Carlos Aparicio

“Herkes ile paylaşmasan iyi olur” derler. “Nasıl yani, olur mu öyle şey, hayatımdaki güzellikleri paylaşmazsam güzel benim olmuş neye yarar” der ve deneyimimizi dostlarımızla paylaşırız. Çünkü “Paylaşmak Çok Güzeldir.”
İslam dini iyilik, yardımlaşma ve Allah'ın verdiği nimetleri paylaşmayı emretmiştir...
“Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız. Ve ayrıca her ne harcarsanız hiç kuşku yok ki Allah onu bilir. (3 / Al-i İmran Suresi, 92. Ayet)”

İnsanın öğrendiklerini diğerleri ile paylaşması çok güzeldir. Evet, paylaşmak çok güzeldir.
Bir paylaşırız, iki paylaşırız, üç paylaşırız ve bu böyle sürüp gider. Biz ne biliyorsak onlar da bilmelidir.
Paylaşmak güzeldir... Güzeldir, hayatı daha da anlamlı kılmak için.
Bir lokmayı paylaşırcasına, acıları paylaşarak onlara meydan okumak ve sevinçlerin, mutluluklarının artmasını sağlamak, sevdiğimiz bir dostumuza, arkadaşımıza, komşumuza onu sevdiğimizi söyleyerek, davranışlarımıza yansıtarak paylaşmak onu mutlu etmenin en kısa yoludur belki de.

Paylaştıkça çoğalır yaşam... Paylaştıkça yakın olur uzaklıklar. Paylaştıkça büyür sevgimiz… Paylaştıkça umudu katık yaparız yarınlara... Emek demektir paylaşmak… Umut demektir... Yarınlarından ümidi olmayanlara sunulmuş taze bir güvendir paylaşmak...

Paylaşmak güzeldir... Ölüm ile kalım arasında ödenen en güzel bedeldir paylaştıklarımız. Kalbimizin ürpertileri paylaştığımız sevgi ile azalır...
Paylaşmak güzeldir... Muhtaçlığımızı hatırlatır bize paylaşmak. Yaratıcının himayesine muhtaç olduğumuzu ve paylaştıkça yitiren değil kazanan olduğumuzu anları...
Paylaşmak güzeldir... Paylaştıkça nasibi çoğalır en kıt zamanların. Zaman kurtulur zamansızlığın yüklediği cezalardan. Kâğıtlar dürülür gecenin koynuna. Kelimeler çoğalır biz paylaştıkça.
Kelam susar, hitabı başlar sevenin sevdiğine. Israrlı sevmelerin başı ve sonudur paylaşmak. Kaçamadığımız duygular sığınağı olur paylaştıklarımızın. Paylaştıklarımız mükâfatı olur yarınlarımızın...

Paylaşmak güzeldir… Uzun ayrılıklardan sonra vuslatı paylaşmak... Cılız sözcüklerin ardından kalbe yönelen hitapları paylaşmak güzeldir. Yetim bir çocuğun gözlerindeki ürkekliği sıcak bir okşayışa teslim etmek... Gözlerimizin ferini paylaşmak bütün yetimlerle... Yalnızların hayatına el değdirmek güzeldir. Güzeldir paylaşmak dillerin niyazını yalnızlarla...

Güzeldir paylaşmak... Umudu paylaşmak, hüznü paylaşmak, sevinci paylaşmak güzeldir. Güzeldir karanlık gecelerde dolunayın ışığını paylaşır gibi paylaşmak en koyu kederleri. Güzeldir gecenin koynunda saklanmış sevinçleri paylaşmak.
Kazandığımızın bir kısmını aktarmak ihtiyacı olana güzeldir. Yağmur bereketi iner sanki kazandıklarımıza. Bölüştükçe artar tebessümü çehrelerin. Yıldız yıldız olur artar sevinçler...

Güzeldir paylaşmak dostlar... Kardeşliği paylaşmak, dostluğu paylaşmak, hayalleri paylaşmak güzeldir. Özlemi paylaşmak, özgürlüğü paylaşmak, aldığımız havayı paylaşır gibi sabrı paylaşmak güzeldir. Tesellisi kalmamış olan biçarelerle dermanı paylaşmak güzeldir.
İmsak vakitlerinde veya iftar sofralarında sıcacık bir aş ile duayı paylaşmak güzeldir. Suretimizin gönül aynasına yansıdığı ramazan ayında kazandığımızı paylaşmak güzeldir.
Sofra kurmak ihtiyacı olanların gönül sarayında güzeldir. Kimsesizlerin kimsesi olmak, rızkını bölüşmek onlarla güzeldir.

Güzeldir paylaştıklarımızla çoğalmak... Çoğalırken kıyama kalkmış yüreğimizden sevgiyi de dağıtmak güzeldir.
Güzeldir umudu katık yapmak yarının çocuklarına. Efkârı dağıtmak, hazzı tarif etmek, hazanı bahara çevirmek güzeldir paylaştıklarımızla. Paylaşmak güzeldir, paylaşılacak duyguların azalmadıkça hayatında.
Paylaşmak… Yaşamı anlamak dışa dönük bir yolculuktur. Bizi başarı, yaratıcılık, başkalarına yararlı olmak ve alçak gönüllülüğe götürür. Yaşamımızı başkaları ile paylaşmak bu yolda bize tecrübe, bilgi, yeni düşünce pratikleri kazandırır.
Kendimizi anlamak içe doğru bir yolculuktur. Bizi huzura, aydınlanmaya, kendimize ve Tanrı’ya güvene götürür...
En zor yolculuk budur. Güvendiğimiz dostlar ile bu yolculuğu paylaşmak yolu kısaltır. Paylaştıklarımız bu kişilere de öngörü, tecrübe ve aydınlanma kazandırır.
İnsanı anlamak ise insan ilişkilerinin yolunu açar. İnsanı anlamak hem içe hem dışa yönelik zor bir yolculuktur. Gidiş-geliş zorunluluğu vardır. Bizi uyuma, mutluluğa, olumlu ilişkiler dengesine, bilgeliğe taşır. Paylaşmak da bu dik yokuşu tırmanmamızı kolaylaştırır.

Şefkat olmadan vermek hiçbir anlam ifade etmez. Kendi çıkarınız için birine iyilikte bulunmak, dostane bir hareket değildir ve sırf mecburiyetten birini düşünmek, gelip geçicidir. Ama yaptığınız şeye, paylaştığınıza sevgi kattığınızda, her şey değişiverir. Samimiyeti fark etmek zor olabilir ama imkânsız değildir...
Bu yüzden eğer duygunuzu katarsanız, verdiğiniz hediyeyi zenginleştirmiş olursunuz. Maskelerinizi kaldırır, en kırılgan parçalarınıza çıkan kapıyı açar ve en saf hâlinizin gözükmesine izin verirsiniz.
Yaşamımıza doğru ve güzel bir anlam katmak adına unutmayalım ki, paylaşmak mutluluktur... Paylaşmak erdemdir...

Acıyı ve üzüntüyü paylaşmak daha da yakınlaştırır insanları. Yüz yüze konuşamadıkları şeyler olsa da birbirleri için ne kadar önemli olduklarını bilirler her zaman. Bir insanın acısını paylaşmaktan çok, o acıyı anlamaya çalışmak kadar samimi ve içten bir davranış daha yok.
Eğer ki paylaşınca canın acıyorsa daha erdemli olamamışsındır.
Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır, sevgi insanlarla paylaştığımız sürece değerlidir.

Yüreğinizde ki sevgi hiç bitmesin ve her daim paylaşın ki gönül çiçeğiniz solmasın… Her güzellik paylaştıkça çoğalır kötülükleri mağlup eder. Her kötülük paylaştıkça çoğalır iyilikleri mağlup eder...
Yaptığınız iyilikleri, kazandığınız şeylerin ve yerden sizin için çıkardıklarımızın, iyi ve güzel olanlarından seçerek yapın. Sakın kendinizin bile gözünüzü kapamadan alamayacağınız, bayağı ve kötü şeyleri başkasına vermeye niyetlenmeyin...

Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım.’
Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir...
Bu aziz mübarek günlerde gül kokulu mutlu bir yaşam ve yaşamınızın içerisinde umutlarınızın tebessüm koktuğu, nice güzellikleri paylaşacağınız günleriniz olması dileğiyle sevgi ve muhabbetlerimi iletiyorum...

21 Haziran 2017
Ömer Sabri Kurşun
#öskurşun#


10 Haziran 2017 Cumartesi

Yüreğin varsa seni seviyorum de bakalım?



