Powered By Blogger

GİRİŞ

Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!

Ömer Sabri KURŞUN

Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!Taşıyamazlar,kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar...
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...


https://kursunsabriomer.blogspot.com
Çeşit çeşit insanlar yanıltmasın sizi;
yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...

17 Mart 2009 Salı

İzmir

15.03.2009


İzmir

Yılmaz ÖZDİL

Türkiye’den sıkıldığım zaman

İzmir’e giderim ben.

Simite gevrek deriz biz...

Çekirdeğe çiğdem.

Kordon elektrik aleti değildir.

Kumru da kuş değildir bizim için...

Yengen’i yeriz.

Sen sigorta dersin...

Biz asfalya deriz.

Uzatmayız...

Gidiyom geliyom deriz.

Domates dediğin, domat işte.

Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi
mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz. Bi oturuşta 60’ar
80’er midye yeriz, istifno severiz, cibez’e bayılırız; gece 3-4
gibi boyoz’a dalmazsak, kan şekerimiz düşer! Boş lafa karnımız toktur
bu arada, tırışkadan teyyare gibi atasözlerimiz vardır...

*

Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermezler; kızlarımızı da tavlayamazsın
ha... Canı çekerse, o seni tavlar! Liseye giden kızının erkek arkadaşının
olması kasmaz babaları; kendilerinin de kız arkadaşı vardı lisede... Bak
iddia ediyorum, okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı...
Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... Şaşırdın di mi? Al buna da şaşır,
nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, bi
çakar, bi de duvardan yersin... Gönül Yazar’ız, Sezen Aksu’yuz;
bir gül takıp da saçlarına, çıktı mı deprem sanırdın kantosuna, Karantinalı
Despina’yız... Sensin Varoş! Biz tenekeli mahallede bile el ele
gezeriz.

*

Erkeklerimiz de fena değildir hani... Detaya girmeyeyim, Ayhan Işık,
Metin Oktay, Mustafa Denizli mesela, bi fikir verir sana... Ertuğrul
Özkök’ün kırdığı cevizleri okuyoruz; eşi kafasına ütü atmış... Ayıptır
söylemesi, Mahsun Kırmızıgül’le Alişan’ı ayırt edemeyiz biz.

*

Gülümseriz.

*

Enginarın başkentidir; İzmirlidir incir. Kazandibi hemşeri... 78 çeşit
köftemiz olduğu için, McDonald’s’ın bunalıma girdiği tek
şehirdir... Zeytinyağı severiz, dünyanın en boktan durumuna bile düşsek,
zeytinyağı gibi üste çıkmayı daha çok severiz... Sana ne birader, keyfimizin
káhyasıyız, yazlıklara gitmek için 8 şeritli otoyol yaptık; Güzelbahçe,
Seferihisar, Urla, Karaburun, Çeşme, öbür tarafta Dikili, Foça, çipurayız...
Pak Bahadur’u özleriz... Durup dururken faytona bineriz, bi yere
gitmeyiz aslında, öööle turlarız... Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz.
Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun
İzmir’de.

*

Siz sembol diyorsunuz ama, saat kaç diye Saat Kulesi’ne bakanı
bulamazsın, altında buluşanlar bile zahmet edip kafasını kaldırmaz, birbirine
sorar saati! Rahatızdır... Çocukları Kemeraltı’da kaybederiz,
alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, çıkışta Kemeraltı
Karakolu’ndan alırız... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı
bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan, iyi mi... Aceleye gelemeyiz!
Bir sene önceden duyurmaya başla, de ki, 22 Ağustos saat 20’de tiyatro
başlıyor... 20.30’da geliriz... Sanatçılar da İzmirliyse, tiyatro zaten
21’de filan başlar... Uçak 6 saat rötar yapsın, istifimizi bozmayız,
bizim için ekstra bira içme vesilesidir bu... Kuyruk olmaz, çünkü kuyruk
varsa, İzmirli sıkılır, gider. Pratiktir... 201 sokağı bulduysan, yanındaki
202’dir. Tek tek isim vermeye üşeniriz.

*

35’imiz var.
35 buçuğumuz da var.

34 plaka gördük mü, kapışırız... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı
gelsin, bana mı sordu, tarladan gitsin, makam arabasına yol vermeyiz.

*

Özetle, arızayız!

*

Erkek çocuklarına en çok "Efe" adı konulan şehirdir
orası... Zeybek duyduğumuzda, içimiz cız eder, kalkar oynarız. Hasan Tahsin
orada, Kubilay orada, Latife Hanım orada, Zübeyde Hanım bize emanet, bize...
Mustafa Kemal de, ağlar kadınlarımız... Sokak sokak, bulvar bulvar, Milli
Mücadele Müzesi’dir... İstanbul’daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi
falan yoktur orada... Ankara’daki gibi Cinnah Caddesi, Arjantin Caddesi
de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı’nı teklif etmez hiç
kimse.

*

Bakın, Tayyip Erdoğan dedim, aklıma geldi... Bugün İzmir’de miting
yapacakmış Başbakan.

*

Kendisine ev sahibi olarak, Ayla Dikmen’in Kordon’da üstü
açık otomobille gezerken söylediği ve Türkiye’nin anca yıllar sonra
keşfettiği parçasını armağan ediyorum: "Ben söylerken gülmedin mi?
Falımızda ayrılık var demedim mi? Anlamazdın, anlamazdın..."


_________________________________________________________________________

(a)


Suskunum Artık

 


Suskunum Artık

 

Suskun bir kentin yagmuru gözleyen gecelerinde büyüttüm düşlerimi.   Acıya yarenlik edecekti yüreğim. Bu yol boyu, ardınca hüzün bırakıp, bir bir çoğalttım yalnızlığımı. Yürüdüm. Adımlar büyüdükçe şehirler de büyüdü. Bir çöl akşamının dili tutulmuş soğuğuna düştüm.


Her şey üşüdü içimde, ne hayata değdi ellerim, ne de ölümün gizlerine... Bir çıkmaz sokağa vurdu adımlarım. Duvarlar söktü bağrındaki en mahrem sırları. Yüzüme vurdu gece üşüdüm.


Bir kenarda bir avuç düşle gözleri bağlı çocukluğum neye gizlenirdi?  Sır tutmaz dertlerim vardı sırtımda, alnımda yaşıma ters orantı bir kavga… Sonra yağmurlar indi bu şehre,sessizce..Ve ben adına defalarca çizgi çekilmiş bir fail oldum.
Sel vurdu ömrüme, şehrime.Her şey kapılıp gitti ardından.
Islak saçlarımla, ıslak ellerimle geldim düş sancım;  inan bu şehri ben ağlatmadım.
Yokluğunun emareleri çöktü omuzlarıma,yine vakit hüzne dalma vaktidir. Sakinleşmemiş yaralarımdan çaldığım kanlarla geldim sana.

 

Ömrüme sızan bu sancılarla nasıl dönerim geri.  Ardına bir avuç kül vaat eden bir ömre sığar mı bunca yalnızlık?  Şimdi bir kabus olur düşlerim, ve düşer bir bir gecenin kara yazılarına.  


Ne zaman susacak bu kelimeler?
İçimdeki bu çığlık ne zaman kesilecek?
Mahur gözlerine mi vurdu hazan;  ne olur bir şey de.
Kabulümdür senden gelen… Ritmi bozuk gönlüme bir merhem sür; düş sancım!
Avare yürüyüşlerime yol ol, iz ol.  Kimliğimden hatırıma düşen ismim ol. Şimdi delilik, susma vaktidir.


Gök kuşağında düşleri uçurma vaktidir.bir yamaca tutunmuş ellerimde parmak parmak ölmektir. Gidişindir adına yeminler ettiğim.
Bitişimdir içimdeki suskunu terk edişim.

Düş sancım ;yaralarımın adıdır adın.

İçimdeki çocuğu hep aldatışım.
Sensiz düşlere kanmayışım.

Korkuma bürünene asi yalnızlığım.
Ben hala unuttuğun duraktayım…


(a)


Arkadaşlardan gelen mailler



Bazen merak ederiz
arkadaşlarımız bize neden tek kelime bile yazmadan komik mailler yollarlar?
Belki bu açıklayıcı olur ;


Çok meşgul oduğun zaman,ama hala iletişimde olmak istediğinde,
Tahmin et ne yaparsın, iletirsin.



Söyleyecek hiçbirşeyin olmadığında,
Ama hala iletişimde olmak istediğinde, iletirsin.


