Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

7 Temmuz 2008 Pazartesi

BİR GECENİN SONU

Akşam olur, uyku oturur tüm ağırlığıyla göz kapaklarının üstüne. Gider yatarsın, başını yastıkla buluşturur yalnızlığını üstüne koyarsın. Koyarsın da koymaya aniden uykun kaçar gecenin bir vaktinde. Kalkarsın yeniden yalnızlığını yanına alır masanın başına oturur işte benim gibi böyle kalemi, kâğıdı alırsın eline başlarsın derin derin düşünmeye, maziye dalarsın ta derinlere. Nefes alamaz gibi olursun bir an… Geçmişi acı, tatlı haliyle anımsarsın, Kâğıdın üzerine kaleminden damla damla dökülürcesine yazarsın.

Bu dünyadan göçen sevdiklerin canlanır gözünün önünde.. Sanki yaşıyorlar gibi. Uzatırsın ellerini onları tutacak gibi. Tutamazsın. Sonra gözlerinde bir damla yaş olmadığı halde, kan basar sanki gözlerini, ağlıyor gibi…

İşte böyle uykun kaçarsa aniden gece, ölüm gelir aklına ister istemez. Bir dal kırılır yüreğinde yetişmiş çınar ağacından. Başka başka denizlere akar yemyeşil ırmakların. Bulanıklaşır suları akarken. Susuzluğun getirdiği hararetten kurur topraklar… Şırıltısı kesilir gürül gürül akan pınarların.

Hep kötü şeyler gelir aklına, uykun kaçarsa senden gece, ayrılıklar, özlemler, vefasızlık, ihanetler gelir dikilir durur karşına tek tek. Dalarsın dipsiz kuyulara, çıkmak istersin, istersin de bir dal bulamazsın tutunacak uykusuz gecelerde.
Sevdiğini kaybetmekten korkarsın, bir daha onu göremeyeceğin gelir aklına ve ağlarsın hiçbir sebep yokken… Zifiri karanlıkta bir çift ışık ararsın, ararsın da bulamazsın beş yüz watlık ampuller tepende yanıp duruyorken zifiri karanlığın ortasında…

Uykun kaçar eski sevdiklerin gelir aklına, tek tek hepsi gelir yanına, toplanırlar başucuna… Uzatırsın ellerini, ellerini tutmak ister tutamazsın, değmek istersin bedenlerine değemezsin, dokunmak istersin de, dokunamazsın. Yakınlar uzak olur, kalabalıklar yalnızlığın olur sana. Hayal midir gördüklerin, yoksa gerçek midir anlayamazsın öylece bakar kalırsın boş gözlerle boşluğa, boşluğu dolduramazsın. Tıpkı gayya gibi derin mi derin bir boşluktur o…

İşte öyle bir gece uykunu kaçıran bir gece… Kuş tüyü yastık diken olur batar yüzüne, gözüne. Eski anılar tek tek filim şeridi gibi serilir gözlerinin önüne...
Gece bitmez bir türlü, yıllar gibi uzayıp gider önünde.. Mazide kalan sevgililer gelir gezinir gözlerinde Parçalara bölünür yüreğin kan revan içinde akar içinden.
Derken, bir bakarsın ki, o parlak ışık Güneş koşar yetişir imdadına, pencerenden bir dost gibi girer, ışığı yüzüne vurur, gülümser yüzüne.
Rahatlarsın. Öyle bir rahatlarsın ki. Son üç noktayı koyma vaktidir sayfaya, var olan sesin hükmüyle yazan kaleminin. Sonra sen, herkesin uykudan uyandığı bir saatte, artık diken olmaktan vaz geçen kuştüyü yastığa, başını düşürür, yalnızlığın karanlık odalarında dalarsın derin bir uykuya…

İşte böyledir bir geceyi yazmak. Yazmak kimileri için sadece unutmamak için yapılan bir eylem, kimileri içinse kağıtla kalemin bütünleştiği, duyguların düşüncelerle yoğrulduğu adeta bir terapi. Yazmak, kalemin kâğıda dokunmasıdır. Yazmak bir inzivadır. Herkesten ve her şeyden uzaklaşıp herkesi ve her şeyi anlatmaktır. Kelimelerin gizemini kavrayanlar için yazmak, eşi bulunmaz bir terapidir. Yazmak bir iç döküş, bazen kaçış bazen mutluluğumu yaşattığım yegâne alanlardan biri. Oturup neden yazdığımı düşündüğümde her defasında aynı cevabı alıyorum; çünkü mutlu olmamı sağlıyor. Şimdi bu yazıyı okuyan sizler umarım sen de mutluluğunu sağlayan bir şeyle tutunmuşsundur hayata. Bu kısa iç döküş maceramda bana eşlik ettiğiniz için çok teşekkür ederim…


07.07.2008
Ömer Sabri KURŞUN

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Özlemle sevmek...









Özlemek güzel şeydir, özlüyorsa özlenen
Beklemek güzel şeydir, gelecekse beklenen
Sevmek güzel şeydir, seviyorsa sevilen

Sevmek, seni seviyorum demek değildir
...Seni seviyorum derken titremektir...

Bir çiçeğin açmak için bulduğu gibi sebepler
Yaşama dair sebepler, bulmak için yaşıyorum
Bir gün gelir de eğer
Yaşamak için bir sebep bulamazsam
Ölmek için bir sebep bulmuşum demektir

Seni unutmak zor anlatmaksa imkânsızım
Sen unutuldukca hatırlananım
Anlattıkca bitmeyensin meleğim

Hani gözler var ya, sözleri anlatır
Hani sözler var ya, gözleri ağlatır
Hani anlar var ya, değeri geç anlaşılır
Birde aşk var ya, seni bana anlatır

Şimdi daha iyi anlıyorum ki
Nefes almak değilmiş yaşamak
Ateşlerde yanmak gibi
Seni severken sensiz olmak

Bu gece pencereni açık bırak
Bir kuş uçurdum, biraz yorgun biraz ıslak
Başucuna bir tutam sevgi bırakacak

Haritaya bakıyorum izin yok
Kitaplara bakıyorum yüzün yok
Sözlüklere bakıyorum ismin yok
Birde dönüp kendime bakıyorum
Senin benden başka adresin yok

Aşk sevipte ayrı kalmaksa
Sevgilerin sonu hep ayrılıksa
Ömürlerin sonu hep böyle karanlıksa
Al bu aşkı, sende kalsın dünya

Kâğıt önümde, kalem elimde
Düşünceler yazıda, duygular kalpte
Ay gökyüzünde, yıldızlar daha ötede
Tanrı yukarıda, kullar aşağıda
En zoru da canım, sen orada, ben burada

Hep bir yıldız olmanı bekledim
Gün gelir kayıpta bana ulaşırsın diye
Sonra aklıma geldi, vazgeçtim
Yıldız olursan, ben ulaşamam sana yine


Her martı bir deniz, her uyku bir rüya
Her dağ bir duman, her nota bir şarkı bulur ama
Ben başka ' sen ' bulamam bir daha...

20.05.2008




6 Mayıs 2008 Salı

Acı neydi… bu kadar acıya katlanmayı nasıl öğrendik…







Cidden soruyorum, bu kadar acıya katlanmayı biz ne ara, nasıl öğrendik?

Acıya katlanmayı öğrendik, çünkü çaresiziz. Mademki önleyemiyoruz acı çekmeyi. Kendimiz ne kadar dikkatli, tutarlı, kişilikli olursak olalım, diğerleri de böyle olmadığından dolayı acı çekiyorsak, ne yaparsak yapalım kendi dışımızda gelişen olaylar hasebiyle acı çekiyor oluşumuza müdahalede bulunamıyorsak çaresizlik galip geliyor. Pusuyoruz, siniyoruz. Acı çekmek önlenebilir olmadığından katlanabilir bir hale sokuyoruz.

Acıya katlanmayı öğrendik, çünkü güçlendiriyor öldürmeyen her şey. Her acı, her musibette yıkılsak bile, farkında olmadan daha dinç dikiliyoruz ayağa. Alışıyor insan. Öğreniyoruz aynı olayda iki kere tarumar olmamayı. İlk acı yakıp geçse de ikincisinin tesiri daha az oluyor. Gittikçe duyarsızlaşıyoruz. Acıya alışıyoruz. Boş vermiş bir yaşama adımımızı atıyoruz.

Acıya katlanmayı öğrendik, çünkü bununla mücadele edecek gücü her daim bulamıyoruz kendimizde. Ya da kendi acımız bize öylesine ağır, öylesine büyük geliyor ki başka acıları küçümsüyoruz. Önce candı ya hani. Canana hiç sıra gelmiyor esasında. Her cepheden kuşatılmışken acıya katlanmayı öğrenmeyip de ne yapacağız?

Her ne yaşarsak yaşayalım, esasında hayatın her şeye rağmen çok güzel oluşu, insana ümit veren olayların varlığı, karanlık gecenin elbet gündüzünün olacağını bilmek yaşatıyor insanı. Hayata bağlayan bir ümidimiz var bizleri. Ondandır ki ne yaşarsak yaşayalım harpsinin üstesinden geliyoruz ve geliriz. Acıya katlanmak bir ümide sarılmakla mümkündür.

Her insanoğlun hayatında hiç geçmeyecekmiş gibi hissedilen acılar olur ama bu kendimize ve etrafımızdakilere karşı olan sorumluluklarımızı unutma hakkını vermez.

Acıya şikayetsiz katlanmak gerek… Hayatın bir parçası olduğu için. Üstelik hiç bir acı bugün acıttığı kadar yarın da acıtmaz.

A'cıya Ş'ikayetsiz K'atlanmak…

Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak…
Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz…
Sokağa fırlayacaksınız… Sokaklar da dar gelecek… Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi…
Ne denizin mavisi açacak içinizi ne pırıl pırıl gökyüzü…
Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek bir yandan da kaybolacak kadar
küçüleceksiniz…
Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan…
“Önemli olan sağlık.”
“Yaşamak güzel.”
“Boş ver her şey unutulur.”

Siz hiçbirini duymayacaksınız… Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz…
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek az sonra kollarında ölmek
isteyecek kadar çok seveceksiniz… Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz…
“Ölüme çare bulundu” ya da “Yarın kıyamet kopacakmış” deseler başınızı kaldırıp Ne dedin?” diye sormayacaksınız…
Yalnız kalmak isteyeceksiniz… Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak…
İkisi de yetmeyecek…
Geçmişi düşüneceksiniz… Neredeyse dakika dakika…
Ama kötüleri atlayarak… Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz…
Gittiğiniz yerlere gitmek…
Bu size hiç iyi gelmeyecek… Ama bile bile yapacaksınız… Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese kaçacaksınız… Aslında kurtulmak istediğiniz halde o acıyı yaşamak için direneceksiniz…
Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz…
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz…
Herkesi ona benzetip… Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız…
Hiçbir şey oyalamayacak sizi… İlaçlara sığınacaksınız… Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan… Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren…
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…
Boğazınız düğümlenecek dinleyemeyeceksiniz…
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak… Sabahı iple çekeceksiniz… Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksiniz… Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler…
Ölmeyi isteyip ölemeyeceksiniz…

Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz…
Nafile… Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…
Rüyalar göreceksiniz gerçek olmasını istediğiniz… Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz…
Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz… Aramayacağını bile bile… Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek…
Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla… Yüreğiniz burkulacak…
Canınız yanacak…
Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz… Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden…
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız… Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz…
Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz… Onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek…
Ama bir umut… Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu… Bu umut sizi gitmekten alıkoyacak…
Gel gitler içinde yaşayacaksınız…
Buna yaşamak denirse…

Razı mısınız bütün bunlara…
Hazır mısınız sonunda ölüp ölüp dirilmeye?..
O halde âşık olabilirsiniz!
Siz bilirsiniz, hazırsanız tüm bunlara kimsenin yapacak bir şeyi yoktur. Nasihatler size kötü birer sözdür artık.

Ama dinle arkadaşım; hep sorarım kendime. Acı annenin babanın zamanı geldiğinde ölüp gittikten sonra arkasında ağlanmasımıydı… Acı dostun arkadaşının seni sırtından vuruşumuydu…
Yoksa acı yoksuluk fakirlik miydi?.
Acı bunların hiç birisi değildi...
Evet, anne baba eşi bulunmaz varlıklar ve değerlerdi anne baba en büyük servetti ama ölüm Allahın takdiriydi.
Zamanı gelecek hepimiz öleceğiz akıp gideceği hayattın içinde. Kimi acısıyla kimi sevinçlerini yarıda bırakarak kim is ise yapamadıklarının üzüntüsüyle çekip gidecek bu hayattan.
Evet, dostun seni kahpece sırtından vurması da çok acı bir olay ama onu da unuttursun zamanı gelince
Yoksulluk fakirlik zor bir durum bir lokma ekmeğe muhtaç olmak. hele birde evliysen çoluk çocuk sahibiysen gerçekten çok bir zor durum hele ki çocuğunun istediği şeyi alamamak ona boynu bükük kalmak ağlanacak bir olay ama içinde bir ümit var yinede yarın öbür gün yada öbür hafta hep içinde zengin olmaya hayali var çünkü zamanın ne getireceğini bilemesin..
Bence acı yani en büyük acı delice sevdiğin ve uğruna ölümü bile göze alacağın insanla olamamaktı.
Ve onunla hayattın güreliğini paylaşamamaktı el ele tutuşamamaktı göz göze bakamamaktı dünyadaki bütün güzel sözleri kulağına fısıldayamamaktı öpememekti al yanağında ve dalından bir çiçek koparıp vermemekti o narin ellerine
Hele ki onu başkasıyla görmekse ölümden beterdi.
Başka eller değerken onun elline başka gözler bakarken onun gözlerine.
Ölmemek içten değildi
Evet acı buydu aslında sevgilinin yanında olamamaktı alıp saramamaktı kollarınla.ve artık anlıyor insan bu ellerinin bu gözlerinin ve ayaklarının boş olduğunu anlıyor
Kendini insan bir hiç sayıyor bu dünyada bir sararmış yaprak gibi ..çürümeye yüz tutulmuş eski bir ayakkabı misali yada karalanmış bir köşeye atılmış bir kağıt gibi his ediyor insan kendini.
Alıp başını gitmek istiyor hiç bilemediğin şehre doğru
Unutmak için ama bırakıp gitmekte bir çare olmadığını anlıyorsun.
Çünkü unutamıyorsun nereye gitsen de…
Ve sen onu unutmak için sevmedin ki…
Zaten unutsan bunun adı sevgi olmazdı…
Çünkü yüreğinde o gözlerinde değil ki…
Çünkü o bedeninde teninde değil ki...
O senin ellerinde değil ki söküp atasın…
O senin yaşam kaynağı olan kalbinin en temiz köşesinde…
Artık onu unutamayacağını anlıyorsun.
Ve bu hayat böyle devam edecek içinde acı üzüntü dert keder kalacak sadece mutlu olan
Seven ruh olacak… Çünkü artık sen bir ölüsün… Yaşayan bir ölü… Mezar taşı bile olmayan… kara toprağa hasret bir yürek… Sadece acıya hoş geldin aşklara, sevdaya güle güle diyen…


Suskun yüreğime sessiz kelimeler dökülür simdi... Dost olur bana yalnızlığım..
Ağlayan gözlerime ışıklar vurur simdi...
Hayali yansır pencerelerime sonsuzluğun...Ve bir umut olsun isterim düsen her yağmur tanesi..
Suskun yüreğim olsun çiğliğin ifadesi…

Aslında susmanın da bir dili vardı dinlemesini bilenlere...
Bir yalnızlığı, bir sevdayı belki de bir acıyı anlatırdı suskunluğum...
Yalancı kelimeler arasında kendine ayrı bir yer buldu suskunluğum...
Ve sakladığı sonsuz manaları gözlere yükledi sonsuzluğum... Ve bir acı oldu yüreğimde "O"nsuzlugum.
Ve şimdi geliyor acı sonsuzluğum…







17 Nisan 2008 Perşembe

Kahve Tadı...





Her kahve aynı tadı taşımaz...
Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir...
Sahilde oturduğun rüzgârlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır...

-Bir pazar öğle sonrası annenin, "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur...
Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...
-Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma çabasıdır...
-Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın çıktığın an uyuyakalırsın ferahlıktır...
-Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer... Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır, acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...
-Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli kahve gibi görünmez sana...
Ama sıcaktır dumanları tüter ve kokusu büyülüdür...
-Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır... ısıtır insanın içini... Yorgun olduğunda içtiğin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını... Kahve aynı kahvedir belki, köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir...
Ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tatları değişir...
Her kahve aynı değildir bu yüzden…

Ve her sabahın güneşi de farklıdır… Her gülümsemenin sebebi gibi… Her ayın gelen giden günleri gibi. Ve bir deniz meltemi ile gelip yüreğini ısıtan, kış meltemi gibi gidip yüreğini donduran, gözyaşı yağmurlarıyla toprağı ıslatıp bazen elem, bazen neşe, bazen de ölüm kokutan______ Eylül...
En itibarlı günüdür, gittiğinde kolunda hüzünle. Geldiğinde acı doğuran, herhangi bir günün herhangi bir saatinde batan bir güneş gibi yalnız ve kalbinde hançer, o eski yaradan kalma. Her yeni ve eski yaraların buhranı eli kanlı bir bekçi gibi beklerken, kalbimin cinayetine alkış tutan… Fersude sonbaharların giriş kapısı...
İlk yaz rüzgârından alınmış bir hızla savrulan düşüncelerin, hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu, kırgınlığı, pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi...
Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar... Bölük pörçük hatıralar, kırık dökük sevinçler... Şiir kılığında gelen acı... Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen...
Eylül çok yakışır her şehre, şaire, gitmelere, vedalara, sevinçlere, merhabalara... 4 mevsimin karışımından oluşan sonbaharın ilk ayı eylülün şiiri bol, hüznü çoktur! Dilemmaların çıldırtıcı sükûnu bir yanda ve bir yanda sislerin ve buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı... Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi... Eylül işte; nâm–ı diğer, hüzün...