DOKUNMAYIN!.. DOKUNMAYIN YARALARIM KANIYOR.
Oradan bakınca neyimi görebiliyorsun ki?..
__İçimi?.
___Dışımı?.
_____Karakterimi?.
_______Kişiliğimi?.
_________Düşüncelerimi?.
___________Hislerimi?.
_____________Sevgimi?.
_______________Nefretimi?.
_________________Değerini?..
___________________Kendini?.
_____________________Tenimi?.
_______________________Hayalimi?.
_________________________Rengimi?.
___________________________Sohbetimi?.
_____________________________Alışkanlığımı?.
_______________________________Aşkımı?.
Ya da hiçbirini...
O yüzden göremediğin hiç bir şey için ön yargılı olma!..
Seni anlatmamı isteyenlere cevabım hep aynı; Haramdı kursağımda kaldı!..
KÜSMEK nedir bilir misin?.
Küsmek; 'DÜRÜST' lüktür. Çocukçadır ve ondan dolayı 'SAF' tır… 'YALANSIZ' dır...
Küsmek; 'SENİ SEVİYORUM' dur…

10 Haziran 2017
Ömer Sabri Kurşun



5 Şubat 2017 Pazar

HAYATA DOKUNMAK


Hayata dokunabilen insanlar diye bir tanım var…
Hayatımızdaki önemli bir takım olaylara dair vereceğimiz kararlar bile okuduğumuz bir kitaba göre yön değiştirebilir… Şimdi bu resmi tersine çevirelim ve bu duruma yazan kişi açısından bakalım. Yazmak, pek çok insanın hayatına dokunmanızı sağlar… Hayatın size öğrettiği derslerden edindiğiniz tecrübeler, sahip olduğunuz bakış açıları, insanlara ve kendinize dair gözlemleriniz, farkındalığınız bir kalemin ucundan süzülerek sizi tanıyan ya da hiç tanımayan okuyucular ulaşır… Belki hiçbir zaman tanışmayacağınız insanların hayatlarına dokunmak, paylaşmanın en güzel yanlarından biridir.. yazınızı okuyan herkes kendi ihtiyacı olan neyse onu alır. Daha fazlasını ya da daha azını değil…

Hem çok zor, bir o kadar da kolaydır birinin hayatına dokunmak… Bence en çok da cesaret ister… Başarabilmek için biraz gözü kara olmalı. Hani bir tabir var; “gözünü budaktan esirgemeyen insan” gibi…
Bu insanüstü bir özellik değil aslında. Bir insanın hayatına dokunup, o kişinin mutlu olmasını sağlamak için bir ilişkiniz olması da şart değil. Hayatımıza insanlar girer, çıkar… Kimisi iz bırakır kimisini hatırlamayız bile.
Sadece bir rastlantı mıdır?.. İhtiyacımız olduğu için mi hayatımıza girmişlerdir?..
Bir daha karşılaşır mıyız?.. Hayatımıza giren insanlar hep yanımızda mı olacaktır?..

Ben pek rastlantılara inanmayan birisiyim. Kader derim ama bazen de insan kendi kaderini kendi tayin eder seçimleriyle…
Hayatımda olan her şeyin bir sebebi olduğuna inanırım.
İyi veya kötü… İşte bu sebepten hayatıma giren insanların da bir sebeple girmiş olduklarına inanırım. Bazı insanlar yara açarlar evet ama diğerleri de o yaraların kapanmasını sağlarlar.

Hayat dediğin geçip gidiyor dostum Tıpkı bir varmış bir yokmuş deyip de hikâyenin başlaması ve bitmesi gibi…
Yaş dediğin durmuyor yerinde, o önde senin bedenin ardında koşup duruyor ömür yolunda…
Diş dediğin zaten emanet, saç dediğin karlar yağdı…
Başım düşer önüme özler omzumu…
Hayat dediğin nedir ki?... Bitiyor, tükeniyor dostum…
Beklemiyor, şöyle bir an duraklayayım demiyor ki her şey tam olsun… Yani duraklamaları hiç oynatmıyor.
Ve bir akşamüstü yorulabiliyor insan, vazgeçiyor artık ummaktan…
Bitti mi bitiyor yürüdüğün yol tık diye kesiliyor elektrik ve televizyon kararıyor…
Hayatın provası yok ki dostum beğenmediğin yeri yeniden diktiresin terziye...
Ne yaşadıysak, yaşadık… Gittiğin yola geri dönüş yok…

