Ömer Sabri Kurşun
Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak,bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem...
Gururdur, namustur bayrak ve sancak, aksa da kanım korkma; haini güldürmem...
"Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa doğru tutup,
bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu?
İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz.
Cumhuriyete sahip çıkınız."
GİRİŞ
Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!
Ömer Sabri KURŞUN
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...
4 Aralık 2009 Cuma
Hüznümün rüzgârlı yanı...
Kırgın durduğuma bakma, aslında bende her şey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor.
"Hiç değişmeyeceksin" diyor bir dostum.
Bu söz, tarifi imkânsız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgâr müsait.Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulunamıyor. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir damla oluyor nefesimde.Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden.
Ben aslında rüzgâr olsam,hep doğudan eserim.
Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına eminim.
Ben aslında,hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım.
Ben aslında anladım,cami avlusuna terk edilen kundaklı bir çocuktan bir farkım olmadığını.
Ben aslında anladım,hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu.
Ben aslında, cürmü kadar yer yakardım.
'Neyse' deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı anlamalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildir artık.
Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktur. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim sıkca tutmalıydım bana uzanan elleri.
Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı…
Yine değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kar etmez. Kim bilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı'nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum.
Belki de oturup ağlayarak başlayalım değişmeye…
Oturup ağlayalım halime.
Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terk eder beni böylece, kim bilir…
Hüzün...
Ardımda yangın sonrası bir şehir var
Yıkıntılarının üstünde hala dumanların tüttüğü
Köşe başlarında gönlü yaralı insanların dalıp dalıp gittiği
Sokak aralarında kedilerin dolaştığı
Yangın yeri bir şehir...
Dönüp bakmıyorum
Sırtımda alevlerin sıcaklığı hâlâ
Gözyaşı kaynağım kurumuş
Gözyaşı... Yollarımda sararmış otlar
Gözlerim ufukta
Kaçıp giden rüzgârı, Yangını büyüten rüzgârı
Ve geciken yağmuru arıyorum...
Hüzün...
Acının çiçeği.
Hüzün uzakların çağrısıdır.
Her gün yüzlerce binlerce defa uzaklara düşer de düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kurtulamazsınız.
Hüzün uzakların çağrısıdır, gidemezsiniz.
Hüzün kaçıp giden trenin ardından bakakalmaktır,
Gece yarıları garlarda...
Hüzün üşümektir...
Gece yarıları sizi almak için çırpınan,
Karanlık dalgalara ve şehir ışıklarıyla oynaşan yakamozlara cevapsız kalırken...
Hüzün ağlayamamaktır.
Ağlamak için çırpınırken ağlayamamak...
Hüzün aşk satmaktır duvarlara.
Hüzün aşk da boğulmaktır.
Ve kimsenin anlamamasıdır feryadınızı...
Hüzün içten içe yanarken,
üşümek ve ürpermektir...
Hüzün yalnızlıktır.
Yalnızlıksa soylu bir duygudur,
kristal kadehte size sunulmuş ve alışkanlık yapar...
Hüzün uzaklara ait olup,
Yakınlara hapsolmaktır...
Hüznün rengi sarı mevsimi Eylül...
Her şeyin bir zamanı vardı, hüznün bile… Aşklar ilkbaharla doğardı, aşkını papatyalar ve güllerle anlatabilmesi için sevgilinin. Sancısına inat doğanın kıpırdanışı, rahmet pınarları yağmurların toprağın diriliş suyunu verdiği, yeşilin hâkimiyetini ilan ettiği, coşkunun ayları; ilkbahar ayları değil miydi? Gönül de tabiatın bu sesine karşı çıkamaz, coşmaya, hissetmeye, hazzetmeye başlardı, üstündeki ölü toprağını atar, mazideki aşk duygusunu hatırlamaya başlardı.
