Ömer Sabri Kurşun

Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak,bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem...
Gururdur, namustur bayrak ve sancak, aksa da kanım korkma; haini güldürmem...
"Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa doğru tutup,
bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu?
İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz.
Cumhuriyete sahip çıkınız."
GİRİŞ
Düşüncelerim,benim hayatım için seçtiklerim ve değiştirmenin yolu da kabullenmek, herşey için öncelikle şükretmek...
Kocaman bir evren kollarını açmış kucaklamak için bizi bekliyor.
Ve emin olun ki dünya hepimizin etrafında dönüyor...
Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama gerçek bu!
Düşüncelerimiz ne ise biz o’yuz...
Yani bugün yaşadıklarınız, geçmişte kendiniz için düşündüklerinizin toplamı!
Gelecekte yaşayacaklarınız ise bugün ki düşünceleriniz ile şekillenecek tabii ki.
Bugün sahip olduğunuz herşeye şükrettiğiniz, teşekkür ettiğiniz ve istemeye devam ettiğiniz sürece...
Sahip olduğumuz(düşünce gücüyle)enerjiyle, olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şeyi hızla hayatımıza çekiyoruz...
Ve çok ilginç insan bedenindeki enerji miktarı yaşadığı şehri(ne kadar büyük olursa olsun) bir hafta boyunca aydınlatacak kadarmış.
Şimdi geçmişe şöyle bir baktığımda içsel anlamda bunu bildiğimi fark ettim ve farkında olmayarak kullandığımı.
Ama önemli olan farkında olmak dolayısıyla hatırlamayı hatırlamak...
Şimdi farkındayım!
Ömer Sabri KURŞUN
Üç çeşit dost vardır;birincisi ekmek gibidir her zaman istersin.İkincisi ilaç gibidir lazım olunca ararsın.
Üçüncüsü mikrop gibidir o gelir seni bulur.
*****
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'',
'' dostuma'', demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş...
Yolunda ölünecek dostlara...

yalancılar, dürüstler, düz insanlar, zorbalar..
Gülümseyen kalpler arayın, az da olsa etrafı tarayın.
Gözlere mi sakın ha aldanmayın, sözlere hele hiç kanmayın.
Haydi rast gele...
Ş A N S I N I Z A...
16 Mart 2009 Pazartesi
Kendine iyi bak..
Yalnızlık çiziyorsa dudaklarımı kanla
Sen varsan,yaşıyorsan,yazılıysan bahtımda
Martıların sesini bırakarak rıhtımda
Koşup gelirim sana.
Yine Yalnızlıksa bahtımızdaki
Razıyız hayatın getirdiklerine
Götürdüklerine rağmen.
......kırık bir aşk.............hikayesi bu...
..umutsuzluklarla..........ve hüzünle dolu...
güneşinden yoksun; umut, bulutlar ardında
gökyüzü kapkaranlık ve biz burada ışıksızız
yollar aşılamaz türden, ufuklar bizden uzak
.bugünler mutsuz ve yarınlar çok umutsuz
...amaçlar belirsiz ve araçlar çok yetersiz
.....görüşebilmek zor, görüşmemek zor.
.........sevebilmek ve de sevilebilmek,
...........ne kadar mümkün sence?
............ne kadar olası bu düş?
.............birleşebilir miyiz?
................sen-ve-ben
................bir gün!
................? ?
.....
“Kendine iyi bak bir veda degil elveda cümlesidir çogu zaman. O üç kelimeden çok daha fazlasini gizler içinde...
"Kendine iyi bak." Çünkü bundan sonra ben yaninda olmayacagım.Olamayacağım.İstesem de istemesem de.Sevdim bir zamanlar seni,hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmanı istiyorum.Olur da bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum.
Kendine iyi bak.Çünkü bundan sonra kendinden başkası olmayacak yanında sana bakacak.Ben olmayacağım.Kendine iyi bak ve beni düşünme.Çünkü ben de seni düşünmeyeceğim artık.Arama sakın beni,yazma,çünkü ben yazmayacağım.Sil beni yüreğinden,çünkü ben sileceğim.Fakat,yaşanılan,paylaşılan güzel şeyler hatırına sana yürekten mutluluklar diliyorum.Ve ben bir daha dönmemek üzere gidiyorum.
"Kendine iyi bak.Aramızda geçen herşeye ragmen benden sonra iyi olduğunu bilmeyi tercih ederim.Aslında bilmem çok önemli değil,iyi olduğunu varsayacagım ben.Seni bir daha asla görmemek üzere gidiyorum ben,seni kendinle başbaşa,yapayalnız bırakıyorum ben.Biliyorum kendini bırakacaksın benden sonra,o yüzden iyi bak diyorum.Aslına bakarsan, çok da fazla umursamıyorum."
"Kendine iyi bak derler ve giderler.Tutkuyla sevenler, bazen birden fazla söylerler bunu.Çünkü onları ayırmak,eti tırnaktan ayırmak gibidir.Kolay kolay kopamaz onlar,süreç çok acı vericidir,yürek parçalıyıcıdır.
Her seferinde azalan umutlarla geri döner ve yine.Kendine iyi bak gözleriyle ayrılırlar.Ta ki umut da,sevgi de tükeninceye kadar.Ta ki son elveda mezar sessizligine bürününceye kadar…"
Tutkunun ötesinde sevenler,bir kez.Kendine İyi Bak derler ve giderler.Onlar eti tırnaktan ayırmak yerine ölümü yeğlerler.
Onlar bu acıyı bir kezden fazla kaldıramayacaklarını bilirler.
"Kendine iyi bak" derler ve giderler.Bu sözlerin içinde ihanet yok,hiç bir zaman olamaz derler ve giderler.En büyük ihanet değil midir aslında seni seveni,ihtiyacı olanı yüzüstü bırakıp gitmek."Kendine iyi bak" derler ve giderler.Seni suskunluga mahkum edip giderler.Seni parçalara ayırıp,en büyük parçayı yanlarına alıp giderler.Seni senden alıp giderler.
Daha kötüsü suçlayamazsın onları tüm bunlar için.
Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardır elbet.Suçlatmaz kendini. Savaşmadıkları için kızarsın ama suçlayamazsın.Savaşmışlarsa,yenildikleri için kızarsın ama suçlayamazsın.Yenildigin için kızarsın ama suçlayamazsın.
Ayrılığın kaçınılmazlığına inandırır seni,kendine iyi bak derler ve giderler. Elinden umutlarını,düşlerini,sevgilerini alıp giderler.Bir tek anıları birakırlar geride,bir de hatırladıkça gözyaşlarına boğulasın diye unutulmayan nağmeler.
Arkalarına bakmadan çekip giderler eğer yalnız kalmışsan, çünkü insafsizliklarini görmek istemezler.Hersey o saniye orada bitsin,kapansın bu sayfa isterler.Bitti diyemedikleri için, kendine iyi bak derler.
Kırıldım ve affedemiyorum;diyemedikleri için kendine iyi bak;derler.
Seni istemiyorum artik, hayatımdan çıkaracağım ama bil ki hiç unutmayacagım; diyemedikleri için kendine iyi bak derler.Biliyorum çok kanayacaksın ama daha iyisini yapamıyorum;diyemedikleri için kendine iyi bak derler.Vicdanlarını rahatlatmak için kendine iyi bak derler,çünkü o kan uzun süre akacaktır ve o yara asla kapanmayacaktır, bilirler.
"Kendine iyi bak" bir noktadır çogu zaman.Kendine iyi bak deme bana,sadece kötülükler noktalansın isterim ben.Oysa sen iyisin.Sen gözümdeki ışık,dudağımdaki tebessüm,sen içimdeki sevinçssin.Sen hayatıma renk katan, sen yüregimdeki çarpıntı,sen hayatımdaki nesesin.Sen yolumu aydınlatan, sen dert ortagım, sen gönül yoldaşım, sen bir tanesin.
Kendine iyi bak deme bana.
Nokta koyma.
Keşke böyle yasanmasaydı bazı şeyler,keşke affedebilsen beni,keşke ben de affedebilsem.Keşke döndürebilsek zamanı geriye.Keske bugünkü aklımızla yaşasak herşeyi baştan.Nafile... Ama yine de,gitmesen olmaz mı?Bitmesek olmaz mı?Sen eksikken,ben nasıl tam olurum?Senden kalan boşluğu kimlerle doldururum?Savaşsak, aramıza giren şeytanla olmaz mı?Hani büyük aşklar her türlü engeli aşardı,hani gerçek dostluklar her sınavı geçerdi,hani sevgi eninde sonunda kazanırdı?
Hani hayatta hiç kirlenmeyecek değerler vardı?
Hani en büyük zaferler,en kanlı savaşların ardından kazanılırdı?
Bunların hepsi yalan mı?
Sahiden...,gitmesen olmaz mı?
Bitmesek olmaz mı?
Peki o zaman...Senin istedigin gibi olsun... Öyleyse...Sen de Kendine İyi Bak.
"Kendine iyi bak" derler, kurşunu kafana sıkıp giderler... ...
Teknolojinin yararları..
Artılarıyla eskileriyle teknoloji
Teknoloji derkenden, eminim alacağım ilk yanıt “iyi ki var...” olacaktır. Evet, iyi ki var... Teknoloji’nin günlük hayatımıza getirdiği kolaylık, rahatlık, konfor saymakla bitmez. Bugün hangi kadın çamaşır ya da bulaşık makinesinden vazgeçebilir? Hangi erkek uydu kanalından, dünya kupalarını seyretmenin rahatlığını bir kenara bırakabilir?
Evinizde oturuyorsunuz... Bir düğmeye basıyorsunuz. Tüm kirli çamaşırlarınız, diğer bir düğmeye basıyorsunuz bulaşıklarınız kendi kendine yıkanıyor. Televizyonun karşısında yerinizden kıpırdamadan bir düğmeye basıyorsunuz, karşınızda CNN, bir düğmeye basıyorsunuz BBC... Fırınınız aynı oranda becerikli. Bilgisayarınızdan hiçbir kitap karıştırmadan ihtiyacınız olan tüm bilgileri rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Görüşmelerinizi, nerede ve hangi şartlarda olursa olsun cep telefonuyla hallediyorsunuz.. Artık günlerce aylarca postacı yolu gözlemeye gerek yok. E-maille anında haberleşebiliyorsunuz. Çocuğunuz artık, “sokakta arkadaşlarımla oynayacağım” diye tutturup bu trafik belasında başınızı ağrıtmıyor. Geçmiş bilgisayarın karşısına kendi kendine yarışlar yapıyor.