Farkında mısın?..
Hayat çok kısa yarın bizi nelerin beklediğini, başımıza nelerin geleceğini bilemiyoruz. İyisi mi biz düşüncelerimizi, duygularımızı, sevgilerimizi, dostluklarımızı vefamızı yâd etmeyi yarına ertelemeyelim. Kaldı ki yarını görememek, görüp de gidememek, görememek, söyleyememek var.
Sevdiklerinize zaman ayırın; yoksa zaman sizi sevdiklerinizden ayırır…
Arkadaşlarımız, dostlarımız bir sorununu anlattığında önemsememek, kötü olduğunu düşündüğümüz veya bildiğimiz halde şimdi onu çekemem demek, hayatta yaşadıkları nedeniyle mutluluğun tadını çıkaramadığını fark ettiğimizde bunun için uğraşmamak, kendini dipte hissederken gözlerinin içinin parlaması için en ufak bir şey yapmamak, ben bunu yapmayı düşünüyorum dediğinde sonu kötü olabilecekse bile onu uyarmamak en kolayıdır…
Hiçbir yük almaz insan omuzlarına kendininki dışında. Peki dostum; o zaman insan kendisinin ihtiyacı olduğunda ona aynı şekilde davranıldığında neden kötü hisseder?..

Hayatımda yaralarımı iyileştiren insanları kaybetmemek için elimden geleni yaparım. Bana nefes almamı sağlayan kişinin hayatımdan gitmesine izin vermek kendime yapacağım en kötü davranıştır çünkü. Yine de bazen ne yaparsanız yapın hayatınızda tutamazsınız o insanları. İşte o zaman benim onun hayatındaki görevimin bittiğine inanırım ve izin veririm gitmesine, sessizce.

Hayatla, kendi ile barışık, çevresini görmezden gelmeyen herkesin yapabileceği bir şeydir bu.
Hayatta at gözlükleri ile dolaşmak insanları birçok gereksiz yükten kurtarır evet ama kendisinin ihtiyacı olduğunda “neden kimse umursamıyor?” deme hakkını elinden alır o insanın…

Hayatımda olan insanlar ile ilgili olarak tek şeyden eminim.
Onlar uçurumdan atlasalar bile parçalarını tekrar birleştirmek için yanlarında olacağım. Tüm dünya onlara karşı olsa bile ben arkalarında destek olacağım. Benden tamamen farklı hayatlar yaşıyor, benim asla almayacağım kararlar alıyor olabilirler.
Bunların hiçbiri önemli değil çünkü ben hayatımdaki insanları tercihleri nedeni ile sevmiyorum. Benimle iyiyi ve kötüyü paylaştıkları için seviyorum. Bana karşı canımı yakacak kadar dürüst oldukları için seviyorum.

Yolda yürürken gördüğünüz bir çocuğa gülümsemeniz onun hayatı sevgi dolu algılaması için yeterlidir.
Takside giderken şoför ile sohbet etmeniz onun kendini görünmez hissetmemesi için yeterlidir.
Hastanelerin bekleme salonunda ağlayan bir hasta yakınının yanına gidip sadece elini tutmanız onun yalnız olmadığını düşünmesi için yeterlidir. Kendini kötü hissettiği için çevresine duvar örmüş bir insan ile duvarın üzerinden iletişim kurmanız onun duvarları yıkıp hayata dönmesi için yeterlidir.
Kısacası bir hayata dokunmak çok zor değildir.

Hayatımdan çıkmış olan ya da benim çıkmasına müsaade ettiğim insanlar ile ilgili tek şey söyleyebilirim.
Ya onlar benim yaralarımı iyileştirmek için hayatıma girdiler ve gittiler ya da ben. Bazı insanların sadece bir sebeple hayatlarımıza girdiklerini düşünüyorum. Bir görevleri oluyor ve o görev bittiğinde gidiyor. Hayatınıza bir anda girip aynı hızla çıkabiliyor. Artık size ihtiyacı kalmadığı için veya sizin ihtiyacınız bittiği için.
Eskiden olsa üzülüyordum ama belli bir yaştan sonra pekte aldırmıyorum bunların gidişlerine…
Aman kimse kırılmasın, sakın kimse üzülmesin diye diye ömrümü tükettim dostum.
Büyüktür, saygıda kusur etmeyeyim dedim sustum. Küçüktür, cahildir alttan alayım dedim sustum.
Arkadaştır, dosttur dedim her hatayı yuttum. Eşeğin hatırı değil, sahibinin hatırı var diye sustuklarım da cabası. Herkese saygıdan susayım derken en büyük saygısızlığı kendime etmişim.
Etrafımdakileri düşünürken, ben kendime yetmemişim.
Artık yeter, bu kadar değer. Hak edene dost, hak etmeyene yok olurum.
Yüzüme gülüp arkamdan canıma okumaya çalışanlarla değil.
Birkaç tane bile olsa gerçek sevenlerimle mutlu olurum!..

Bir anda girip benim hayatıma dokunup sonra giden insanlar var hala müteşekkir olduğum. Bir anda benim hayatlarına girdiğim ve çıktığım veya çıkarıldığım insanlar da var; bana müteşekkir olduklarını umduğum…
Hayatı mutlu kılan hayatınızdakilerdir.
Yanında korkusuzca ağlayabildikleriniz, kötü olduğunuzu telefondaki sesinizden veya bakışınızdan anlayıp yanınızda olanlar, yalnız kalmak isteyip ittiğinizde bile oldukları yerde duranlar, uçurumdan atlasanız dahi parçalarınızı toplayanlar, canınızı yakacağını bilse bile dürüst konuşanlar…

Hayatınıza dokunan herkes hayatınızda kalmak zorunda değil. Artık hayatınızda olmadığı için o insan kötü olmak zorunda da değil. Hayatına dokunduğunuz insanın hayatının akışını değiştirdiğiniz için, artık aynı yolda yürümediğiniz için giderler arkalarına bakmadan. Bencil oldukları için değil. Yaralarını iyileştirip, kendine güvenini yerine getirdiğiniz insan artık farklı bir hayat yaşar.
Bir zaman ihtiyacı olduğu ama şimdi size ihtiyacı olmadığı bir hayat…
Hayatınıza dokunup giden insanlara, hayatlarına dokunduğunuz insanlar gitmek istediğinde de kızmayın... Kızmak sizi üzer onu değil…
Bu bir alışveriş ise artık farklı markalardan giyinmek isteyen bir insan olduğunu düşünün. Hayata bakışı değiştiği için farklı yolları tercih eden bir yolcu. Farklı istasyonların varlığını görüp onları da denemek istediği için başka trene binen bir gezgin. Ama siz siz olun hayatlara dokunmaktan vazgeçmeyin, yaptıklarınızın değerinin bilinmediğini düşünseniz de. Ve hayatınıza dokunulmasına da izin verin her gidiş bir yara bıraksa bile…

Fakat tüm bunlara rağmen: Beklemeyince, ummayınca, vazgeçince hafifliyor hayat: Kocaman bir yük kalkıp gidiyor üzerinden…
Kendi kendine kalınca, kimseden beklentin olmayınca, oluruna bırakınca kolaylaşıyor…
Hayatın dümeninin elinde olmadığını anladığında, vitesi boşa aldığında, rüzgâra karşı durmadığında, her şeyi kontrol edemeyeceğini kanıksadığında, bazı konularda kadere güvenip boş verebildiğinde güzelleşiyor…
Kendini anlatmayı bıraktığında; insanları anlamaya çalışmadığında, buluttan nem kapmadığında, anlamsız savaşlardan kaçındığında sakinleşiyor…

Fedakârlıktan vazgeçip kendine döndüğünde, önce kendini önemsediğinde, o kadehi kendine kaldırdığında anlamlaşıyor… “Gidemem” dediğin yerden gittiğinde, “Yapamam” dediğin sulardan geçtiğinde, kendine yolculuk ettiğinde, herkesin geçtiği o kalabalık yollardan geçmeyip sana özel patikalardan yürüdüğünde, farklılaşıyor…
O kadar da önemli olmuyor o zaman yok yere üzüldüklerin… O beklediğin huzur geliveriyor birden… “Otur” diyorsun kendine, “Konuşalım, neler geçti başımızdan…” Kendini kendine itiraf ediyorsun, günah çıkarır gibi… Anlatmak iyi geliyor; ağlamak daha da iyi…

Değil mi ki insanı en iyi kendisi anlıyor? Böylece kendi sırtını sıvazlamayı da öğreniyorsun… Otomatik pilota alıp hayatı, biraz arkana yaslanıyorsun; yavaşlıyorsun… Yavaş yavaş anlıyorsun; sen aslında kimdin, hatırlıyorsun…
Başkalarını çok sevmeyi bırakıp, narsistleşmeden kendini sevmeyi de öğreniyorsun…
Ve işte böyle böyle kalben ve ruhen iyileşiyorsun…

Yüreğinize dokunanları kabul edin hayatınıza. Yürek bahçenize de iyi bakın. İçinde nefret yetişirse tez zamanda budayın, kökünden sökün. Yüreğinize dokunmayan, içinize sinmeyen her şeyden uzak kalın…

05 Şubat 2017
Ömer Sabri KURŞUN


17 Aralık 2016 Cumartesi

Keşke "BÖYLE" Gitmeseydin


Bütün anlamlarımı yitirdim bu gece. Zaferim beklemek olacak sanırım. Sıradan saydım ağzıma yakışmayan tüm küfürleri. Ağladım hıçkıra, hıçkıra sesimi duyan hiç olmadı.
Gözyaşlarımla boğuluyordum.
Acıyla donatıyordum her bir yanımı.
İsminin ise boğazımı yakmadan geçtiği olmadı.
Aslında İSMİN başkasının diline hiç yakışmadı...

Yüreğim!. Yüreğim neredesin?. Sensizken içimde atan bir şey duruyor. Dünyam kararıyor.
Bekliyorum. İnatla bekliyorum.
Ama yorgunum inan, hem de çok.
Hayatımın baharında 80 hissediyorum kendimi.
Dalgalar vuruyor kıyılarına aşkımın. Aşkımsa çoktan açılmış okyanuslara.
Senin yalanlarına susuyorum.
Acıkıyorum mutsuzluğuna, karmaşana...
Avuçlarım açık bekliyorum belki biri gelirde sevgi kırıntıları bırakır diye. O dünyalara sığmaz aşkına inat, bir parça bile ikram etmedin bana sevgimizden. Benim olanı bana vermedin.
Bencilsin.
Anneyle çocuğunu ayırmak gibi bu…
Vicdansızlık!..

"Şimdi öyle çok üşüyorum ki...
Yalnızlıktan çok yoruldum, öyle çok bitkinim ki. Ey rüzgâr, gidip anne ‘mi bul… Gece vakti beni, bilmediğim o eve götür...
Ey sessizlik, sütannem, beşiğimi, tatlı tatlı uyutan o ninniyi geri ver bana." (…)

"Hiçbir hüzün var olmamış şeylerin hüznü kadar işlemez insanın içine!..
Keşke kaçabilsem buradan… Bildiğim, bana ait olan, sevdiğim şeylerden kaçabilsem.
Keşke gidebilsem burası olmayan herhangi bir yere.
Bu yüzleri, bu alışkanlıkları, bu günleri görmek istemiyorum artık. Başka biri olmalı, hücrelerime sinmiş bu rol yapma saplantısının yorgunluğunu atmalıyım. Uyku huzurla değil, hayatla çöksün üstüme. Deniz kenarında bir kulübe, hatta dağların sarp eteklerinde bir mağara yeter bana. Ne yazık ki istemekle olmuyor."
Düşlediğim manzaraları gerçek manzaralar kadar net görüyorum.
Her şey için ayrı ayrı hissetmeye kalktığımda ne çok ölüyorum!" (…)

"Biz hiç olmadığımız şeyiz, hayat kısa ve hazin.
Ne çok insanız yaşayan, ne çoğuz kendini kandıran!..
Yaşamak bir başkası olmaktır. Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün anımsamaktır yalnızca, artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır." (…)

"Ben hep şimdiki zamanda yaşarım. Geleceği bilmem. Artık geçmişim de yok. Ne umutlarım var, ne de pişmanlıklarım."
Her şey ne kadar boş! Biz, dünya ve her ikisinin kendi sırları…"(…)
Yazdıkça kendimi alçalttığımı hissediyorum; ama bundan vazgeçemiyorum da.

Gittin… Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Aslında biliyor musun çok iyi oldu gittiğin.
İşim gücüm yok, sabahtan akşama kadar seni seviyordum...
Birde bu yetmezmiş gibi akşam başımı yastığa koyduğumda, sabaha kadar kokunu soluyordum.
Sonra uykularımda da seni seviyordum… Sevdikçe ölüyordum, öldükçe yine seviyordum…
Sen kokan yastığıma başımı koyuyorum ve seni uyutuyorum yüreğimde...
Düşlerimde sana kavuşuyorum.
Her gün doğumunda, şafakla birlikte, sen açıyorsun gözlerini içimde...
Her sabah gözümü açtığımda dua olup dökülüyordun sözlerimden.
Seninle başlıyordu yeni gün, seni soluyorum her nefeste...
Öylesine yaşıyordum işte... Öylesine...
Gitmeseydin yar!
Böyle zamansız gitmeseydin keşke.
Hem dünyamı aydınlatıyordun, hem de karartıyordun.
İyi oldu gittiğin ama keşke "BÖYLE" gitmeseydin...

17.12.2016
Ömer Sabri KURŞUN

Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN