Bu dünyada hiçbir şey bize ait değil sadece
emanet. Ne güzelliğimiz, ne yakışıklığımız, ne ilmimiz, bilgimiz, ne de maddi
durumumuz hepsi zamanı geldiğinde bizden alınacak.
Her şeyin bir bedeli, bir karşılığı vardır,
bedel aynı olsa dahi kimin nasıl isimlendirdiğine göre sonuçları farklıdır.
Kimi zaman bedel peşin ödenir kimi zaman
daha sonra bazen taksitler halinde ama mutlaka her yaşananın bedeli ödenir.
Ya da yaptığın bir hata sebebiyle
çevrendekilerin tepkisini aldığında dünyaya küsmek yerine hatandan ders alır ve
bunu bir kazanım gibi görürsen bedelini öderken bir artı ile yola devam
edersin.
Önemli olan ödenen bedellerle elde edilen
yararlar arasındaki dengeyi tutturabilmektir, maksimum düzeyde marjinal fayda
sağlamayı bilmektir.
Gece çöküpte, başını yastığa koyduğunda
başlıyor bu bedelin ilk duruşması. İddia makamının tüm suçlamalarını alıyorsun
üstüne daha ilk dakikada teslim oluyorsun onlar bu bedel için seni mahkûm
etmeden, kalemi kırmadan…
Ne savunmaya ihtiyaç duyuyorsun, ne
savunulmaya.
Kör bir inanca saplanıp kalıyorsun,
direnmeye lüzum görmeden.
Kolayına kaçmak buysa eğer evet
kaçıyorsun!.
Kendini mahkûm ederek, üstelik tek bir
firar planı bile kurmadan yanılma ihtimalini hiçe sayarak.
Belki de bir masumun kanına giriyorsun
kendini böylesine harcayarak, bir kalemde silip atarak.
Sabaha karşı tüm salonlar boşalıp infaz
vakti geldiğinde söyleyecek tek sözün kalmıyor geriye. Kendini yakarcasına
kapatıyorsun cümle kapılarını.
Sükûtu seçiyorsun.
Bilmiyorlar sen gündüzün masumu, gecenin
mahkûmusun. Nedir her gece bu mahkûmiyetin sırrı… Bilir misin? Hayatın
getirilerini götürülerini, yaptın mı hesaplarını, sağlamasını… Çıkmadı değil mi
sonuç. Sonuç yoksa suçlu kim?
Sevmek mi yoksa sevmek için var edilen
Sevgimi?
Bu bedeli ödemek için sevmekten başka ne
sırrın vardı?
İşte sır orada, hayatın sırrı.
Sor şimdi bu saatte… “VAKTİ GELMİŞTİR
BELKİ…” bitmeyen zamanda ki kayıplarla…
Ey hayat nedir senin sırrın, söylemezsin
ama bilirsin sen suç sende midir?
Yoksa bende midir?
Yoksa sevmekte midir?..
Heyhat hala aranmakta suçlu;
Bulunmaz suçlu ilan bile versek, kimi der
kalem, kimi der yürek, kimi der sevmek, yapamaz buna hiç bir şey felek,
bulunmasında var mıdır bir gerek, dünya yansa yoktur yerim bir evlek, göçüp gideriz
üstümüzde yoktur bir hırka ya da yelek, gözümüz kapanır giderek, kalbimizde
hala sevgi besleyerek…
Ah birde bilinse sevgisiz yaşayanlar, içinde
sahte sevgiyle yaşayıp ta yaşıyorum diye övünenler… Ama çare yok her insan bir
yağmur tanesi gibidir, maalesef; kimi çamura, kimi gül yaprağına düşer…
Ki onlar Mevlana’nın şu sözlerinde ıraktırlar; “İstiyorsan Hakk’a varmayı,
Meslek edin gönül almayı, Bırak saraylarda mermer olmayı, toprak ol, bağrında
güller yetişsin.”
Sevgisizlik çok kötü, felâket bir
yağmurdur. O yağmurun kabarttığı dalgalar her tarafa ulaşır, bütün güzellikleri,
iyi olan ne varsa, her şeyi yutmağa çalışır.
O yağmurun selleri önünde durmak ne mümkün?
Sevgisizlik halkalarına ellerini
kaptıranlar, gönüllü pranga mahkûmu olurlar.
Dört duvar arasında geçirilen hayata,
yaşamak mı denir?
Bunca çilenin sonu değil mi?.. Bir avuç
toprak… ölümden yana korkum yok, tek korkum unutulmak.
Gönül soframdan gönül sofranıza, selam
olsun akşamdan gelen gecenizin masum karanlığına, gecenizden yürüyüp gelen yeni
doğan sabahınıza...
11.11.2013
Ömer Sabri Kurşun