Her şey çok kolay... Her şey çok rahat...
Peki ya insan ilişkileri...
İnsan ilişkileri
“İkinci Dünya Savaşı” ndan bu yana toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmişlerdir: İnsan, eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu çok soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. “Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirlerine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek, sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecek en uygun uzaklığı bulurlar...”
İnsanlar artık birbirlerine ihtiyaçları olduğu sürece yaklaşıyor ve sadece bu yüzden ilişki kuruyor... Peki, o kadar konfor, o kadar rahatlık varken neden birçok insan yalnızlıktan şikayet ediyor acaba? Çünkü, birçok teknolojik gelişme sayesinde kendimize yetebiliyoruz... sadece karşılıklı çıkarlarımız için bir araya geliyor ve işimizi gördükten sonra birbirimizin hatırını sormak için bile aramıyoruz. Dolayısıyla gitgide çevremize yabancılaşmaya başlıyoruz.
Bunun getirdiği yalnızlığa dayanamayan bir çok kişi alkol, uyuşturucu v.b araçlarla çevresine yabancılaşmanın verdiği acıdan kurtulmaya çalışıyor. Hiçbir şeye bağlanmamak insanın boşluk ve anlamsızlık duyguları yaşamasına neden oluyor...”
---
21. yüzyılda teknoloji elbette çok daha fazla ilerleyecek... bizlere büyük kolaylıklar sağlayacak, yaşamamızı kolaylaştıracak.
Bizi makineler mi yönetecek.
Belki bir öğretmen olmam nedeniyle benim en çok üzüldüğüm şey: hesap makineleri. Artık çarpım cetveli ezberlemelerine gerek yok çocukların. Makine her şeyi saniyede hesaplıyor. Belki büyük kolaylık ama insan beyni çalıştırılmıyor. Bilim adamları son derece ilerlemiş cihazlar üretiyorlar ama insan gitgide beynini kullanmamaya başlıyor. Ve en büyük tehlike burada yatıyor...
Bunların yanında paylaşma da gitgide ortadan kalkıyor...
Teknoloji gerçekten de dünyayı ayağımıza getiriyor ama biz köşemizden tüm bu olup bitenleri sadece seyrediyoruz... hiçbir katılım yok...
Teknolojinin bize getirdiği büyük yararları inkar edemeyiz. Ör. tıp konusunda pek çok hastalığın tedavisi artık mümkün. Bilgisayarın yararları saymakla bitmez... resim yaparsınız, beste yaparsınız, sinemada özel efektler yaparsınız. .. Evet, bunlar çok rahat görünüyor ama... kişinin gerçek yaratıcılığını önlüyor...
---
Peki ya bundan sonrası...
İnsanlar ne yapacak... yaratıcılık tamamen ortadan kalkacak mı?
Robotlar, düşünen makineler, hesap yapan, resim çizen, müzik besteleyen, çeviri yapan makineler...
Çok sayıda makine üretildi ve üretilmesi de sürdürülüyor...
Ya sonra...
Gelecek nesiller daha az çalışacak, daha rahat olacak makineler sayesinde..
Ya insan ilişkileri?..
Hiç kuşku yok ki iyice sarsılacak... dolaysız temastan çok, diğer insanların görüntüsü, sesi ve E-mailleriyle yetinecek... İletişim eksikliğinin getireceği kapalı bir dünya yani...
---
Sakın yanlış anlaşılmasın...
Ben teknolojilerin temelde insan yaşamını kolaylaştırdığına inanıyorum. Çok büyük olanaklar sağlıyorlar...
Ama yine de, teknolojinin her zaman sorgulanmasından yanayım. Ör. Televizyon dünyanın en yararlı iletişim araçlarından biri olabileceği gibi... en zararlı araçlarından biri de olabilir. İnsanları uyutmak, yozlaştırmak, düşünmekten uzaklaştırmak, kişisel ilişkileri çürütmek, ortadan kaldırmak için de kullanılabilir...
Şimdi bilgisayar çağı...
İnsanlar evlerindeki kablolu bilgisayarlarla istedikleri istasyonlara ulaşabiliyor... Hatta hiç evden çıkmadan devlet kütüphanelerinin bilgisayarlarına, internete girip istediği bilgiyi alıp kullanmak çok güzel. Bu yemek tarifi istemekten, hava durumunu öğrenmeye ve hatta sağlık sorunlarınızı çözmeye kadar gidiyor. Hatta seks sorunlarınızı bile çözüyor.
---
Aslında kadınların çoğu teknolojiden uzak dururlar, makinelerden falan da pek anlamazlar.(bunun nedeni başka bir yazı konusu.) Ör. Makinenin bana sunduğu en gelişmiş olanakların en azını kullanıyorum. Makineleri seviyorum aslında,(çünki mesleğim) ve onların getirdiği kolaylığı... Özellikle çamaşır, bulaşık v.b makinler, dünyanın en büyük gelişmelerinden.
Ev iş yapan bir robot hiç de fena olmaz aslında... Hem insanın insanı kullanması da ortadan kalkar...
Televizyon, Walkmenler, bilgisayarlar, cep telefonları v.b sayesinde yalnız yaşamak zorundasınız. İş yaşamınızda da bir bütünün çok küçük bir parçasısınız ve dolayısıyla orada yalnızsınız... “İlkel” dediğimiz kabilelerde yaşam içinde herşey paylaşılıyordu, müthiş bir “Komün hayatı” vardı...
Oysa bizim yarattığımız uygarlık her şeyin kişiselleşmesine yol açıyor... Bireycilik tutkusu gün geçtikçe daha da artıyor.
SPOT
Teknolojinin bize getirdiği büyük yararları inkar edemeyiz... Ör. Tıp konusunda birçok hastalığın tedavisi artık mümkün. Bilgisayarın yararları saymakla bitmez. Resim yaparsınız, beste yaparsınız sinemada özel efektler yaparsınız... Evet, bunlar çok rahat görünüyor ama... kişinin gerçek yaratıcılığını önlüyor...
Çağdaş bir kültür politikamız yok...
Kültürü masaya yatırmanın zamanıdır.
Eğitimin yeniden, çağdaş bir düzeyde yapılanması üzerinde herkes hemfikirken... çok önemli bir noktanın unutulması durumunda bu yapılanmanın eksik ve yetersiz olacağı gerçeğinin altını çizmek istiyoruz, kalın çizgilerle...
Evet... “kültür”de bu çalışmalarda aynı kefeye konmalı, aynı tezgahlarda dokunmalı... Çünkü, kültür çağdaş uygarlığın temelini oluşturmaktadır ve bir ülkede ekonominin de, demokrasinin de gelişip / kökleşmesi için... devletin, toparlanarak çağdaş bir kültür politikası oluşturması yaşamsal bir gerekliliktir.
BİREYDEN – TOPLUMA
Bunun için de olayın bireyden-topluma ulaşacak şekilde düzenlenmesi planlanması gerekmektedir. Bu konuda UNESCO’nun saptadığı görüş ve istekler bize ışık tutabilir:
“Her kişinin kültür yaşamına katılabilmesine olanak veren koşulların yaratılması... Çeşitli kültürlerin özgürce bir arada yaşayabilmesi amacıyla önlemler alınması: Yaratıcı çalışmaların kısıtlanmadan desteklenmesi. İnsanca değerlerin güçlendirilmesi. Kültüre demokratik bir içerik kazandırılması. Ulusal ve evrensel kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi. EĞİTİMİN HER DÜZEYİNDE KÜLTÜR ve SANATA YER VERİLMESİ... Kitle iletişim araçlarının kültür açısından olumlu yönde kullanılması...”
---
Yukarıda saptanan gerçekler ışığında, ülkemizde bu alanda – hala – pek bir şey yapılamadığı açıkça ortadadır. Bunun en büyük nedenlerinden biri devletimizin köklü ve çağdaş bir kültür politikası olmamasıdır. Eğitim ve kültür Bakanlığının – gelmiş geçmiş – tüm icraatlarına bakalım: Eğitim sürekli kültürün yerine geçiyor ve onu bir üvey evlat gibi, bir besleme gibi bir kenara sıkıştırarak hakkını yiyor:
Oysa toplumların gelişmesinde kültürün de eğitim kadar etkisi ve önemi var...
ÖZERK KÜLTÜR – SANAT KONSEYİ
Bu konuda kaç yıldır neredeyse tüm çalışmalar yapılıp yasalaşma durumuna geldiği halde... hala ayak sürçülüyor ve Özerk Kültür – Sanat Konseyi bir türlü kurulamıyor. Oysa, kurulacak böylesi özerk bir konsey, kültür – sanat alanının politikacıların keyfi ve ilkesiz yönetim ve yönlendirilmesinden kurtarılarak, politika ve politikacıya hizmet / vitrin oluşturma yerine... ülkemizin kültür ve sanatında geçmiş ve geleceğin, geleneksel ve çağdaşın yerel ve evrenselin planlamasını, uygulamasını yapacaktır.
Ve böylece... belki de ilk kez, ülkemizde yazarı, çizeri, sanatçısı hak ettiği yeri alacak ve bu oluşuma büyük katkılarda bulunacaktır... Çünkü,
Bu konsey devletin- daha doğrusu politikacıların – etki ve müdahalelerinden kurtularak, orada çoktan olması gereken sanatçı ve kültür adamlarınca yönetilecektir.
KÜLTÜRÜ MASAYA YATIRMA ZAMANI
Yani artık kültürün masaya yatırılması zamanı geldi.
Bu olgu sadece bizim için değil, bütün dünya için geçerli... Ve özellikle de Batı ülkeleri UNESCO’nun önerileri ışığında bunu yamaya başlamışlardır.
Bakın bu konuda nelerin altını çiziyor UNESCO:
“Hükümetler, Özerk Kültür ve Sanat Konseylerinin fikirlerini ve önerilerini bütçe ve yasal ölçütlere, aktif politikaya koydukları takdirde... KÜLTÜR yeni bir dönüm noktası olacaktır...”