Ne zaman ki ışık dik geliyordu yeryüzüne, aşk da dikleniyordu hüzne, kovuyordu yeryüzünden. Gönül gözünü yalnız aşk için açıyor, hüznü gördüğü yerde görmezlikten geliyordu. Aşkın acısı kaybolurdu yaz ile, gönlünde aşk hissi vardı yalnızın bile... Tutkunun, aşkın ateşini yükselten yazdı ve tarih en büyük aşkları bu aylarda yazdı. Ama yazın bile bir sonu vardı, aşkın sonunun olduğu gibi. Ne büyük rastlantıydı ki, aşkın ateşi, güneşin ateşi ile birlikte sönmeye başlardı.
Esmeye başlardı rüzgâr, bir yandan dökülen yaprakları kovarken yerden, bir yandan aşkın ateşini söndürüp kovmaya başlardı gönülden. Sanki kırmızının sarıya dönme, aşkın hüzne dönme vakti gelmişti. Acıyı hissetmeyen gönül, hüznün ızdırabına hazırlanıyor, aşk yanığının üzerine hüzün kremini sürerken acı hissedeceğini tahmin bile edemiyordu. Derman dediği şeyin dert olduğunu bilse, hüzne hoşgeldin der miydi? Ama adettendir yeni gelene yer açmak ve buyur etmek; yeni gelen her sene aynı şeyi getirse de devir teslimi geciktirmenin bir alemi yoktur ve her yeni gelenin getirdiği umuttur. Hüzündür ve sonbahardır belki umudu en son hatırlatan ve gelen gideni aratır. Hüzün artık sarıdır, sarı artık hüzündür, sarı sonbahardır, sonbahar sarıdır, eylüldür… Eylül ayrılıktır, eylül buluşma vaktidir ancak sevgilinin beklediği ve sevgilinin bir türlü gelmediği aydır. Kaç Eylül geçerse geçsin, sevgilinin geleceği tren umut ve kavuşma istasyonundan geçmeyecektir. Çünkü o hüzün istasyonunda sonbaharın geçmesini bekleyecektir. Yazın yağmamakta inat eder yağmur, zira sevgilinin gözyaşı ile Eylül’de inecektir yeryüzüne. Beklenen rahmet gökten, dökülürdü sevgilinin gözünden. Belki aşina değildi göz buna, unutmuştu yaz boyunca yaşlar akıtmaya; ama sırası geldiğinde unutulan davranışlar, unutulan aşklar gibi hatırlanırdı. Acıyla akan yaşlar, sancıyla bitten aşkları hatırlatırdı ve hüznü onlardan daha iyi anlatan olmazdı.
Sonbaharsın, sarısın, Eylülsün,
Aşkın ateşini sen söndürürsün
Sevgiliye hediyen midir?
Ayrılık, özlem ve hüzün…
1 Aralık 2009 Salı
Bir Bayramın ardından...
Dünyanın birçok yerinde değişik şekillerde kutlanan çok sayıda bayram bulunmaktadır. Sosyal, kültürel, dinsel, tarihsel, psikolojik, ekonomik ve çevresel vs. gibi bir veya birden fazla faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkan bayramların birçoğu bugün gelenekselleşerek kutlanmaktadır.
Bir bekleyiştir bayramlar. O günden ziyade, o günün beklentileridir heyecan veren. Çoğu anlamını içinde hissetmez ama bir semboldür, adı konulmamış bir sembol… Ya da dillerden dillere uzanan yıllanmış deyimlerden öteye gitmez anlamı.
Çocuklar için bayramda alınacak üst başın, ayakkabının beklenmesidir heyecanla. Kaç kez yalvarmışlardır belki de annelerine babalarına aldırabilmek için ya sevdiği ayakkabıyı, ya oyuncağı ya da bir kazağı. Böyle başlar belki de onların dünyasında bayramların anlamı. İstediklerine kavuşmak için beklemeleri gereken o malum zaman... Bir de bayramda cebine dolduracakları harçlıkları vardır yine aynı heyecanla bekledikleri. Belki de en çok çocuklar karlı çıkar bayramdan. Kendisinden bir şey talep eden olmadan, hep bir şeyleri talep etmek onlar içindir ne de olsa. Bayramlar en çok çocuklar içindir...
Çoğu genç içinse, iple çekilen bir kavuşma anının son notalarıdır. İki bayram arası düğün dernek kurulmaz diye beklerler, bir anda geçmesini bekledikleri o malum zamanı. İlk bayramın ardından artan bir heyecanla sayarlar günleri...
Çoğu miskin için de, bayramlar özeldir. Bir kaç ay kala, ellerine alırlar takvimi. Haftanın ortasından başlayıp, hafta sonu tatilini de içine alması duasıyla hesaplarlar, keyifle yatacağı günlerin hesabını.
Birçokları için, bayramdan bayrama gördüğü ailesine, dostuna kavuşmaktır.
Kimileri için bayramdan bayrama midesine adam akıllı bir şeyler koymaktır.
Bayramlar herkes için bir şeyler vadeder...
Yalnızlar, evsiz-barksızlar, terk edilmişler hariç... Bir bayram sabahı en yakınlarını, canından bir parçalarını kaybedenler hariç. Hep bir yanı eksik olmasına rağmen, bayramlarda o eksikliğin tüm çıplaklığıyla kendisini kuşattıkları hariç...
Ay gibidir bayramlar. Hilal olur kimilerinin umutları harekete geçer, kimilerinin yüreğini sıkıştıran kasveti, hasreti. Ay gibidir, bir yüzü dolunay olur ihtişamla parlar gökyüzünde, getirir beklenenleri; karanlıkta kalan kısmı ise yakar diğerlerini...
"Bekleyen ile bekleyemeyenin", bekleme hakkını yitirmiş olanların hazin bir buluşmasıdır bayramlar. Kimileri enva i çeşit baharatın, şekerin, kıyafetin satıldığı çarşılarda telaşla yetiştirmeye çalışır listesindekileri. Birileri içindeki mahşeri kalabalıktan kaçmaya çalışır. Geçmişin kokularından, tatlarından deli gibi kaçmaya çalışır...
“Aaah nerede o eski bayramlar” demeye başlamışsanız bilin ki yaşlandığınızın resmidir. Gün be gün bir takım değerlerimizi globalleşme denen kültür bombardımanına kurban verdiğimiz de ayrı bir gerçek. İnsanlık, cemaat ve toplum okyanusundan hızla bireysel yaşamın ıssız sahillerine doğru sürükleniyor.
Çok fazla sayıda anlam yüklenmesinden olsa gerek çoğu zaman gerçekleşmez arzulanan güzellik ve iyi niyetler.“Nerde o eski bayramlar” hayıflanması bunun en tipik belirtisidir. Bu yıl da güzel bir hayatın en belirgin göstergeleri olarak kabul edilen neşe ve sevinçler yine gölgede kalmış görünüyordu bulutlu ve yağmurlu geçen bir bayramın ardından. Filizlenmesi yasaklanmış çiçekler gibi ya hiç görünmediler ya da fark edilmediler göründüklerinde. Hâlbuki onların varlığında günler özel anlamlar kazanıp bayrama dönüşüyordu. Çünkü tek başına ortaya çıkamıyordu bu kavramlar onların varlık sebebi olan mutluluk olmadan. Oysaki mutlulukların paylaşılması değimliydi bayramlar? Mutluluk değimliydi gönülleri neşe ve sevinçle dolduran aydınlık bayram günlerinde.
Sevinç ve neşenin daim olması gerektiği, insan ve toplumsal dayanışmayı hoşgörüyü ortak üstün değer sayılarak kutlanması gereken bir bayramdı geride kalan. Bayramların gücü ve etkinliği insanlar arasında birlik ve beraberlik oluşturacak güçte iken tebrik ve temennilerin sınırlandırılarak belli kesimlere gönderilmesi sevinçlerin kitleselleşmesini engellemektedir. Hoşgörü ortamında saygı ve sevginin oluşmadığı ve kendilerinden olmayanın farklılaştırıldığı durumlarda bayramları bütünleştirici işlevinin giderek zayıflamasına neden olmaktadır. Hâlbuki temel işlevi kutlandığı toplumun ortak üstün değerlerine yakınlaştırıcı ve birleştirici etki yaratması beklenir bayramların. Her seferinde samimi duygularla kutlanılması gerektiği telkinlerine rağmen, ya teknolojinin hayatımıza gereğinden fazla yerleşmesinden ya da yapmacık ve şekilciliğin her geçen gün pirim yapmasından dolayı sanal duygular daha fazla hâkim olmuştur toplumda.
İnsan ve toplumları bir arada tutan en etkili bağı oluşturan olgular ortak matem ve sevinç günleridir ve ancak bütünleşmiş toplumlar bayram ve matem günlerini ortak bir şekilde kutlama becerisine nail olmaktadır. Bu ortak paydanın gerçekleşmesi insanı“insanlık kimliği” içinde birbirine yaklaştıracaktır.
Toplumun bir bütün olması ise zorunluluktan değil ancak gönül birliğiyle sağlanması ile mümkündür. Göstermecilikten sakınarak gerçek anlamda duyguların paylaşıldığı ortamlarda gerçek dayanışma ve birliktelik, karşılıklı saygı ve sevgi birbirini besleyerek işlevsellik kazanacaktır. Bunu sağlamanın yegâne yolu ise kullanılan kavramların sözde değil, özde yani uygulamaya geçirmekle mümkün olacaktır.
Derken, bir bayram daha geçer, ağız tadıyla, gönül hoşluğuyla... Bir bayram daha geçer hatırlanılmış acılarıyla... İyisiyle, kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla bir bayramı daha geride bıraktık…Bir sonraki bayrama kadar kim öle, kim kala!.. Her şeyin hayırlısı!..
Özde hayatın vazgeçilmez kaynağı olan umutların yarınlara çekilen özlemi canlı tutmaya devam etmesi dileklerimle herkesin geçmiş bayramını tekrar kutluyor daha nice huzurlu, sevinçli, tasasız ve mutluluk dolu bayramlar yaşamanızı diliyorum…
Yine Sensiz Bir Bayram Geçti Babam
Yine sensiz bir bayram
Yine kanıyor yürek yaram
Sen gideli geçti kaç bayram
Özledim seni babam
Baba bayram sabahı erken kalkıyorum
Elim yüzüm yıkayıp abdes alıyorum
Sonra çıkıp balkona sokağa bakıyorum
Gözlerim seni arıyor baba
Her bayram bizden önce çıkardın
Elimizden tutar camiye koşardın
Ama sen yoksun şimdi
Annem dalgın dalgın dolu gözlerle
Bakıyor peşimizden sanki seni arıyor gözleri
Annemin ellerinden öpüyorum doluyor yaşlı gözleri
Sarıldıkça sarılıyor içi acıyor sanki
Ah babanız olsa diyor diyor da
Yüreğime sanki hançer saplanıyor
Dolmuyor her sabah kahvaltı masasındaki yerin
Düğümleniyor geçmiyor lokmalar boğazımdan
Sensizken hiç tadı olmuyor bayramların
Bir yanım hep hüzün bir yanım acıyor baba
Bak ben geldim baba
Uzat ver elini öpeyim
Öptüm baba hissettinmi nefesimi
Yok ağlamıyorum baba gözüme çöp kaçtı
Ondan sulandı küçük gözlerim
Baba sana çiçek getirdim
Cennet olsun mekânın
Şimdi gidiyorum ama aklımdan hiç çıkarmıyorum
Kalbimde bir başka senin yerin
Baba sana istemeyerek yalan söyledim
Evet ağladım baba ağladım işte
Her bayram ağlıyorum böyle işte
Ne yapayım özlüyorum
Her bayram böyle geçiyor
Sensizliğe alışamadım işte
Bir yanım acıyor üzülüyorum
Baba sensiz ne annemin yüzü gülüyor ne bizim
Senin yerine anneme sarılıyorum ama
Kesmiyor ana sevgisi başka
Baba sevgisi başka olmuyor işte
Sensiz bir bayram daha geçti babam
Hüseyin Önder
28 Kasım 2009 Cumartesi
nerede o eski bayramlar...
Kaç kişi bayram tebriki için kart atıyor artık? Bakınız kutlama değil, tebriktir onun adı. Tebriktir çünkü kutlama dediğin törenle birlikte vuku bulur ve umumiyetle resmi makamlar tarafından icra edilir. Bayram dediğin tebrik edilir. Biz gene hayvanları kestik, sen de kes tebrik ederim dersin. Gene ortalığı kana buluyoruz seni de tebrik ediyoruz dersin, haydi kimin neyi niye kestiğini geçtim de, bunlar iki lafın belini kırdıkları ilk fırsatta da “nerede o eski bayramlar” cümlesini kuruverirler. Yahu sen o zaman kaç yaşındaydın, artık bak; kaç yaşındasın, o vakitler başka şehirdeki akrabandan veya senden ona bayram tebriki atılırdı kartlarla, artık SMS ile hallediyorsun meseleyi tüm “samimiyetinle”, e-posta ile bitiriyorsun tüm etkileyici cümlelerinle. Bari bir telefon ediver ondan sonra sağda solda söyle “nerede eski bayramlar” diye.
Nerede olduğunu tam olarak bilemiyorum ama nerede olmadığına adım gibi eminim, o eski bayramların. Üç günlük bayramı fırsat bilip, bir iki gün daha ilave ederek yaklaşık bir haftaya çıkardığın izin gününde gittiğin tatil beldesinde veya turla gittiğin kampanyalı otelde değil. O meşhur eski bayramlar geyiğini bırakıp samimi olmaya başladığın gün, o eski bayramı da bulacaksın inancındayım.
Ne demişti ünlü mütefekkir (şaka şaka şair) “Biz büyüdük ve kirlendi dünya!”
27 Kasım 2009 Cuma
Kurban bayramınız kutlu olsun...
Tüm arkadaşların Kurban Bayramı'nı en içten dileklerimle kutlar,sağlık,başarı ve mutluluklar dilerim.Her şey gönlünüzce olsun...
25 Kasım 2009 Çarşamba
YÜREĞİMİN BEYAZ GÜVERCİNİ
Yine sabah oldu uykusuz gözlerimde
Paketimde ki son sigaramda az önce bitti
Birazdan yine güneş doğacak buz gibi yüreğime
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Sensizlik nicedir acıtır kanayan yüreğimi
Baktığım her yerde sen
Dokunduğum her şeyde sıcaklığın var
Unuttu yüreğim hayata dair ne varsa
Ve unutmadı seninle yaşanmış hiç bir şeyi
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Sevmiyorum artık olmadığın sabahlara uyanmayı
Sevmiyorum artık sensiz doğacak güneşi
Sevmiyorum artık penceremden odama sızan ışıkları
Sevmiyorum artık günaydınları ve kendimi
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Bilmezdim özlemin bu kadar yürek acıttığını
Bilmezdim beklemenin bu kadar yürek kanattığını
Yüreğim acıyor yüreğim kanıyor çaresizim
Her nefes alışımda sen varsın
Attığım her adımda sana geliyorum
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Yine sensiz bir sabaha uyanıyorum
Ve her sabah olduğu gibi bu sensiz son sabah diyorum
Avutuyorum yüreğimi kandırıyorum kendimi
Biliyorum artık gelmeyeceksin dönmeyeceksin bana
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Gel ki bitsin bu yürek sancısı bu yürek kanaması
Gel ki bitsin bu soğuk gitsin bu donuk renkler
Gel ki güneş bizim için doğsun ısıtsın yüreğimizi
Gel ki yeniden can bulsun bu yürek
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Hiç vazgeçmedi seni sevmekten bu yürek
Gözlerindeki ışık yüzündeki gülümseme
Ve seni seviyorum sözlerin kulaklarımda
Ellerinin sıcaklığı ellerimde yüreğinin atışları yüreğimde
Nerdesin yüreğimin beyaz güvercini.
Nefesinle açmak istiyorum yine sabaha gözlerimi
Sesinle karşılamak istiyorum doğan güneşi
Öpüşlerine aydınlansın istiyorum odam
Gel artık yeniden başlasın bu hayat
Yeniden çarpsın bu yürek
Seni özlüyorum
Seni bekliyorum
Seni seviyorum
Yüreğimin beyaz güvercini....
15 Kasım 2009 Pazar
Bir Pazar Günü...
Bir Pazar günününde kaldı, kalp kırıklarımın içindeki can kırıkları…
Tıpkı bir su damlası gibi…
Fakat can yakan bir su damlası. hayat veren değil...
Boşlukta ve yokluktaymış su damlacığı, hiçlikteymiş. Yapayalnızmış... Çok sıkılmış yalnızlıktan; suya karışmak istemiş. Su olmuş su damlacığı suya karışınca, yok olmuş. Su damlacığının öyküsü bu işte…
Tükettikçe kendini çoğalır aslında; çoğaldıkça, tükenir su damlacığı… Suya karışmak istemiyorum ama yalnızlıktan da öyle bunaldım ki!..
Ve işte ben bir su damlası iken… Serin bir ilkbahar sabahında yola düşmüştüm ve gri bulutlardan özgürlüğümü alıp, bir yaprağa yoldaş olmuştum. Yeşil bir sevgiye benziyordu o yaprak tanesi, damarları beyaz ve sarı renkte idi. Üzeri parlak ve kaygandı. Hani ‘Tutunma bana, çık kendi yoluna, bu kadar mola yeter’ diyordu her haliyle ve ben____ bir Pazar gününe bıraktım kalbimde ki can kırıklarını___ bir Pazar gününde kaldı benim kalp kırıklıklarım…
Uyumadan uyandığım bir Pazar sabahı yine...
Zamanın bir yerindeyim yine hesapsız...
Ayları, yılları, seni, onu, geride bırakarak yazıyorum yine anlamsızca…
Senden kalana, sen diye bir şeyin olduğuna, seni yaşayıp yaşamadığıma cevabım kalmadı…
Bir düştün bana… Peşindeydim onca zaman…
Her satırım sana aitti… Yalanları gözlerin görmediği gizli kapaklı yaşadığım sevdalarım da…
Dokundukça kirlenmiş ti "aşk"… Adını duydukça, adım adım uzaklaştık sevdamızdan…
Başka köşelerde, farklı yüzlerle yaşadık hayatımızı, belkide bundandır ayrılıklarımız…
Oyuncak bir sevgili…
"Ben onu çok seviyorum oda beni"
Ama senden sonra kimseyi kabul edemedim ben hayatıma...
Oysaki yeni bir "can" lazım dı bana…
Sürekli benden beklemeyen, değer veren, çaba gösteren, emek harcayan…
Olmadı yapamadım, yediremedim gururuma…
Suçlusun sevgili… Tüm yaşadığım hayal kırıklıkları, suskunluğum, çaresizliğim, kalbime açtığın derin yaralar sana ait. "Al şimdi onları güle güle kullan" Yalnızlığıma değil bu kızgınlık, sana da değil belki. Belki kendime, belki de saçma sapan düşüncelerime… Artık yok sayıyorum yaşanmışlıkları...
Senin canının taşınmadığı bu yerlerde, yeni umutlarım yeşeriyor hayata...
Kurtulmalı bu hiçlikten. Hayata döndürmeliyim benliğimi…
Offf hatırlıyorum her şeyi;
Bir pazar sabahıydı bana verdiğin sevgi…
Ve sabahın ilk ışıkları, ayrılığa davet ettin yine bir pazar sabahı beni…
Öfkeme esir oldum…
Ve sen,
Yaktıkça canımı, bende onun canını yaktım…
Kırdık kırıldık…
Ben hesabımı ödedim… şimdi de sıra sende…
Çok değil,
Bana şimdi bir kaç şey borçlusun sanırım?
Kırık bir kalp… Zamansız gidişler… Ve gözyaşı ki:
Bazılarının içine akar gözyaşı...
Ağlayamaz onlar… tıpkı ben gibi…
Gözyaşları olmadığından değil…
Birileri "Erkekler Ağlamaz" dediği için de değil… Kalpleri taş olduğundan hiç değil!
Onlar___ ağlamayanlar değildir; ağlayamayanlardır…
Hâlbuki o kadar çok isterler ki ağlamayı… Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra… Kendini unuturcasına… Ama ağlayamazlar…
Çatlarlar, çatlatırlar yüreklerini de yine ağlayamazlar…
Gözyaşının olduğu yerde "rahmet" olacağını da bilirler oysa…
Bir damla rahmet için, bin damla yaş dökmeye hazırdırlar…
Hazırlanırlar ama ağlayamazlar...
Anlamsız kahkahalar içinde boğulur hıçkırıkları…
Feryadı yutar, acıyı içlerine çeker onlar!
İsyan, onlara çok yakındır; yanaşmazlar yanına…
Sabır, onları sevmese de sarılmaya çalışırlar…
Alışırlar her yeni duruma…
Durmadan yarışırlar ve savaşırlar kendileriyle…
Çemberinden geçirirken felek, onların kulağına bir şey fısıldamıştır.
Tam olarak anlatamazlar ne olduğunu; ancak hiç unutmazlar yine de anlatamadıkları için ağlayamazlar… Ağlayamadıkları için anlatamazlar!
Bir gülün dibine diz çöküp ağlasa onlar, gözyaşlarıyla gülün rengine renk katabilirler belki.
Ama yapamazlar.
"Ya solarsa?" derler.
Solarlar belki; âmâ soldurmazlar!
Herkes onları "ağlayamaz" sanır çünkü hiç kimse göremez, içlerine akan yaşları!
İçerde kaynayanı, yananı, içerdekinden gayrısı bilemez!
Yanaklarından süzülmediği için de kimse silemez gözyaşlarını…
Yaşlarını da bilemezler çünkü onlar, oldukları yaşta değildirler…
Onlar, birbirlerini tanır; birileri onları tanıyamaz!
Onlar maşuktur… Onlar âşıktır…
Onlar darmadağın… Onlar karmakarışıktır!
Ve bir Pazar gününe bırakırlar kalp kırıklarını ve içinde onlarca can kırıklarını ama biri vardır ki çok can yakar, yıllarca durur her hareketinde inim inim inler kalp, ağlar ağlar ama gözyaşını görmez kimse.
Uyumadan uyandığı bir Pazar sabahı ben gibi bir Pazar gününe bırakır kalbinde ki can kırıklarını___ bir Pazar gününde kalır benim gibi kalp kırıklıkları…
Cevap alamadığı sorular yığılır kalır içinde acı vererek kanar gizliden gizliye yine kimse görmez ve bir Pazar günü biter her şey yılların gizemiyle…
Dedim ya!..
Çok değil, bana şimdi bir kaç şey borçlusun sanırım?
İçinde can parçası bırakmış olduğun kırık bir kalp…
Ve ve zamansız gidişler…
Ha! Az daha unutacaktım... Unutmadan söyleyeyim;
Birde Pazar günü...
15 Kasım 2009
Ömer Sabri Kurşun
Son durak...
Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
Yerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!