Birşeyler söylemek istediğinde,
ama nasıl olacağını bilmediğinde, iletirsin


    Şunu bilmelisin: Hala hatırlanıyorsun,hala önemlisin,
hala seviliyorsun,hala umursanıyorsun, hala isteniyorsun.
Ve tahmin et ne alacaksın?
Benden sana bir mail.


   Öyleyse arkadaşım, gelecek sefer bir ileti aldığında,
öylesine bir mail attığımı düşünme,
Fakat şöyleki...



Ben seni bugünde düşündüm !



Bunu arkadaşlarınıza yollayın
ve herzaman onları düşündüğünüzü bilsinler.

Bunu size yollayan arkadaşınızada geri yollamayıda unutmayın.
Bırakın sizinde onları düşündüğünüzü bilisinler.

Gel artık...



http://kursunsabriomer.blogspot.com

UZAKLARI YAKIN ET, GEL ARTIK!

Kırık kalemimin gözyaşlarıyla ıslandı yalnızlık şatomun duvarları.Kanayan yüreğimin kan kırmızısı ateşini giyerken yitik düşlerimin silueti,kanadı kırılmış bir kuşun resmini çizdi aşk aynasına Leonardo Da Vinci ruhum.
Uzakları yakın et,gel artık!

Sensizliğin dayanılmaz karanlığında müebbet aşka mahkûm olmuş çilekeş kalbim sevda şarkılarının notalarını hücresinin duvarına yazdı,kanayan parmaklarıyla. Feryadı yükselirken mutsuzluktan şikâyet eden bestekâr gönlümün,umut sokağında yankılandı seni çağıran türkülerimin hazin nağmeleri.
Uzakları yakın et,gel artık!

Yediği kurşunlardan paramparça olurken düşler atölyemin pencereleri,kırık camları süpüren bir çöpçünün ezikliğindeki çocukluğum saklambaç oynadı sonsuza dek prens ve prenses kahramanlarıyla.
Uzakları yakın et,gel artık!

Zamanın ırak yalnızlığındaki ruhlar bulvarındayım.Hasret türküleri besteleyen kalbimin çığlıkları yankılanıyor çıkmaz sokakların kuytuluklarında.Unutulmuş şarkılar hatırına
uzakları yakın et,gel artık!

“Neşeli Günler” filminin sıcak atmosferindeyim,eski turşucu dükkânlarının özlemiyle yanıp tutuşan ruhlara yarenlik ediyorum milenyum çağının yalnızlığında.
Uzakları yakın et,gel artık!

Eski kitapların gizemi çekiyor kendine baharat kokulu kervansarayların loşluğundaki düşlerimi.Vuslatı özleyen hayallerim hatırına uzakları yakın et,gel artık!

Evrenin beyaz karanlığında derin uykuya dalmış ırak umutlar ülkesindeyim. Ücra düşlerim fethedilmeyi bekliyor.
Uzakları yakın et gel artık!

Hasret cehenneminde yanan şarap kızıllığındaki tutkularım,gözyaşları denizinde boğulmakta durmaksızın.Cennet gözlerindeki sevda ışıltısının hiç sönmemesi uğruna
uzakları yakın et,gel artık!

Eski fotoğraf albümlerine gizlenen mazinin ayak sesleri bölüyor siyah- beyaz rüyalarımı.Hani insan gecenin bir yarısı ağlayarak uyanır ya,sevgiye susayarak!Bir şeylerin eksikliğini hisseder ya benliğinin en gizli köşelerinde.İşte ben öyle gecelerin tutsağıyım.Azat etme mutluluğunu tatmak için
uzakları yakın et,gel artık!

Sensiz geçen günlerin anlamsızlığını duyumsuyorum,tüm benliğimle.
Uzakları yakın et,gel artık!

(a)


1980 Tariş Direnişi-Geçmişden,Geleceğe...



Türkiye kapitalizmi 1980 yılına derinleşen bir krizle girdi. Tekelci burjuvazi krizi aşmak için iç savaş politikaları izliyordu. Terörize bir ortam yaratılmış, toplum istenen psikolojik ortama sokulmuştu.

Geniş toplum kesimleri, nasıl olursa olsun can ve mal güvenliğini sağlayacak güçlü bir devlet otoritesine rıza gösterecek bir haldeydi. Askeri bir darbe “kurtuluş” olarak görülmeye başlanmıştı.

13 Aralık 1979’da Selimiye Kışlası’nda bir araya gelen generaller, gerekli ortamın tam olgunlaşmadığını düşünerek, müdahaleden önce bir uyarı mektubunu-muhtırayı kaleme aldılar. Muhtıra, gerekli mercilere iletilmek için 27 Aralık’ta, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verildi.

Muhtıra, bir anlamda 12 Eylül müdahalesinin bir ön hazırlığı niteliğini taşımaktaydı. Genelkurmay Başkanı bu ön hazırlıkların tamamlanmasını sağlamak ve nabız ölçmek amacıyla, 15 Şubat’la 16 Mayıs 1980 tarihleri arasında bütün ordu ve kolorduları dolaştı.

Bu dönemde ekonomi tam bir tıkanma noktasındaydı. Dışa bağlı ekonominin yapısal özelliklerinden kaynaklanan ekonomik kriz iyice derinleşmekteydi. Hiper enflasyon ve pahalılık, yolsuzluklar ve karaborsa günlük hayatın bir parçası haline gelmişti, yaşanan döviz darboğazı ekonomiyi işlemez bir duruma sokmuştu.

IMF ve Dünya Bankası, Türkiye’nin ihracata yönelik bir ekonomi modeline yönelmesini dayatmaktaydı. 24 Ocak 1980 tarihinde Demirel hükümeti, IMF ve tekelci burjuvazinin “önerileri” doğrultusunda ünlü 24 Ocak Kararları’nı aldı.

Bu kararlar doğrultusunda yüzde 49 devalüasyon yapıldı ve Dolar 70 TL oldu. Bu uygulamayı temel gıda ve tüketim maddeleri yanında, petrol ürünlerine, kömüre, demir-çelik ürünlerine, çimentoya, kağıda yapılan yüksek oranları zamlar izledi.

Alınan kararlarla, en başta dış kredi musluklarının açılması ve ekonominin canlandırılması hedefleniyordu. İç talebin kısıtlandığı, halkın alım gücünün düştüğü ortamda yeni önlemlerle ekonomi ihracata yönlendirilecek ve bu suretle Türkiye dış borçlarını faizleriyle birlikte ödeyebilir hale gelecekti. Egemen çevrelerin bu programı hayata geçirmelerinin “normal” bir parlamenter rejimde mümkün olmadığı herkes tarafından kabul edilmekteydi.

Bu program ancak bir faşist diktatörlükle hayata geçirilebilirdi. Latin Amerika ülkelerinde yaşanan deneyimler bu sürece tipik bir örnek oluşturmaktaydı.


Bülent Ecevit, 24 Ocak Kararları’na karşı çıkarken şu sözleri sarf etmekteydi; “Şimdi izlenmekte olan ekonomik ve sosyal politikalar bir dikta rejimi oturmadan uygulanamaz.”

Programın özü kısaca şuydu: İşçi ücretlerinin sınırlandırılması, tarım ürünleri fiyatlarının, memurların ve tüm çalışan kesimlerin gelirlerinin düşük tutulması, yüksek oranlı seri zamlar yapılarak, halkın tükettiği bütün malların pahalılandırılması…

Bütün bunların yapılabilmesi, başta sendikaların kapatılması, işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarlarını savunan tüm güçlerin tasfiye edilmesi ve halkın yoğun bir baskı altında tutulmasıyla olanaklıydı.

Adımlar da bu doğrultuda atıldı. 24 Ocak Kararları, 12 Eylül’e giden süreci hızlandırdı. 24 Ocak Kararları askeri darbeyi zorunlu kılan bir içerik taşımaktaydı.

Demirel Hükümeti, bu durum karşısında askeri darbeyi “gerektirmeyecek” bir politika izlemeye başladı. Bir askeri darbenin gerçekleştireceği politikalar Demirel Hükümeti tarafından yürütülmeye çalışıldı. Toplumsal muhalefetin bastırılması için ancak askeri faşist diktatörlükler altında yürütülebilecek operasyonlar, “anarşiyi önleme” adına yapılmaya başlandı.

Demirel’in bu politikalarının ilk örneği 1980 yılı başlarında, Tariş’te yaşandı.

Tariş, Ege bölgesinde 80 bin üreticinin ortak olduğu ve ülkenin tarımsal ürünlerinin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutan ve 11 bin kadar işçinin çalıştığı fabrikalardan oluşmaktaydı.

Bir kooperatif olan Tariş’in yönetim kurulları, kağıt üzerinde, üretici ortaklar tarafından belirlenmekteydi. Fakat yönetim kurulunu seçen asıl güç, büyük toprak sahipleri ve kooperatifin büyük hissedarlarıydı.


Kooperatife bağlı fabrika müdürleri, genel müdür ve diğer bürokratlar, bakanlıklar tarafından atanmaktaydı. Tariş bu görünümüyle (bütün birliklerde -Çukobirlik, Ant, Trakyabirlik, Fiskobirlik- olduğu gibi) yarı-resmi bir kuruluş özelliği taşımaktaydı. Bu özelliğinden dolayı, siyasi iktidarların her zaman üzerinde projeler geliştirdiği bir alan oldu. Siyasi iktidarlar bu kuruluşa politik olarak yaklaştı.

Milliyetçi Cephe-MC hükümetleri döneminde, Tariş işçisi üzerinden yoğun baskı kurulmuş, yüzlerce işçi işten atılmıştı. Bu işçilerin yerlerini ağırlıkta, MC hükümetlerinde yer alan partilerin taraftarları yerleştirilmişti. Özellikle 1975-1977 arasında işe alınanların büyük çoğunluğu MHP kökenli işçilerdi. MC hükümetleri döneminde Tariş işletmeleri, bir iflasın eşiğine gelmişti.

Ancak 1977 yılında MC’nin iktidardan düşmesinden sonra, işçilerin mücadelesi ve büyük fedakarlıkları sonucu Tariş yeniden normal bir işletme haline dönüşmüş, üretim en yüksek düzeye ulaşmıştı.

Demirel’in yeni bir MC niteliğindeki hükümeti başa gelince, Tariş’e yönelik tasfiye ve baskı politikaları yeniden gündeme sokuldu.

Önce yazılı ve görsel basında (TRT 1’de) Tariş’in “anarşi yuvası” olarak gösteren yoğun bir dezenformasyon kampanyası başlatıldı, ardından Tariş’te çalışan işçiler işlerinden atılmak istendi. Fakat binlerce Tariş işçisi, hükümetin bu politikalarına karşı tepki gösterdi ve direndi.

Güvenlik güçleri, 22 Ocak sabahı, “arama yapmak” bahanesiyle Tariş’in tüm işletmelerine girdiler. İşçiler, güvenlik güçlerinin operasyonlarına karşı direnişe geçtiler. Çiğli İplik Fabrikası, Zeytinyağı Kombinası ve Üzüm İşletmeleri’nde işçilerle polis arasında çatışma yaşandı. İşçiler, kendilerini silah, cop, panzer ve kariyerlere karşı iğlerle, masuralarla korumaya çalıştılar. Olaylarda 5 işçi, bir polis yaralandı, 100 işçi gözaltına alındı.

Olay kısa sürdü. Ama yankısı kısa sürede İzmir’in bütününde duyuldu. Özellikle Tariş işçilerinin oturduğu Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu bölgelerinde halk işçileri desteklemek için sokakları doldurdu. Ege Üniversitesi öğrencileri, üniversiteyi işgal ederek, Tariş direnişini desteklediler. Öğrencilerle polis arasında çıkan çatışmada 60’tan fazla öğrenci ve 7 polis yaralandı.

23 Ocak’taki bu eylemleri, 24 Ocak’ta İstanbul ve diğer illerdeki yüksek okullarda yapılan protesto eylemleri izledi.


24 Ocak’ta DİSK, İzmirli işçilerin Tariş işçileriyle dayanışmalarını göstermek ve Tariş işçileri üzerindeki baskıları protesto etmek amacıyla iki saatlik iş bırakma eylemi yaptı. Eyleme, İzmir’in bütün işyerlerindeki işçiler katıldı.

26 Ocak’ta DİSK, Tariş işçilerinin direnişini desteklemek amacıyla, İzmir’de bir miting düzenledi. Kitlesel bir katılımla gerçekleşen mitingde DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Bugün ülkede 5 milyona yakın işsiz var. İşsizliğin gırtlağımızı sıktığı, böylesine yaygın olduğu bir ortamda eski MC’lerin devamı yeni hükümet, Kooperatif Birlikleri’nde ve KİT’lerde çalışan işçilere karşı korkunç bir saldırıya geçti. Tekel’de, Fiskobirlik’te, Çukobirlik’te, Antbirlik’te ve Tariş’te her türlü kışkırtmaya girişerek planladıkları büyük işçi kıyımını gerçekleştirmek istiyor. Salı günü Tariş’e bağlı işyerleri savaş yöntemleriyle basılmıştır. İşçiler süngü ve coplarla dağıtılmak istenmiş. İşyerleri işgal edilmeye çalışılmıştır.

‘Anarşi ve teröre karşı’ mücadele bahanesiyle Demirel iktidarı işyerlerinde anarşi ve terörü yaratmıştır.

Amaçları bellidir. Bu işyerlerine yine faşist militanları dolduracaklardır. İşçiler bu faşist militanların baskısıyla yılgınlığa ve sömürüye boyun eğmeye itilmek istenecektir.”

Tariş işçisi, 22 Ocak günü başlattığı direnişi bir süre sonra kendiliğinden kaldırdı. Tüm işletmelerde üretim yeniden başladı.

Fakat saldırı dalgası durmamıştı. Tariş Genel Müdürlüğü gazetelere 6 Şubat 1980’de paralı ilan vererek, fabrikaların bir hafta süreyle kapatılacağını ve hasar tespiti yapılacağını, işletmenin bütün işçilerin işine son verme hakkının doğduğunu, fabrikalar yeniden açıldığında direnişe katılmayanların yeniden işe başlayabileceğini açıkladı. 7 Şubat günü 3 bine yakın işçinin işine son verildi ve polis aynı gün tekrar operasyona başladı. Bazı işletmeler polis tarafından boşaltıldı. Alsancak’taki üzüm işletmesinin boşaltılması sırasında polisle işçiler arasında çatışma çıktı. Gaz dökerek caddeyi ateşe veren işçilerden 600’ü gözaltına alındı. Çatışmada 50 işçi yaralandı. Gözaltına alınan işçiler Atatürk Stadyumu’na götürüldü.


8 Şubat 1980’de, güvenlik güçleri iplik fabrikasındaki direnişi kırmak için fabrikanın bulunduğu bölgeye yöneldi. Güvenlik güçleri fabrikaya varmadan, Çiğli, Çimentepe, Maraş mahalleleri gecekondu halkının oluşturduğu barikatlarla karşılaştı. Güvenlik güçleri bu barikatı aşamadı. Tariş işçisi, İzmir’in Gültepe, Altındağ ve diğer gecekondu halkı tarafından desteklendi. Halk sokaklarda protesto gösterisi yaparken, kentte esnaf yaygın bir şekilde kepenk kapama eylemine başladı. Özellikle Gültepe’de ve şehrin birkaç gecekondu bölgesinde polisle çatışmalar çıktı. Gültepe’de 400 içi gözaltına alındı.

Aynı gün, İzmir’de DİSK’e bağlı sendikalara üye 55 bin işçi bir günlük iş bırakma eylemi yaptı. Bankalar, fabrikalar, belediye otobüsleri çalışmadı.

7 Şubat’ta polis tarafından boşaltılan Yağ Kombinası ve Bornova’daki 2 no’lu Üzüm İşletmesi işçiler tarafından yeniden işgal edildi. Polis işgale hemen müdahale etti. Polisle işçiler arasında çıkan çatışma sonucunda 3 kişi yaralandı. Polis zorla fabrikaları yeniden boşalttı.

Olaylar 9 Şubat’ta da sürdü. Bu arada işten çıkarılan işçilerin sayısı 5 bine ulaşmıştı.

10 Şubat’ta Çiğli İplik Fabrikası’ndaki direnişi kırmaya giden güvenlik güçleri, Çimentepe halkının direnişiyle karşılaştı. Polisle halk arasında silahlı çatışma çıktı.

Bu olayın ardından polis Çiğli’nin gecekondu mahallesine operasyon düzenledi. Çiğli’de halk barikatlar kurarak direndi. Polis, binin üzerinde jandarma gücüyle takviye edilerek, yeniden müdahale etti. Halkla güvenlik güçleri arasında çatışma çıktı. Barikatları aşan polis, Çimentepe gecekondu mahallesine büyük bir operasyon düzenledi. Mahalledeki bütün evler arandı. 500 kişi gözaltına alındı.

Polis, Çiğli pamuk depolarına ulaşarak, işçiler tarafından burada kurulan barikatları dağıttı. İşçileri fabrikadan zorla çıkardı. Çiğli’de bu olaylar devam ederken, İzmir’in çeşitli yerlerinde ve özellikle Gültepe’de Tariş işçilerinin direnişini destekleyen eylemler yapıldı. Gültepe’de polisle halk arasında silahlı çatışma çıktı.

Olaylar 11 Şubat’ta da devam etti. İzmir’in çeşitli yerlerinde Tariş direnişini destekleyen gösteriler yapıldı. Destek eylemleri Türkiye çapına yayıldı. İşçi sınıfı, öğrenci gençlik, demokratik kitle örgütleri Tariş işçilerini destekleyen ve güvenlik güçlerinin operasyonlarını kınayan protesto gösterileri gerçekleştirdiler.


13 Şubat’ta Tariş işletmelerinin bazı bölümleri, polis gözetiminde açıldı. Fakat işçilerin büyük bir kısmı işbaşı yapmadı.

14 Şubat’ta Çiğli İplik Fabrikası’nda devam eden işgalin kırılması amacıyla, güvenlik güçleri büyük bir operasyona girişti. Operasyona 10 bin jandarma komandosu ve piyadenin yanında binlerce polis katıldı. Çiğli İplik Fabrikası’ndaki işgalci işçilere karşı, panzer, kariyer, helikopter ve keşif uçakları kullanıldı.

Operasyon saat 11’de başladı. Polis 15 dakika süren çatışma sonucunda panzerlerle kapıları kırarak fabrika bahçesine girdi. Polisin işgali bitirilmesi yönündeki çağrısı sonucu bin kadar işçi fabrikadan çıkarak teslim oldu. Bir kısım işçi direnişe devam etti. Fabrikaya ikinci operasyon öğleden sonra yapıldı. Polis panzerler ve zırhlı araçlarla fabrikanın içine girmeye çalıştı. İşçiler bu saldırı karşısında pamuk balyalarıyla oluşturdukları barikatı ateşe verdiler. Bir saat süren direniş sonucunda polis sonuna kadar direnen 500’ün biraz üzerindeki işçiyi etkisiz hale getirerek, gözaltına aldı. Gözaltına alınan işçilerin sayısı 1500’e ulaştı. Bu işçiler Karşıyaka Spor Salonu’na götürüldü.

Fabrikaların boşaltılmasının ardından Çiğli ve Çimentepe gecekondu mahallelerinde polisle silahlı çatışmalar çıktı. İzmir’in birçok semtinde de polisle çatışma yaşandı.

Aynı gün DİSK’e bağlı sendikalar iki günlük greve çıkarak, Tariş olaylarını protesto edip, Tariş işçilerinin yanında olduklarını gösterdiler. Grev, süre dolmadan 15 Şubat günü öğlen saatinde bitirildi. Bu dayanışma grevine tahmini olarak çeşitli sektörlerde çalışan 50 bin işçi katıldı.

15 Şubat’ta, polis, çevresi barikatlarla örülmüş Çimentepe’yi kuşattı. Polisin barikatları aşma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Çıkan çatışmada yaralanmalar oldu. Halk Çimentepe’nin bütün sokaklarında barikatlar kurdu. Polis, ancak jandarmadan aldığı destekle barikatları aşarak mahalleye girebildi. Çimentepe’de bütün evler arandı, çok sayıda kişi gözaltına alındı.

Aynı günün akşamında polis Gültepe’ye yönelik gece baskını yaptı. Resmi güçlerle koordineli hareket eden sivil faşistlerin saldırıları sonucu bir öğretmen yaşamını yitirirken, iki kişi yaralandı.

16 Şubat’ta polis Gültepe’ye girmeye çalıştı. Çıkan silahlı çatışmada 3 polis öldü, 17 polis, iki er ve halktan 100 kişi yaralandı. 17 Şubat’ta saatlerce süren operasyon sonucunda polis Gültepe’de denetimi sağlayabildi. Gültepe’de bütün evler arandı. 700 kişi gözaltına alındı.


18 Şubat’ta Pamukyağı Kombinası ile1 ve 2 no’lu üzüm işletmeleri güvenlik güçlerinin gözetiminde açıldı.

1 no’lu üzüm ve pamuk işletmelerine daha önce çalışan hiçbir işçi alınmadı, MHP eğilimli 800 işçi işbaşı yaptı. 2 no’lu üzüm işletmesinde ve incir, alkol ve kolonya işletmelerinde üretim yapılmadı.

Eylemlere katılmayan işçilerin işe alınacağı açıklansa da, bu işçilerin bir kısmı ve raporlu 300 işçi işten atıldı. 1200 işçi ve memur, kooperatiflere atandı. İşlerine son verilen işçilerin hiçbirine tazminat ödenmedi.

Olaylardan sonra, Tariş Genel Müdürlüğü tarafından kara listeler hazırlandı. Listeler özel sektördeki işyerlerine gönderildi. Böylece işten atılan işçilerin özel sektörde iş bulmasının önüne geçilmek istendi.

20 Şubat’ta Tariş’te üretime yeniden başlandı. Olaylardan sonra işçilerin çoğunluğunun işlerine son verildi. Bu işçilerin yerlerine MHP eğilimli kişiler yerleştirildi. İşçiler aleyhine açılan davada 135 işçiye direnişe katıldıkları gerekçesiyle 25’er ay ceza verildi.

Tariş Direnişi, Türkiye işçi hareketinin en önemli işçi eylemlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.

Eylemin uzun süreli olması ve devlet güçleriyle açık çatışmalarla geçmesi, sınıfın giderek radikalleştiğini ve siyasallaştığını ortaya koymaktaydı.

Tariş direnişinin önemli özelliklerinden biri de eyleme tüm anti-faşist güçlerin katılmasıydı. Eylem gecekondu halkı, öğrenci gençlik, diğer sektörlerde çalışan işçiler ve bütün devrimci güçler tarafından aktif olarak desteklendi. Eylemin lokal düzeyde kalmayarak, İzmir çapında yayılması ve yaşam alanlarıyla çalışma alanlarında koordineli bir direniş hattının örülmesi, Tariş Direnişi’nin dünden bugüne taşıdığı önemli birikimler oldu.


Tariş Direnişi, Türkiye işçi sınıfının özellikle 1968-1969 yıllarındaki fabrika işgal eylemleriyle başlayan, 15-16 Haziran genel direnişiyle zirveye ulaşan, düzenden kopma ve militan mücadele geleneğinin önemli örneklerinden biri olarak dikkat çekti. Hatta Tariş Direnişi, koşulların iyi değerlendirilmesi ve cüret edilmesine bağlı olarak bir genel ayaklanma örneği olabilirdi. Direniş bu anlamıyla tarihsel bir fırsattı. Tariş Direnişi’nin bu yönünün açığa çıkması, Türkiye solunun işçi sınıfına, devrime ve sosyalizme bakışıyla yakından ilintiliydi. Direniş, bir genel ayaklanma provası olabilirdi, yine de yenilgi yaşanabilirdi, ama Samuel Backett'in* dediği gibi, denerdik ve daha iyi yenilmiş olurduk. Böylesi bir süreç 12 Eylül faşizmine karşı mücadelenin de seyrini değiştirebilirdi. Tariş Direnişi’nin bu yönü, ayrıca düşünmeye değerdir.


(a)


ABD ekonominin toparlanması gelecek yıl başlar.



Toparlanma gelecek yıl başlar http://kursunsabriomer.blogspot.com


ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke, siyasi iradenin, bankacılık sistemini kurtarmaya yönelik destek paketlerini tamamlaması halinde, ABD ekonomisinin gelecek yıl toparlanmaya başlayacağını söyledi.


Bernanke, CBC televizyonuna verdiği demeçte, ekonomik krizin muhtemelen bu yıl dibe vuracağını ve toparlanmanın da gelecek yıl başlayacağını kaydetti.

FED Başkanı, toparlanmanın başlamasında siyasi iradedeki kararlılığın en önemli unsur olduğunu da vurguladı.

Bernanke ayrıca, Amerika’nın 1930’lardakine benzer bir büyük bunalıma düşecek durumda olmadığını da kaydetti.


(a)


Son durak...

Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
kursunsabriomer.blogspot.comYerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!

Ömer Sabri Kurşun

http://kursunsabriomer.blogspot.com


Bu sayfada

Dakika

Saniye
Misafirim oldunuz




https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]
Diploma  of  Ömer Sabri KURSUN