---
“Kültürler ve toplumlar, kamu ve özel sektör, devlet ve sivil kuruluşlar arasında yeni ilişkilerin arandığı bir dönemde... bizler, daha iyi bir dünya için kültürlerin yerinin iyi saptanmasını diliyoruz...
Kültüre yapılacak yatırım ekonomiyi, toplumu ve eğitimi olumlu yönde etkileyecektir...”
---
Görüleceği gibi çağdaş uluslar, KÜLTÜR-DEMOKRASİ-POLİTİKA ilişkisini mercek altına almıştır. (Hem de 1970’lerden) Bu bağlamda sağlıklı “kültür politikaları” oluşturmuşlar... Kültürel gelişmenin ülkenin her alandaki gelişmesine lokomotif olacağı... olabileceği gerçeğini kavramışlar ve uygulamaya başlamışlardır...
(a)
Teknoloji / Tasarım Nedir ?
Günümüzde teknoloji; temel ve uygulamalı bilimlerin verilerinin yaratıcı süreçler içerisinde üretime dönüştürülmesini, kullanımını ve toplumsal etkilerinin çözümlenmesini kapsayan bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım, teknolojinin toplumsal her türlü etkinliğin içinde bir süreç olarak yer aldığı gerçeğini vurgular. Teknoloji, insan hayatının kalitesini artırmak amacıyla yaratıcılık ve zekânın; bilim, sanat, mühendislik, ekonomi ve sosyal çalışmayla oluşturulan bir bireşimidir. Herhangi bir şeyi daha iyi, daha hızlı, daha kolay, daha ekonomik ve daha verimli yapma girişimidir.
Tasarım, zihinde canlandırılan biçimdir. Bu tanımlamada zihinsel süreçlerin kullanımı ön plana çıkmaktadır. Farklılıkları bulma, hayal kurma, sorgulama, yaratıcı düşünme, eleştirel düşünme, akıl yürütme gibi üst düzey zihinsel süreçlerin tasarım yapmada önemli bir yeri vardır.
Teknoloji ve tasarım ürün geliştirme sürecine yönelik olduğundan ve insan hayatını doğrudan etkilediğinden birlikte ele alınmalıdır. Teknoloji ve tasarım birbirini doğrudan etkileyen kavramlardır. İkisi arasındaki ilişki özne ile nesne arasındaki ilişki gibidir. Bu ilişkide öncelikli zihinsel süreç olarak yaratıcılık, karşımıza çıkmaktadır.
Teknoloji ve tasarım ilişkisinin geliştirilmesi bireyin yaratıcılık düzeyinin geliştirilmesi ile mümkün olabilir. Yaratıcılığın geliştirilebilmesi dış uyarılara açık ve alıcı olmakla birlikte duygu, istek, hayal gücü ve iç tepkilerinin de bilincinde olmasını gerektirmektedir (Çellek T. 2003).
Teknoloji ve Tasarım dersinin verileceği yaş grubunun en önemli özelliği, gruba ait olma ve grup üyeleri içinde etkili olma isteğidir. Bu durum yaratıcılığı engelleyen bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak uygun şekilde motivasyonun sağlanması, grup dinamiğinin, hayal gücünün ve iş birliğinin geliştirilmesi ve bunu sağlayacak öğretim süreçlerinin kullanılması bu durumu olumlu hâle dönüştürür.
Teknoloji Nedir ?
Aşağıda teknolojinin ne olduğunu tam karşılamaya çalışan bazı tanımlar yer almaktadır; bazıları bu tanımlamaları özellikle eğitim açısından ele almaktadır.
1. Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel bir disiplindir (Simon, 1983, s.173 ).
2. Teknoloji somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb. ) üzerinde denetimi sağlamasıdır (McDermott, 1981, s.142 ).
3. Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: "Teknoloji (Latince texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct ) anlamına gelir ) birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak değildir. Teknoloji, bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir. Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış bir makine olarak görmüş ve bu technique'nin ancak küçük bir bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir. Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir. Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da biyoloji ile sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta aynıdır" (Saettler, 1968, ss. 5-6 ).
4. Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi tanımlarken şöyle demektedir: "Makine kullanımının yanı sıra teknoloji, sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına, ve ekonomik değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır" (Finn, 1960, s.10 ).
5. Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman Rickover şöyle söylüyor: "Bilim ve teknoloji birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin ) gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak için geliştirilecek aletler, teknikler, ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz. Diğer yandan teknoloji fikir (bilim ) değil de hareket olduğundan, eğer insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol açabilir (Knezevich & Eye, 1970, s.17 ).
Tasarım Nedir?
Kelime kök olarak ; “Tasar” kelimesinden türer açılımı düşünmek planlamak anlamında. ‘tasarlamak’ ,‘tasarım’ ;
fikri şekil olarak ortaya sunma anlamında
- dış kaynaklarda geçen tanımı ise -
Design sözcüğü Latince kökenli 'designare'den türemiştir; anlamı 'bir şeye işaret etmektir'.
Etimolojik anlamda, uzakta olan bir şey işaret edilebilir; piktoral anlamda 'de-sign' birden fazla şeyin olduğu ortamda, yalnızca tek bir şeyi işaret edebilir.
Ruhani anlamda ise 'aklın gözü' betimlemesiyle; sözcüğün yoğun bir arınmadan geçtiği hissedilir.
Tasarlamak sözcüğü ile de; işaretlemek, iz bırakmak, not etmek, altını çizmek, damga vurmak, özgün olmak, biricik ve tek olmak, belirginleştirmek, ayrıştırmak eylemleri vurgulanıyor.
Tasarımdaki düşünce !?
Tasarımı kullanım ihtiyaçlarına göre bir şeyin Kullanılabilirliğin artması için yapılan şekillendirme öngörüsü sunumudur
- endüstriyel tasarım ve
- kişiye özel tasarım olarak, 2 ana kategoriye ayrılır.
Kişiye özel tasarım özel ihtiyaçlara göre tasarım dır Tasarımın Fiziksel işlevselliğin yanı sıra Ürün kullanıcısının özel ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterir
Özel tasarımlar özellikle kullanıcısının sosyolojik ve psikolojik isteklerine göre değişkenlik arz eder . özel tasarımda ana fikir O ürünün o kişiye özel olması ve başkalarına göre uygunluk arz etmemesi bu alışıla gelmişin dışında farklı ama kullanıcısı için Gayet doğal kabul görmesi gibidir.
15 Mart 2009 Pazar
Teknoloji nedir?
Teknoloji (technoslogos) techne; yapmak ve logos; bilmek anlamına gelmektedir. İnsanoğlunun gereklerine uygun yardımcı alet ve edevatın yapılması ya da üretilmesi için gerekli bilgi ve yetenektir. Bir insan etkinliği olarak teknoloji insanlığın tarihinde bilim ve mühendislikten önce ortaya çıkmıştır.
Teknoloji Nedir?
Sözlük anlamı "bilginin sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması" demek olan teknoloji geniş anlamda araştırma geliştirme üretim pazarlama satış ve satış sonrası hizmeti kapsayan bir sanayi sürecinin etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi ve becerilerin tümüdür. Teknolojik yenilik de "üretim süreçlerinde yenilik yeni ürünler ve yeni kurumsal örgütlenme biçimleri" olarak tanımlanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde ürün rekabeti bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüştür. Klasik anlamda rekabet gücünü belirleyen faktörler arasında doğal hammadde kaynaklarının bolluğu ucuz işçilik gibi temel üretim faktörleri yer alırken günümüzde ileri ve özellikli üretim faktörleri belirleyici duruma gelmiştir. İleri üretim faktörleri nitelikli iş gücünü Ar-Ge altyapısını modern bir haberleşme ağını ve bilişim (enformasyon) teknolojilerinin etkin kullanımını içerirken özellikli üretim faktörleri belirli alanlarda yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü ile bilgi ve deneyim birikimini içermektedir.
Diğer yandan başta elektronik enerji bilişim uzay biyomühendislik organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii en yüksek oranda katma değer yaratan dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan sanayi dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Teknolojinin Önemi
Sanayileşmenin en belirgin ögesi teknoloji üretebilmektir. Teknoloji üretebildiğiniz bilgiyi ürün tasarlamada kullanabildiğiniz takdirde ticarette rekabet üstünlüğünü savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlayabilirsiniz. Kimse kendisine üstünlük sağlayan bir şeyi başkasına vermeyeceğine göre salt teknoloji transferi yaparak sanayileşmemiz ve kalkınmamız savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlamamız olası değildir. Bu nedenle amaç kendi teknolojimizi kendimizin üretmesi olmalıdır. Kendi teknolojisini üreten bir sanayileşme ile ulusal ekonomiye ülkenin mühendislik gücüne ve ulusal teknolojiye en yüksek katkıyı sağlayabilir beyin göçünü önleyebilirsiniz.
Teknolojiyi kısaca bilimsel bilgiden yararlanarak yeni bir ürün geliştirmek üretmek ve hizmet desteği sağlamak için gerekli bilgi beceri ve yöntemler bütünü olarak tanımlayabiliriz. Bu duruma göre özgün üretim için gerekli safhaları da dörde ayırabiliriz.
ØBilimsel bilgiye ulaşmak veya geliştirmek
ØBilgiden faydalanarak bir ürün tasarlamak (tasarım yeteneği veya teknolojisi)
ØTasarlanan bir ürünün üretim tekniklerini belirlemek (üretim teknolojisi)
ØÜretim
Bir ürün geliştirmek için gerekli malzeme ve ekipmanı çeşitli kaynaklardan bulabilirsiniz. Bu nedenle önemli olan tasarım yeteneğine sahip olmaktır. Tasarım yeteneğine sahipseniz her şeyi yapabilirsiniz. Bağımsızlık da bundan sonra gelir.
Teknoloji ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemekte ve uluslararası yarışta sahibine büyük bir ticari üstünlük sağlamaktadır. Dünya ulusları teknoloji üretebilenler ve üretemeyenler olarak ikiye ayrılmakta teknoloji üretemeyen uluslar az gelişmiş uluslar olarak sınıflandırılmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde ürün rekabeti bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüştür. Klasik anlamda rekabet gücünü belirleyen faktörler arasında doğal hammadde kaynaklarının bolluğu ucuz işçilik gibi temel üretim faktörleri yer alırken günümüzde ileri ve özellikli üretim faktörleri belirleyici duruma gelmiştir. İleri üretim faktörleri nitelikli iş gücünü Ar-Ge altyapısını modern bir haberleşme ağını ve bilişim (enformasyon) teknolojilerinin etkin kullanımını içerirken özellikli üretim faktörleri belirli alanlarda yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü ile bilgi ve deneyim birikimini içermektedir.
Diğer yandan başta elektronik enerji bilişim uzay biyomühendislik organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii en yüksek oranda katma değer yaratan dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan sanayi dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Bilimsel Araştırmalar Teknoloji Geliştirme Çalışmaları ve Üretim Teknolojileri Arasındaki İlişki
Bu nedenle de günümüzde ülkelerin özellikle bu alanlarda sahip oldukları bilim ve teknoloji altyapıları ve bu altyapıyı sanayi süreçlerinde kullanarak ürüne dolayısı ile toplumsal refaha dönüştürebilme yetenekleri gerek ekonomik gerekse politik açıdan stratejik öneme sahip dikkatlice korunması gereken milli varlıklar olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde sahip oldukları bilimsel ve teknolojik bilgiyi entegre süreçler içinde ürüne ve toplumsal refaha dönüştürebilen ülkeler ile bu süreç entegrasyonunu başaramamış ülkeler arasındaki anlayış ve uygulama farkı gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tanımlamasında kullanılan önemli araçlardan biridir.
Gelişmiş ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalar bu araştırmalar sonucunda geliştirilen yeni teknolojiler ve bu teknolojilerin yeni üretim ve ürün teknolojilerine dönüşmesi süreçleri iç içe biribirini takip eden süreçler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD Almanya ve Japonya gibi ülkeler bu kategoride yer almaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde ise bu süreçlerin entegrasyonu zayıftır. Türkiye gibi dünya bilim literatürüne katkısı az olan ülkeler ve hatta eski SSCB ve Hindistan gibi dünya bilim literatürüne katkısı yüksek ancak bu birikimi toplumsal refaha dönüştürememiş ülkeler ikinci sınıfa giren ülkeler olarak değerlendirilmektedir.
Bilimsel araştırmalar açısından bakıldığında bu ülkeler gerek bilimsel ve akademik kuruluşlar gerekse bilim adamları düzeyinde işbirliği ve bilimsel çalışmalara katılım açısından gelişmiş ülkeler ile sıkı ilişkiler içinde olabilmektedir. Ancak bu ilişkiler ve yapılan çalışmalar ile kazanılan bilgi birikimini teknolojiye ve ürüne dönüştürecek mekanizmaların gelişmemiş olması nedeniyle bu ülkelerin yeni teknolojiler ile tanışması nadiren bu teknolojilerin gelişme safhasında çoğunlukla da bu teknolojilerin üretim ve ürün teknolojilerine dönüşmesinden sonra "teknoloji transferi" ile mümkün olmaktadır. Ancak bu şekilde sahip olunan teknolojiyi yeni türev teknolojilerin gelişimini sağlayacak "Ar-Ge /tasarım teknolojisi" olarak değil belli bir ürüne özel "üretim teknolojisi" olarak değerlendirmek gerekir.
Bilim ve teknoloji temelli bir sanayi dalı olan savunma sanayii gelişmekte olan ülkeler için bu olumsuz tabloyu ortadan kaldırabilecek bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır. Savunma sistemleri tedarik süreçlerinin hem savunma ihtiyaçlarının karşılanması hem de kritik teknolojilerin edinilmesi ve ülkenin teknoloji alt yapısının geliştirilmesi amacıyla kullanılması gelişmiş ülkeler tarafından başarıyla uygulanan bir bilim-teknoloji-üretim süreçleri entegrasyonu yöntemdir. Savunma harcamalarına büyük kaynaklar ayrılan ülkemizde de hem bilimsel araştırma yeni teknoloji üretme ve yeni ürün geliştirme süreçlerinin entegrasyonu hem de bu çalışmaları toplumsal refaha dönüştürülebilecek mekanizmaların kurulması için savunma sanayiini temel platform olarak belirlemek en doğru yaklaşım olacaktır.
Bilim ve Teknolojideki Gelişmeler
20. yy bilim ve teknolojinin gelişmesinde altın çağını yakalamış insan hayatında vazgeçilmez bir rahatlık sağlamıştır. Bilim hiçbir zaman durağanlık göstermemektedir. Bilimin sınırları genişlerken; dünyanın sanıldığı kadar büyük olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde bilim olağanca hızıyla ilerlemekle birlikte insan hayatının olmazsa olmazları arasına girmeyi başarmıştır. Bilimin sonucu olarak ortaya çıkan teknoloji hayatımızı her alanda kolaylaştırmayı başarmıştır.
Bilim ve teknoloji arasında sıkı bir ilişki bulunmakta birbirlerini tamamlamaktadırlar. Bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken teknolojik gelişmeler de bilimsel araştırmaların daha uygun şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel gelişmeyi hızlandırmaktadır .
Rönesans ve reformla birlikte bilimdeki gelişmelerin temelleri atılmış bilimsel gelişmeyi engellemeye çalışan tüm olumsuzluklar da ortadan kalkmıştır (Kilise ve Dinin Etkisi gibi).
İnsanlar tanrıbilimsel gerçeklerden sıyrılıp içinde yaşadıkları dünyayı ve bu dünya ile ilgili sorunları keşfetmişlerdir. Bu gibi gelişmelerin sonucunda da bilimsel gelişmeler başlayıp zamanla hız kazanmıştır.
Bilim ve teknolojinin ortaya çıktığı tarihten itibaren insanlar içinde yaşadıkları dünya ile yetinmemişlerdir. Uzayı merak etmişler uzayın sırlarını çözmek amacıyla gizemli bir yolculuk sistemli bir çalışma içerisine girmişlerdir. Sıvı yakıtlı motorların bulunması ile uçaklar ulaşım aracı olarak kullanılmaya başlanmış insanlara uzak gibi görünene mesafeler artık ortadan kalkmıştır. Bunun sonucunda insanların uzaya gitme isteği iyice artmıştır .
Uzayı tanımlayacak olursak; güneşi gezegenleri uyduları yıldızları sayısız galaksiyi içine alan boşluktur. Bu sınırsız boşluk içersinde bulunana gök cisimlerinin her biri dünya yüzeyindeki toz parçacıkları kadardır. İlk çağ filozoflarından başlayarak bir çok bilim adamı uzayı tanımlama çabası içerisine girmişlerdir. Örneğin; Galile’nin gök bilimleri ile ilgili çalışmaları olmuştur. Teleskopla gözlemler yapmış şu anki bilim adamlarımızın bile sonucuna ulaşamadıkları bir araştırma çizgisini başlatmıştır. Kepler ise; gezegenlerin yörüngelerinin üzerine çalışmalar yapmış elips şeklindeki hareketleri saptamayı başarmıştır.
Günümüzde ise uzaya ulaşma çabası dünya üzerinde milletler arası çatışmaya yol açmakta hızlı bir yarışın olmasına neden olmaktadır.
“İlk aya yolculuk planlarının NASA başlatmıştır. Başka John F. Kennedy’nin 25 Mayıs 1961’de kongrede bir özel oturumda yaptığı konuşmada “önümüzdeki 10 yıl içinde bir adamın aya gitmeyi ve dünyaya dönmeyi başaracağına inanıyorum” sözleri bu çalışmaların daha da hızlandırmıştır soğuk savaş döneminde uzay çalışmaları konusunda da Sovyetler Birliği ile yarışan Amerika uzay harcamaları için büyük bütçeler ayırıyordu. Aya gönderilecek uzaya aracı için çalışmalar uzun bir süre devam etti. Bu çalışmalar sırasında yapılan test uçuşlarından birinde NASA 3 astronotunu kaybetti.”
“Sonunda 16 Temmuz 1969’da Neil Armstrong Edwin Aldrin Jr. ve Micheal Collins adlı üç astronotu taşıyan Apollo 11 tarihe geçecek ay yolculuğuna çıktı. Apollo 11 19 Temmuz’da ay yörüngesine girdi. Kartal(EAGLE) adlı modül ay yüzeyine başarıyla indi ve Armstrong aya ayak basan ilk insan olarak tarihe geçti. Armstrong’un ardından Edwin Aldrin’de yüzeye indi. Ay toprağından örnekler alan bazı bilimsel deneyler yapan ve Amerikan bayrağını aya diken iki astronot görevlerini başarıyla tamamlayarak dünyaya döndüler”
İlk aya yolculuğun tamamlanmasının ardından tartışmalar da başladı. Bu tartışmalara sonunda uzayda yaşam olup olmadığı konusu üzerinde durulmaya başlandı. İnsanın bir ortamda hayatını devam ettirmesi için; atmosfer radyasyon ve yerçekiminin bulunması gerekmektedir. Özellikle atmosfer canlı yaşamı için çok önemlidir.
Dünyamızda %78 oranında azot %21 oranında oksijen bulunmaktadır. Uzay boşluğunda ise hava olmayıp sadece bir miktar gaz bulunmaktadır. Bu nedenle uzaya giden araçların içerisinde hava tankları bulunmaktadır. Uzay tamamen soğuktur. İnsan ise sadece belirli sıcaklık ölçütleri içersinde yaşayabilmektedir. Bu nedenle uzay aracında ısı sistemi de olmalıdır.
İnsan oğlu çıplak iken uzay boşluğunda kalıcı zarar görmeden 30 saniye kadar yaşayabilir. Nefesinin tutmamak kaydıyla 30 saniye boşlukta kalan insan patlamaz donmaz ve bilinci tamamını kaybetmez. 30 saniye sonlarında oksijen yokluğu sonucu bilinç kaybı oluşmaya başlar. 1 veya 2 dakika sonra ise yaşam faaliyetleri tamamen durur ve insan hayatını kaybeder.
Uzayda karşılaşacağımız diğer bir sorun ise yer çekimidir. Dünyadan uzaklaştıkça yer çekimi azalmaktadır. Aralarında ters bir orantı vardır. bu yüzden uzayda yer çekimi yoktur.
Günümüzde insanlığın ortak amacı her şeyden haberdar olma uzayın tüm olanaklarından yararlanmaktır. Şu anda uzayda Türksat adlı bir uydumuz bulunmaktadır. Uydumuz sayesinde haberleşmenin gücü hızla artmıştır.
İletişim kurmanın en kolay yolu konuşmaktan geçer. Karşımızdaki insanların duygularımızı ve isteklerimizi anlatmanın diğer bir yolu da el kol hareketleridir. Fakat bunların dışında da ilkle haberleşme yolarlı vardır: Atlı elçilerle dumanla ve güvercinler gibi.
Karadeniz Bölgesi’nde bulunan köylerimizin bazılarında yer şekillerinin de etkisi ile dağınık yerleşme görülmektedir. Evler arasındaki mesafe uzak odlundan dolayı insanlar ıslıklarla iletişim kurmaktadırlar. Her ıslık tonu başka bir ablam ifade eder. Fakat sadece insanlar için değil toplumlar içinde iletişimin önemi büyüktür.
İnsanların uzaktan haberleşmesine imkan veren teknik araçlar Fransız Devrimi’nden hemen sonra optik telgrafın bulunması ile gelişim sürecine girdi.
1837’de elektrikli telgrafın bulunması ile iletişim çağı başlamıştır.
Telefon 1876 yılında Graham Bell tarafından bulundu. İnsan sesinin iletiminde önce ülke içerisinde daha sonra da ülkeler arasında yayılmasına imkan verdi. Bu yenilik bir çok kaygıyı da beraberinde getirdi. ABD’de benimsendi ve daha sonra ülkeler arasında yayılmaya başladı. 19. yy’da etkileşim ağları kurulmaya insanlar arasındaki etkileşim gelişmeye başladı.
“Tarihte ilk ses kaydı 1877 yılında Thomas Edison tarafından yapılmıştı. Son 20 yılda yaşanan gelişme ise gerek ses kalitesinde gerekse şiddetle kayıt sisteminde mükemmeli yakalamayı hedeflemektedir”
İnsanlar aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun birbirleri ile kolayca iletişim kurmaktadırlar. Örneğin; bir faks makinesi birkaç dakika önce Türkiye’de bir fotoğrafı yayınlarken birkaç dakika sonra New York veya Tokyo’da yayınlayabilmektedir.
20. yy’daki en büyük gelişme hiç kuşkusuz bilgisayar teknolojisinde yaşanmıştır. İnternet ağının kurulması sonucunda bilgisayar ve internet; evlerimizi işyerimize hatta günlük hayatımıza kadar girmeyi başarmıştır. Bilgisayar teknolojisi beraberinde çok büyük yenilikler ve kolaylıklar getirmişti. Örneğin; bilgisayar hayatımıza girmeden önce para yatırma işlemleri için bankalarda saatlerce sıra beklerken şu anda internet sayesinde işlemlerimizi en kısa zamanda gerçekleştirebilmekteyiz.
Biliyoruz ki bu teknoloji burada kalmayacak insanlar yaşadığı sürece teknoloji de ilerleyecektir. Şu an bize hayal gibi gelen çoğu araçlar hayatımıza girecek ve hayatımızı kolaylaştırmaya devam edecektir.
Türkiye'nin Teknoloji Geliştirme Koşul ve Olanakları
Bilim ve teknoloji söz konusu olduğunda Türkiye’nin yer aldığı sistem içindeki diğer ülkelerden (diğer OECD ülkelerinden ya da G.Kore Tayvan gibi yeni sanayileşen ülkelerden) çok daha farklı bir tutum izlediği görülüyor. Türkiye’nin teknoloji geliştirme koşul ve olanaklarını irdelerken önce bu farklılığı ortaya koymakta yarar vardır.
Gözlenen farklar birkaç noktada toplanabilir:
* Türkiye bilim ve teknoloji yeteneğini yükseltebilme ve bu çerçevede günümüzün jenerik teknolojilerine egemen olma bu teknolojiler tabanında ‘innovation’ yeteneğini kazanma konusunda sistem içindeki diğer ülkelerin aksine hiç aceleci değildir ve onlardan bir hayli geride kalmıştır. Ne toplum katlarında ne de siyasi partiler düzleminde gecikildiği için endişe duyulduğu izlenimini almak mümkündür. Siyasi kadroların zaman zaman bilim ve teknolojiye önem verilmesi gereğini vurgulamalarına karşın bu yalnızca altı boş siyasi bir söylem düzeyinde kalmakta; hatta çoğu zaman siyasi bir prim getirmeyeceği kanısıyla olsa gerek bilim ve teknoloji konuları bütünüyle siyasi gündemden düşürülmektedir.
* Bu genel gözlemi doğrulayan kanıtlar ortadadır:
Sistem içinde yer alan diğer ülkelerin hepsinin bilim ve teknoloji alanında uyguladıkları ulusal bir politikaları; ulusal hedefleri bu hedeflere erişmek için izledikleri ulusal strateji ve planları vardır.
Türkiye’nin ise herhangi bir hükümet programının ya da siyasi bir programın parçası olarak benimsenmiş ve uygulamaya konmuş ulusal bir bilim ve teknoloji politikası yoktur. Bu saptama Türkiye’de ülkenin bilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmeye yönelik politika ya da strateji önerileri olmadığı anlamına gelmemektedir. Öneriler vardır hükümetlere sunulan tasarılar vardır; ama bunlar siyasi bir program haline dönüşmemekte ve hayata geçmemektedir. Bu tasarılardan biri 1980'li yılların başında dönemin ilgili Devlet Bakanı'nın eşgüdümünde 300 kadar bilim adamı ve uzmanın katılımıyla hazırlanan Türk Bilim Politikası: 1983-2003’tür. Bu dokümanla ilk kez ayrıntılı bir bilim ve teknoloji politikasıortaya konmaya çalışılmıştır. Burada teknoloji konusu da bir ana motif olarak ele alınmış ve öncelik verilecek teknoloji alanları belirlenmiştir. Bu yeni yaklaşım bilim ve teknoloji politikalarının ekonominin yönetiminde ve toplumsal yaşamın başlıca etkinlik alanlarının düzenlenmesinde rol alan unsurların da (ilgili bakan ve üst düzey bürokratlar hükümet dışı kuruluş temsilcileri v.b.) katılımıyla belirlenmesine olanak tanıyan yeni bir kurum yaratmıştır: Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK).
Ne var ki Türk Bilim Politikası: 1983-2003 hayata geçirilememiştir. 1983'te kurulan ancak ilk toplantısını 9 Ekim 1989'da ikincisini ise 3 Şubat 1993'te yapabilen o günden bugüne bir daha toplanamayan BTYK'ya da işlerlik kazandırılabildiği söylenemez.
Halen Türkiye'nin Bilim ve Teknoloji Politikası konusundaki resmi doküman BTYK'nın ikinci toplantısında karar altına alınan Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: 1993-2003'tür. Altını çizerek belirtmek gerekir ki devletin üst düzeyde yetkili bir kurulu kendisine sunulan bir tasarıyı bu dokümanla uygulanması gereken bir karar haline dönüştürmüştür. Üstelik bu dokümanda ifadesini bulan politika 1995 başlarında Yüksek Planlama Kurulu'nca VII. Beş Yıllık Plan Döneminde Öncelikle Ele Alınması Öngörülen Temel Yapısal Değişim Projeleri Kapsamındaki Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi Çalışma Komitesi Raporu (24 Şubat 1995) ile geliştirilerek somut bir zemine oturtulmuş ve bu proje VII. Beş Yıllık Plân'ın ana eksenlerinden birini oluşturmuştur. Ama söz konusu projeyi Plan dokümanının sayfalarından alıp hayata geçirecek bir siyasi sahip ya da kararlılığın var olduğuna ilişkin güçlü bir kanıt henüz ortaya çıkmamıştır.
AR-GE faaliyeti sisteme dahil bütün ülkelerde devletçe en çok desteklenen devletin en çok subvansiyon sağladığı alandır. Ama Türk takımlarının yurt dışındaki maçlarını izlemeye gidiş dahil akla gelen hemen her alanda teşvik edici önlemler uygulayagelmiş olan Türkiye ancak geçen yıl 1 Haziran 1995’te diğer ülkelerdekiyle karşılaştırılabilir çapta bir AR-GE desteği uygulamasını başlatabilmiştir. Bu da ancak Uruguay Turu Nihaî Senedi’nin devlet subvansiyonlarına ilişkin düzenleyici hükümlerine ve AB mevzuatına uyum yaklaşımı çerçevesinde gündeme gelmiştir; içsel bir dinamik örneğin sanayi kesiminin baskısı sonucu değil...
Sistem içindeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin kendi ulusal ‘innovation’ sistemini kurmada çok gerilerde kaldığı; bu sistemin oluşması için TÜBİTAK ve TTGV gibi kurumların ve bazı üniversitelerin gösterdiği çaba dışında konunun ulusal düzeyde bir bütün olarak ele alınmadığı; hatta konuya yakın olması gereken pek çok çevre için kavramın kendisinin bile yeni olduğu bilinen bir gerçektir.
Sistem içindeki bütün diğer ülkeler ulusal ‘innovation’ sistemlerinin ayrılmaz bir parçası olan ve bundan da öte kendilerini geleceğin enformasyon toplumuna taşıyacak ulusal enformasyon şebekelerini hazırladıkları master planlar-eylem planları çerçevesinde kurmaya başlamış ve bu ülkelerde bu atılımın fiili sahipliğini iş başındaki hükümetler siyasi liderler üstlenmişken Türkiye’deki siyasi partiler böylesi bir altyapı ve bununla ilintili ulusal bir master plan gereği üzerinde henüz herhangi bir berrak fikre sahip değillerdir (BTSTP Mayıs 1995; TÜBİTAK Haziran 1995).
Türkiye’nin bilim ve teknoloji yeteneğini geliştirme konusundaki pek de duyarlı olmayan yaklaşımını doğrulayacak başka pek çok kanıt bulunabilir. GSYİH’den AR-GE harcamalarına ayrılan pay özel sektör sanayi kuruluşlarının toplam AR-GE harcamaları içindeki payı 1000 faal nüfus başına düşen bilim adamı sayısı gibi verilerle de bu durum kanıtlanabilir. Ama sayısal verilere girilmeksizin de burada işaret edilen kanıtlardan yola çıkılarak aynı iktisadi sistem içinde yer alan diğer ülkelerle Türkiye arasındaki bilim ve teknoloji konusuna yaklaşımla ilgili temel farkı ortaya koymak mümkündür: Bu fark ülkenin bilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmek ve dünya teknolojisini yakalamak fikrinin Türkiye’de başta sanayi kesimi olmak üzere toplumun doğrudan ilgili katmanlarında yeterince sahiplenilen bir fikir haline gelmediği noktasında düğümlenmektedir. Bu böyle olduğu içindir ki bu fikrin siyasi partiler -siyasi iktidar- düzleminde sahibini bulmak da pek mümkün olmamaktadır.
Eğer Türkiye’de bu fikre sahip çıkması düşünülebilecek bir toplum katmanı olarak örneğin sanayi kesimi bunu yapmış olsaydı; tanım gereği bu fikrin siyasi platformda da yansıması olur ve en az bir partinin siyasi programında bu husus yer alabilirdi diye düşünmeye hakkımız var sanıyorum. Buradan gelinecek nokta çok açıktır: İlgili toplum katmanlarınca sahiplenilen bir hedef haline dönüştürülemediği sürece Türkiye’nin teknoloji yeteneğini yükseltmek çağın jenerik teknolojileri tabanında ‘innovation’ yeteneğini kazanmak ve dünya teknolojisini yakalamak -ya da konu başlığıyla söylersek; Türkiye’de teknoloji geliştirmek- gibi makro planda çok taraflı ve geniş kapsamlı düzenlemeleri gerektiren bir atılımı gerçekleştirmek mümkün değildir.
Özetle Türkiye’de teknoloji geliştirmenin ön koşulu bunun başta sanayi kesimi olmak üzere ilgili toplum katmanlarınca benimsenen bir hedef haline gelmesi ve bu hedefin geniş halk kesimlerince kabullenilen bir siyasi programa dönüştürülmesidir.
Bu ön koşulun gerçekleşmesi mümkün mü?
Soruya özellikle de bu konuda son derece önemli bir role sahip bulunan sanayi kesimi açısından bir yanıt verilebilir mi?
Son zamanlarda sanayinin bazı kesimlerinde AR-GE’ye yöneliş konusunda belli bir yaklaşım belli bir kıpırdanma olduğunu söylemek mümkün. Bu kesimlerin özellikle kullandıkları üretim yöntemlerinde ya da ürettikleri üründe yenilik yapabilme yeteneği kazanma (böylesi bir yeteneğe sahipseler bunu geliştirme) yönünde ciddi bir çaba gösterdikleri gözleniyor. Kendi AR-GE birimlerini kuran firmalar var. Sanayi kuruluşlarının proje bazındaki AR-GE harcamaları için devletçe sağlanacak desteğin bu sanayi kesimlerinde oldukça geniş bir ilgi yarattığı ve bir hareketlenme meydana getirdiği de bir gerçek. Ancak bu tür gelişmeler yanında Türkiye’deki pek çok sanayi kuruluşunun yabancı firmalarla özellikle de AB firmalarıyla geçmişten gelen ortaklık bağlarının bulunduğunu ya da belli bir entegrasyona sahip bulunduklarını ve gereksinim duydukları teknolojiyi Türkiye’de geliştirme olanaklarını arama yerine bu gereksinimlerini yabancı ortakları kanalıyla karşılama yönünde bir strateji izlediklerini göz ardı etmemek gerekir. Bu tür kuruluşlardan bazılarının Türkiye’de kurulu AR-GE birimlerinin ise genellikle yabancı ortağın kendi AR-GE ağında yalnızca bir taşeron birim olarak yer aldığı biliniyor. Kaldı ki Gümrük Birliği koşullarında pazar paylarını güvence altına almak ve bunun için gereksinim duydukları teknolojiyi edinmek üzere yabancı firmalarla evliliğe giden yerli firmaların sayısının hızla arttığı da bir gerçek.
Sanayi kesiminde ortaya çıkan bu tablo aranan ön koşulu sağlar mı?
Yerli sanayi şirketlerinin uluslararası evlilikler konusundaki yaklaşımlarının ve imzalanan evlilik senetlerinin muhtevalarının bu sorunun yanıtını önemli ölçüde etkileyeceği muhakkaktır. Ama unutulmaması gereken nokta bilim ve teknoloji konusunun aslında toplumun bütün kesimlerini ve çok yakından ilgilendirdiğidir. Konu herkesi ilgilendirir; çünkü bilim ve teknolojide yetkinlik yalnızca ülke sanayiinin değil bütün bir ülkenin uluslararası arenadeki konumunu ve geleceğini belirleyecektir. Bu açıdan aranan ön koşulu sağlayabilmek bilim ve teknoloji konusunu bütün boyutlarıyla siyasileştirmeye ve bu konuya sahip çıkacak toplumsal aklı üretmeye bağlıdır.
Eğitimde Teknolojinin Rolü
Eğer teknoloji yukarıda sunulduğu şekli ile algılanırsa teknolojinin insan hayatında çok önemli bir yer tuttuğu da rahatlıkla anlaşılır. Bu nedenle konumuz teknolojiyi kullanmak ya da kullanmamak değil insan hayatında teknolojinin nasıl bir yeri ve konumu olacağıdır. Bu üzerinde birçok değerli kişi ve kuruluşun çalıştığı önemli bir konu olmuştur.
1. Herbert Simon teknolojiyi insanın kendi yapay iç dünyasıyla dış çevre (doğa) arasında bir ara-yüz olarak görmektedir.
2. Carnegie Komisyonunun bu konuyla ilgili vardığı sonuç şöyledir: "Teknoloji öğretimde yardımcı bir rol üstlenmelidir öğretimin amacı haline getirilmemelidir.
Teknoloji sadece var olduğu için kullanılmaya çalışılmamalı ya da teknoloji kullanılmadığında çağ dışı kalınacakmış gibi bir korkuya kapılmamalıdır. Bizler gelişmiş teknoloji kullanımının öğretimde doyum ve başarıya ulaşabilmek için tek başına yeterli olduğuna inanmıyoruz. Birçok ders için dönemde birkaç saatlik teknoloji desteği yeterli olmaktadır. Bazı dersler için teknoloji dönemin yarısından çoğunda kullanılabilir; ama bütün bir dönemde böylesine bir teknoloji desteğine ihtiyaç duyulabileceği ders sayısı yok denebilecek kadar azdır
3. Eğitimi etkileyen teknolojik gelişmeleri tartışan çok fazla yayın makale vardır. Bunlar arasında dikkat çekici olanlar aşağıya çıkarılmıştır.
a) Alfabe insanoğlunun bilgiyi paylaşması kaydetmesi ve saklaması için entelektüel bir araç olmuştur. Kağıdın icadı ve yazım araçlarının geliştirilmesi alfabe yardımıyla yapılan işlemlerin daha kolay gerçekleştirilebildiği bir süreci başlatmıştır. Kitap birçok sayfadan oluşan değişik tasarımlara sahip sunmak istediği bilgiyi sıralı olarak veren bir araç olarak düşünülebilir. Kısaca kitap teknik açıdan bakıldığında televizyon gibi bilgisayar gibi vermek istediği bilgiden farklı bir yapıya sahip bir araçtır. Matbaanın icadından sonra kitap yaygınlaşarak hemen herkesin ulaşabildiği bir araç oldu. Karatahta hem öğrencinin hem de öğretmenin aynı anda aynı konu üzerinde çalışabilmesine olanak sağlayan ilk sınıf içi iletişim araçlarından birisidir. Okul otobüsü öğrencilerin uzak yerlerden öğretim yerlerine taşınması ve dolayısıyla uygun eğitim ortamının sağlanması açısından bir öğretim aracı olarak görülebilir.
b) Engler teknolojiyi eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir. Şöyle der: "eğer eğitim her yönüyle öğretmen öğrenci ve çevre arasındaki bir iletişim ağı olarak görülürse o zaman öğretim teknolojisinin bu ilişkileri tanımlamada önemli bir görevi olduğu anlaşılabilir"
c) Indiana University'den Robert Heinich öğretmenlerin eğitim teknolojisine yaklaşımlarını şöyle dile getirmektedir:
"Peter Drucker'in bir makalesinde söyledikleri büyük oranda yanlış anlaşılmıştır; bu makalede kısaca şöyle denmekteydi: -öğrenme ve öğretme yeni yöntemlerden hayatın başka hiçbir safhasının etkilenmeyeceği kadar derinden etkilenecektir. İnsanoğlunun en muhafazakar olduğu bu eski öğretme sanatında yeni yaklaşımlara yöntem ve araçlara ihtiyaç vardır. Bu yeni geliştirilecek yöntemler sayesinde öğretmenler beceri ve yeterliliklerini arttırarak daha etkili olacaklardır. Bu sayede öğretme henüz araçları ile günümüze ayak uyduramamış geleneksel bir sanat olsa da sıradan bir insanın üstün bir performans sergileyebilmesini olanaklı kılacaktır.- Yanlış anlaşıldığından bahsettim; çünkü birçok eğitimci bu makaleyi okuduktan sonra başlarını sallayacak ve kullanılacak araçlar sayesinde sınıf içerisinde öğrenim başarısının artacağını düşüneceklerdir. Fakat burada asıl söylenmek istenen ancak öğretim teknolojileri kullanıldığında sıradan bir insanın üstün bir performans gösterebileceğidir; yoksa gelişmiş teknoloji kullanmak tek başına yeterli olmayacaktır.
Eğitimde Teknolojinin Uygulamaları
Çeşitli seviyelerdeki kullanışlı uygulamaları ve bu uygulamaların vaat ettiklerini incelerken düşünce ve yorumlar da kötümserlikten sıyrılıp iyimserliğe doğru kayıyor.
1. Engler 1972'de eğitim teknolojilerinin durumunu şöyle anlatıyor: "şu anki öğretim yöntemlerimiz hakkında söylenebilecek en doğru söz eski teknoloji ürünü olduklarıdır. Kitap tebeşir öğretmen gibi temel öğretim araçları ve yöntemleri çok uzun zamandan beri kullanılmaktadır. Bugün öğretmenler daha iyi hazırlanmakta kitaplar daha iyi tasarlanıp daha iyi yazılmakta ve renkli tebeşirler kullanılmaktadır; ama bu araçların işlevleri ve öğrenci için anlamları yüzyılı aşkın bir süredir hiç değişmeden kalmıştır. Ayrıca bu süre zarfında öğretimin nasıl uygulanacağına ilişkin her hangi bir temel değişiklik de yapılmamıştır. Öğretim halâ öğretmen merkezli gruba yönelik ve ders kitabı tabanlı hazırlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu yöntem 19.yy'da İngiltere ve Amerika'da başlayıp yayılan Lancastrian modelinin devamı niteliğindedir Birbuçuk yüzyıldır birçok değişikliğe uğramasına rağmen bu model endüstriyel üretim mantığının sonucu olan eğitimde seri üretimi geleneğine sıkı sıkıya bağlı durmaktadır
2. U.S. Agency for International Development'dan Clifford H. Block İngiliz Hükümetinin gerçekleştirdiği çok büyük ölçekli uzaktan eğitim denemesini şu şekilde yorumluyor: "Televizyon radyo ve posta gibi iletişim araçlarının etkin kullanımı BBC'nin üretim yetenekleri öğretim tasarımları için görevlendirilmiş eğitim teknolojisi grubunun mükemmel başarısı ve normal bir üniversiteden farklı olmayan ders/konu içeriğiyle 65.000 öğrencisi olan İngiliz Açık Öğretim Üniversitesi (British Open University) İngiltere'nin en büyük üniversitesi ve dünyanın sayılı üniversitelerinden birisidir. Mezunlarının iyi yetişmiş ve entelektüel açıdan yeterli olması sebebiyle bu fakülteden derece almak İngiliz sosyo-kültürel hayatında önemli bir yere sahip olmak demektir"
3. Teknoloji ve değişimle ilgili olarak Block şöyle demektedir: "birkaç yıl içerisinde gerçek olacak bazı teknolojik gelişmelerle ilgili yorumlarda bulunmak gerçekten çekici bir işi bütün bir kütüphanenin bir disk içine sığabilmesi internet ve uydu teknolojileri aracılığı ile evinizden dışarı çıkmak zorunda kalmaksızın tüm dünyadaki eğitim merkezlerine istediğiniz her an ulaşabilmek ve bunların dışında sayısallaştırılmış her türlü bilgiye sahip olma şansı bunlar hakkında konuşmak gerçekten çok çekici; fakat ben de bu konuda çalışan diğer insanlar gibi böylesine temelden değişimlerin ancak aşama aşama ve evrimsel bir süreç içerisinde gerçekleşeceğine inanıyorum. Eğitim kurumlarının öğrenci öğretmen ve yöneticileri bu yeni öğrenme yöntemlerini bireysel toplumsal ve ekonomik yönden hayatlarına adapte edebilmek için mutlaka zamana ihtiyaç duyacaklardır."
Teknolojik Gelişmeler ve Kültürel-Sosyal Değişimler Arasındaki Sebep-Sonuç İlişkisi
Her yeni icat edilen teknoloji ve bu teknolojinin topluma yayılmasıyla birlikte kültürün bu araçlar tarafından yönlendirilmesi sonucu çok çeşitli değişiklikler yaşamaya başlarız. 90’lı yıllardan itibaren iletişimin ve internetin gücü bilişim sistemlerinde kaydedilen gelişmeler bizi yeni teknolojik çalkalanmalara sürüklemiştir. Kültür teknik ve toplum arasındaki ilişkinin açıklanması önemli bir soruyu da beraberinde getirmektedir.
Teknolojik gelişmeler kültürleri oluşturup onları değiştirebilirler mi?
Fransız kuramcı Pierre Lévy’e göre; teknik ve kültür birbirinden ayrı olarak asla varolamazlar. Teknolojinin tek başına bir anlamı yoktur ancak bir kültür içinde varolduğu zaman gerçek anlamını bulur.
Teknolojik gelişmeler çoğunlukla toplumların gelişmeleriyle doğru orantılı olarak ilerler. Yeni teknolojilerin toplumlar ve kültürler üzerindeki ani etkisi pek çok araştırmacının ilgisini çekmektedir.
André Vitalis Bordeaux Üniversitesinde Medya Araştırmaları Merkezi Sorumlusu aslında herşeyin iki kelimeye yüklediğimiz anlamla ilgisi olduğunu vurgular; toplum ve bilişim.
Bilişim bağımsız olarak bir değişim yaratır ve toplum bu değişime zorunlu olarak katlanır ona uyum sağlamaya çalışır.
Toplum yeni gelişen bir teknolojiyi kabul edip etmeyeceğine ona uyum sağlayıp sağlayamayacağına ve onu özümseyip özümseyemeceğine karar verir.
Birinci görüş bizi daha çok teknolojinin elite bir kesim tarafından kendi çıkarlarına uygun olarak kontrol edildiği ve sonuçta toplumun hizmetine ancak onu kontrol edenlerin istediği ölçüde sunulduğu kötümser (pesimist) söyleme götürür. Buna göre de toplumun bu sonuçlara katlanmaktan başka çaresi yoktur.
İkinci görüşe göre ise yeni teknolojilerin özellikle internetin bize sunduğu güç aslında toplumun eline sunulmuş bir güçtür. Bugün yeni teknolojiler sayesindedir ki gelecek için daha demokratik insanlar arasındaki iletişimin daha iyi olduğu yeni bir paylaşım türünün yaratıldığı ( elektronik posta sohbet forumları tartışma grupları ) değişik kültür gruplarının kendini daha iyi tanıtma imkanı bulduğu bir toplum yaratılabilir.
Maddi dünyayı ve onun kültürel uzantıları olan görüntü ve imajları birbirinden ayırt edemeyiz. Bu durumda teknolojiyi bir toplumun ya da kültürün parçası olarak ele almak daha yerinde olur. Bir sorunun sadece teknik olduğunu düşünmek yerine onun sosyal ekonomik ve kültürel uzantıları olduğunu da varsaymalıyız. Böylece kültür ve teknoloji arasındaki ilişkiye onu kullanan yorumlayan benimseyen ya da reddeden toplumun aktörlerini de katmış oluruz.
Teknoloji projelerin sosyal ve kültürel bildirimlerin bir uzantısıdır. Teknolojinin kullanımı ve varlığı insan ilişkilerini faklı olarak etkilemiştir. Buhar makinası tekstil işçilerine 19. yüzyılda nasıl hizmet etmişse bugün de bilgisayarlar bireylerin iletişim kapasitesi arttırmak için hizmet vermektedir.
Sonuç olarak Fransız Kuramcı Pierre Lévy’nin de önemle altını çizdiği gibi bir teknolojinin sosyo-kültürel etkilerinden bahsetmeden sadece teknik sonuçlarını ortaya koyamayız. Teknoloji ve kültür arasındaki ilişki ancak onu kullanan aktörler ve o teknolojiyi kullandıkları ortam göz önüne alınıp incelendiğinde doğru analizlere ulaşılabilir.
Teknoloji Gençleri Nasıl Etkiliyor?
Teknoloji sadece gençleri değil toplumun tüm katmanlarını etkiliyor. Bu olumlu ya da olumsuz (daha çok da olumsuz) etkilenmeden teknolojiyi teknoloji üreten şirketleri suçlamanın pek de doğru olmadığını düşüyorum. Teknoloji insanlar için hayatı kolaylaştıran büyük bir nimet. Bunu dozajını kaçırmadan ve doğru amaçlar için kullanmak insanların elinde. Benzer konular gündeme gelince hep verdiğim bir örnek var. Diyorum ki teknoloji bizi kullanmasın biz teknolojiyi kullanalım! Bir çok ürün ve hizmet üreten şirket var. Bu ürün ve hizmetler içinde bize ve amaçlarımıza uygun olanları seçmek satın alıp almama kararını vermek bizim elimizde. Tabii ki şirketler kârlarını maksimize etmek için ardarda yeni ürünler ve hizmetler çıkarıyorlar. Ardarda piyasaya çıkan ürünlerden bazan kafamız bile karışabiliyor. Hangisini satın alacağımızı hangisinin gerçekten bizin ihtiyaçlarımıza cevap vereceğini tespitte zorlanıyoruz. Böyle bir kafa karışıklığıyla karşılaşmamak için teknolojiyle ilgili gelişmeleri takip etmek haber ve yorumları okumak yararlı olacaktır. Özellikle gençlerin teknolojik ürünleri gösteriş için bilinçsizce tükettikleri görülüyor. Yeni piyasaya çıkan bir cep telefonunu ailesinin ya da kendisinin ekonomik imkânlarını zorlayarak satın alan aylar sürecek taksitlere giren gençler biliyorum. Bu gençlerin tek amacı çevresindeki arkadaşlarında bulunanlardan aşağı kalmayacak bir ürüne sahip olmak.
Teknolojinin Neden Olduğu Hastalıklar
Son 30 yılda başta ABD ve Avrupa olmak üzere tüm dünyada bu alanda yüzlerce araştırma yapıldı; hâlâ da yapılıyor. Kimi araştırmalarda dikkat çekici sonuçlara ulaşıldı. Örneğin;
1994'te ABD ve Finlandiya'da yapılan araştırmalar elektromanyetik alanların çok sık etkisinde kalan işçilerde alzheimer hastalığının normal insanlara göre erkeklerde 49 kat ve kadınlarda 34 kat daha çok görüldüğünü ortaya koydu.
1998'te gerçekleştirilen bir başka araştırmada da radyo operatörleri endüstriyel donanım işçileri veri işleme aygıtı tamircileri telefon hattı işçileri elektrik santralları ve trafo merkezlerinde çalışan işçilerle film makinistlerinde alzheimer parkinson gibi hastalıklarla beraber başka birtakım nörolojik bozuklukların daha çok görüldüğü ortaya çıktı.
1979'da ABD'de yapılan bir epidemiyolojik (tıbbın insan topluluklarında hstalıkların dağılımını ve bu dağılıma yol açan etkenleri araştıran bir dalı) araştırma enerji iletim hatlarına 40 m.'den daha yakın yaşayan çocukların normal çocuklara göre 2-3 kat daha fazla kansere yakalandığını ortaya koymuştu.
1988'de ve 1991'de yine ABD'de 1992 'de İsveç ve Meksika'da ve 1993 'de Danimarka'da yapılan araştırmalarsa çocuklarda görülen kanserlerle ve özellikle de lösemiyle iletim hatlarına yakın yaşama arasında bir ilişki olduğunu ortaya koydu.
Finlandiya'da yapılan bir başka araştırma erkek çocukların merkezi sinir sisteminde oluşan tümörlerle iletim hatları arasında ki ilişkiyi saptadı.
1994'te Kanada'daki 2 ve Fransa'daki 1 elektrik şirketinin çalışanlarını kapsıyordu. Toplam 223.000 kişi üzerinde gerçekleştirilen bu istatiksel çalışmada 4000 kanser hastası saptandı. Bu çaılşmada yüksek elektromanyetik alanların etkisinde kalanlarda lösemi 2-3 kat fazla görülürken beyin tümörü 10 kat daha fazla görülüyordu. Tüm bu bulgulara karşın lösemiyle elektromanyetik alanlar arasında kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bir ilşki olduğu kanıtlanamadı.
Geçen yıl ABD Ulusal Çevresel Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nün 6 yıldır süren ve 60 milyon dolara malolan araştırması sonuçlandı. Enstitü araştırma sonuçlarını bir rapor biçiminde ABD Kongresi'ne Haziran ayında sundu. Rapora göre "Elektromanyetik alanların tümüyle güvenli oldukları söylenemez. İnsanlar onların etkisinden olabildiğince kaçınmalıdırlar. Ama elektrik hatlarının oluşturduğu elektromanyetik alanların insanların kanser yada başka bir hastalığa yakalanma riskini arttırdığına yönelik kanıtlar zayıftır. Bu konudaki araştırmalar sürecektir."
İsveçli bilim adamları cep telefonuyla yapılan 2 dk.'lık bir görüşmenin bile ne denli ciddi sorunlar yaratabildiğini gösterdiler. Araştırmaya göre 2 dk.'lık konuşma kandaki zararlı proteinlerin ve toksinlerin beyne girmesini engelleyen savunma mekanizmasını devre dışı bırakmaya yetiyordu. Bu durumda azheimer parkinson ve multiple sclerosis (MS) gibi sinir hastalıklarının oluşma riski artıyor.
Mayıs 1998'de İsveçli bilim adamı Dr. Kjell Hansso Mild ekibiyle birlikte gerçekleştirdiği büyük bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Çalışma sonucuna göre cep telefonuyla uzun süre konuşanlarda yorgunluk baş ağrısı deride yanma hissi ortaya çıkıyordu. Kulaklık-mikrofon seti kullananların %80'inde bu tip sorunların olmadığı gözlendi.
Haziran 1998'de Almanya'da Freiburg Üniversitesi Nöroloji Kliniği'nde yapılan bir araştırmada da cep telefonlarının yüksek tansiyonla ilişkisi ortaya kondu. Bu araştırmada 10 gönüllünün başlarına cep telefonu bağlandı. Araştırmacılar deneklere haber vermeden telefonları açıp kapadılar. Telefonlar açıkken deneklerin tansiyonlarında 5-10 mmHg'lik bir artış gözlendi.
İngiltere'de yapılan ve 11.000 kişinin gönüllü olarak katıldığı bir başka araaştırmadaysa uzun süre cep telefonuyla konuşanlarda baş ağrıları baş dönmesi ve dikkat dağılması gözlendi.
Bilimsel araştırmaların art arda gelen bu olumsuz sonuçları insanları kuşkulandırıyor. Artık "cep telefonlarının insan sağlığına daha ciddi etkileri olabilir mi?" diye düşünüyor herkes. Yine ilk akla gelen soru : "Cep telefonlarıyla kanser arasında bir ilişki olabilir mi?"
Dünyada 200 milyon dolayında cep telefonu kullanıcısı var. Bu sayı ABD'de 80 milyonun üzerinde ve her ay buna yaklaşık 1 milyon ekleniyor. Cep telefonunun insan sağlığına etkileri ve özellikle de kanserle ilişkisi üzerinde yürütülen çalışmalar ABD'de merakla izleniyor. Çünkü beyinlerinde tümör oluşmuş onlarca kişi iletişim şirketlerine dava açmış durumda. Tümör oluşumlarına cep telefonlarının mikrodalga yayınlarının yol açtığını ileri sürüyorlar. Benzer davaalar başka ülkelerde de açılmış durumda. Bilimsel araştırmaların sonuçları bu davaların seyri açısından büyük önem taşıyor.
ABD'de cep telefonu endüstrisi beş yıldır cep telefonlarının insan sağlığı üzerine etkilerini araştıran çalışmaları destekliyor. Hatta bunun için Telsiz İletişim Endüstrisi Birliği 1993'te Telsiz Teknoloji Araştıraları (WTR) adlı bir araştırma kurumu bile kurdu. Bu kurumun asıl amacı öncelikle beyin tümörleri olmak üzere birçok hastalıkla cep telefonları arasında bir ilişki olup olmadığını saptamak. İki koldan yürütülen çalışmalar için beş yılda 25 milyon dolar harcandı. Bir yandan epidemiyolojik araştırma sürdürüldü; bir yandan da laboratuvarlarda deneyler yapıldı. Laboratuvar çalışmaları iki konu üzerinde yoğunlaştı: Beyin tümörü oluşumu ve genetik yapının değişimi.
Bu sırada Avrupa ve Avustralya'da da konuyla ilgili birçok araştırma yapıldı; hâlâ süren çok sayıda araştırma da var. Bunlardan birkaçında düşük düzeyli radyo dalgalarının hayvanların bağışıklık ve sinir sistemlerinde bozukluklara davranışlarında değişimlere yol açtığı ve kanser oluşumunu hızlandırdığı gözlendi. Örneğin Avustralya'daki bir araştırmada fareler 18 ay boyunca cep telefonunun yaydığı mikrodalgaların etkisinde bırakıldı. Bu farelerde kanser oluşum oranının normal farelere göre iki kat arttığı saptandı.
İsveçli Dr.Lennart Hardell'in araştırmasının geçen yıl Mayıs ayında yayımladığı sonucu: Cep telefonu kullanımı insanlarda beyin tümörü oluşumunu hızlandırmıyordu ; ama beyni tümörlü hastaların telefon tuttukları tarafta tümör oluşma oranının 25 kat fazla olduğu ortaya çıktı. Aynı araştırma ABD'de de yapılmış ve aynı sonuçlara ulaşılmıştı.
En önemli gelişmeyse WTR'nin beş yıllık araştırmasının sonuçlarını açıklaması oldu. Araştırmanın başındaki Dr. George Carlo "Bu veriler insanlarla doğrudan ilişkili ilk verilerdir. Bunlara göre cep telefonu yayınları insanlarda beyin tümörü rüskini biraz artırıyor insan kan hücrelerini etkiliyor ve farelerde de DNA bozukluklarına yol açıyor." diyor. Telefon şirketlerince desteklenen bir araştırma kurumundan böyle bir açıklamanın gelmesi çok önemliydi.
Sağlığımızı tehlikeye atacağımıza cep telefonlarımız acil durumlar dışında kullanmamaya çalışalım. Böylece hem beynimiz hem de cebimiz rahat eder...
Sonuç
Teknoloji günümüzün vazgeçilmez unsurlarından biridir. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi bulundurdukları teknolojik ortamları ile değerlendirilmektedir.
Teknolojinin kullanım alanları oldukça geniştir. Eğitimden savunma sanayine kadar her alanda kullanılan teknoloji sosyal ve ekonomik hayatında bir vazgeçilmezi durumuna gelmiştir.
Teknolojinin faydaları ve zararları; teknolojiden faydalanma durumumuza göre değişmektedir. Örneğin bir televizyonu genel kültürümüzü artırıcı programları izlerken kullanmamız faydalı zamanımızı öldürürken kullanmak zararlı olduğu gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir; son yüzyılın buluşu olarak değerlendirilen internet ise; elektronik ortamda hızlı bir şekilde bilgiye ulaşmamızı sağlarken; internete bağımlı insanlar oluşturup sosyal hayattan insanların kopmasına da neden olmaktadır. Buradaki ölçü demekki teknolojiyi ne şekilde kullandığımızdır.
Teknolojinin gümüzüzde geldiği ürküten boyutu ise; özellikle gen teknolojisinin çok gelişip insanları klonlamaya kadar geldiği bu da gelecek için robotlaşan ve tek tip insanların türemesine neden olabilir. Diğer yandan gelişen teknoloji ile birlikte biyolojik ve kimyasal silahların üretilmesi insanlığı tehdit eden diğer teknolojik tehlikeler olarak değerlendirilebilir.
Teknolojinin kullanımı ve sonuçları değişmektedir. Örneğin; teknoloji kullanılarak kurulan bir fabrikada üretim yapılmakta ama artıkları doğaya zarar vermektedir. Yine teknoloji kullanılarak arıtma tesileri kurulup bu tehlike minumuma indirilmektedir. Yani teknolojinin fayda ve zararları birlikte ilerleyip kullanıma göre netice vermektedir.
Son durak...
Eğer 9 Canlı Bile olsaydın,
An Fazla 8 Kez Kaçabilirdin Ölümden!
Bil ki 7 Düvele Sultan Dahi Olsan,
Yerin 6 Mekân Olacak Sana.
En Fazla 5 Metre Kumaş Götürebileceksin!
Kapatacaksın 4 Açsan da Gözlerini!
Bu 3 Günlük Fani Dünyada.
Azrail’e 2 Kat Olup Yalvarsan da Nafile,
Ecel Geldiğinde 1 Gün Öleceksin! ;
İşte, O An Her şey 0 dan Başlayacak.
Çünkü;ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL, YENİDEN DiRiLiŞTiR!






![https://kursunsabriomer.blogspot.com[diploma.gif]](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9Y1eFbrcS-83J670vDOxLZSnGJLnoBEkSFe3yZPEqdlbBYfFlOokeNeoFFPVLG9io5QxlJMe3wMLt5jHFmxLAOK1oEzObtWZgMsmRvpahdklm5ZymoQgBBh01ifewzUIVdiRGvPpzUwwY/s1600/diploma.gif)