Tenha yollar, aşınmış günler, hayata dar gelen arzular ve kanadı kırık kuşlar... Tabiatın birden uyanıp gerçeği gören yüzü... Kıymeti bilinmeyen lezzetin çamurlara bulaşmış sarı bir acılık tarafından istilasına karşı şaşkınlık... Acıların beyhude, sevinçlerin zavallı, mutlulukların fâni olduğunu anlamanın dehşeti... Hiç bir aşkta yarası olmayan temiz ve hiçbir kahkahanın onu kederlendiremeyeceği kadar yalnız ve yalnız bir acı.
Eylül; yanlış betimlenmiş bir cümlenin içinde hiç bir zaman yer almamıştır.
Ve kan değmez dalındayken yapraklarına. Kan, gözyaşı ve yaprağı havada buluşturur.
Eylül, bir hikâyenin kahramanı çalan, sevdiğinde toprağı, düştüğünde aşkı... Hülyalarında bir ölüm ve kan, yaprak ve gözyaşı arkadaşı. Eylül herhangi bir günün herhangi bir saatinde batan bir güneş gibi yalnız ve kalbinde hançer, o eski yaradan kalma. Her yeni ve eski yaraların buhranı, eli kanlı bir bekçi gibi beklerken, aşk cinayetine alkış tutan… Eylül işte; nâm–ı diğer, ölümün rengi...

Bu sabah gözyaşı ve yaprak havada buluştular. Yağmur seyir halinde, yağdı yağacak. Bilmiyorum, siz bu yazıyı okurken yağmur yağıyor olacak mı?.
Belki yapraklar savruluyordur şimdi bulunduğunuz şehirde; belki sular kararıyordur yavaş yavaş, gökyüzü avaz avazdır belki de... damlamak üzeredir gözünden yaşlar… sevdiğinden ırak bir aşık gibi… Altın kızılı bir gurubun soyunmuş dalında çifte kumruları seyrediyorsunuz belki de___ benim balkonumda seyrettiğim gibi...

Ve dedik ya hani yukarıda; her sabahın güneşi farklıdır… Her gülümsemenin sebebi gibi… her hüzünün farkı gibi, her neşenin, sevincin farkı gibi…

Ama siz başınızı eğmeyin bugün Eylüle…
Perdenizi aralayın, bırakın güneşin içinize doğsun… Bugüne güzel başlayın, bugüne gülümseyerek ve sevgiyle başlayın… Mutluluklar yakanızı bırakmasın ve Güneş üzerinize doğsun… Doğan şey nasıl isterseniz size öyle gelsin…
Ve Sevin/ Sevinin/ Sevilin... Sevmek en güzel duygudur. İnsanın kalp atışları ve bakışları değişir. Sevmek güzeldir, her derdin ilacı sevmektir. Sevin hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…Yeni bir gün daha size ve sevdiklerinize şans getirsin…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun...
Hayat ağacınıza asılan yeni günde yürüdüğünüz yolunuz açık olsun... bir günaydında benden size gelsin… Sağlıklı olun, mutlu olun…

17.04.2008
Ömer Sabri Kurşun

14 Nisan 2008 Pazartesi

Maviden de Beyaz...




Sen ki bir mısranın
olur olmaz yerinde gülümseyen hayalsin.
Mavisin, maviden de beyaz.
Belki gökyüzüsün, belki deniz.
Bilirim umutsun, başı sonu belirsiz...

Belki sehersin; aydınlık veren.
Belki meltem, ferahlatan.
Rüyasın; ya masal gibi
ya da destan; olunası...
Ama sevdasın, yüreğimi yakan.
Bir mum alevi kadar titrek ve narin.
Bir bahar yaprağı kadar umut dolu,
okyanus kadar derin, gökyüzü kadar MAVi...

Bensin, bendesin, yüreğimdesin.
Iyi ki varsın,
iyi ki sensin...

Hani bir de yoksun ya;
acısın, en derinden yakan korsun.
çeliği de eriten en onulmaz yaralarımı depreştiren,
kasırgasın yıkıp geçen,
belki selsin umutları söndüren...

Olmayan sabaha kavuşmak olsa da gecenin inadı,
sen yıldızlara tutunup
gelmez misin bana
ve dahi olmaz mısın bana MAVi ?..

12.4.2008
Ö.S.KURŞUN



Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN