Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

20 Kasım 2016 Pazar

SAYGI GÖSTEREN, SAYGI GÖRÜR

Günlük yaşantımızda çok karşılaştığımız bir kelimedir SAYGI kelimesi... Bilindiği gibi, Türkçede her kelimenin mutlaka bir anlamı vardır. Peki, Saygı ne demek, ne anlama gelir?.. Saygı kelimesinin kökeni nedir ve kaç farklı anlamda kullanılır?..

Saygı kelimesinin TDK sözlüğündeki anlamı şu şekildedir: -Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram. -Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu. Bu açıklamaların alanı çokça genişletilebiliriz durumun nezaketine göre…

Saygı gösteren saygı görür. Makama saygı vardır. Kişilere saygı göstermek vardır. Önemli olan gösterilen saygıya laik olabilmektir. Gösterilen saygıya laik oluna bilinirse saygı görmek devamlılık arz eder. Bir kişiye saygı gösterirsiniz. Bu gösterdiğiniz saygının karşılığını alamadığınız zaman o kişiye saygı göstermekten vazgeçersiniz. Bir makam sahibini sevmiyor olabilirsiniz. Fakat deruhte ettiği makama saygı göstermek durumundasınız. Kişiye olan saygısızlık, o kişinin işgal ettiği saygın makama da saygısızlığı gerektirmez…

Çarşı pazara çıktığımızda satın alacağımız ürünlerin üzerindeki etiketlere bakarız kaç liraya satılıyor. Ya çok ucuz, ya normal, ya da çok pahalı deriz. İşte bir şeyin ederi onun değerini gösterir. İnsan her şeye bir değer verir. İnsan değer yaratan ve yarattığı bu değerlerle yaşayan bir varlıktır. İnsan her şeye bir değer verir. İnsan değer yaratan ve yarattığı bu değerlerle yaşayan bir varlıktır.

Bazı değerler vardır ki, paraya dönüştürülemez. Paraya yerine değer taşıyıcısına içten bir saygı duyulur. İşte insanın saygınlığı satın alınamaz ve bir şeyle değiştirilemez. Çünkü insanın onuru, saygınlığı, izzetinefsi ve şerefi vardır ancak ederi yoktur.

Çinli bilge Konfüçyüs (M.Ö. 551-479), “Kendine saygı duyulmasını istiyorsan başkasına saygı göster!’, ‘Sana yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına yapma!’ ilkesiyle yüzyıllar öncesinden insanlığa seslenir. İnsan öncelikle kendini değerli ve saygın bulmalıdır. Kendi hayatı ve hayat hakkı ne kadar saygıya değerse, başkalarının hayatı ve hayat hakkı da o kadar saygıya değerdir. İslam bilginleri ilahi kaynaktan beslenen yasaların/şeriatların ruhunu ve varoluş nedenini beş maddede sıralarlar. İnsanın canı, malı, namusu/onuru, aklı ve dini kutsaldır. Ve bunların yanı sıra bir milletin bayrağına da saygı gösterilmelidir Bunlar saygıya değerdir mutlaka korunmalıdır.

Büyük Taarruzdan sonra Atatürk'ün, esir edilen Yunan Orduları Komutanı General Trikopis'e ve İzmir'de kalacağı eve girerken ayakları altına serilen Yunan bayrağına olan saygısını hepimiz biliriz...

Ben yine de Kısaca hatırlatayım isterim... Birinci ya da İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra muharebe sahasını dolaşan Mustafa Kemal, yerde yatan bir Yunan askerinin elindeki Yunan bayrağını görünce, yanındaki askere "Al o bayrağı yerden çocuk" der...

İzmir'e girişinde ise, misafir olacağı evin kapısından girerken, İzmirli hanımlar tarafından dikilen bir Yunan bayrağı, üzerine basıp geçsin diye Mustafa Kemal'in ayakları altına serilir....Bunun gerekçesi de, Yunan Kralı'nın aynı eve girerken Türk bayrağını ezip geçmesidir... M. Kemal, "O geçmişse hata etmiştir. Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar etmem" der ve bayrağın yerden kaldırılmasını ister. Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde esir edilen Yunan Orduları Komutanı General Trikopis, Mustafa Kemal'in huzuruna çıkarılır. Mustafa Kemal esir generale aynen şunları söyler: Üzülmeyin general, siz vazifenizi yaptınız... Size karşı büyük hürmet hissi besliyorum. Burada kendinizi esir addetmeyin. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecek. Buyurun istirahat edin." Bunları neden yazdım? Mustafa Kemal ATATÜRK' ün, yabancı bir bayrağa ve ülkesini işgale yeltenen bir ordunun komutanına karşı gösterdiği bu saygı, onun saygınlığını uluslararası boyuta taşımıştır... Atatürk'ün gösterdiği bu saygı, O'nun Yunan bayrağını ve Yunan komutanını sevmesine bağlanabilir mi?..

Hadi gelin biraz duygudaşlık yapalım sizlerle dostlarım... Çalıştığımız özel ve kamuya ait iş yerlerinde, amirlerimizi sevmesek dahi, bir görüşme için odamıza geldiğinde yerimizden kalkıp buyur etmez miyiz.? Bu tavrın, ona olan sevgi ya da sevgisizliğimizle veya ona olan kişisel saygı ya da saygısızlığımızla hiçbir ilgisi yoktur. Bu tamamen, onun işgal ettiği makama karşı göstermemiz gereken kurumsal saygının bir gereğidir… Kişiye olan sevgi saygısızlığın, o kişinin işgal ettiği saygın makama da aynen yansıtılması, hiç ama hiç doğru değildir. Kişisel saygısızlık başka, kurumsal saygısızlık başkadır. Kişiye sevgisizliğiniz varsa bağlı olduğu kuruma bildirirsiniz görevini layığı ile yapamıyor diye. Bağlı olduğu üst makam gereğini yapar. Yok eğer temsil ettiği makama ise saygısızlığınız. Kişiyi dışlayamazsınız makamı temsil yetkisine ve makama saygılı davranmak, hatasız davranmak gerekir.

Gelelim kişisel saygı göstermeye. Üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı ve hizmetleri dolayısı ile bir kişiye dikkatli, özenli, ölçülü, hürmet, ihtimam göstermeyi gerektiren sevgi duygusudur saygı. Yaşlılara yaşları ve hayat tecrübeleri nedeni ile saygı gösterilir. Bu saygıya laik birisi ise bu saygı devamlılık gösterir. İnsan kendisine gösterilen saygının karşılığını mutlaka karşı tarafa hissettirmelidir. Yoksa bir daha o saygıyı gösteren kişi tarafından saygı göremez.

Saygı, insanlara kendisinin önemsendiğini ve değer verildiğini gösteren söz ve davranışlardır. Saygı, genel ahlak kurallarına aykırı olmamak kaydıyla, insanların düşüncelerine, inançlarına, ibadetlerine, adetlerine, gelenek ve göreneklerine, yaşam tarzlarına değer verip, anlayışla karşılamak, dikkatli, özenli ve ölçülü davranmaktır. Saygı, gerektiğinde insanın yaşadığı çevreye, içinde bulunan canlılara ve sahip olduğu nimetlere değer vermesi ve onları korumasıdır.

-Davranışlar ile yapılan saygı: Ayağa kalkma, el öpme, yer verme, konuşurken dinleme, konuşurken sözünü kesmeme, onun hoşuna gitmeyecek tavır ve davranıştan kaçınma, çevreye ve canlılara zarar vermeme, nimete değer verme, israf etmeme… -Sözlü saygı: Söz ile karşındakine iltifat etme, konuşurken karşındakinin sözünü kesmeme, daha önce dinlediği bir konu bile olsa ilk defa dinliyormuş gibi davranma, selam verme, saygı ifade eden sözler söyleme… -Eserlerle saygı: Toplumca değer verilen kişilerin anısını yaşatmak için onun adının önemli bir yere verilmesi, anısına eser yaptırmak, yaşadığı evi müze haline getirmek… -Yazılı saygı: İnsanlara yazılan mektuplarla değer vermek, bir yazarın yazılarında başkalarını onore etmesi ve birilerini rencide edecek ifadelerden kaçınması. Hediye ile saygı: İnsanlara hediye vererek ona kendisinin özel olduğunu, kendisine değer verildiğini hatırlatmaktır.

Saygı, değeri, üstünlüğü, yaşlılığı dolayısıyla bir kimseye veya bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya neden olan bazen sevgiden, bazen kişilikten kaynaklanan davranışlardır. Saygı, karşındaki insanın varlığını olduğu gibi kabullenmek ve onun düşüncelerini, dinlenmeye değer olduğunu ona hissettirmektir… İnsanları dinlemek, farklı olanı anlamaya çalışmak, onu yargılamamak saygılı ve erdemli bir davranıştır…

İnsanın sevmediği biri veya rakibi bile olsa, insanların birbirlerinin düşüncelerine, inançlarına, ibadetlerine, adetlerine, gelenek ve göreneklerine, yaşam tarzlarına, fikirlerine… Saygı göstermek insanı yüceltir, toplumsal barışı sağlar. Saygının olmadığı bir toplumda insanlar arsındaki ilişkiler çıkar odaklı olur. İnsanlar arasında güven duygusu azalır. İnsanlar arasında kavga ortamı oluşur.

Saygı birlikte yaşama kültürünü geliştirir. Saygı ve sevgi insanlar arasında iyi bir bağ oluşmasını sağlar. Bu bağ sayesinde insanlar birbirleriyle iyi geçinirler.

Saygıyı ve sevgiyi insanlar çocuk yaşta öğrenir. Büyüdükçe de geliştirir bu yüzden çocukların eğitimi ailede başlar. Ailede bir çocuğa insanlara karşı saygı duyması öğretildiyse bu çocuk hayatı boyunca insanlara saygılı davranır. Fakat ailede çocuğa iyi bir eğitim verilmediyse bu çocuk hiçbir zaman insanlara saygılı davranmaz. Bu yüzden hem ailesinde hem de toplumda karışıklıklara sebep olur.

Saygısız davranan evlat aile huzurunu bozar. Aile içinde saygılı davranan bir çocuk toplumda da saygılı davranır. Toplumda saygı insanlar arasında barışı sağlar. İnsanlar birbirlerine saygı duyarsa birbirlerinin hakkında gözetir. Bu da insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamasını sağlar. O toplum gelişir ve ilerler. Diğer toplumlarda daha üstün bir durum kazanır.

Makamların insanlara verdiği güç, zamanla ve mekanla sınırlıdır. Görevden ayrılınca veya makamdan çıkınca biter. Asıl olan ve sürekli var olan güç "insanlığın, sevginin gücüdür’’ süreklidir ve hiç bitmez, verdikçe çoğalır.

Toplumda saygı tek başına yeterli değildir. Saygının yanında insanlar birbirine sevgide duymalıdır. İnsanlar birbirlerini severse her zaman diğerlerine yardım etmek ister. Bu sayede birinin bir sıkıntısı olduğu zaman bütün toplum o kişiye yardım eder. O kişinin acısını paylaşır ve sıkıntısını azaltır. Saygı ve sevgi farklı unsurlardır ama biri olmadan diğeri işe yaramaz Saygının hâkim olduğu ortamda sevgi, birlikte yaşama ve kardeşlik duyguları da gelişecektir. Yani kısacası Koca Yunusun dediği gibi: Yardandan dolayı, yaratılanı sevmeliyiz…

Son söz; Hâlbuki ben saygıdan eğilmiştim, kişiliklerine, dolayısıyla makamlarına. Onlar sırtıma ayaklarını bastılar. Ama yanıldılar; bilmediler ki, saygı için eğilmesini bilen dik durup devirmesini de bilir!..

Hayatımızın hiçbir alanında saygıyı ve sevgiyi eksik etmememiz dileği ile hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın... Saygılı olun, saygı gösterin ki saygı görün, saygın yaşayın...

Sevin, hayat sevince, sevilince güzel ve diyelim ki her bir cümleye ve bilene ki bu Vatanın sahipleri, yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun... Bir gün bir yerlerde görüşmek ümidiyle…

20 Kasım 2016

Ömer Sabri Kurşun


24 Ekim 2016 Pazartesi

Kayıp Şehir



Günlerin içinden su gibi geçtim
Ne o şiir bana geliyorum dedi
Ne ben ona ömür biçtim
Ne ben ona diliyorum dedim
Nede o bana ömür kesti
Hayat yolunda böylece
Geldi geçti koca bir ömür
Belli değil ki kim neyi ne kadar biliyor
Bak şimdi adını sayıklayan dilimde
Harfler küskün düştü heceye
Dağıldı tarumar oldu tüm cümleye
Savruldu tek tek her biri
Bir yana düştü
Bembeyaz sayfalarda
Griden bozma bir hüzün
Dayanamadı erbabı kara kalem
Giryana düştü
Savruldu usumda düşler
Nisyana döndü
Kör kurşunlar olup
Şiryana düştü
Bedensiz hayalin
Anlamsız bakan gözümde
Süzülüyor bir rüya gibi geceye
Gözlerinin rengini unuttuğum yerde
Hecesi kaybolmuş ismi olmayan
Belki de adı konamayan
Uzaklarda bir şehirde
Yalnızlığın ılık, sessiz koyununda
Hüzünlü çalan sazın telinde
Türküler hüzzamdan akar dilimde
Hasret kor gibi büyür bedenim içinde
Oysaki burası hüzün ülkesi değildir
Hüzün ülkesi benim yüreğimde
Bekliyorum ama neyi
Niçin niye kim bilir
Uzaklarda, belki Fizan’da
Çok uzaklarda bir yerlerde
Atan kalp, ab-ı revan olur yüreğime
Arada aşılması güç sıra sıra
Kafdağları olsa da
Sonu gelmeyen
Dikenli yollar önümde bolsa da
Hissederim geceleri
Dudağını yanaklarımda
Ilgın ılgın esen ılık nefesini
Beklerim derviş sabrında
Biliyorum elbet bir gün
Vuslatı getirecek
Ve bu acı hasreti bitirecek
Biliyor musun sen ey! gelecek
Hayallerimi gerçeğe kılacak olan
Yüreğimdeki buram buram
Dumanı tütüp duran
Kor ateşin yanık kokusudur
O sonsuz sevgimde ki basiretimdir
O benim aşkımın dik duruşudur
Hasretin cefalı külfetini çeksem de
Sevdanın en aziz olanını yaşarım
Kayıp âşıkların Göksu parkında
Aşina olunmuş sevgi kalıplarına
Sığmaz bendime, taşarım
Sel olur çağlarım
Kayıp şehrin sokaklarında…

23.10.2016 04.00- İZMİR(2)
Ömer Sabri Kurşun




11 Ekim 2016 Salı

Yaşamak

Yaşamak nedir diye sorsalar; “keyif almaktır küçük küçük şeylerden” diye yanıt veririm...

İçinizde bazılarınız bütün pesimistliğiyle “dünyada açlık var, savaşlar var, işsizlik var, yoksulluk var; hangi keyiften bahsediyorsun?” diye karşı koyacaktır bu söylemime  muhtemelen. Küçük küçük şeylerden keyif alamazsak, nasıl insan olacağız oysa? 
İnsan olmayı başaramazsak nasıl dönüştüreceğiz dünyayı iyiye güzele doğru?

 Ben istiyorum ki, hayata pozitif bakabilmek, domino taşı etkisiyle dalga dalga yayılsın..
Öyle “özel teknemle denize açılayım, sefam olsun! “ ya da “ hafta sonu Yunan adalarına gidip biraz eğleneyim” gibi maddiyata dayanan keyiften söz etmiyorum zaten ben.
Benim söylediğim, yağmur yağdıktan sonra hissettiğim ferah toprak kokusu gibi güzellikler, çayıma kattığım karanfilin lezzeti gibi küçük değişiklikler, camdan bakarken yoldan geçen arabadaki küçük çocukla kurduğum göz temasının verdiği mutluluk.. Yani ben küçük mutluluklardan söz ediyorum en başta da söylediğim gibi.. Sevdiğim yazarın yeni çıkacak kitabını sabırsızlıkla beklemek, dün “kaç gündür yazmayıp, takipçilerini mağdur ediyorsun!” diye bloğuma yazılan serzenişli yorum, uzaktaki sevdiğim bir insana bir paketin içinde yeşil çay tomurcukları, kabuk tarçın, karanfil ve küçük bir çaydanlığı paket yapıp yollayışım... O'nun bu hediyeyi aldığı andaki yüz ifadesini hayal ederek mutlu oluşum..
Bütün bu girizgahın tek nedeni var aslında;  size “mutlu pazarlar” diyebilmek.
Cemal Süreya, “Aşk” adlı şiirinde;
“..Bir parça ekmeğin,
Bir kaç zeytinin başınaydı doymamız..”
der..  Varsa durumunuz, mükellef bir pazar kahvaltısı da hazırlayabilirsiniz elbette. Yoksa da üstadın dediği gibi zeytin ekmek de yeter, yanında sıcacık çay olsun bir de..

İç huzurunun kahvaltı sofrasındaki peynir çeşitleriyle bir alakası var mı?
YOK!
Bir evin “yuva” olabilmesinin, içindeki eşyaların kalitesi ile bir alakası var mı?
YOK!
İnsan olmanın, dahası insan olabilmenin, bulunduğunuz kariyer basamağıyla ilgisi var mı?
HEM DE HİÇ YOK!

O halde bu gün atın içinizdeki olumsuz düşünceleri bir yana.. Yaşama farklı gözlerle bakmaya çalışın. Yaşamsal kaygılarınız varsa da -ki hepimizde var- “boş verin!” demiyorum, “ nasıl çözüm üretirim?” noktasında yorun kafanızı,
 “neden böyle oldu?” demek yerine!

Çok mu romantik geldi bütün bu söylediklerim, “ ne zırvalamış pespembe” der misiniz emin değilim; ama bildiğim bir şey var ki, bu gün pazar!

Biraz relaks olalım, kızgın soluklarımız bir durulsun, azıcık beynimize oksijen gitsin! Yarın için kaygılanmadan bu gün biraz da olsa anı yaşamaya çalışalım, ne dersiniz? 

Sevgiyle kalın..

19 Haziran 2016 Pazar

Sitem




Dostlara gün/ aydın olsun…

Gün/aydınlığı bir umutla başlar her güzel gün için ama bana dün gibi bu gün, hem de sabah keyfim olan bir kahve ile güzel başlamıyordu bu sabah...
Gülücükler etrafımı sarmıyordu. İnsan en çok neyi özleyeceğini hiçbir zaman bilmiyordu.
Yine aynı sabah… Yine her sessiz duygu haykırıyor içimde, ruhumu sarıyor ve adeta yakıyor tenimi güneş gibi. Rüzgâr oluyor sonra, sarmalıyor bütünümü. Nefes alamıyorum ve ve…
İşte Güneş acımasızca doğuyor yine bu sabah kızgın mı kızgın, alevden bir top gibi yakıyor sabahın bu saatinde… ama bir dostun yaptığı gereksiz sitemi kadar yakmıyordu nedense…
Neyse elbet her unutulan gibi bu da unutulur ve her sönen yangın gibi bu yangında söner. Alışkındır bu yürek dostun yaktığı yangınlara…
Dedik başladık güne haydi uğurlar ve yeni umutlar getire…
Gün güzel olunca umut da özel olur.
Her yeni gün size umut getirsin. Umudunuz sevgi, sevginiz sonsuz, sabahınız mutlu olsun.
Öyle güzel bir gün geçirin ki; olmaz dediğiniz olsun, bitmez dediğiniz bitsin, sabrettiğinize değsin ve yüzünüz hiç gülmediği kadar gülsün deyip, bu girizgahtan sonra Hz. Mevlana'nın deyişleri ile başlayalım bu günün güncesi “SİTEM” yazıma dostlarım…

Gönlüm dilime sitem eder,
Dilim gönlüme küser.
Gönlüm der ki dilime,
Hissettiklerimi neden,
Anlatamıyorsun?
Dilim der ki gönlüme,
Anlatamayacakları mı,
Ne diye hissedersin ki!,, Demiş Hz. Mevlana

SİTEM

Benim hiç mi sitem edecek durumum yok çevreme. Neden bana sitem ederler ki. Ama ben sitem etmem; Mevlana’nın dediği gibi anlatmayacaklarımı ne diye hissedersin, karşındaki anlamayacaksa…

Hep aynı cümle ile başlarlar bizi unuttun, yahu durun neyi unutmuşum, siz unutulacak biri olarak görüyorsanız kendinizi geçmiş ola zaten unutulmaya mahkûmsunuz demektir.
Eğer benimle koptuğunu düşünüyorsan bir zahmet sen adım at, aç bir telefon ya da at bir mesaj çok mu zor. Ben şimdiye kadar kimi tersledim ya da hak etmediği halde kime laf giydirdim?
Bir düşün sitem ettiğinin de vardır bir sıkıntısı. Sitem etmeden önce madem sitem edecek kadar kendini bana yakın görüyorsun sor bakalım bana neler olmuş. Sormadan sitem ediyorsan derim ki:
İyi günlerde çok arkadaşın olabilir, önemli olan zor günlerde yanında olanı görmektir. Zor günümde yanımda olan arkadaşımdır...

Sitem etmek içimizdeki boşluk duygusunun büyüklüğüne işaret eden, kalbi soğutan bir davranıştır. İçerdiği beklenti yükünden ötürü sitem edilen kişinin kendisini yetersiz hissetmesine neden olur.
Sitem, kendinde hak görmektir. Kendini alacaklı hisseden insan sitem eder ve kimsenin bize borcu olmadığından sitem edilen kişinin kalbi buz gibi olur.
Sitem etmek diğerini zorlamaktır. Verebileceklerinden daha fazla ihtiyaç duymak bir sorundur.
Ama işte gel gör ki bu dünya böyle. İnsanlar kendi sebebiyet verdikleri nedenlerle bir şeyi kaybedince ya küfür eder, ya da sitem eder…

Ama şunu düşündüğümü anlamaz bir şey söylerken. “Düşmanlarım bile bana saygı duyarken bazı arkadaşlarımın, arkamda yaptıkları saygısızlık düşmanlarımı bile utandırıyor…”

Neden sitem, niçin sitem, anlamadan, sormadan…
Neden insan insanı yanlış anlar ve sürekli sitem eder ki?
Nedenini sorduğunda da vereceği cevap basittir… “Ben öyle anlatmadım, sen öyle anladın. “
“Benim aklımdan senin öyle anlayacağın geçmemişti ki.” Hiç aklıma gelmediği yerden yakalandım yani. “
Ama bu senin beni nasıl dinlediğinle veya kafanda/gönlünde o an ne vardıysa onunla da ilgili değil mi? Peki; her şeyi anlatıldığı gibi mi anlamak gerekir?

Herkes nasıl isterse öyle anlasa ne olur mesela?
Yani bazen: “Sana ne!” ya da “Bana ne!” deyip geçilemez mi?
Herkesin hayatı, kendi anladığı şekli ile kabul edilemez mi?
Sitem edilmeden yaşanamaz mı?
Sitem etmek bir çeşit hastalık mıdır?
Sitem etmek bir hastalıksa bununla nasıl uğraşılmalıdır?
İlacı var mıdır?
Varsa adı nedir, yan etki yapar mı?
Sitem etmeyen insanların çoğalması için neler yapılabilir?
Kim bunları cevaplar, kim itiraf eder kendi kendine sitemci olduğunu ve vazgeçer bu alışkanlığından...


Ben bana sitem edilmesini hiç sevmiyorum. Sitem etmiyorum. Etmemek için elimden geleni yapıyorum.
Her yapabildiğim veya yapamadığım şey için sürekli açıklama yapmak zorunda olduğumu hissetmek de feci yorucu…

Ha diyeceksiniz ki şimdi kim bana böyle hissettiriyor? Veya hissettirdi?
Belirli bir isim yok. Havada oluyor o sitem havası bazen. Ya da ben hassasiyetten sanki öyle anlıyorum.
Alın bu da benim yanlış anlama sanatım! Yük oluyor insana gereksizce böyle şeyler.
İlişki tüketen davranış şekilleri bunlar. Her şeyin mutlaka sana veya bana göre işime gelen, beni veya seni mutlu eden, rahatlatan bir açıklaması olması şart mı?
Değil_____________ Onun adı dayatma__________
Ne senin, ne de benim işime gelmemiş. O gün, o koşul ve o şartlar altında, olay o şekilde cereyan etmiş, bitmiş gitmiş kardeşim. Olanla biteni tartışmanın, sürdürmenin ne faydası var?
Alınacak dersi olmuştur kesin; ama o başka!

Madem öyle hala daha neden insanlar sitem ederler peki? Sitem edene de sitem edilebilecek bin tane konu olduğunu düşünmüşler midir?
İnsan sitem etme hakkını nasıl görür hiç anlamıyorum. İnsanlar eleştirmek, fikir yürütmek ve sitem etmek arasındaki farkları karıştırıyorlar gibi. Sitem bazen çok acımasızca ve haksızca acıtan bir diken… Batar bir yerine tıpkı denizkestanesi gibi, çıkar çıkarabilirsen derinden.
Ucu görünür iğnenin; ama ulaşamazsın. Ne ara nasıl battığı da bilinmez. Kara kara durur orda, sızlar. Acısı durdukça koyar. Sitem edilen kişinin elbet vardır kendince haklı bir nedeni.
Anlamak lazım, bazen bırakmak, boş vermek lazım…

Bazı insanlar bayılıyorlar sitem edip can acıtmaya. Onlar sanki hayatta her şeye sinirli olan insanlar. En başta da kendilerine!.
Kendilerine olan kızgınlıklarını sitem olarak yansıtıyorlar; sana, bana, etraflarındaki herkese.
Kendilerini asla senin yerine koymuyorlar. Kimse sitem etmesin. Kimse de alınmasın.
Samimi olunsun, samimiyet olsun. Anlayış olsun. Güven olsun. Varmıştır bir sebebi olsun.
Ne sitem eden etmek için yorulsun, ne de sitemi gören almak zorunda kalsın.

Sitemin siyah ince dikeni batmadan ayağa, ayaklarımız sağlam olsun. Diyesim var bazen şu sözleri ama demiyorum gönlüm el vermiyor; “Veda ettim beni üzenlere! Huzursuzluk verenlere, iğneleyip yaralayanlara, hoşça kalın ve siz her neredeyseniz orada kalın!..” Çünkü benim sırlarımı ancak dostlarım bilir, dostum eğer ki sırlarımı başka bir dostuna söylüyorsa dost olamamışız demektir…
Ne üzgünüm, ne de kırgınım. Yorgunum sadece. Kendime bile tahammül edemezken, nasıl katlanayım beni anlamazlara, kendimi nasıl anlatayım…
İsteyen yanımda, istemeyen yolundadır. Yüreklerde ünlem, akıllarda soru işaretiyim.
Anlayana çok, anlamayana az gelirim. Benim hiçbir kaybım olmaz. İsteyen yanımda, istemeyen yolundadır.
Dikkatimi çekmez kimse, ben dikkat çekerim işime gelirse.
Kalbimde bir çok kişinin adı var; Kiminin altı çizili, kiminin üstü!!..
HOŞÇAKAL demek isterlerse hiç durmasınlar…
Ama bunun Merhabası olmayacak unutmasınlar…

Haydi gönlüme taht kurmuş dostlarım; sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; hep bir ağızdan; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım.’
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbet dolsun bu güzel Pazar sabahı…

19 Haziran 2016
Ömer Sabri Kurşun
#öskurşun#



Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN